• Sonuç bulunamadı

Tüzel kişilerin fail olup olamayacağı ve bu kapsamda ceza sorumluluğunun bulunup bulunmadığı meselesinin çözümü oldukça karmaşıktır. Bu kapsamda faili işaret etmekte olan “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesine1047 bakmakta fayda vardır. Bu ilkeyi açıklamadan evvel ceza sorumluluğundan neyin anlaşılması gerektiği hususu üzerinde durulmalıdır. Ceza sorumluluğundan işlenen suç nedeniyle fail hakkında TCK’nın “cezalar” başlığını taşıyan 45. maddesi uyarınca “suç karşılığında… hapis veya adli para cezaları”nın uygulanabilirliği anlaşılmalıdır. Bu durumda ceza sorumluluğu olmayan bir kimsenin işlediği suç nedeniyle hakkında güvenlik tedbirine başvurulması mümkündür. Güvenlik tedbiri sorumluluğunu da kapsama alacak şekilde suç karşılığında uygulanacak yaptırımdan sorumluluk için

“ceza hukuku sorumluluğu” kavramının kullanılmasının daha yerinde olacağı belirtilmektedir. Bu kapsamda tüzel kişilerin ceza sorumluluğu bulunmasa da ceza hukuku sorumluluğunun bulunduğu ifade edilmektedir.1048 Böylece tüzel kişilerin ceza sorumluluğuna gidilmeksizin, örneğin Alman ceza hukukunda akıl hastası suçlular bakımından öngörüldüğü üzere, herhangi bir kınamayı içermeksizin önleyici yaptırımlara başvurulması önerilmektedir. Bu yaptırımların tüzel kişilerin ceza sorumluluğunun bulunmamasına ilişkin problemi çözeceği ve böylece ceza hukukunun tüzel kişileri cezalandırmak adına harekete geçirilmesinin de engellenmiş olacağı savunulmaktadır.1049 Ancak bu görüş, yine de suç karşılığında uygulanan bir yaptırım olan güvenlik tedbirlerinin, suç işlemesi mümkün olmayan tüzel kişiler hakkında neden uygulanabildiğini açıklayamamaktadır.1050 Tüzel kişilere güvenlik tedbirinin uygulanması tüzel kişilerin fail olarak kabul edildiklerinin bir göstergesi olarak yorumlanmaya

1045 MAHMUTOĞLU/KARADENİZ, s. 1360, dp. 9.

1046 Fransa’da tüzel kişilerin ceza sorumluluğu için anlamsız antropomorfizm (insan biçimcilik) ve kaydırak sorumluluğu ifadelerine yer verildiği belirtilmektedir. Bkz. YARSUVAT, s. 913.

1047 HAFIZOĞULLARI/ÖZEN, Genel, s. 373.

1048 MALBELEĞİ, Nida, Türk Ceza Hukuku ve Kabahatler Hukukunda Tüzel Kişilerin Sorumluluğu, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2012, s. 27-28. Bir diğer görüş ise “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesi bakımından “ceza”nın geniş yorumlanması ve kapsamına yalnızca hapis cezasını ve adli para cezasını değil, aynı zamanda güvenlik tedbirlerini de alması gerektiği yönündedir. Nitekim dar bir yorum yalnızca hapis cezalarını ve adli para cezalarını kapsama alacak ve tüzel kişiler hakkında uygulanan güvenlik tedbirlerini açıklayamayacaktır. Bkz. ÖZEN, Mustafa, Ceza Hukuku Genel Hükümler Dersleri, Ankara 2019, s. 87.

1049 WEIGEND, s. 942.

1050 Burada suç faili olmakla ceza hukuku sorumlusu olmanın aynı anlama gelmediği, zira hukukun öngördüğü hallerde başka bir kimsenin işlediği suç nedeniyle diğer bir kimse hakkında güvenlik tedbirinin uygulanmasının mümkün olduğu belirtilmektedir.

Bkz. MALBELEĞİ, s. 51.

