• Sonuç bulunamadı

Çocukluk Çağı Gelişim Dönemlerine Göre Medya Kullanımı

3. Teknoloji tabanlı medya etkileri ve çocuk gelişimi süreci

3.3. Sosyal gelişim ve medya

Diğer insanlara nasıl davranılacağını öğrenmek, bir başka de-yişle sosyal gelişim (sosyalleşme), insan yaşamının önemli bir yö-nüdür (Morgan, 1981: 73). Çocuğun toplumun bir üyesi haline gelmesi süreci olan sosyalleşme, bebeğin kendinin farkına varma-sı, içine doğduğu ortamda kişilik ve yaşama ilişkin donanım

ka-zanması anlamına gelir. Sosyalleşme kavramının daha çok sosyo-loglar tarafından kullanıldığını vurgulayan Kağıtcıbaşı, sosyal psi-kologların sosyal gelişim kavramını tercih ettiklerini hatırlatmak-tadır (2004: 325). Çocuğun gelişimindeki önemli süreçlerden biri olan sosyalleşme, onun belirli bir grubun işlevsel üyesi haline ge-lerek, ötekilerin değer, davranış ve inançlarını kazandığı süreçtir. Çocuk, yetişkin düzeyinde bir olgunluğa ulaşıncaya kadar bilişsel, duygusal ve davranışsal gelişimi, kişisel donanımıyla paralel ola-rak farklılıklar gösterir, olaylar arasında geçiş ve bağlantılar kura-bilmesi, algısal gelişiminin beraberinde gelir (Morgan, 1981).

Bir sosyalleşme aracı olarak karşımıza çıkan medya ürünleri, aynı zamanda çocuğun yaşamadığı deneyimleri de ona sunabilen ve bunu kendi deneyimi gibi algılamasına yol açan araçlardır. İşte bu nokta, erken çocukluktan itibaren medya ile tanışma, kültürel bir yayılmaya da yol açmaktadır. Jull (l980)’un aktardığı gibi sos-yaleşmede, aile ve toplumsal değerler, diğer sosyalleşme ajanları-na göre hem zamansal, hem de teknolojik üstünlüklerinden do-layı kitle iletişim kanallarından gelen kültürel kodlardan etkilen-mektedir. Örneğen boş zaman etkinliklerinde; spor, müzik, çocuk oyunları, televizyon, video ve film... vb. alanlarda yaratılan etkin-likler, çocuğun yaşadığı ortamın yerleşik kültürlerini de değiştir-mektedir (Signorielli, 2004).

Çocukların becerileri, ilgi ve merakları, onların belli konulara yönelmesine neden olsa da, çevresel faktörler ve ailelerinin onlara sunduklarıyla sınırlıdırlar. Yetişkinlerin öncelikle kendileri, dola-yısıyla çocuklar için ürettiği bir kullanım kültürü olarak karşımıza çıkan medya, hem aileleri, hem de çocukların sosyalleşme süreci-ni etkilemektedir. Yetişkinler tarafından yaratılan kulanım kültü-rünün bir ürünü olan iletişim teknolojileri, çocuğun oyunlarında, tekerlemelerinde, kendisi için yarattığı kültüre dönüşebilmektedir. Odak noktasında yer almasa da, çocuk kültürünün oluşması yo-luyla, gelişim sürecini etkilemektedir (Ferguson, 2006).

Araştırmacılar sosyalleşme olgusunu çeşitli yönleriyle ele almış-lardır. Örneğin, bağımlılık, saldırganlık, başarı güdüsü, rollerin öğ-retilmesi ve ahlak gelişmesi konularında sosyalleşme süreci etraf-lıca incelenmiştir. Bu noktada kişilik gelişimi sosyal duygusal sü-recin önemli bir parçasını oluşturmaktadır (Bronson, 2000). Kalı-tımsal yetileri ve becerileri, çocuğun sonradan çevresel kazandığı edinimler ile birleştiğinde, sosyalleşme sürecinin kişilik gelişimini belirlediğini görmekteyiz. Çocuk için uygun medya içeriğini belir-lemek, yetişkinin sorumluluk alanına girmektedir. Yetişkin medya kullanımı ile, çocuğuna örnek teşkil edebilmektedir. İşte bu nokta çocuğun davranış öğretisini açıklayan gelişimsel bir kuramla açık-lanabilir: “Sosyal Öğrenme Kuramı”.

Sosyal öğrenme kuramı

Öğrenme, deneyimlere dayalı olarak, davranışta gözlenen deği-şiklikler olarak tanımlanmaktadır. Sosyal öğrenme ise, bireysel ve sosyal adaptasyon sürecinde, sosyal ortamda gerçekleştirilen öğ-renme olarak tanımlanabilir. İnsan davranışı, bilişsel, çevresel ve davranışsal faktörler arasındaki etkileşim sonucu ortaya çıkmak-tadır (Bandura, 1977: 5). İnsanların kendileri ve sosyal çevreleri, birbirlerinin belirleyicisidirler.

