• Sonuç bulunamadı

Sosyal Sermaye Kavramına Yönelik Kuramsal Yaklaşımlar ve Ekonomik

2.3 Sanayi Kümelerinde Sosyal Sermaye: Kavramsal ve Kuramsal Yaklaşımlar

2.3.1 Sosyal Sermaye Kavramına Yönelik Kuramsal Yaklaşımlar ve Ekonomik

Sosyal ilişkilerin ve bağların ekonomik ve bölgesel kalkınma sürecini

engelleyenunsurlar olarak tanımlayan çalışan kuramlar, ekonomik kalkınma ya da bölgesel kalkınma politikalarını-stratejilerini fiziki ve beşeri sermaye ve teknolojik gelişmeler gibi faktörlere bağlı açıklamaya çalışmışlardır. Ancak Bourdieu [133], Coleman [119, 138] ve Putnam’ın [28, 60] tarafından yapılan çalışmalarla birlikte, 1990’lı yıllardan itibaren sosyal ilişkilerin ve davranışların ekonomik kalkınmanın temel unsuru olduğu anlaşılmıştır. Sosyal sermaye kavramının son yirmi yılda önem kazanmış gibi görünse de toplum gelişimindeki önemi ve etkinliği sosyal bilimciler tarafından çok daha eskilere dayandırılmış sosyolojik bir faktör olarak görülmüştür. Özellikle Adam Smith, Karl Marx, Emile Durkhaim, Thorstein Veblen ve Max Weber gibi teorisyenler tarafından sosyal sermayenin ekonomik kalkınma ve sosyal sorunların çözümlenmesinde önemi üzerinde durmuştur [139]. Ancak sosyal sermaye konusunu sistematik bir şekilde işleyen ve ekonomik boyutu ağırlıklı olan çalışmaların 1990’lı yıllarda arttığı görülmektedir6 [140]. Sosyal sermayenin ekonomik kalkınma ve büyümenin temel bir unsuru olarak gören teorisyenler, ekonomik aktivitelerin ve aktör davranışlarının sosyal ilişki yapılarının içine gömülmüş olduğu ve ekonomiyi yönlendiren kurum ve aktörlerin davranışlarının sosyal ilişkiler tarafından belirlendiği ve yönetildiği hipotezi üzerine odaklanmışlardır [91, 141].

Bu kapsamda, ekonomik kalkınma kuramları çerçevesinde sermaye kavramı klasik iktisat teorisiyle yazına girmiştir. Klasik iktisat teorisi sermayeyi kişi ya da kurumlara ait kar maksimize etmek amacıyla kullanılan bir kaynak olarak tanımlamaktadır [120]. Ancak, Durkheim, Weber ve Polanyi gibi klasik sosyal iktisat düşünürleri sermayenin hem maddi hem de manevi unsurları içerdiği ve 1960’lı yıllardan itibaren sermaye fikri insanları ve onların kapasitelerini kapsayacak şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Bu yıllardan itibaren Bourdieu, Putnam ve Coleman gibi teorisyenler sermaye kavramını daha geniş bir perspektiften ele alarak, sosyal ilişkilerin ekonomik kalkınma ve büyüme üzerindeki etkilerini incelemişlerdir. 1970’li yıllardan itibaren, Marksist sosyolojiden ciddi biçimde etkilenen Bourdieu “sermayenin yalnızca ekonomik teori tarafından kabul edilen bir biçimiyle değil, bütün biçimlerini kabul ederek sosyal dünyayı anlamak

