• Sonuç bulunamadı

SOSYAL REFAH FONKSİYONLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Belgede T. C. Ebru BURSA 2019 (sayfa 99-107)

3. REFAH İKTİSADININ TEMEL ARACI: SOSYAL REFAH

3.4. SOSYAL REFAH FONKSİYONLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Sosyal refah fonksiyonlarının bir kısmı faydacılık özünde etkinlik ve sosyal refah ile ilgilenirken, diğer kısmı daha çok adil dağılım ve sosyal refah üzerinde durmaktadır309. Yani toplumsal refahın etkinliğe bağlı arttırılacağı tespit edildiği takdirde, etkinliği önemseyen sosyal refah fonksiyonlarına ağırlık verilmektedir. Aksi

307 Hillman, a.g.e., s. 509.

308 Rawls’un yaklaşımı eşitlik bazında değerlendirildiğinde en eşitlikçi durum olarak görülmemektedir.

Bir toplumda en kötü kişinin durumunu biraz daha iyileştirecek ve zenginlerin durumunu ise çok daha iyileştirebilecek düzenlemeler yapılabilmektedir. Burada işte Rawls ile güçlü eşitliğin savunucuları fikir çatışması içine girmektedir. Rawls’a göre toplum sadece en kötü durumdaki kişiye odaklanmalı ve onun durumu iyileştirilmeli, ancak güçlü eşitlikçiler böyle bir değişimin daha çok eşitsizliği arttıracağını ve bu yüzden istenmeyeceği savunmaktadır. Bunula birlikte, en kötü durumdaki kişinin durumunu daha da kötüleştiren değişiklikler, eşitsizlik üzerinde ne şekilde etki yaparsa yapsın bu değişime Rawls’da karşı çıkmaktadır (Stiglitz, Kamu Ekonomisi, s. 135).

309 Marc Fleurbaey, François Maniquet, “Utilitarianism Versus Fairness in Welfare Economics”, Justice, Political Liberalism and Utilitarianism, ed. Marc Fleurbaey, Maurice Salles, John A. Weymark, Cambridge: Cambridge University Press, p. 263.

durumda adaletin (kaynakların adil bölüşümünü) sağlanmasının toplum refahında olumlu etkiye sahip olduğu kabul ediliyorsa, adaleti önemseyen sosyal refah fonksiyonları tercih edilmektedir. Aksi durumda ifadesinin kullanılmasındaki temel neden, bahsi geçen bu iki refah kriteri arasındaki değişim ilişkisidir. Çalışmanın önceki kısımlarında da ele alındığı üzere, etkinlik ve adalet arasında bir değişim söz konusudur.

Aslında toplum açısından ideal olan, yani optimal olan bu iki kriter arasında denge kurulabilmesidir. Ancak etkinlik ve adalet üzerindeki bu ters yönlü ilişkiye yönelik mutabakat henüz sağlanamamış ve maliye literatüründe tartışmalar halen devam etmektedir.

Etkinlik ve adalet arasındaki bu ilişki farklı türden sosyal refah fonksiyonlarının oluşmasına neden olmuştur. Farklı türden sosyal refah fonksiyonlarının tanımlanmasına yer verilirken, Benthamcı ve Rawlscu sosyal refah fonksiyonları üzerinde durulmaktadır. Bentham ve Rawls’un sunmuş olduğu sosyal refah fonksiyonları uç noktalarda yer almaktadır. Çünkü oluşumu itibariyle Benthamcı sosyal refah fonksiyonları etkinliği, Rawlscu sosyal refah fonksiyonları ise adaleti ön planda tutmaktadır. Bentham için sadece toplam fayda önemli olup, bunun toplum içerisindeki dağılımının bir önemi yoktur. Rawls için önemli olan ise, faydanın toplum içerisinde dağılımı ve en zayıf halkanın durumunun iyileştirilmesidir310.