124

elverişlidir1051 ve bu nedenle söz konusu ilkeye aykırıdır.1052 Ayrıca söz konusu güvenlik tedbirlerine ceza mahkemelerince karar verilmekte olduğu unutulmamalıdır.1053

“Ceza sorumluluğunun şahsiliği”, çağdaş hukuk sistemlerinin kendisinden vazgeçemediği bir ilkedir. Bu ilkenin bizatihi varlığı ve Anayasanın 38. maddesinin 7. fıkrasında öngörülmesi1054 tüzel kişilerin ceza sorumluluğunun kabul edilmesindeki en önemli engeldir.1055 Zira bu ilkenin benimsenmesiyle toplulukların sorumluluğu terkedilmiştir.1056 Ceza hukuku politikası ve teorisinin anayasa ile uyumlu olması gereklidir.1057 Kanun koyucu tarafından anayasada çerçevesi çizilen temel kurallar aşılamaz. Anayasanın 38. maddesinde öngörülen bu ilkeden anlaşılması gereken, kişinin ancak kendi iradi fiilinden sorumlu olmasıdır.1058 Nitekim bu durum, anayasanın 38. maddesinin gerekçesinde

“ceza sorumluluğunun şahsiliği”yle ilgili olarak, fail dışındaki kimselerin bir suç nedeniyle cezalandırılamayacağı ve böylece ceza hukukuna yerleşen ve “kusura dayanan ceza sorumluluğu ilkesi”

içinde düşünülen1059 ve “terki mümkün olmayan” bir kural olduğundan bahsedilmesinden de anlaşılmaktadır.1060

1051 ÖZBEK, Şerhi, s. 216.

1052 Tüzel kişilerin güvenlik tedbiri sorumluluğunun bu ilkeye aykırı olmadığı yönünde bkz. HAKERİ, Genel, s. 36.

1053 Bu kapsamda tüzel kişilerin tehlikeliliğine ilişkin önlemlerin alınmasının tümüyle idarenin elinde olup, ceza mahkemelerine ait olmaması gerektiği yönündeki görüş için bkz. WEIGEND, s. 942.

1054 1921 ve 1924 Anayasalarına bakıldığında tüzel kişilerin ceza sorumluluğuna ilişkin benimsenen herhangi bir tutuma yer verilmediği görülmektedir. 1961 Anayasasının “cezaların kanunî ve şahsî olması; zorlama yasağı” başlığını taşıyan 33. maddesinin 5. fıkrasında “ceza sorumluluğunun şahsi” olduğu belirtilerek bu ilkeye ilk defa mevzuatta yer verilmiştir.

1055 KUNTER, Nurullah, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul 1989, s. 442;

İÇEL/ÖZGENÇ/SÖZÜER/MAHMUTOĞLU/ÜNVER, s. 68. Nitekim TCK’nın geneli hakkında gerçekleştirilen adalet komisyonu görüşme tutanaklarında söz konusu ilke nedeniyle tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımının öngörülemediği belirtilmiştir. Bkz. GÜNEY, Niyazi/ÖZDEMİR, Kenan/BALO, Yusuf S., Yeni Türk Ceza Kanunu, Ankara 2004, s. 42. Aksi yönde bkz. ERSOY, s. 139. Lakin anayasanın sonsuza dek değişmeden kalamayacağı, yeni gereksinimlerle birlikte değişikliğe gidilebilmesinin mümkün olduğu belirtilmelidir. Bkz. SAN, Coşkun, Anayasa Değişiklikleri ve Anayasa Gelişmeleri, Ankara 1974, s. 139.

1056 ÖNDER, Dersleri, s. 162. Ancak “suç işlemek amacıyla örgüt kurma” suçunda olduğu gibi kanun koyucunun tek bir kişinin davranışını değil topluluğun davranışını cezalandırdığı ileri sürülmekteyse de (bkz. ÖZGEN, s. 38) burada çok failli bir suç söz konusudur (bkz. TOZMAN, s. 172) ve cezalandırılan topluluk değil topluluğu oluşturan gerçek kişilerdir.

1057 TIEDEMANN, “Corporate”, s. 13.

1058 Bu ilke ilk kez 1948 İtalyan Anayasasında öngörülmüş ve demokratik düzenin temel ilkelerinden biri olarak kabul edilmiştir.