52

gerekir” vurgusuyla, sermayeyi bir üretim faktörü gören geleneksel iktisadi yaklaşımları eleştirmiştir. Putnam, ekonomik büyümede dernek ve toplumsal faaliyet fikirlerini toplumsal bütünleşmenin ve refahın temeli olarak değerlendirmiştir. Putnam toplumsal bütünleşmenin kişisel bağlantılardan, kişilerarası etkileşim sonucu ortaya çıkan birtakım ortak değerlerle oluştuğunu vurgulayarak, sosyal sermayenin gelişmesine katkı sağlamıştır [29]. Sosyal yapıyı kişinin nasıl rasyonel amaçlarla kullanabileceği üzerine odaklanan Coleman’a göre de sosyal sermaye işlevsel olarak tanımlanır. Bu işlevselliği nedeniyle sosyal sermaye diğer sermaye biçimlerinden ayrılır. Fiziki sermaye gözle görülen maddi şekiller gerçekleşirken; beşeri sermaye bireyin sahip olduğu beceri ve bilgiyle somutlaşmış olup daha az elle tutulabilir nitelik göstermektedir. Buna karşın; sosyal sermaye çok daha az elle tutulabilir niteliktedir [120]. Coleman’a [119] göre, sosyal sermaye insanlar arasındaki ilişkilerin belirli amaçlar için evrilmesiyle gerçekleşir. Coleman’nın bu bakış açısı, sosyal bilimler disiplini içinde sosyal sermayenin oturtulmaya çalışılan kuramsal çerçevesinde farklı yaklaşımların gelişmesine yol açmıştır. Bu yaklaşımlardan biri, sosyal sermayeyi bireylerin rasyonel davranışları sonucu ortaya çıkan bir kaynak olarak tanımlayan “rasyonel tercih kuramları ya da metedolojik bireycilik”; diğeri ise, sosyal sermayenin nedensellik ilişkisine odaklanan “gömülülük (embeddedness)” yaklaşımıdır.

Rasyonel tercih kuramı, insan davranışlarının rasyonel, akılcı bir temele dayandırıldığı ve tüm sosyal davranışların arkasında mantısal bir seçimin yattığı varsayımı üzerine odaklanmıştır. Rasyonel tercih kuramı, insan davranışlarını her kişinin kendi çıkarlarına hizmet eden şeyleri diğerlerinin kaderlerine düşünmeden otomatik olarak yaptığı, oldukça bireysel bir modelle açıklamaktadır [29]. Coleman’ın [138] geliştirdiği rasyonel tercih kuramında, sosyal sermaye sosyal ilişkile sonucu ortaya çıkan bireyselci bir unsurdur. Sosyal sermaye bireyselci bir unsur olmasına karşın, bireyden bağımsızdır [120]. Beşeri ve fiziksel sermaye tamamen kişilere ait olduğu halde, sosyal sermaye bireyin mülkiyetinde değildir ve sosyal ilişkilerin doğal bir ürünüdür.

Sosyal sermayeyi nedensellik ilişkisine dayandıran gömülülük yaklaşımı ise, kurumların ve bireylerin davranışlarının sosyal ilişkiler tarafından belirlendiği ve sosyal ilişkilerin kültürel çevreden etkilendiği varsayımına dayanmaktadır [91]. Bireyle toplum arasındaki karşılıklı ilişkiyi de dikkate alan bu yaklaşım kişisel çıkarın harekete geçirdiği davranış biçimlerinin ötesinde, “işbirliği ve eşgüdüm” gibi karşılıklı faydayı gözeten türde eylemleri de kapsayacak bir bakış açısı getirmiştir [120]. Gömülülük

53

yaklaşımına göre sosyal sermaye, gruplar, cemaatler ve devletler gibi bireylerden oluşan toplulukların, potansiyel olarak ulaşabilecekleri makro düzeydeki kaynaklardır [120]. Bu yaklaşıma göre, sosyal ilişkilerde birey daha çok sosyal etkileşimi geliştiren sosyal ağlar, güven ve normlar önemlidir.

Bu bakış açılarına göre; sosyal sermayenin gerek bireysel yönden gerekse karşılıklı faydasından söz etmek mümkündür. Tez çalışmasının makro düzeyde ekonomik coğrafya mikro düzeyde ise firma boyutuna odaklanmış olması, sosyal sermayenin ekonomik büyüme ve firma başarısı üzerindeki etkilerine odaklanmayı zorunlu kılmıştır. Son yirmi yılda, sosyal sermaye üzerine yapılan çalışmaların hızla artması, toplumların ekonomik ve sosyal problemlerini daha kolay bir biçimde çözebilmeleri için yeni alternatif politikaların üretilmesine fırsat vermektedir. Çünkü ülkelerin sahip oldukları maddi üretim faktörlerini verimli bir şekilde kullanabilmeleri büyük ölçüde sosyal sermaye birikimleriyle doğru orantılıdır [140]. Sosyal sermaye kavramı, sosyal

bir değer olan toplumsal güven düzeyiile ekonomik bir kavram olan

sermayekelimelerinin bir araya gelmesiyle oluşan ve daha çok ekonomik değer ifade eden yeni bir kavramdır [135].

