• Sonuç bulunamadı

Anne, baba ve çocuklardan oluşan toplumun en küçük birimi “ailedir”. En geniş anlamıyla aile; evlenme, kan veya evlat edinme bağlarıyla birbirine bağlanmış aynı evde yaşayan, aynı geliri paylaşan, oynadıkları çeşitli roller çerçevesinde birbirlerine etki eden kendilerine özgü bir görgüyü yaşatıp sürdüren insanların topluluğudur (Erkan, 2010).

Elmacıoğlu (2000)’na göre aile; “nüfusu yenileme, milli kültürü taşıma, çocukları sosyalleştirme, ekonomik, biyolojik ve psikolojik tatmin fonksiyonlarının yerine getirildiği bir kurumdur”.

I. Aile Şûrası’nda (1990) aile kavramı; “bir toplumda hukuki temele dayalı evlilik ve akraba bağlılığı oluşmuş aynı mekânda yaşayan en küçük toplumsal kurumdur” şeklinde tanımlanmıştır (T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, 1990).

Aile hakkında yapılan tüm tanımlar incelendiğinde ortak olan bazı faktörler dikkat çekicidir. Bunlar;

• Ailenin varlığını koruyan, neslin devamını sağlayan, nüfusu yeniceme fonksiyonun; yerine getiren biyolojik faktör,

• Aileye dıştan gelecek maddi ve manevi zararlara karşı aile üyelerinin korunmasını sağlayan koruyuculuk görevi,

• Aile üyelerinin davranışlarını, ailedeki duygusal dengenin geliştirilmesini sağlayan psikolojik görev,

• Aile üyelerinin yetiştirilmesini, sosyalleştirilmesini, milli kültürü taşıma ve kültür naklim sağlayan eğitim görevi,

• Aile üyelerinin her türlü maddi ihtiyaçlarını karşılayan ekonomik görevlerini yerine getirme olarak sıralanabilir (Doğan, 1996).

Aile, çocuğun karakterinin, kişiliğinin ve gelişiminin sağlıklı bir şekilde tamamlanmasını sağlayan önemli bir kurumdur. Bunun yanında aile; içinde insan neslinin devamlılığının sağlandığı, topluma hazırlanma sürecinin ilk olarak ortaya çıktığı, eşler, ana-babalar, çocuklar arasında belli ölçüde içten, sıcak, güven verici ilişkilerin kurulduğu ve ekonomik etkinliklerin az ya da çok yer aldığı sosyal bir kurumdur. Ayrıca aile, nüfusu yenileme, milli kültürü taşıma, çocukları sosyalleştirme, biyolojik ve psikolojik tatmin fonksiyonlarının yerine getirildiği, hayatın ilk yıllarında çocuğun bakım ve eğitiminden sorumlu kurumdur (Doğan, 1996; Peker, 1990; Işık ve Güven, 2007; Küşin, 1991; Durmuş, 2008).

Çocuk, anne ve babasından aldığı kalıtsal özelliklerle dünyaya gelmekte ve toplumsal yaşama uyum sağlamasına yardımcı olacak ilk temel davranış örneklerini “aile içinde” kazanmaktadır. Anne ve baba; çocuğa beslenme, barınma, korunma ve öğrenim imkânı sunmakta, çocuğa yeterince ilgi, sevgi ve şefkat göstererek, ihtiyaçlarını yerinde ve zamanında karşılayarak çocukta güven duygusunun temelini atmakta ve yeteneklerinin gelişmesine yardımcı olmaktadırlar. Bu noktadan hareketle, “ailenin” çocuğu geleceğe hazırlamada en etkili kurum olduğu söylenilebilir (Ünlüer,

Okul öncesi dönem çocuklarının; fiziksel tehlikelerden korunmaya yeterli beslenme ve bakıma, yakınlık kurabileceği bir yetişkine, bağımsızlık duygusunu geliştirebilme fırsatına, özbakım becerilerini geliştirebileceği fırsatlara, kendisine değer vermesi ve başarılarından gurur duyması için desteklenmeye, yaşayarak keşfederek bir şeyler öğrenmeye, sorumluluk alabilmesi ve seçim yapabilmesi için fırsatlara, konuşma, hikâye anlatma ve şarkı söyleme yoluyla dil gelişiminin desteklenmesine, verdiği tepkileri anlayabilecek ve karşılık verebilecek bir yetişkine, hareket etme becerilerini geliştirebilmesi için fırsatlar ve işbirliği, yardım ve paylaşmayı öğrenebilmesi için fırsatlara, iç denetimi ve bir iş başarabilmesi için yüreklendirmeye ihtiyaçları vardır. Bütün bu gereksinimlerin karşılanmasında aile kurumuna önemli görevler düşmektedir (Tümkaya, 2010).

