• Sonuç bulunamadı

2.1 Ekonomik Coğrafya Yazınında Bölgesel Kalkınma Kuramları ve Sanay

2.1.1 Bölgesel Kalkınmada Paradigma Değişimleri

Bölgesel kalkınma poltikalarının belirlenmesi ve mekânın biçimlenmesinde önemli bir etken olan üretim süreçleri belirli dönemlerde farklılaşmaktadır. Belirli dönemlerde farklılaşan üretim süreçleri genel olarak dönemde değerlendirilmektedir. Yazında bu dönemler, sanayi devriminden ikinci dünya savaşına kadar olan kitlesel üretimin hâkim olduğu birinci dönem; ikinci dünya savaşından 1970 petrol krizine kadar olan yaygın birikim rejimlerinin şekillendiği ikinci dönem; 1970’lerden sonra yeni odaklanmış büyümenin gündeme geldiği üçüncü dönem olmak üzere genel kabul görmüştür [46, 47].

Kitlesel üretim modeli özellikle 1929 ekonomik bunalımından olumsuz yönde etkilenen firmaların, yeniden rekabet gücü kazanmak için yeni üretim teknolojilerinden yararlanarak, firma içinde yeni örgütlenmeye gitmeleri ve emeğin üretimdeki kullanım biçimini değiştirecek esneklikler sağlamasını amaçlamaktadır. Bu tür esnek üretim modelinde üretim ölçeği ve üretim biriminin büyüklüğü değişmemekte, fabrika içindeki üretim örgütlenmesi değişmektedir [48]. Dolayısıyla, kitlesel üretim standart ürünlerin niteliksiz işgücü ve özel amaçlı makineler kullanılarak büyük ölçekli üretimi olarak tanımlanır [49].

1930’lardan itibaren 1950’li yıllara kadar geçen sürede üretimde egemenlik kazanmış olan kitlesel üretim biçiminin gerileme sürecine girmesi, ölçeğe göre getiri, pazar payını genişletme kavramları üzerine kurulan söylem üzerinde büyük değişimler yaşanmıştır [50]. Bu değişim süreci, ikinci dünya savaşından sonar kurumsallaşarak ekonomik anlamda yaygın birikim rejimi olarak tanımlanan fordist/geç-fordist üretim biçimi kitlesel tüketimin kitlesel üretimi dengelediği bir dönem olarak kabul edilmektedir. Devletin üretim sistemi içerisinde olması ve ekonomik gelişmeyi yönlendirmesi gibi politikalar ile, bölgesel kalkınma politikaları ulusal kalkınmanın bir parçası olmuştur. Bu politikaların temelinde bölgesel eşitsizliklerin giderilmesi, yatırımların az gelişmiş bölgelere yönlendirilmesi ve altyapının geliştirilmesi gibi merkezi yönetimlerin politikaları yatmaktadır [51].

1970’lerden itibaren ekonomide yaşanan krizle birlikte, ekonomide toplumsal ve kültürel yapıda ve bölgesel kalkınma politikalarında yeniden yapılanma süreci başlamıştır. 1970 ekonomik kriziyle birlikte ortaya çıkan yeni üretim biçimleri, bölgesel ekonomik kalkınma paradigmalarında değişimini tetiklemiştir. Ancak, üretim süreçleri

17

bağlamında fordizm, geç-fordizm ve post-fordist gibi evrelerle açıklanan bölgesel kalkınma paradigmalarındaki değişim sürecinin, yalnızca üretim süreci ile kısıtlı kalınmaması gerektiği vurgulamaktadır [52]. Bu çerçevede, kuramsal paradigma, ekonominin sosyal ve kültürel gömülülüğünü (ekonomik davranışın hâkim olan normlardan, kurumlardan ve sosyal davranışlardan etkilendiğini) vurgulayarak ekonomik yaşamın çok sayıdaki belirleyicinin bir ürünü olduğunu ve zaman-mekana bağlamı olduğu tartışılmaktadır [53]. Bu kapsamda, ekonomik krizlerden kaynaklanan paradigma değişim süreçlerini ve krizden kaynaklanan yapısal değişim ve dönüşüm süreçlerini açıklayan önemli bir öğreti ortaya çıkmıştır.