Bir toplumda Rawlscu yaklaşım geçerli kabul ediliyorsa, etkinliğin sağlanamayacağını bile bile toplum, yeniden dağıtım politikaları ile toplumun en zayıf halkasının refahının arttırılmasını istemektedir. Bununla birlikte Benthamcı yaklaşım toplum tarafından kabul ediliyorsa, toplum içerisinde kimin (zengin veya fakirin) durumunun iyileştirildiğine bakılmadan sonuç itibari ile toplam refahın artıp artmadığıyla ilgilenilmektedir. Benthamcı sosyal refah fonksiyonuna göre önemli olan adalet arayışının etkinliği olumsuz etkilememesidir. Çünkü etkinliğin bozulması demek toplam faydada azalmanın olması demektir. Toplum bu iki tür, yani Benthamcı ve Rawlscu sosyal refah fonksiyonları arasında da yer alabilmektedir. Bu durum, toplumun eşitsizliğe olan duyarlılığı ile açıklanmaktadır311. İki uç durumu ifade eden sosyal refah fonksiyonlarının adalet ve etkinlik arasındaki değişime yaklaşmalarını belirleyen

310 Hillman, a.g.e., s. 510.

311 Savaşan, a.g.e., s. 144.

durum, isoelastik sosyal refah fonksiyonu olarak tanımlanmakta ve aşağıdaki şekilde formüle edilmektedir.

W= ∑iUi1-e/ (1-e) (1.8) Toplumun eşitsizliğe karşı duyarlılığına bağlı olan isoelastik sosyal refah

fonksiyonlarında, eşitsizliğe olan duyarlılık e ile ölçülmektedir. Buradaki e değeri sıfır ve sonsuz arasında bir değer almaktadır (0 < e < ∞). Eşitsizliğe ilişkin yüksek duyarlılık eşitsizlikten kaçınılması gerektiğini, düşük duyarlılık ise eşitsizliğe kayıtsız kalındığını ifade etmektedir. Dolayısıyla e = 0 olduğunda Benthamcı sosyal refah fonksiyonları, e =

∞ olduğunda ise Rawlscu sosyal refah fonksiyonları tercih edilmektedir312. Benthamcı, Rawlscu ve İsoelastik sosyal refah fonksiyonlarının grafiksel aktarımı aşağıda gösterilmektedir.

Grafik 6: Sosyal Refah Fonksiyonları ve Sosyal Optimum U2

F U

I Rawls R

Isoelastik Bentham

U1 Kaynak: Connolly, Munro, a.g.e., s. 47.

Grafik 6’da üç tür sosyal refah fonksiyonu için U, I ve R noktaları optimum pozisyonları ifade etmektedir. Eşitsizlikten kaçınma eğilimi arttıkça, 45 derecelik çizgi üzerinde mutlak eşitsizliğe yaklaşılmaktadır. Eşitsizlikten kaçınıldıkça, Rawlscu sosyal refah fonksiyonlarına daha çok yaklaşılmaktadır. Eşitsizliğe duyarlılık azaldıkça ise Benthamcı sosyal refah fonksiyonuna yaklaşılmakta ve 45 derecelik eğriden uzaklaşılmaktadır313.

Bununla birlikte Kaplow (2008) çalışmasında, sosyal refah fonksiyonlarının etkinlik ve adalet arasındaki dağılımını bir doğru özelinde açıklamıştır. Kaplow,

312 Connolly, Munro, a.g.e., s. 47.

313 Connolly, Munro, a.g.e., s. 47.

yeniden dağıtıcı politikaların tam eşitlik ve tam eşitsizlik arasında değişiklik gösterdiğine dikkat çekmektedir.

Şekil 1: Yeniden Dağıtım Politikaları Kapsamında Sosyal Refah Fonksiyonları

E R U L X

Kaynak: Kaplow, The Theory of Taxation and Public Economics, p. 45.