Ayrıca yapılan araştırmalara göre çocuğun yaşamında ilk beş yılı beyin gelişimi açısından kritik bir dönemdir. Nitelikli ve kaliteli bir erken bakımın çocukların sağlıklı gelişimleri ve daha sonraki okul başarıları için ön koşuldur. Buna göre aile ilk yıllarda çocuğa gelişimi açısından uygun öğrenme fırsatları sağlayacak ve çocuğun ihtiyaçlarına yanıt verecek onu duygusal olarak destekleyecek en önemli kurumdur (Fontaine vd., 2006).

Ayrıca çocukların aile içindeki erken deneyimleri ve aile yapısı onların daha sonraki akademik başarıları ve bilişsel becerileri üzerinde olduğu kadar akademik öncesi becerilerinin gelişiminde de önemli bir yere sahiptir. Annenin eğitimi ve aile geliri çocuğun akademik başarının ön koşullarından olan dil gelişimi ve bilişsel yeteneklerle de yakından ilgilidir (Downer ve Pianta, 2006).

Anne-babanın görevi, çocuğa en geniş anlamda bilgi ve beceri kazanmayı öğretmektir. Ana babaların sorumluluğu çocuğa konuşma dilini öğretmek kadar, motor becerileri kazanmasını, günlük yaşamda karşılaştığı sorunları çözmesini, kendini denetlemesini, heyecanları ile başa çıkmasını, doğal ve toplumsal çevre konusunda bilgi edinmesini, törel ve geleneksel değerleri kazanmasını öğretmek gibi çok geniş bir alanı kapsamaktadır (Dönmezler, 1999).

Aile, çocukların gelişimleri üzerinde olumlu ya da olumsuz etkileri olan en önemli bir kurumdur. Çocuk doğumla birlikte öğrenme süreci içine girmekte ve bu

öğrenme süreci erken çocukluk dönemi boyunca da devam etmektedir. Bu nedenle çocukların eğitimde anne-babanın rolü çok daha büyük ve önemlidir (Ersoy ve Tezel Şahin, 1999).

Çocuğun doğumdan itibaren bakıma ve korunmaya gereksinimi vardır. Çevreden gelen baskılara karşı koyabilmesi, karşılaşabileceği sorunların üstesinden gelebilmesi için gözetilmesi gerekmektedir. Bu amaçla aile, bir yandan çevrenin çocuk üzerindeki baskılarını azaltmakta, bir yandan da, ona kapasite ve yeteneklerini geliştirme olanağı sunmaktadır. Böylece aile, çocuğa gerçeği yaşama, yaşamı yaşayarak öğrenme, kendini ortaya koyma ve kendine özgü bir kişilik geliştirme fırsatı tanımaktadır (Dönmezler, 1999).

Çocuğun kalıtımla getirdiği özelliklerin ne kadar gelişeceği, nasıl biçimleneceği ve bu durumun daha sonraki yılları ne derece etkileyeceği, ailenin sosyo- ekonomik ve kültürel niteliğinin çocuklarına sağladığı yararlar, aile bireylerinin birbirleriyle ve çocuklarıyla olan ilişkisi, çocuk yetiştirme tutumları, sözel iletişim biçimleri, nasıl model oluşturdukları; sağlık, beslenme, gelişim ve eğitim konularındaki bilgileri gibi aile ortamıyla ilgili pek çok değişkene bağlıdır. Aile çocuğun beslenme, korunma ve diğer gereksinimlerini karşılamasının yanı sıra, yetiştirme biçimleriyle ve tutumlarıyla da çocuklarının kişilik oluşumunu büyük ölçüde etkilemekte, toplumsal değerleri çocuğa aktararak onun sosyalleşmesine de yardımcı olmaktadır (Şahin, 2003).

Çocuğun sosyalleşme süreci ailede başlamakta, arkadaşlarıyla devam etmekte, akraba ve öğretmenleriyle sürüp gitmektedir. Kişi açısından “sosyalleşme”, aile, okul ve toplum açısından da “sosyalleştirme” bir “öğrenme” ve “öğretme” sürecidir. Anne- babası tarafından yeterince ilgi ve şefkat göremeyen çocuklar, sosyal ilişkilerini de iyi düzenleyememekte ve davranış bozuklukları göstermektedirler. Bu nedenle aile çocuğun içinde bulunduğu, geliştiği kültürün özelliklerini benimsetme ve toplum beklentilerine uygun ve dengeli bir sosyal kişilik kazandırma açısından önemli bir görevi üstlenmektedir (Elmacıoğlu, 2000).