Fransız Düzenlemeci Okulu olarak tanımlanan bu öğreti, özellikle 1970 petrol krizinden sonra seri üretimden esnek üretime geçişi algılamada, düzenlemeci okulun rolü büyüktür. Düzenlemeci yaklaşımın başlangıç noktasını, kapitalist üretim tarzında bireyler ve gruplar arası eylemler ve temel sosyal ilişkilerin tanımlaması oluşturmaktadır. Orijinini Marksizm oluşturan düzenlemeci yaklaşımın ana amacı, sosyo-ekonomik gelişme süreçlerinin neden tarihsel ve mekânsal farklılıklar gösterdiğini ortaya çıkarmak, sürekli bir değişme sonrasında ortaya çıkan durağanlık ve dengesizliklerle bir dönemdeki bunalımın niteliği ve yoğunluğunun hangi etkenler sonucu bir diğerinden farklı olduğunu açıklamak olarak özetlenebilir. Düzenlemeci Okul için ilgi odağı bu süreçler içinde tanımlanan sosyal ilişkilerin belirlenmesi olup, birikim rejimi2, sanayi yörüngesi, düzenleme biçimleri ve egemen yapılar gibi temel dört kavram çerçevesinde şekillenmiştir [52].

Düzenlemeci okula göre, bir dönemin niteliğini birbiri ile tutarlı olan üretim biçimleri, birikim rejimi ve düzenleme mekanizmaları belirler. Bu üç sürecin birbiri ile uyumunun bozulması sırasında yeni bir evreye geçişin koşulları oluşmaya başlar. Bu yeni ekonomik evre üç yapı arasında yeni dengelerin oluşması ile şekillenir [46]. Ekonomik

2

Birikim rejimi, üretimin, gelir dağılımının, sosyal ürünlerin değişimi ve tüketimin sistematik bir şekilde organizasyonudur. Sanayi gelişim yörüngesi, sanayi gelişiminin temel özelliklerini ve bu çerçevede emeğin süreç içindeki değişimini tanımlamaktadır. Düzenleme biçimleri kavramı, bireysel ve toplumsal davranışlar sonucu ortaya çıkan ve özel olarak alınmış kararların Pazar mekanizmasına adaptasyonunu sağlayarak ekonomik hayatı düzenleyen, yerel ve tarihsel olarak ortaya çıkan yapıları ve kurumsal düzenlemeleri tanımlamak amacı ile kullanılmaktadır. Düzenleme biçimleri sosyal ilişkilerin yeniden üretimi, birikim sürecinin kararlı duruma getirilmesi ve yeniden üretim koşullarının belirlenmesidir [47, 52].

18

sistemin dengesini oluşturan bu üç yapı arasında ortaya çıkan dengesizlik durumunda ekonomik kriz doğar ve düzenlemeci öğreti bu krizi üç farklı tipte sınıflandırır. Bunlardan birincisi, kişilerin küçük sermaye sıkıntıları çektikleri mikro krizlerdir. Bu krizler birikim rejimleri ve üretim süreçleri açısından sıkıntı oluşturmayacaktır. Diğer bir kriz türü ise, konjonktürel krizdir. Konjonktürel kriz küçük ölçekli kurumsal değişimler ya da mekânsal işbölümünde yapılacak düzenlemelerle giderilebilir niteliktedir. Düzenlemeci teorinin tanımladığı üçüncü tür kriz ise yapısal krizlerdir. Yapısal krizler sosyal düzenlemeci odakların uzun dönemde birikim rejimlerine uygun olmama durumu sonucu ortaya çıkar. Krizin çözümünde sosyal düzenlemeci odaklar yetersiz kalır. Yapısal krizlerde kendi içinde ikiye ayrılır. Bunlardan birincisi sosyal düzenleme odaklarının yetersiz kaldığı 1930 ekonomik krizi, ikincisi ise var olan birikim sisteminin bitmiş olmasıdır (Fordizm krizi gibi). Bu krizin çözümü sadece yeni birikim rejimleri geliştirmek değildir. Aynı zamanda, bu yeni birikim rejimlerini sosyal düzenlemeci odaklar ve hayati öneme sahip girişimci ağlarla desteklemek gerekmektedir [47].

1970’li yıllarda, bunalım sonrası başlayan büyük sanayi örgütlenmesindeki dönüşümler; firmalar arası işbirliği ve işbölümü, üretimin düşey ayrışması, ekonomik risklerin firmalar arası bölüşümü şeklinde gerçekleşmiştir. Bu gelişmeler esnek üretim biçiminin hâkim olduğu üretim organizasyonunun başlangıç aşaması niteliğindedir. Bu süreçte, üretim biçimini gerek tarihsel gerekse mekânsal olarak açıklamaya çalışan düzenlemeci öğreti, birikim rejimlerinde egemen olan sosyal düzenleme mekanizmalarının farklı gösterimleri olduğu ana fikrine dayalı olarak yeni sanayi bölgelerinin ortaya çıkışını, üretimin yeniden örgütlenmesi ile ortaya çıkan esnek üretim biçiminin mekândaki en önemli sonucu olarak değerlendirilmiştir [50].

