• Sonuç bulunamadı

2.2. Hegel Felsefesinde Soyut Hakkın Momentleri

3.1.1. Hegel’de Soyut Hakkın Öznesi Üzerine Bir Değerlendirme

Soyut hakkın öznesine ilişkin tartışmanın yapılacağı bu bölümde Hegel’in hukuk öznesinin toplumsal ilişkilerde nasıl bir rol oynadığı üzerinde durulacaktır. Bu kapsamda ilk olarak özne felsefesi açısından soyut hak sahipliğine ve bunun neden mülkiyet ile sözleşme kurumlarına dayandığına ilişkin bir tartışma yürütülecektir. Bu tartışmada hukuk ve özne ilişkisinin nasıl kurulduğuna dair ideoloji ve hukuk ilişkisi literatüründen de olabildiğince faydalanılacaktır.

Bir kavram olarak özne, “bilinci, sezgisi, düş gücü olan, bazı filozoflara göre de dış dünyaya karşıt olan birey376” anlamına gelmektedir. Temellerini Roma’ya kadar götürebileceğimiz özne kavramı, bu devirde status (durum) olarak karşılanmakta ve hukuk karşısında kişilerin durumunu ifade etmek için bu kavramdan faydalanılmaktadır377. Romalı hukukçulara göre hukuk karşısında her şahsın durumu

376 TDK Sözlük, https://sozluk.gov.tr/?q=%C3%B6zne&aranan=, Erişim Tarihi: 4. 12.

2019.

377 Villey, Michel, Roma Hukuku Güncelliği, Der Yayınları, Çev. Bülent Tahiroğlu, İstanbul, 1985, s. 69-70. Hyppolite’inde işaret ettiği gibi soyut hak kavramı tarihte ilk olarak Roma İmparatorluğu’nda ortaya çıkmış bir kavramdır. Soyut hakkın ortaya çıkışındaki toplumsal koşullar ile Stoa ve septisizm felsefeleri arasında önemli bir

birbirine benzer nitelikte değildir, hukuk karşısında hak ve borç sahibi olma kapasitelerine göre insanların değerlendirilmesi gerektiğini düşünmektedirler378. Hak sahibi olma kapasitesine sahip olan bu şahıslar da böylece tiyatroda aktörün maskesine karşılık gelen persona kavramı ile hukuk sahnesinde yer almaktadırlar379. Bu sebeple Roma hukukundan gelen bu anlayışla hukuk karşısında her insanın aynı haklara sahip olacağı ve aynı ayrıcalığı göreceği düşüncesi kabul edilmemektedir380.

Bu doğrultuda hukuk felsefesi açısından da özne, hukuk kuramının çekirdeğinde yer alan ve hukuk alanına ait tüm ilişkilerin kendisine dayanmak zorunda olduğu kavramdır; “her tür hukuksal ilişki özneler arası bir ilişkidir381.” Hukuk kuralına özgünlüğünü veren de hukukun özündeki mülkiyet ilişkilerinin taşıyıcısı olan şahsiyettir382. Dünyaya karşı eylemde bulunan ve bu eylemden doğrudan veya dolaylı

ilişki olduğunu ifade eden Hyppolite, bu ilişki konusunda Tinin Görüngübilimi eserinin önemli bir kaynak olduğunu ifade etmektedir. Hyppolite, Jean, “Sunuş”, Hukuk Felsefesinin Prensipleri içinde, Sosyal Yayınları, Çev. Cenap Karakaya, 1.

Baskı, İstanbul, 2004, s. 10.

378 Villey, 1985, s. 69.

379 “Persona kelimesi ile aktörlerin temsil ettikleri şahsiyet kastolunmakta idi. Modern

‘kişi’ terimini karşılayan bu kelime Romalılar tarafından ‘insan’ anlamında kullanılmakta idi.” Villey, 1985, s. 69.

380 “Zaten Romalılar, kişinin soyut bir tarifini yapmamış, henüz insanı temel olarak almamışlardır.” Villey, 1985, s. 69.

381 Pasukanis, Evgeny B., Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm, Birikim Yayınları, Çev.

Onur Karahanoğulları, 2. Baskı, 2011, İstanbul, s. 109.

382 Karahanoğulları, Onur, Marksizm ve Hukuk Diyalektik Hukuk Bilimi, Yordam Kitap, 1. Baskı, 2017, İstanbul, s. 210.

etkilenen bir kavram olarak özne, diğer özne ve nesnelerle sürekli ilişki içerisinde bulunarak şahıs olarak anlaşılmaktadır. Bu şahıs olmaksızın hukuk öznesi tarafından şeylerle ve diğer öznelerle bir ilişki kurulamaz ve bir hukuk kuralı oluşturulamaz383. Bu sebeple hukuk kuramının özünde hakkın değil, hak sahibi öznenin yattığını görmek gerekir. Bu kapsamda Hegel’in öznesi, ancak kendisiyle eşit ve kendisi gibi özgür gördüğü diğer özneler sayesinde evrensele yönelmeye hak kazanabilmektedir384.