Bu ilkeyi anayasa maddesi olarak kabul eden ikinci anayasa ise 1961 Türkiye Cumhuriyeti Anayasasıdır. Bkz. YARSUVAT, s.

903.

1059 Ceza sorumluluğu geçmişten bugüne değin başkasının fiilinden sorumluluk, objektif sorumluluk, kusurlu sorumluluk ve kişilik yönünden sorumluluk olmak üzere çeşitli aşamalardan geçmiştir. Ceza sorumluluğunun subjektifleştirilmesindeki en ileri aşamayı oluşturan ve totaliter rejimlerce benimsenen kişilik yönünden sorumlulukta kusurluluğun konusunu failin işlediği fiil değil, failin kişiliği, yaşam ve varoluş biçimi oluşturmaktadır. Nitekim nasyonal sosyalist Almanya’da 1940’larda benimsenen fail kusuru anlayışı bu sorumluluk türüne örnek verilebilir. Bkz. TOROSLU, Nevzat, “Cezai Sorumluluğun Gelişimi”, YD, C. 16, Ocak-Nisan 1990, S. 1-2, s. 121,124.

1060 Gerekçe metni için bkz. DANIŞMA MECLİSİ ANAYASA KOMİSYONU, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (Esas No: 1/463), (Karar No: 434), 30.7.1982, (S. Sayısı: 166’ya 1 inci Ek), s. 23. 1961 Anayasasının 33. maddesinin 5. fıkrasında öngörülen “ceza sorumluluğunun şahsiliği”yle ilgili olarak hükmün gerekçesinde ise cezaların şahsiliği ile ilgili olarak, başkasının fiilinden sorumluluğun kabul edildiği totaliter rejimlerin insanlığa yaşattığı acı tecrübelerden ötürü, bir kimsenin sadece kendi fiilinden sorumlu olabileceği esasının anayasada yer almasının gerekli olduğu belirtilmiştir.

Anayasada böyle bir düzenlemeye yer verilmesiyle, “basın davalarında yazı veya karikatürün müellifinden ve haberin vericisinden” başka, gazete sahibi ya da yazı işleri müdürü gibi başkaca kimselerin “rastgele cezalandırılmasını” öngören kanun hükümlerinin önüne geçileceği ifade edilmiştir. Gerekçe metni için bkz. TEMSİLCİLER MECLİSİ ANAYASA KOMİSYONU, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu, Karar No: 27, 9.3.1961, s. 21.

125

Tüzel kişinin ceza sorumluluğu, “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesiyle olan ilişkisi nedeniyle TCK’nın 20. maddesinde birlikte düzenlenmiştir.1061 Ceza sorumluluğunun temel koşulu, fiilin fail tarafından gerçekleştirilmesidir.1062 Bir kimsenin işlediği suç nedeniyle sorumluluk yalnızca kendisine aittir. Başka bir kimsenin sorumlu olmasından bahsedilemez.1063 Ceza, yalnızca suçu işleyen kimseye uygulanmalıdır.1064 Örneğin bu ilke, adli para cezasından müteselsil sorumluluğun kabulüne ve sanığın

1061 ÖZBEK/DOĞAN/BACAKSIZ, Genel, s. 221.

1062 MEZGER/BLEI, Allgemeiner, s. 146.

1063 “…Katılanın tüm aşamalarda sanık T.'ın sırtına demir sopa ile vurduğunu, sanık U.'un ise yumrukla çenesine vurduğunu söylediği, katılanın doktor raporunda "sırt kısmında kızarıklıklar ve yüz kısmında ise çene kemiği kırığı ve sağ kaşta şişlik" tespit edilmesi karşısında katılandaki yaralanmaların kim tarafından gerçekleştirildiğinin açıkça bilinmesi halinde yaralanmalarla ilgili olarak 5237 sayılı TCK'nın 86. ve 87. maddesi kapsamında ayrı ayrı raporlarının alınarak her sanığın kendi eylemi ile ilgili sonuca göre ceza tayin edilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi… Bozmayı gerektirmiş…” Y. 3. CD.