Üretimin düşey ve yatay ayrıştığı ve mekânsal yığılma sürecini hızlandırdığı; bunun sonucu olarak esnek üretim merkezlerinin ve bölgelerinin ortaya çıktığı belirtilirken, bu süreçte üretimin örgütlenmesi kadar yerel birimde emeğin örgütlenme biçimi, sosyal ve kültürel özellikler, sosyal ilişkilerin niteliği gibi yerel birimlerin çok farklı özelliklerinin mekânsal örgütlenmede etkili olduğu belirtilmiştir [50]. Bu süreçte mekânlar geleneksel becerilerin canlandırılmasıyla geliştirildiği gibi, bazı mekânlar ise ileri teknoloji sektöründeki gelişmeye dayalı olarak ortaya çıkmıştır.

19

Bu değişimler bölgelerin kendine ait kaynakların harekete geçirilmesi ve yenilikçiliğin geliştirilmesi teması üzerine geliştirilen “İçsel Büyümeye Dayalı Bölgesel Gelişme (Endogenous Regional Development)” yaklaşımı, bölgelerin kendine özgü bilgi kaynaklarının ve bölgedeki yığılmaların getirdiği dışsallıkların önemine vurgu yapmıştır. Bu süreçte içsel büyümeye dayalı bölgesel gelişme yaklaşımı, kavramsal çerçevesi bağlamında yol bağımlılığına neden olan etkenlerin mekân/coğrafya bağımlı olduğunu vurgulayan ve yeni mekânsal örgütlenme modelini geliştiren “Yeni

Ekonomik Coğrafya (New Economic Geography)” teorisinin gelişmesine öncülük

etmiştir [9, 54, 55, 56].

Bu çerçevede, neo-Marshallian dışsallıklara bağlı olarak gelişen “yeni sanayi bölgeleri”, ulaştırma maliyetlerinin farklılığının düşük olduğu mekânlarda yığılması ve teknolojik gelişme ve beşeri sermayeden doğan dışsallıklar ve artan getirilerle tariflendirilmiştir. Ulaşım maliyetlerini firmaların lokasyon tercihinde ve ekonomik faaliyetlerin ölçeğinin belirlenmesinde temel faktör olarak ele alınırken; ulaşım altyapısının yoğun olduğu ve dolayısıyla ulaştırma maliyetlerinin düşük olduğu bölgelerde firmalar kümelenmekte, bu durum uzmanlaşma ve ölçek ekonomilerine yol açarak kendi kendini besleyen büyüme dinamiğine yol açmaktadır [57, 58, 59].

1990’lı yıllardan itibaren yeni sanayi bölgelerine yönelik değerlendirmelerin fiziksel ve beşeri kaynaklara bağlı açıklamanın yeterli olmadığı ve sosyo-kültürel özelliklerin önemine vurgu yapan ilişkisel ekonomik coğrafyanın ortaya çıkışıyla birlikte; sosyo- kültürel bir varlık olarak değerlendirilen sanayi kümeleri kavramı gelişmiştir. İlişkisel ekonomik coğrafya mekânsal ve fiziksel özelliklerin yanında, bölgenin sosyo-kültürel özelliklerini sentezleyerek bölgesel kalkınma “sanayi kümeleri” modeli önermektedir. Bu bakış açısıyla, ilişkisel ekonomik coğrafya ile neo-Schumpeter yaklaşımların benzeştiği görülmektedir. İlişkisel ekonomik coğrafyada belirtildiği gibi; Neo- Schumpeter yaklaşım yenilikler, yenilik yaratma kapasitesi, öğrenen bölgeler, kurumsal yoğunluk ve sosyal sermaye gibi kavramlar yeni ekonomik coğrafya teorisine kurumsal ve kültürel bir boyut kazandırmıştır [52]. Neo-Schumpeter yaklaşım, bölgelerin yenilik yaratma kapasitesini firmalar, tedarikçiler, müşteriler, kamu kurumları, sanayi odaları ve benzerleri gibi kurumlar arasındaki ağ ilişkileri içinde gelişen karşılıklı bir öğrenme süreci olduğunu vurgular. Bu kapsamda, bölgedeki fiziki ve beşeri sermaye kapasitesi yanısıra, güven ilişkilerine dayalı sosyal ağlar içinde işbirliği temelini oluşturan sosyal sermaye potansiyeli [20, 59, 60] yanı sıra üniversiteler, araştırma-geliştirme kurumları

20

gibi yenilikçi süreçleri destekleyen kurumların varlığı bölgelerin ekonomik büyümesini ve rekabet avantajını belirleyen faktörler olarak gösterilmektedir [59, 61, 62, 63].

Şekil 2.1 Bölgesel kalkınma paradigmaları değişim süreci