Yapılan birçok çalışmada ekonomik büyüme ile sosyal sermaye arasında doğrusal ilişkinin olduğu saptanmıştır [144]. Üretim aşamasında kullanılan kaynaklarda israfın önlenmesinde [145] ve işlem maliyetlerinin azaltılmasında [126], toplumdaki güven düzeyinin önemli bir rolünün olduğu saptanmıştır. Ayrıca ülkelerin bölgesel kalkınma stratejilerinde de yüksek düzeyli sosyal sermayenin önemli katkısı bulunmaktadır [139]. Çünkü toplumda insanlar arasında geleceğe dair ortak hedeflerin belirlenmesinde güven seviyesinin yüksekliği, ilgili toplumdaki ekonomik kalkınmayı kolaylaştırmaktadır [140]. Serageldin ve Grootaert [146]’a göre sosyal sermaye olmadan ekonomik büyüme ve kalkınma gerçekleşemeyeceğini belirtmektedir. Sosyal sermaye az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin kalkınma sürecinde de yardımcı olmaktadır. Özellikle düşük gelirli ülkelerde güven çok önemlidir. Whiteley [147] tarafından yapılan çalışmada ise, sosyal sermayenin ekonomik büyüme üzerinde büyük ölçüde etkisinin olduğu tespit edilmiştir.

Sosyal sermayenin pozitif etkilerini sadece makro ölçekte değil, mikro ölçekli firma boyutunda da görebilmek mümkündür. Özellikle işletme büyüklüklerinin artmasında, çalışanlarda elde edilen verimliliğin çoğalmasında, kredi faizlerinin düşmesinde,

54

yönetim giderlerinin, işlem maliyetlerinin ve sözleşme ihlallerinin azalmasında sosyal sermaye varlığının son derece önemli etkisi bulunmaktadır [148]. Sosyal sermaye firmalar arası bilgi akışını kolaylaştırarak bilgi elde etme süreçlerinde maliyeleri düşürmekte ve öğrenme sürecini hızlandırmaktadır.

Ancak, sosyal sermayeden etkin bir biçimde faydalanabilmek için beşeri sermayeye ihtiyaç duyulmaktadır. Çalışan kişinin bilgi ve beceri düzeyi olarak değerlendirilen beşeri sermaye ile sosyal sermaye birbirini tamamlayıcı iki farklı değerdir. Çünkü sosyal sermayenin olmadığı ve buna bağlı olarak sosyal sorumluluğun gelişmediği bir toplumda beşeri sermaye, toplumsal çıkarlar lehine değil, bireysel menfaat veya toplum aleyhine kullanılabilmektedir. Bu nedenle beşeri sermayenin etkinlik koşulları ile sosyal sermayenin etkinlik şartlarının iyi analiz edilmesi gerekmektedir [119, 149]. Makroekonomik seviyede sosyal sermayenin büyümesi ekonomik büyümenin artmasına yol açarken; beşeri sermaye ediniminin daha iyi olması daha etkili bir yönetim olmasını sağlamaktadır [119]. Mikro ekonomik seviyede, ağın karakteristiklerine ya da güvenin içeriğine bağlı olarak ağ dışsalları çıktıların bazılarına ya da hepsine pozitif ya da negatif etki yapabilmektedir [150].

Bu kapsamda, sosyal sermaye ile ekonomik kalkınma arasındaki ilişki özetlenecek olursa; sosyal sermaye güven, normlar ve kurallar vasıtasıyla karşılıklı birlikteliği destekler ve ortak eylemleri kolaylaştırarak verimliliği arttırır, ekonomik aktörler arasında piyasalarla ilgili bilgilerin paylaşımı ve aktarımı sonucu bilgi eksikliğine dayalı piyasa olumsuzluklarını azaltır, tekrarlanan ve sürekli ilişkilerin ortaya çıkardığı işbirlikleri fırsatçı davranışları azaltır, aktörler arasında güvene ve itibara dayalı ilişkilerin gelişmesini sağlar. Bu nedenle, sosyal sermaye işlem maliyetlerini azaltan, bilgi elde etme ve yayma sürecini kolaylaştıran, işbirliği ve ortak eylemleri arttıran bir unsur olarak değerlendirilmektedir [151].