Şekil 1’in sol tarafta yer alan E noktasında tam eşitlik düşüncesi savunulmaktadır. Her ne pahasına olursa olsun, toplumsal refah için tam eşitliğin sağlanması gerekmektedir. R noktasında ise Rawlscu görüş savunulmakta ve yeniden dağıtımın toplumda en kötü kişinin refahının iyileştirecek şekilde yapılması gerektiği ifade edilmektedir. U noktasına gelindiğinde ise, faydacı yaklaşım hakim olmakta ve bireylerin faydasının toplamını maksimize eden yeniden dağıtım politikaları desteklenmektedir. L noktasında ise liberalizm düşünceleri hakim olmakta ve tüm yeniden dağıtım politikaları reddedilmektedir. En sağ uçta ise X noktası yer almakta ve zenginliğin tek bir elde veya seçkin bir azınlığın elinde toplanmasını sağlayacak şekilde gerçekleşmesi gerektiği düşünülmektedir314.

Farklı türlerdeki bu sosyal refah fonksiyonu tanımlamalarından hareketle, tek bir sosyal refah fonksiyonu üzerinde karar kılmak mümkün değildir. Toplumun refah tercihlerine bağlı olarak sosyal refah fonksiyonları etkinlik, adalet ve eşitsizlikten kaçınma gibi unsurlara bağlı şekillenebilmektedir. Bu noktada refah iktisadına önemli katkıları bulunun iktisatçı Sen315’in faydacı yaklaşım ve Rawlscu yaklaşıma dayalı sosyal refah fonksiyonlarına getirmiş olduğu eleştirilere değinmenin faydalı olacağı düşünülmektedir.

Sen, öncelikle faydacı yaklaşıma yönelik eleştirilerde bulunmuştur. Sen’e göre iktisat, mevcut seçenekleri arttırarak insanların yeteneklerini geliştirmesine odaklanmalıdır. Sen’in bu görüşü, faydacı yaklaşımın faydanın en çoklaştırılması (etkin bir biçimde daha fazla malın üretilmesi) düşüncesine tezat oluşturmaktadır. Bu nedenle Sen, klasik refah iktisadına karşı eleştirel bir tavır sergilemekte ve serbest değişimin

314 Kaplow, The Theory of Taxation and Public Economics, p. 45.

315 Amartya Kumar Sen 1998 yılında Nobel ekonomi ödülü almıştır.

rasyonel bireylerin refahını en üst düzeye çıkaracağını öngörmektedir316. Dolayısıyla Sen, refahı ekonomik refah çerçevesinde ele alan Pigou’nun aksine, ekonomik sınırların dışında “işlevsellik” ve “yapabilirlik” kavramları üzerinden ele almaktadır. Yani Sen, refah kavramının gelir ve tüketim aracılığıyla elde edilen fayda ile sınırlandırılmaması gerektiğini ileri sürmektedir. Bununla birlikte Sen, bireyciliğe yani birey egemenliğine dayalı analizleri de eleştirmekte ve refahın bireyin malının azlığına veya fazlalığına bağlı olarak tanımlanmasına karşı çıkmaktadır317.

Sen (1992)’e göre, bir kişinin refahı, bireyin varlığının niteliği açısından ele alınabilmektedir. Hayat, varlıklar ve davranışlardan oluşan fonksiyonlar (işlevsellik) olarak görülebilmektedir. Bir bireyin başarısı ve dolayısıyla refahı da bu fonksiyonların bir türevidir. Burada iddia edilen, bu fonksiyonların bireyin varlığının temeli olduğu ve refah değerlendirmesinin bu temel fonksiyonlardan hareketle yapılması gerektiğidir. Bu fonksiyonların çeşitli kombinasyonu, bireyin başarabileceklerini temsil etmektedir. Bu yüzden yapabilirlik, fonksiyonların bir vektörüdür. Aynı zamanda yapabilirlik, fonksiyonları icra edebilme yetisidir. Dolayısıyla böyle bir durumda Sen’e göre, bir bireyin refahı onun yapabilirliğine ve bu fonksiyonların başarısına bağlıdır. Bir kişinin refahı, bireyin bu fonksiyonların ifasına bağlı ise bu fonksiyonların fırsat eşitliğinin sağlandığı, özgür bir ortamda ifa edilmesi gerekmektedir. Refah özgürlüğü olarak nitelendirilen bu durum, ahlaki ve siyasi analizle doğrudan ilişkilidir318.