Sosyal Öğrenme Kuramı’nda sözü edilen sosyal çevre ile, genel-likle aile, okul ve akranlar anlaşılmaktadır. Ancak artık günümüzde, iletişim araç ve ortamları da sosyal çevre tanımına girmekte ve etki-li birer sosyal süreç elemanı olmaktadırlar. Özeletki-likle çocuklar ve ha-yatlarının artık vazgeçilmez birer parçası olan televizyon ve bilgisa-yar arasındaki etkileşim, onların davranışlarını oluşturmada ve de-ğiştirmede önemli işlevler üstlenmektedir. Çocukların ve ebeveyn-lerin birbirebeveyn-lerine model oldukları bu öğrenme ortamında, sosyal et-kileşim de kolaylıkla gerçekleşmektedir (Karasar ve Ertürk, 2001)

Sosyal Öğrenme Kuramı’na göre insan davranışı, bilişsel, çevre-sel ve davranışsal faktörler arasındaki etkileşim sonucu ortaya

çık-maktadır. İnsanların kendileri ve sosyal çevreleri, birbirlerinin be-lirleyicisidirler. Bu kuramın temel savlarından birine göre, insan davranışı, deneyimlerden olduğu kadar, gözlemlerden de etkilen-mektedir. Ortamın kişiye sunduğu öğrenme olanakları, sürecinin önemli bir belirleyicisidir (Zimmerman ve Schunk, 2003).

1961 yılında “gözlemleyerek öğrenme” kavramını bir deneyle ispatlayan kuramın öncüsü Albert Bandura’nın yaptığı Bobo Doll Deneyi, sonuçlarının televizyon programları üzerinde günümüz medya ortamlarının çocuklar üzerindeki etkisine gönderme yap-ması açısından önem kazanmıştır.

Bobo Doll Deneyi: Bandura, deneyinde bazı çocuklara bir film

izlettiriyor. İzlettirdiği filmde, “Bobo doll” adı verilen bir oyunca-ğa bağırıp söven, onu tekmeleyen bir ergin görülmekte. Bunu izle-yen çocuklar, daha sonra teker teker oyuncakla dolu bir odaya alı-nıyorlar. Tam oyunlarının ortasında, biri gelerek bu oyuncaklarla artık başka bir çocuğun oynayacağını söylüyor. İlgi çekici bu oda-dan çıkarılan ve hayal kırıklığına uğratılan çocuk, içinde az oyun-cağın bulunduğu bir başka odaya alınıyor. Bu odadaki oyuncakla-rın arasında “Bobo doll” da bulunuyor. Filmi izleyen gruptaki ço-cukların, “Bobo doll”a daha saldırgan davrandıkları gözlemleni-yor. Bandura, bir sonraki deneyinde, bir manipülasyon daha yapı-yor. Şiddeti uygulayan kişi, bir grup çocuğa izletilen filmde ödül-lendiriliyorken, diğer çocuklara izletilen filmde cezalandırılıyor. Sonunda ödül olan filmi izleyen çocuklarda, şiddet davranışı daha fazla gözlemleniyor. Ancak sonunda ceza gören birini izleyen ço-cuklar, davranışı yapmaktan kaçınıyor.

Bu deneyden yola çıkılarak şiddet ve medya kullanımı arasın-daki bağı inceleyen pek çok araştırma gerçekleştirilmiştir. Örne-ğin televizyonda şiddet içerikli çizgi filmler izledikten sonra, ço-cukların daha farklı davrandıkları belirlenmiştir. 100 okulöncesi çocukla yapılan bir araştırmada, çocuklar TV izlemeden önce ve sonra gözlemlenmiştir. Bir grup, şiddet içerikli çizgi filmleri

izle-miş, diğer grup ise içeriğinde hiç saldırganlık olmayan çizgi film-leri izlemiştir. Şiddet içerikli filmfilm-leri izleyen çocukların, diğerle-rine göre yaşıtlarıyla daha fazla kavga ettiği, büyüklere daha fazla karşı geldiği ve daha sabırsız davrandıkları belirlenmiştir. İlk grup, bebeği yumruklamış, tekmelemiş, hırpalamış ve saldırgan yetiş-kinin söylediklerine benzer saldırgan yorumlarda bulunmuştur. Sharon Lovery bu durumu, “eğer televizyon seyircisi bir modeli çekici bulursa, ya da aynı model gibi olmak isterse, modeli tümüy-le kendi kimliğine monte ediyor” diye açıklamıştır. W. Schramm, çocukların belli karakterlere benzemeye daha istekli olduklarını, ister kurgu, ister gerçek olsun, çocukların bir modeli zihinlerinde saklayıp ileri yaşlarda bile tekrarlayabildiklerini ortaya koymuştur (Heart, Kruttschnitt ve Ward, 1986, Lachlan, 2005 ). Benzer araş-tırmalar farklı cinsiyet ve yaş değişkenli gruplarla da tekrar edil-miş, video oyunlarından ve televizyondan etki eden şiddetin, pa-sif veya aktif saldırgan davranışa dönüşümü ve gelişimsel özellik-ler arasında bağlar araştırılmıştır (Meyers, 2002).

