• Sonuç bulunamadı

Rawlscu Sosyal Refah Fonksiyonu

Belgede T. C. Ebru BURSA 2019 (sayfa 93-99)

3. REFAH İKTİSADININ TEMEL ARACI: SOSYAL REFAH

3.3. BİREYSEL REFAHTAN TOPLUMSAL REFAHA ULAŞMADA

3.3.2. Rawlscu Sosyal Refah Fonksiyonu

Rawlscu sosyal refah fonksiyonu Rawls’un sosyal adalet teorisine dayanmaktadır283. Rawls, Plato ve Aristoteles’ten gelen felsefi geleneğin gereği olarak diğer tüm erdemlerin üzerine adaleti yerleştirmektedir. Ona göre doğru, iyilikten önce gelmektedir. Bu nedenle Rawls, faydacı yaklaşımın temelinde olan en çok sayıda insan için mümkün olan en fazla mutluluk fikrine ciddi derece karşı çıkmıştır284. Şöyle ki;

Rawls, faydacı yaklaşımı bireyler arası farkları dikkate almadığı ve toplum yararını ön planda tuttuğu için eleştirmektedir. Bilindiği üzere faydacı yaklaşımda önemli olan bir

282 Savaşan, a.g.e., s. 136.

283 Rawls sosyal adalete yönelik bu düşünce ve varsayımlarını “A Theory of Justice” (1971) adlı çalışmasında kaleme almıştır. Rawls’un bu çalışması, çağdaş koşullara uyarlanmış sözleşmeli ahlak teorisine dayalı, modern ahlak ve siyaset felsefesinin en etkili eseridir. Bununla birlikte Rawls’un görüşleri ekonomide de etkili olmuş ve iktisatçılara büyük katkılar sunmuştur (Hausman, McPherson, a.g.e., s. 201).

284 Mathis, a.g.e., s. 122-123.

davranış ve eylemin sonucunda ortaya çıkan haz ve memnuniyettir. Bu haz ve memnuniyetin kaynağı ve kalitesi sorgulanmamakta, önemli olan, bireylerin memnuniyetinin toplum refahını nasıl etkilediğidir. Sosyal refah, doğrudan bireylerin memnuniyet veya memnuniyetsizlik düzeylerine bağlanmaktadır285. Dolayısıyla faydacı yaklaşımda bireye haz veren ve memnun eden şeyler, iyi ve toplumsal refahı arttıran unsurlar olarak kabul edilmektedir. Rawls’a göre ise, bir davranış veya eylem hakkaniyete uygunsa iyi olarak nitelendirilmektedir. Haklı olmayan bir eylem veya davranış bireye haz veya memnuniyet verse bile, iyi olarak kabul edilmemektedir286. Hakkaniyete uygun hareket edilmenin toplumsal faydayı arttıracağını düşünen Rawls, bazı yönleri ile Nozick’in liberal düşüncelerini yansıtmaktadır. Şöyle ki, Nozick özgürlüğün doğal hak olduğunu savunurken, Rawls da sosyal adaleti doğal hak olarak değerlendirmektedir287. Buradan hareketle Rawls, adil bir toplumda vatandaşlık haklarının eşit bir şekilde kullanılması gerektiğini vurgulamakta ve bireyin, toplum refahının yararına olsa bile, adalet özelinde dokunulmazlık hakkı bulunduğunu savunmaktadır. Bazılarını daha iyi bir konuma getirmek için diğerlerinin özgürlüğünün kısıtlanması yani adaletsizliğe uğratılması fikri reddedilmektedir288.

Rawls, özünde hem bireylerin özgürlüğüne hem de eşitliğine yer veren bir adalet kavramı üzerinde durmakta ve bireysel hakların adalet ilkesi tarafından belirlendiğini savunmaktadır. Ona göre ahlaki açıdan, daha çok politik ve ekonomik anlam taşıyan, adalet olmadan bireylerin işbirliği içerisinde hareket etmesi beklenemez289. Fayda maksimizasyonu peşinde koşan politik ve ekonomik unsurlar, bireysel çıkar uğruna adaletli olmayı kabul etmeyecektir. Dolayısıyla kaybedenin çok olduğu bir bölüşüm ilişkisinde, toplumsal refahın en üst düzeye çıkarılacağını ve bireyin temel amacı olarak bunun kabul edildiğini söylemek mümkün olmayacaktır. Diğer bir deyişle, toplumsal refahı arttırmayı ortak amaç olarak kabul eden bireylerden oluşan bir toplum bulmak mümkün değildir.

285 John Rawls, A Theory of Justice, Cambridge: The Belknap Press of Harvard University Press, 1971, p.

26.

286 Hüseyin Avşar, Siyaset Felsefesi Açısından John Rawls’un Adalet Teorisi, (Yüksek Lisans Tezi) Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006, s. 16-17.