Sen, esasen klasik refah iktisadının benimsendiği faydacı yaklaşımın yanı sıra, temel ihtiyaçlar perspektifinde konuyu ele almaktadır. 1970’lerin sonunda ve 1980’lerin başında kalkınma iktisatçısı Paul Streeten’in öncülüğünü yaptığı “temel ihtiyaçlar”

yaklaşımı, temel ihtiyaçlar karşılanmadığı takdirde bireylerin yaşamak zorunda olduğu yaşam biçimine dikkat çekmektedir. Örneğin, yemek olmadan insanlar aç kalır, sağlık ve temiz su olmadığı zaman insanlar genç ölür, yeterli düzeyde barınak veya giyecek olmadığı zaman hayat acımasız olur. Temel ihtiyaçlar yaklaşımının kişi başına düşen gelirin dağılımına önem vermemesi, yeniden dağıtıcı politikaların her zaman yararlı sonuçlar vermeyeceği biçiminde yorumlanmaktadır. Bu yaklaşıma göre sadece yoksul kesimin refahını arttırmak toplumsal refahı arttırmayacaktır. Aslında burada önemli

316 Steven Pressman, Gale Summerfield, “The Economic Contributions of Amartya Sen”, Review of Political Economy, V. 12, N. 1, p. 92.

317 Albayrak, Refah İktisadının Teorik Temelleri: Piyasa ve Refah İlişkisi, s. 71-74.

318 Amartya Sen, Inequality Reexamined, New York: Oxford University Press, 1992, p. 39-40.

olan, gelirlerin temel ihtiyaçların elde edilmesinde kullanılıp kullanılmadığıdır. Bununla birlikte temel ihtiyaçlar yaklaşımında herkesin bu ihtiyaçları karşılayan mallara ve hizmetlere erişimi oldukça önemlidir. Önemli olan insanların gelirleri ile ne alacağı değil ne yapabileceğidir. 1980’lerde Sen, temel ihtiyaçlar yaklaşımını geliştirmeye ve genişletmeye katkı sağlamıştır319. Dolayısıyla Sen, geliştirdiği yapabilirlik kavramıyla refahın sadece ekonomik göstergelerle sınırlandırılmasına karşı çıkmış ve refahı, temel ihtiyaçlar ve fonksiyonlara dayandırmıştır. Temel ihtiyaçların karşılanması, fonksiyonların başarılmasıyla elde edilen imkanları (yapabilirliklerin) arttırılmasına bağlıdır. Bu noktada, gelir tüketim imkanlarının arttırılmasına yardımcı olmaktadır.

Diğer bir ifadeyle, tüketim yapabilirliklerin pozitif bir fonksiyonudur. Bireysel yapabilirliklerin arttırıldığı bir toplumda, toplumsal refah da artacaktır320.

Sen, son olarak faydacı yaklaşımın alternatifi olarak gösterilen Rawlscu yaklaşımı da eleştirmiştir. Rawls ve Sen’in ortak noktası klasik refah iktisadını ve faydacı yaklaşımı eleştirmeleridir. Rawls, bireysel avantajların değerlendirilmesinde tek kavram olan faydayı eleştirmiş ve bunun yerine birincil mallar kavramını savunmuştur.

Birincil mallar, kişinin amaçlarına ulaşması için kullanılan, araçlar, haklar, özgürlükler, olanaklar, gelir ve servettir. Aslında Sen’de Rawls’un sunmuş olduğu bu birincil mal sepetine sahip olmakla birlikte, birincil mal yaklaşımını yetersiz görmüş ve bireyler arasında eşitsizlikler olabileceğine dikkat çekmiştir. Sen’e göre, eşitsizliğin giderilmesinde ne birincil malların ne de fayda uzayının yeterli olduğu düşünülmektedir. Bir bireyin amaçlarına ulaşmada sahip olduğu birincil mallar, her zaman yeterli olmayabilir. Çünkü bunlar değerlendirilirken sakatlık, yaşlılık, hastalık gibi kişisel özellikler dikkate alınmalıdır321. Bu kapsamda Sen, Benthamcı ve Rawlscu sosyal refah fonksiyonlarına yönelik yapmış olduğu eleştiriler ve katkılar sonucunda sosyal refah fonksiyonlarının ayrı bir boyutta değerlendirilmesini sağlamıştır.