Hakkın öznesi Hegel’in Hukuk Felsefesi’nin ilk bölümünde mülk sahibi özgür irade ve onun eylemlerinden hareketle ilerleyeceğini göstermektedir. Hegel, Hukuk Felsefesi eserinin ilk bölümünde diğer bireylerle ilişkilenen ve dünyayla kurduğu ilişkide onun oluşturduğu düşünce ve ilkelerin evrensel bir anlayışa dayanacağı bir mantığın peşindedir385. İçgüdüleriyle, arzularıyla ve sonunda iradesiyle hareket eden düşünen bilinç öteki bilinçlerle ilişkiye girmeden bir yaşam süremez, karşılıklı çıkarlara dayalı bir toplumsallıkta kendini oluşturmaya başlar386.

Buna karşılık Hegel’in hukuk anlayışında özgür irade sahibi şahsın hukukun merkezinde yer aldığını, bu özelliği taşımayanların da düşünürün gözünde hukuk öznesi olamayanlar olarak sınıflandırıldığı anlaşılmaktadır. Hegel düşüncesinde özgür irade sayesinde birey, aklı ile uyum içerisinde dünyada eylemde bulunabilmektedir, bu sebeple

383 Hegel’in hukuk felsefesinde şahıs kavramına verdiği önem dikkat çekicidir. Hegel toplumsal ve politik anlayışında şahsiyet kavramını Hukuk Felsefesi eserinde büyük oranda korumuş ve bu kavramı eserinin temeline koymuştur. Losurdo, Domenico (2008), “Neden Hâlâ Hegel?” (“Warum heute noch Hegel?”), Çev. Doğan Göçmen, s. 12-43, Baykuş Dergisi Sayı 2, Alef Yayınları, İstanbul, s. 21.

384 Dinçsoy, 2018, s. 125.

385 Holz, 2017, s. 173.

386 Holz, 2017, s. 173-174.

eğer bir hak felsefesi geliştirilecekse bu hakkın çıkış noktası bireyin özgür iradesi üzerinden geliştirilmelidir387. Bu sebeple özgür irade Hegel felsefesi için bir düşünme, eyleme ve hareketini teoriden pratiğe geçirme yoludur388. Bir şeyi bilmek onu pratik alana entegre etmek, arzu ve tasarılarına uygun şekilde eyleme geçirmek demektir389. Özgür irade bu haliyle dış dünyada kendini göstereceği şahsiyete dönüşecek, bu şahsiyet ile çevresiyle ilişkiye girme özgürlüğüne sahip olacaktır390. Bir diğer deyişle burada irade, hukuka karşı kendini soyuttan somuta geçirecek status’unu aramaktadır.

Hegel felsefesinde bu hukuk öznesi, tikel ve evrensel gereklilikler arasında bir ayrımın ifadesi konumundadır; ancak bunu yaparken evrenseli ikinci plana atmadan kendi çıkarlarının peşinde koşmaktadır391. Önceki bölümde görüldüğü üzere bu hak sahibi öznenin en temel hakkının, şeyler üzerindeki hakimiyetten kaynaklı zilyetlik ve oradan hareketle mülkiyet hakkı olduğu görülmektedir. Tinin Görüngübilimi’ndeki istek ve doyum kavramlarına benzer şekilde özgür irade de burada içgüdü ve isteklerini doyuma ulaştırmak, iradesinin nesnesini kendisine ait hale getirmek istemektedir ve bunu da nesneleri edinirken diğer özneleri bu edimden dışlayarak sağlamaktadır392. Bu kapsamda

387 Marcuse, 2013, s. 127-128.

388 “Bu önesürüm Mantık’ta düşüncenin biricik özgürlük alanı olduğu vargısı ile çelişiyor olarak görünmemelidir.” Marcuse, 2013, s. 128.

389 “Bundan ötürü her özne, diğer özneyi pratik alanda ilk olarak bir nesne olarak alır ve onu tasarıları ve amaçlarıyla bütünleştirir.” Pinkard, 1996, s. 55.

390 Hegel, s. 72-73.

391 Marcuse, 2013, s. 129.

392 Marcuse’a göre Hegel’in buradaki maksadı, doğadaki durum ile çıkarları için rekabet eden toplum üyelerinin durumlarının bir sentezi konumundadır. Marcuse, 2013, s.