287 Barr, a.g.e., s. 27.

288 Rawls, a.g.e., s. 3-4.

289 Veli Urhan, “Siyaset Felsefesinde Adalet, Eşitlik, Özgürlük”, Kaygı Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, S. 26, 2016, s. 107.

Rawls, adalet üzerine yaptığı bu analizleri “başlangıç noktası”, “cehaletin perdelemesi” ve “adaletin iki temel ilkesi” varsayımları altında üç çerçevede açıklamaktadır. Bu varsayımlar gerçekleştiği takdirde adaletin sağlanacağı ve sosyal refahın artacağı vurgulanmaktadır.

Rawls’un adalet anlayışının temeli, “başlangıç noktasına (original position)”

dayanmaktadır290. Rawls, her biri kendi içgüdüsüyle ilgilenen ve rasyonel olan bireylerden oluşan bir grubun, adalete ilişkin ilkeleri belirlemek üzere bir araya gelerek ortak bir uzlaşıyla sonuçlanan sosyal sözleşme sağlamasını istemektedir. Bu görüşmeler sırasında bireyler tam olarak özgürdür. Ancak görüşmeler sonucunda kendi görüşlerini yansıtmasa bile ortaya çıkan bu sosyal sözleşme ilkelerine uymak zorundadır291. Rawls, bu görüşmelerde adalet ilkelerinin oluşturulması için bazı önlemler belirlemektedir. Bu önlemler, titizlikle koordine edilmiş koşullar ve sınırlamalardan oluşmaktadır. Koşulları şu şekilde sıralamak mümkündür. Başlangıç durumunda; (i) bireylerin tutarlı bir tercih sistemi bulunmaktadır, (ii) bireylerin rasyonel uzun vadede yaşam planları, korumak istedikleri çıkarları vardır, (iii) bireyler, karşılıklı olarak ilgisiz olup başkaları için çıkarlarını feda etmeye hazır değildir, (iv) taraflar adaletin uygulanmasına ilişkin temel koşulları bilmektedir. Kısıtlamalar ise şunlardır;

(a) taraflar cehaletin perdelemesi sınırlandırmasına tabi tutulmakta olup, ait oldukları neslin farkında değildir ve bu durum onları zamansız insan yapmaktadır, (b) koalisyonlara hiçbir şekilde izin verilmemektedir292. Bu kısıtlar altında bireyler, seçimlerini bugünle sınırlı, önceliklerden uzak biçimde yapmaktadır. Ayrıca ikinci kısıtlama, uzun vadeli bakış açısıyla alt uzlaşmalardan (koalisyonlardan) uzak kalınarak, tek bir sosyal uzlaşmanın sağlanmasını amaçlamaktadır.

Rawls’un savunduğu başlangıç durumu, tüm taraftarların karar verme sürecinde eşit haklara ve eşit erişime sahip olmaları kaydıyla verecekleri kararların adil olacağını kabul etmektedir. Başlangıç durumuna ilişkin en önemli varsayım, her bireyin tam bilgiye sahip olmadığıdır. Bireyler sahip oldukları yetenekler, gelir düzeyleri, toplumdaki statüleri ve ait oldukları gruba ilişkin bilgiye sahip değildir. Her birey güçlü veya güçsüz, zengin veya fakir, tek başına veya önemli bir gruba ait olabilmektedir.

290 Amartya Sen, The Idea of Justice, Cambridge: The Belknap Press of Harvard University Press, 2009, p. 54.

291 Barr, a.g.e., s. 27.

292 Mathis, a.g.e., s. 125-126.

Bireyin sosyal, siyasi veya ekonomik duruşuna ilişkin duyduğu bu bilinçsizliği Rawls, cehaletin perdelemesi (veil of ignorance) olarak adlandırmaktadır. Cehaletin perdelemesi altında, adalet ilkeleri grubun nasıl karar vereceğini belirlemede çok önemli bir amaca hizmet etmektedir. Cehaletin perdelemesi altında, kimse kendi çıkarlarına hizmet edecek kararların alınmasını sağlayamamakta ve buna yönelik başkalarıyla pazarlık yapamamaktadır. Dolayısıyla bireyler, topluluğun yasalarını ve normlarını gerçekten tarafsız bir şekilde seçmek dışında başka bir alternatife sahip değildir293.

Barr (2012), cehaletin perdelemesi durumunu bir örnekle açıklamaktadır.

Örneğin, cehaletin perdelemesi altında hava korsanlarının taleplerinin hiçbir zaman yerine getirilmeme kararını, kendi kişisel çıkarlarımızı göz ardı ederek verebiliriz.