Bu bilgilerden hareketle toplumsal refah maksimizasyonun sağlanması açısından ortaya konulan bu sosyal refah fonksiyonları, çeşitli unsurlar etrafında şekillendirilmiştir. Bu sosyal refah fonksiyonları değerlendirildiğinde, hepsi ayrı bir amacı ön planda tutmakta ve ona hizmet etmektedir. Bireylerin toplumsal çıkarlardan

319 Pressman, Summerfield, a.g.m., s. 96.

320 Bağlı, a.g.m., s. 263.

321 Albayrak, Refah İktisadının Teorik Temelleri: Piyasa ve Refah İlişkisi, s. 73-74.

ziyade kendi çıkarlarını ön planda tuttuğu günümüz ekonomilerinde, tam rekabet koşullarının geçerli olmaması, toplumsal refah maksimizasyonunu klasikler tarafından ileri sürülen fiyat mekanizması aracılığıyla sağlanmasını imkansız kılmaktadır.

Günümüzde var olan piyasa ekonomilerinde bireyler, kendi çıkarlarını maksimum kıldıkları takdirde iş, toplum çıkarlarına geldiğinde bu duruma kayıtsız kalabilmektedir.

Bu nedenle sadece etkinliğin ön planda tutulduğu Benthamcı sosyal refah fonksiyonlarının kabul ettiği toplumsal refah artışları, adalet söz konusu olduğunda yetersiz kalabilmektedir. Aksi durumda adaletin temel unsur olduğu ve hakkaniyete uygun yapılan iyileştirmelerin sosyal refahı arttıracağını kabul eden Rawlscu sosyal refah fonksiyonları ise, etkinlik kayıplarını hesaba katmamaktadır. Bir ekonomide uç durumlardaki bu iki hedefi esas alan sosyal refah fonksiyonları tam anlamda toplumsal refahın üst düzeyde gerçekleşmesini sağlayamayabilmektedir. Toplum etkinlik ve adalet noktasında hem fikir olamayabilmektedir. Şayet toplum, tek bir refah kriterinde hem fikir olabiliyorsa bu sosyal refah fonksiyonları kullanılabilir. Ancak toplumda tüm bireyler ortak bir çıkar peşinde koşmamakta ve bireysel çıkarlar farklılaşabilmektedir.

Ortak çıkar güdüsüyle hareket etmeyen bir ekonomide, toplumun eşitsizliğe karşı duyarlılığını esas alan isoelastik sosyal refah fonksiyonları faydalı olabilmektedir.

Böylelikle etkinlik uğruna adaletten, adalet uğruna ise etkinlikten uzaklaşan sosyal refah fonksiyonu yerine, bu iki temel kriteri dengeleyen bir sosyal refah fonksiyonu oluşturulmuş olunacaktır. Nitekim Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde her ne kadar politika yapıcılar, etkin kaynak dağılımını ön planda tutan politika önerileri geliştirse de, gelir dağılımındaki eşitsizlik toplumsal refah düzeyinin belirlenmesinde önemli bir sorun teşkil etmektedir. Böyle bir durumda toplum tarafından eşitsizliklerin azaltılması, adil bir gelir dağılımının sağlanması talep edilebilmektedir. Toplumun bu talebi, bireyleri gelir dağılımındaki eşitsizliğe karşı duyarlılığına bağlı olarak etkinliğin yanında adaletin biraz daha fazla ön planda tutulduğu sosyal refah fonksiyonlarının esas alınmasını gerektirmektedir. Bu tür sosyal refah fonksiyonlarına ilişkin geliştirilen politika önerileri de ülkenin kalkınması ve gelişmesi açısından az miktarda etkinlik kaybına neden olabilmektedir. Burada önemli olan toplum refahındaki artışın bu etkinlik kaybını telafi edebilir nitelikte olmasıdır. Böylelikle her iki kriterden vazgeçmeden, toplumun eşitsizliğe karşı duyarlılığına bağlı olarak geliştirilen sosyal refah fonksiyonları, toplumsal refah maksimizasyonunu sağlayabilecektir.

