• Sonuç bulunamadı

2.1.4. Okula Hazır Bulunuşlukta Rol Oynayan Temel Faktörler

2.1.4.3. Sosyal-Duygusal Faktörler

Günümüzde gerek akademik ortamlarda gerekse günlük yaşam içinde başarılı olabilmek için gerekli bilişsel becerilere sahip olmanın yanında çeşitli sosyal ve duygusal becerilere sahip olmanın gerekliliği kaçınılmazdır. Okulun isteklerini karşılamada başarılı olabilmek için beden sağlığı kadar önemli olan bir başka nokta da, duygusal olarak sağlıklı ve dengeli bir kişilik yapısına sahip olmaktır (Arslan, 2009; Oktay ve Unutkan, 2003).

Çocukların okul programlarında başarılı olabilmek için ihtiyaç duydukları hazır bulunuşluk becerileri açısından; ebeveynlerin, öğretmenlerin, okul yöneticilerinin okula hazır bulunuşlukla ilgili bakış açılarını ve beklentilerini saptamak amacıyla yapılan çalışmalarda; katılımcıların hazır bulunuşluk becerileri açısından sosyal becerilerini en önemli beceri olarak belirtmeleri; sosyal beceriler açısından da çocukların iletişim kurma, yaşıtlarıyla iyi etkileşim kurabilme, çocukların birbirleriyle iyi geçinebilme, öğretmenin yönlendirmeleriyle rutin etkinlikleri takip edebilme becerileri üzerine vurgu yapmaları dikkat çekicidir (Wright vd., 2000; Williamson, 2000, Kwang, 2006).

Sosyal beceriler bir çocuğun diğer çocuklara yönelik davranışlarını kapsamaktadır. İyi ilişkiler kurabilme, başkalarının haklarına ve duygularına saygı ve uygun sosyal davranış için grup normlarını dikkate alma gibi bu türden davranışlar aynı zamanda çocuğun isteklerini elde etmesini sağlar. Sosyal becerileri güçlü olan çocuklar katıldıkları etkinliklerden daha çok zevk alır ve kendi kararlarını kendileri verirler. Oysa

sosyal becerisi yeterince gelişmemiş olanlar, akranları tarafından dışlanabilir, ihmal görebilir ve yetişkinlerin ihmaliyle karşılaşabilir (Çetin vd., 2003).

Çocukların arkadaş ilişkileri başlatabilme, sürdürebilme ve ilişkilerde yaşanan olumsuzluklarla baş edebilmeleri için bireysel bağımsızlığın kazanılmasının yanı ara gerekli duygusal sağlıklarının da yerinde olması gerekir. Başka bir ifadeyle sosyal gelişimin yanında duygusal gelişimin de insanın tüm yaşam evrelerinde önemli yeri olduğu kuşkusuzdur. Gerçekten de bireyler olaylar karşısında bir yandan aklı ve mantığı ile hareket etmeye çalışırken, çoğu kere de duyguları ona yön vermektedir. Günlük yaşamda yetişkinlerin bile sık sık etkisi altında kaldığı duygular, henüz bunları yeterince kontrol edebilecek düzeye ulaşmamış çocuğun davranışlarını yönlendirmede büyük rol oynamaktadır (Oktay, 2002).

Duygular, değişik durumlar ve deneyimlere tepki olarak ortaya çıkmakta ve her insan belli bir durum karşısında farklı şeyler hissetmekte ve tepkisini farklı şekillerde ortaya koymaktadır. İnsan olmanın en önemli unsuru olan duygular, sosyal bağların kurulmasında temel bir rolü üstlenmektedir (Bayhan ve Artan, 2005).

Normal olarak her çocuğun iletişim gücü artıkça, çevreyle iletişimi de artacak ve annesine olan bağımlılığı da azalacaktır. Çocukta güven duygusu gelişmemişse, 5-6 yaşına geldiği halde annesine olan bağımlılığı da devam edecektir. Çocuğun okula severek gitmesi ve oradaki çalışmalardan zevk alması, annesine olan bağımlılığının azalmasına ve kendine olan güven duygusunun geliştirilmesine bağlıdır. Özellikle de okula alışma döneminin (2-3 hafta) sağlıklı bir şekilde geçirilebilmesi çocuğun okula ne kadar hazırlıklı olduğu ile yakından ilgilidir. Çocuk belli bir bedensel, zihinsel, ruhsal ve sosyal olgunluğa erişmişse önemli sorunlar yaşamamaktadır. Başka bir ifadeyle çocuğun, kendi yaşına uygun bir öğrenme, anlama, kavrama düzeyine, ayrıca ana- babadan kopup okula uyacak kadar da ruhsal olgunluk düzeyine erişmiş olması onun okula uyum sağlamasını kolaylaştıracak faktörler arasında yer almaktadır. Ruhsal yönden evden kopabilme olgunluğu gösteremeyen çocukların okula uyumları zor olmaktadır. Çocuk yaşına uygun zekâya sahip olsa dahi ruhsal açıdan okula hazır olmadığı için bir takım sorunlar yaşanmaktadır (Korkmazlar, 2001; Göknar, 2009; Unutkan, 2006a).