Belton (2001: 817)’un odak gruplarla yaptığı çalışmalarda, ço-cukların kişilik özelliklerine göre, medyadan değişik şekillerde et-kilendiklerini; örneğin bazı çocukların televizyon izleme süreci sonrasında hayal gücü ve yaratıcılığın kısıtlandığını, buna karşı-lık bazı bilgisayar oyunlarının hayal gücünü diğerlerine oranla ge-liştiğini yazmıştır. Paik ve Comstock (1994), televizyon ekranına yansıyan şiddet görüntülerinin, çocuğun kişilik özelliklerine göre, farklı etkiler yaratacağını belirtmişlerdir. Bu tür görüntüler, çocu-ğu şiddete karşı duyarsızlaşmakta, ya da özdeşleşme yoluyla şid-det içerikli davranışlar ve tutumlar yerleşmesine yol açabilmekte-dir. Çocuk dünyayı gerçekte olduğundan daha kötü bir yer olarak algılamaya başladığnda, ya kendini korumak için saldırgan davra-nışları benimseyecek, ya da aldırmaz bir tutumla duyarsızlaşabile-cektir (Singer ve Singer, 1998). Slater, Kimberly ve arkadaşlarının ulaştıkları en önemli sonuç ise, şiddet içerikli medyanın,

özellik-le okuldan soğumuş, aiözellik-lesi ve arkadaşları tarafından dışlandıkla-rını ve haksızlığa uğradıkladışlandıkla-rını hisseden çocuklar üzerinde olum-suz etkilere yol açabileceğidir (2004: 642). Krcmar ve Vıera ise, ai-lenin önemini vurgulayarak, çocukla, şiddetle karşılaştığında nasıl davranması gerektiği hakkında konuşan, birlikte düşünmeyi alış-kanlık haline getirmiş ailelerde, televizyonun olumsuz etkilerinin azaldığı; hatta bu çocukların bu tür içerikleri izlerken olayları veya kişileri yargılayıp, gerçek hayatta kullanabilecekleri yararlı davra-nış biçimleri geliştirdiklerini iddia etmektedirler (2005: 267-268).

Okul öncesi dönemde hareketlenen çocuk, yeni yeni insanlar-la karşıinsanlar-laşmaya ve iletişim kurmaya başinsanlar-lar. Morgan (1981), “Aca-ba çocuk karşılaştığı bu insanlara nasıl davranacaktır? Onlarla iş-birliği mi yapacak, yoksa saldırgan bir tepki mi gösterecektir?” diye sormakta ve bu durumu büyük ölçüde çocuğa sağlanan sos-yal öğrenme yaşantıları ve örnek olarak gördüğü modellere bağ-lamaktadır. “Eğer saldırganlık modellerden öğreniliyorsa, televiz-yonun model olarak alınması söz konusu olmakta mıdır?” sorusu ile de saldırganlık-medya bağlantısına dikkat çekmektedir. Soru-sunu yine araştırma örnekleri ile açıklamakta ve televizyon görün-tülerini seyreden çocuklarda saldırgan davranışların arttığını söy-leyerek çocukların seyretmesi olası programların içeriğine dikkat edilmesi gereğini hatırlatmaktadır (1981: 71 ). Çocukların bu yaş-larda karşılaştıkları görüntüler onyaş-larda kaygı, gerilim, korku, şid-dete eğilim, uyku bozukluğu, yalnız kalmak istememe gibi duygu-sal sıkıntılara yol açabilmektedir. Oyun dönemi olarak da adlandı-rılan bu dönemde çocuğun televizyonla kurduğu ilişki, arkadaşla-rından soyutlanmasına ve yeni oyunlara girip oyunu kurma, sür-dürme ve arkadaşlarıyla paylaşım sürecini etkileyebilecektir. An-cak bilinen çizgi film kahramanlarının oyunlara taşınırken yeni oyun kurguları oluşturmasında, çocuğu yönlendirici ve katılımcı yaparak sosyalleştirebileceği (Belton, 2001; Kirsh, 2006) yönünde de bulgular vardır.

Sosyal gelişimin diğer önemli bir yönü de neyin doğru neyin yanlış olduğunu inceleyen ahlak gelişimidir. Ahlaki düşüncelerin gelişimi başkalarına nasıl davranacağımızı tayin etmede önemli bir rol oynar. Ahlak gelişimi bilişsel gelişimle paralel ilerler ve ba-zen bilişsel gelşimin bir parçası olarak düşünülür (Morgan,1981). Doğru ve yanlış davranış biçimi geliştirme ve ahlak gelişimi doğ-rultusunda bakıldığında ahlak gelişimi açısından medya etkilerini gözden geçirmek yararlı olacaktır.