İKİNCİ BÖLÜM

REFAH İKTİSADI BAĞLAMINDA OPTİMAL VERGİ ARAYIŞI VE TÜRK VERGİ SİSTEMİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Refah iktisadının vergilemeye ilişkin etkinlik ve adalet arasındaki denge arayışı, optimal vergileme teorisi kapsamında sistematize edilmektedir. Optimal vergilemeyle, vergilemeye ilişkin toplum tercihleri ortaya koyulmaya çalışılmaktadır. Dolayısıyla optimal vergileme arayışları, toplum refahına uygun vergilemenin nasıl olması gerektiği üzerinde durmaktadır. Buradan hareketle çalışmanın bu bölümü üç ana kısımdan oluşmaktadır. İlk kısımda optimal vergileme teorisi ve optimal vergilemeye ilişkin kriterler, ikinci kısımda optimal vergileme arayışları ve yaklaşımları üzerinde durulmakta ve üçüncü kısımda ise Türk vergi sisteminin optimal vergileme kriterleri açısından analizine yer verilmektedir.

1. OPTİMAL VERGİLEME TEORİSİ VE SOSYAL REFAH İLİŞKİSİ

Toplumsal yaşama geçişle birlikte bireysel ihtiyaçların yanında toplumsal ihtiyaçlar da ortaya çıkmıştır. Bu ihtiyaçların giderilmesine yönelik görev kamu sektörüne verilmiştir. Kamu sektörü bu ihtiyaçları karşılamak üzere bir takım harcamalar gerçekleştirmekte ve bu harcamaların finansmanını sağlamaktadır. Kamu harcamaları olarak nitelendirilen bu harcamalar, kamu gelirleri tarafından finanse edilmektedir. Kamu gelirlerinin büyük bir kısmı ise vergilerden oluşmaktadır. Kısaca vergi, belirli ekonomik kaynaklardan, devletin egemenlik gücüne dayalı olarak cebren tahsil ettiği parasal değerler olarak tanımlanmaktadır1. Geleneksel maliye çerçevesinde kısıtlı bir yere sahip olan vergiler, sadece kamusal harcamaların finansmanında yer alan bir gelir kaynağı olarak görülmüştür. Modern maliye kapsamında ise vergilere atfedilen görevler, sadece finansman aracı ile sınırlı kalmamıştır. Finansman aracı olma yanında

1 Şen, Sağbaş, a.g.e., s. 1.

vergiler, bir takım ekonomik ve politik amaçların gerçekleşmesinde birer mali araç olarak da kullanılmaya başlanmıştır2. Böylelikle vergilere ilişkin yapılacak düzenlemeler ekonomi politikalarının özünde yer almaya başlamış ve aynı zamanda vergi, politika yapıcılar (siyasi alanda) arasında tartışılan konulardan biri olmuştur3.

Vergilerin fiskal (mali) fonksiyonlarının yanı sıra ortaya çıkan bu ekstra fiskal (mali olmayan) fonksiyonları, özellikle vergi sistemlerinin oluşmasında önem arz etmektedir. Burada önemli olan, vergilemeye bağlı ortaya çıkan sonuçların toplum tarafından kabul edilebilirliğinin sağlanmasıdır. Bunun için vergi politikalarının sosyal refahı en üst düzeye çıkaracak şekilde tasarlanması gerekmektedir. Çünkü vergiler, bireyin kullanılabilir gelirleri üzerinde bir değişikliğe neden olduğu için bireysel refahla yakından ilgilidir. Bilindiği üzere bireysel refahtan hareketle toplumsal refaha ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bireysel refahtan toplumsal refaha ulaşmada vergiler ve vergi politikalarındaki değişiklikler oldukça önemlidir. Vergi politikası değişikliklerinin toplumsal refaha etkisi bu çalışmanın çıkış noktasını oluşturmaktadır. Bu nedenle toplumsal refah düzeyi üzerinde etkili olan diğer mali araçlar çalışma kapsamı dışında tutulmuştur.

Belgede T. C. Ebru BURSA 2019 (sayfa 99-107)