129.

tanınma ilişkisi içindeki özne, diğer öznelerden ontolojik anlamda olduğu gibi hukuki anlamda da öncelikli bir statü taşımaktadır393.

Buradan hareketle Hegel hukuk felsefesini oluştururken özgür iradeyi ikili bir yapıda ele almaktadır. Bir yandan nesne üzerinde sahiplik için diğer iradelerle karşıtlık içerisindedir, buna karşılık bu iradelerle de birlikte bir toplumsallık oluşturmak zorunda olduğunun bilincindedir. Böylece Hegel, hukuk karşısında özgür iradenin ancak mülkiyet sahibi olmakla anlaşılabileceğini ve diğer mülkiyet sahibi iradelerle karşıtlık içerisinde olduğunu vurgulamaktadır394. Buna karşılık Hegelci felsefe bu mülk sahibi iradelerin birbiriyle uzlaşması gerektiğinden hareketle toplumsal yaşamın bu karşıtlığın uzlaşmasından kurulması gerektiğinin bilincindedir. Hegel’in felsefesinde ekonomik düzen, kendi çıkarları amacıyla hareket eden özgür iradelerin politik alanda uzlaşma zeminlerinin kurulmasıyla mümkün olmaktadır395. Hyppolite de bu konuda Hegel’in daima tikel çıkarlar ile evrensel ilkeler arasında, bir ayrımdan yola çıktığını ifade etmektedir, bu ayrım burjuva toplum üyelerinin çıkarları ile devletin erekleri arasında kurulacak bir özdeşlik ile mümkün olmaktadır396.

Hegel’in düşüncesinde Tinin Görüngübilimi eseriyle uyumlu şekilde bilinçten öz bilinç aşamasına geçişe benzer şekilde hukuk öznesi olan özgür iradenin de ancak öteki irade üzerinden anlaşılması gerekmektedir. Burada başkalarıyla ilişkilenmek için kendi bilincimden öz bilince geçişim kendi çıkarımı güvence altına almak için değil, aksine

393 Dinçsoy, 2018, s. 125.

394 Marcuse, 2013, s. 129.

395 Marcuse, 2013, s. 130.

396 Hyppolite, Jean, Marx ve Hegel Üzerine Çalışmalar, Çev. Doğan Barış Kılınç, Doğu Batı Yayınları, İstanbul, 2010, s. 159.

ortak iradeye ulaşmak yolunda yapılmıştır397. Burada özgürlük, öznenin yalnızca sahip olduğu bir konum değil, aynı zamanda öz bilinç sahibi olarak üstlendiği bir eylem olarak başka özgürlüklerle anlaşılması gerekendir398. Bu açıdan mülkiyet sahibi hukuk öznesinin toplumsallıktan soyutlanarak elinde tuttuğu mülkiyetin399 Hegel’in toplum felsefesi için bir anlamı bulunmamaktadır. Benhabib’in de işaret ettiği gibi soyut hakkın bu noktada işlevi modern devlette hukuk sisteminin felsefi temellerini açıklamak ve şahıslar arası mülkiyet ilişkilerinin hukuk açısından gerekçelendirilmesini sağlamaktır400. Bu hususta her özne karşılıklı gereksinimlere dayalı ve bu gereksinimleri tamamlayarak toplumu oluşturmakta ve sözleşme gibi kurumlar sayesinde özneler hukuk karşısında statü kazanmaktadır401.

397 Méthais, 2002, s. 96.

398 Marcuse, 2013, s. 130.

399 Bumin köle- efendi diyalektiğine ilişkin bir çalışmasında karşılıklı tanınma ilişkisini Daniel Defeoe’nin ünlü eseri Robinson Crusoe’nun ana karakterleriyle açıklamaktadır. Buna göre Robinson’un adada tek başına geçirdiği dönem Kartezyen öz bilinci simgelerken, diğer öz bilinç olan Cuma’nın gelişi toplumsal ve tarihsel bir dönemi insanlık için başlatmıştır. Bumin, Tülin, Hegel’de Köle- Efendi Diyalektiği Üzerine Notlar, Hegel’i Okumak içinde, Kabalcı Yayınları, 2. Baskı, 1993, İstanbul, s. 175.

400 Benhabib, Seyla, “Obligation, contract and exchange: on the significance of Hegel”, The State and Civil Society Studies in Hegel’s Political Philosophy, Z. A.

Pelczynski(Ed.), Cambridge University Press, 1984.

401 “Hukuk ve ahlak, yalnızca bireylerin özgürlüklerini ve mutluluklarını belirli ve kabul görmüş toplumsal roller içinde güvence altına alan, aynı anda da kendisini bilinçli bir şekilde onlar için ortak ve toplumsal bir sistemde yeşerebilir. Hegel bu tür bir sisteme