Böyle bir durumda masum insanların hayatlarını kaybetmesine rağmen, gelecekte daha çok insanın hayatını kurtarmak için korsanların istekleri yerine getirilmemelidir. Bu kararın verilebilmesi için karar alıcıların uçakta kimlerin olduğunu bilmemeleri gerekmektedir. Aksi takdirde sevdikleri insanların uçakta olduğunu bilenler, toplum için en uygun kararı alamazlar. Bu durumda topluma yönelik en iyi karar, bireysel çıkar dikkate alınmadan verilebilmektedir294.

Cehaletin perdelemesi durumunda adalet ilkeleri belirlenirken, tartışmalar rasyonel faktörlere dayandırılmaktadır. Rawls, çıkarlarını geliştirme konusunda endişe duyan rasyonel bireyler tarafından kabul edilebilir ilkeler arayışındadır. Ona göre cehaletin perdelemesi altındaki birey ne fedakar ne de kıskançtır. Ayrıca bu bireyler farklı grupların göreceli büyüklüklerinin ve sosyal durumlarının farkında değildir.

Böylelikle karar vermede hesaplanabilir risk yerine, radikal belirsizliklerden yararlanılmaktadır. Dolayısıyla Rawls’un cehaletin perdelemesi ile geliştirdiği bu düşünce yöntemi, toplumun temel kurumlarının yönetimi için kullanılmakta, insan haklarının beklentilerini tanımlayan adalet ilkelerinin belirlenmesine imkan sağlamaktadır295. Benimsenen adalet ilkeleri, toplumsal yapıların (kurumların) yönetimi için kullanılacak insan haklarının belirlenmesine önemli katkı sağlamaktadır.

Rawls, cehaletin perdelemesine dayanan görüşmeler sonucunda oluşturulan adalet ilkelerini ikiye ayırarak ifade etmektedir. Bunlardan ilki, toplumdaki her bireyin

293 Bellinger, a.g.e., s. 31.

294 Barr, a.g.e., s. 27.

295 Hausman, McPherson, a.g.e., s. 202.

temel özgürlükleri296 elde etme noktasında eşit haklara sahip olmasıdır. İkincisi ise, sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin, fırsat eşitliği altında herkese açık pozisyon ve kurumlara yüklenecek ve toplumun en az avantajlı bireyine en fazla faydayı sağlayacak şekilde ayarlanmasıdır297. Birinci ilke, temel özgürlüklerin sadece özgürlük uğruna sınırlandırılabileceğini vurgulamaktadır. Ayrıca Rawls’ın temel özgürlük kavramı, siyasi ve ekonomik eylem özgürlüğü üzerine odaklanmıştır. Bu özgürlükler, temelinde sosyo-ekonomik bir yapı oluşturmak istenmektedir. İkinci ilke kapsamında ise, gelir ve servet dağılımı ve bu dağılımın gerçekleştiği kurumların düzenlenmesi amaçlanmaktadır298. Adaletin sosyal kurumların ilk erdemi olduğunu düşünen Rawls’a göre, yasal düzenlemeler ve/veya kurumlar ne kadar iyi düzenlenirse düzenlensin, adil olmadığı takdirde değiştirilmeli veya kaldırılmalıdır. Dolayısıyla yasal düzenleme ve kurumlar adaleti, eşitliği sağlar nitelikte olmalıdır299. Ayrıca bu ilke bağlamında ancak toplumun en az avantajlı üyesinin yararına olması kaydıyla, eşitsizliklere müsaade edilebileceğine vurgu yapılmaktadır300.

Politika oluşumlarında veya değişikliklerinde toplumda bazı kişilerin refahının arttığı, bazı kişilerin refahının azaldığı durumda bunun adil olup olmadığının kararı nasıl verilmektedir? Rawls, bu soruya ortaya koyduğu adalet ilkelerinin ikincisinden hareketle cevap vermiştir301. Rawls, sosyal refahı en üst düzeye çıkarmak için toplumdaki en kötü durumdaki bireyin refahının en üst düzeye çıkarılması gerektiğini önermektedir. Toplumda durumu en kötü olan kişi, en zayıf halka olarak nitelendirilmektedir. Cehaletin perdelemesi altında bireyler kendileri hakkında gelecekteki (gelirleri, toplumdaki statüleri vb.) bilgiye sahip olmadıkları için, belki de toplumdaki en zayıf halkanın kendileri olduklarını düşünecek ve bunu göz önünde bulundurarak karar alacaklardır. Toplumdaki en zayıf halkanın durumu iyileştirildikten sonra, toplumdaki en dezavantajlı bir diğer bireyin refahı arttırılmaya çalışılır ve süreç bu şekilde devam ettirilir. Dolayısıyla Rawlscu sosyal refah fonksiyonları için

296 Rawls belli başlı temel özgürlükleri, siyasi özgürlük (oy kullanma ve kamu görevinde bulunma hakkı), konuşma ve toplanma özgürlüğü, düşünce ve vicdan özgürlüğü, kişisel ve mülkiyet edinme özgürlüğü (kişinin dokunulmazlığı), keyfi tutuklama ve hapsetmeye karşı korunma şeklinde sıralamıştır. Adil bir toplumunun vatandaşları aynı temel haklara sahip olduğu için ilk ilke kapsamında bu özgürlüklerin hepsinin eşit olması gerekmektedir (Rawls, a.g.e., s. 61).