Okula başladıkları ilk günlerde, sınıfta anneleri ile oturan, onun en ufak bir uzlaşma isteğine karşı koyan, annesinin yanından ayrılacağı korkusu içinde gergin oldukları için, öğretmenin söylediklerini kavrayıp yerine getirmekte, hatta duymakta güçlük çeken çocuklar dikkati çekmektedir. Başka bir ifadeyle okula korkuyla giden ve hep evi düşünen bir çocuğun kendini okuma ve öğrenmeye vermesi kolay olmamakla birlikte, bu çocukların yaşıtları ile karışması, birlikte oynaması ve arkadaşlık kurmaları da oldukça güç olmaktadır. Bu çocuklar, çoğunlukla fizyolojik gelişim, genel sağlık ve zekâ gelişimi yönünden normal çocuklar olmakla birlikte, bu çocuklar duygusal yönden, evden ve anneden kolayca ayrılabilecek kadar olgunlaşamadıkları için okula başlamaya hazır değildir. Okul öncesi dönemde, okul ve okuldaki görevler hakkında yeterince aydınlatılmamış, gerekli bilgi ve becerileri kazanamamış olan bu çocuklar için, daha okul kapısında başlayan sorunlar, sınıfta da devam etmektedir. Duygusal sorunlarından sıyrılıp kendilerini öğretmenin anlattıklarına veremedikleri için, ilk günlerdeki okumaya hazırlayıcı alıştırmaları bile zorlukla başarmakta, hatta bazen başaramamaktadır (Gonca, 2004; Yörükoğlu, 1994).

Anneden ayrılmaları diğer çocuklardan daha uzun süren bu çocuklar, bunu başardıkları zaman sınıf arkadaşları öğrenme sürecinin büyük bölümünü aşmış olurlar. Bu kez de onlardan geri kaldıkları için hayal kırıklığına uğrarlar. Araştırmacılar, çocuğun duygusal olarak kararlı ve dengeli olmamasının mı okumayı öğrenmeye engel olduğunu yoksa öğrenemediği için mi duygusal sorunların (isteksizlik, ilgisizlik, ağlama, aşırı saldırganlık veya hareketsizlik, kardeşleri, arkadaşları, öğretmenleri ile iletişim kuramama, kendi hayal dünyasında kapalı kalma vb.) ortaya çıktığını belirlemekte güçlük çekmektedirler. Ancak kesin olan nokta şudur ki, duygusal sorunlarla, öğrenmedeki başarısızlık, her zaman birlikte görülmektedir. Duygusal olarak sağlıklı olmanın en belirgin işareti, çocuğun insanlara (yaşıtlar-yetişkinler) rahatça yaklaşması ve öğrenme konusunda gösterdiği istektir (Oktay ve Unutkan, 2003).

İlkokula başlamadan önce yeterli sosyal etkileşim deneyimi olmamış, aileye özellikle anneye aşırı bağımlı yetiştirilmiş çocukların, ilkokula uyum dönemini sağlıklı bir şekilde aşamadıkları bilinmektedir. Çocuğun onları sınırlayarak ve kendilerine olan güvenini sarsarak, onu daha da hızlı olmaya zorlayarak tam bir karışıklığın içine iten anne-babaların çocukları ise; doğumdan sonraki beş-altı yıllık süre içinde karşılaştıkları

sürekli sınırlayıcı ve zorlayıcı davranışlar nedeni ile kuramadıkları güven duygusunu, okulda kurmakta da güçlük çekerler. Bu çocuklar için öğretmen, kendilerini sürekli eleştiren, karışan ya da kızan yetişkinlerden bir tanesidir. Bu çocukların, ailenin yanlış tutumundan kaynaklanan güvensizlik duyguları, yeni girdikleri okul ortamında daha da artabilir. Çocuk, güven duygusundan yoksun, endişe ve korku içinde olunca, öğretmenin çocuğun güvenini kazanması ve ilgisini sınıftaki uğraşlara çekmesi son derece güç olur (Korkmazlar, 2001; Gonca, 2004; Oktay, 2002).

Okula başladığı sırada ailede meydana gelen parçalanmalar veya aileye kardeş gibi yeni bireylerin katılması da çocuğun okula karşı olumsuz tavır almanın nedenleri arasında yer alabilir. Ayrıca çocuğa gösterilen ilginin, özellikle anne yönünden aşırı olduğu ve çocuğun kendi kendisine hiçbir işini yapmaya alıştırılmadığı ailelerde de, okula başlama hem annenin endişelerini arttırıcı bir durum, hem de annesinden ayrılmanın ve kendi başına kalmanın korkusunu taşıyan çocuk için önemli bir sorundur. Buna karşın kendisi ve yetenekleri hakkında olumlu duygular geliştiren çocukları, yetersizlik ve başarısızlık duygularına sahip olanlardan daha meraklı, araştıran ve güdülenmiş kişiler oldukları gözlenmektedir. Ayrıca anne babaları tarafından okul yaşamı, okul yaşamın gereklilikleri okulda yapılacaklar konusu da kendisine bilgi verilen çocuklar okula karşı olumlu duygular içinde başlayacakları için uyum sağlamaları da kolaylaşmaktadır. Hoşgörü ve güven ortamı içinde yetiştirilen çocuklar için okul korkulacak bir yer değildir. Anne babasına ve dolayısı ile öteki yetişkinlere güven duyan çocuklar için öğretmen, çevrede kendileri ile rahatça konuşulabilen yetiş- kinlerden bir tanesidir. Öğretmenine kolayca yaklaşan çocuk, sınıftaki diğer çocuklarla da iyi ilişkiler kuracaktır (Çelenk, 2002; Senemoğlu, 1994).