Çocuğun, çevresindeki insanlara karşı nasıl davranacağı ve toplum içinde karşılaşabileceği durumlarla ya da sorunlarla nasıl başa çıkabileceğini öğrenmesi

gerekir. Bu alanda uygun bir örnek oluşturma ve çocuğun toplumsal davranışlarını biçimlendirme görevi aileye düşer (Dönmezler, 1999).

Body ve arkadaşları (2005), çocuğun sosyal ve duygusal gelişiminin biçimlendirilmesinde aile yaşamının ilk yıllarından itibaren oynadığı rolü vurgularken; çocuğun ebeveyni olan ilişkilerinin, daha sonraki zamanlarda diğer yetişkinlerle en önemlisi de, akranları ile olan ilişkilerinin üzerine inşa edecekleri temeli oluşturduklarına dikkati çekmektedir.

Çocuğun sağlıklı bir gelişme gösterebilmesi için biyolojik gereksinmelerin yanında duygusal gereksinmelerinin karşılanması da önemlidir. Bu da çocukluğu süresince ona destek olan ve güven veren bakıcıların varlığına bağlıdır. Çocuklar karşılaşabilecekleri sorunlarla başa çıkma yollarını, ailede ve özellikle anne- babalarından öğrenirler. Sağlıklı bir kişilik geliştirmeleri büyük ölçüde anne-babaların tutumlarına ve anne-baba-çocuk arasındaki ilişkilere bağlıdır. Çocukların, yaşamdan zevk almaları, yeteneklerinin geliştirilmesi, mutlu ve verimli birer yetişkin durumuna gelmeleri, onların bedensel, zihinsel, toplumsal ve duygusal gereksinimlerinin karşılanmasına bağlıdır. Kuşkusuz bu gereksinimleri (özellikle yaşamın ilk yıllarındaki bedensel ve duygusal gereksinmeleri) en iyi bir şekilde karşılayabilecek kurum ailedir (Dönmezler, 1999).

Anne ve baba, çocuklarına davranışları ile örnek olarak hem kişiliklerinin gelişmesine hem de cinsel kimliklerini kazanmalarına yardımcı olurlar. Başka bir deyişle çocuklar ana-babalarını kendilerine örnek alırlar, onlarla özdeşirler, tutum ve davranışlarını taklit ederek kendilerini de yerleştirmeye çalışırlar (Dönmezler, 1999).

Aile içi yaşantı çocuğun gelecek yaşantısına temel oluşturmaktadır. Okul öncesi dönemde sağlanan uyarıcıların bol olduğu bilinçli bir çevre, onun bu yaşantısını önemli düzeyde etkilemektedir. Çevresinde olup biten her şeyden etkilenen çocuk için bu etkenler olumlu ya da olumsuz olarak gelecek yaşantısının yönünü belirmektedir. Ailenin çocuğa karşı geliştirdiği tutumlar çocuğun olgunluğa erişmesinde en az kalıtım kadar önemli faktördür. Sevgiye dayalı, araştırmaya izin veren, eğitimde tutarlılık gösteren, çocuğun kendi sorunlarını çözmesine fırsat tanıyan ailelerin çocukları

kendileriyle ilgili olumlu düşünceler geliştirerek, kendilerini yeterli bireyler olarak algılayacaklardır (Güler, 2009).

Anne-babaların çocuk üzerindeki sorumlulukları onun temizlik, beslenme, giyinme gibi ihtiyaçları ile sınırlı değildir. Anne-baba çocuk arasındaki etkileşim, çocuğun davranışlarını biçimlendirmede ve olumlu davranışlar geliştirmesinde de önemli rol oynamaktadır. Anne-babalarını örnek alan çocuklar cinsel kimliklerini kazanmakta, paylaşmayı öğrenmekte, eş ve anne baba olma rolüne hazırlanmaktadırlar. Bu nedenle, anne-babanın çocuğunu tanıması, çocuğun gelişim özelliklerini, ilgi ve ihtiyaçlarını bilmesi, ilgilerini geliştirmesi ve belli kavramları öğretebilmesi için çocuğun gelişim özelliklerini tanıyarak, neyin ne zaman yapılacağını bilerek gelişimine destek olması önem taşımaktadır (Tezel Şahin ve Özyürek, 2010b).

Bu açıdan aileler çocuklarının ilk öğretmenleridir ve eğitim sürecinin temel koordinatörleridir (Ann vd., 2003).