297 Rawls, a.g.e., s. 60.

298 Mathis, a.g.e., s. 129.

299 Rawls, a.g.e., s. 3-4.

300 Mathis, a.g.e., s. 129.

301 Kirmanoğlu, a.g.e., s. 77.

önemsenen tek şey toplumdaki en kötü bireyin durumudur302. Çünkü Rawls, toplumda iyi duruma getirilen hiçbir bireyin refahındaki artışın, en kötü durumdaki bireyin refahındaki azalmayı telafi edemeyeceğini savunmakta303 ve toplum refahının maksimizasyonunun aksine, toplumdaki en kötü bireyin refahını en üst düzeye çıkarmayı sosyal amaç olarak görmektedir304. Özetle Rawls, sosyal refah fonksiyonlarının belirlenmesinde refah kriteri olarak sosyal adaletin esas alınması gerektiği üzerinde durmaktadır305. Böylelikle Rawlscu sosyal refah fonksiyonu aşağıdaki gibi formüle edilmektedir. Bu sosyal refah fonksiyonunda, W; toplum refahını, U; bireysel refahı göstermektedir306. Bu formüle göre toplumdaki en kötü bireyin (minU) refahındaki artış toplumsal refahı arttırmaktadır.

W= min{U1, U2, …, Un} (1.6) W= max{minU} (1.7) Grafik 5: Rawlscu Sosyal Refah Fonksiyonu

U1

2 3

1 W2

W1 45o

U2 Kaynak: Hillman, a.g.e., s. 509.

Grafik 5’te Rawls’un sosyal refah ölçümü gösterilmektedir. Buna göre, W1

farksızlık eğrisi üzerindeki 1 noktasında U1 bireyi ve U2 bireyine göre daha yüksek bir faydaya sahiptir. Bu durumda, bu iki birey arasında daha düşük faydaya sahip U2

bireyinin faydası arttırılmadıkça toplumsal refah artışı sağlanamaz. Diğer taraftan W1

üzerindeki 1 noktasından 2 noktasına doğru bir politika değişikliği, toplumsal refahı değiştirmez. Çünkü bu değişiklik sonucunda daha düşük faydaya sahip olan U2

302 Hillman, a.g.e., s. 509.

303 Stiglitz, Kamu Ekonomisi, s. 133.

304 Foster, Sen, a.g.e., s. 22.

305 Amartya Sen, “Social Justice and The Distribution of Income”, p. 69.

306 Connolly, Munro, a.g.e., s. 47.

bireyinin faydası sabitken, daha yüksek faydaya sahip U1 bireyinin faydası artmaktadır.

Bu hareket, U2 bireyinin durumu değiştirmeksizin, U1 bireyinin faydası arttırdığı için, Pareto iyileştirme olarak değerlendirilmektedir. Fakat bu durum, Rawlscu sosyal refah fonksiyonu tarafından sosyal refah artışı olarak kabul edilmemektedir. Çünkü toplumda en zayıf halka olan bireyin faydasında bir artış olmamıştır. Rawlscu sosyal refah ölçümüne göre, ancak 1 noktasından 3 noktasına doğru gerçekleştirilen hareket sosyal refahı arttırmaktadır. Çünkü bu değişiklik sonucunda en kötü durumda olan U2 bireyinin refahı artmış olacaktır. Pareto iyileştirmede toplumdaki diğer bireylerin durumu sabitken, en az bir bireyin durumunda meydana gelen iyileşme sosyal refah artışı olarak kabul edilirken, Rawlscu sosyal refah fonksiyonlarında sosyal refah artışı, toplumdaki herhangi bir bireyin değil, en kötü durumdaki bireyin refah artışına bağlanmıştır307.

Sosyal adalet ilkesinden hareketle, adil kaynak dağılımına dayanan bu tür sosyal refah fonksiyonlarında önemli olan sonuç değildir. Önemli olan politika uygulamaları ve/veya değişikliklerinin süreç itibariyle en kötü bireyin refahında olumlu etki yaratmasıdır308. Böyle bir durumda sonuç itibariyle toplam refah artmasa bile, toplumdaki en kötü durumdaki bireyin refahının artması, sosyal refah artışı olarak kabul edilmektedir. Adil bir kaynak dağılımın arzu edildiği toplumlarda, Rawlscu sosyal refah fonksiyonu toplumsal açıdan en iyi sonucu verebilmektedir.

Belgede T. C. Ebru BURSA 2019 (sayfa 93-99)