2010/10484 E. 2012/25854 K. 20.6.2012 T.; “…Sanığın eşi Şemse ile hakkındaki mahkumiyet hükmü kesinleşen Tahir adi ortaklık kurmuşlar ve birlikte lokanta açmışlardır. Sanık, eşinin vekili sıfatıyla lokantada çalıştığını savunmuş, olay günü müşterilere satış fişi vermediğinden dolayı cezalandırılmasına karar verilmiştir. Sanığın temyizi üzerine Özel Daire "Vergi mükellefinin tespiti, vekaletname örneği getirtilerek suç tarihinden önceye ait olup olmadığı ve içeriği incelenerek sonucuna göre hukuki durumun tayin ve takdiri gerekirken eksik inceleme ile karar verilmesi" isabetsizliğinden hükmü bozmuş, Yargıtay C. Başsavcılığı'nca "vergi mükellefiyeti başkasına devredilemeyeceğinden vekaletnamenin araştırılmasına gerek yoktur" gerekçesiyle bozma kararına itiraz edilmiştir. Çözümlenecek sorun, "Vergi Usul Yasasına aykırı davranmak suçlarında; tüzel kişiliği olmayan işyerlerinin işletilmesi için o işyerinin vergi mükellefi olmayanlara verilen vekaletnamelerin araştırılmasına gerek olup olmadığı ve bunun sonucu olarak da vekillerin cezai sorumluluklarının bulunup bulunmadığına" ilişkindir. 213 sayılı Vergi Usul Yasasının 8. maddesine göre mükellef, ( Yükümlü ) kendisine vergi borcu yüklenen gerçek veya tüzel kişilerdir. Vergi sorumlusu ise, verginin ödenmesi bakımından alacaklı vergi dairesine karşı muhatap olan kişidir. Maddenin 3. fıkrasına göre, "mükellefiyet veya vergi sorumluluğuna ilişkin özel sözleşmeler vergi dairelerini bağlamaz". Yasanın 10. maddesinin 1. fıkrasında ise, "Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, Vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevler kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirilir" denilmekte ve takip eden fıkralarda ise temsilcilerin mali sorumlulukları açıklığa kavuşturulmaktadır.

Vergi Usul Yasasının 331. maddesinde, "Vergi Kanunları hükümlerine aykırı hareket edenler, bu kitapda yazılı vergi cezaları (kaçakçılık, ağır kusur, kusur ve usulsüzlük cezaları) ve diğer cezalar ile cezalandırılır" hükmü yer almaktadır. 332. maddede,

"küçüklerin ve kısıtlıların ceza muhatabı olmadığı haller", 333. maddede ise "Tüzel kişilerin sorumluluğu" düzenlenmiştir. Yasanın 338 ve devamı maddelerinde iştirak, tekerrür, içtima ve birleşme, özel hükme bağlanmıştır. Ceza Yasası, İdari Vergi Hukukunda uygulanamayacağından Özel Hükümler konulmuştur. Ancak, Ceza Yasasının genel hükümleri Vergi Usul Yasasının cezalandırma ile ilgili bölümünde hüküm bulunmayan hallerde uygulanacaktır. Cezanın kişiselleştirilmesi kuralı, fiili yapanın cezalandırılmasını gerektirir. TCY.nın 64. maddesine benzer bir hüküm, VUY.nın 338. maddesinde yer almıştır. Fiili işleyenin cezalandırılabilmesi için vergi yükümlüsü olması aranmamıştır. Suçu işleyen yasal temsilci her zaman mükellef olmayabilir.

Anayasanın 38. maddesi gereğince ceza sorumluluğu şahsi olduğundan, yükümlülük ( Mükellefiyet ) aranmadan, Vergi Usul Yasasına bilerek muhalefet eden işletme yetkilisinin cezalandırılması gerekmektedir. Ana ilkelerin dışına çıkılamaz. Ayrıca, 16.7.1981 gün, 17402 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan 143 Numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinde, "Bilindiği üzere, genel Ceza Hukukunun başta gelen prensiplerinden biri cezaların gerçek kişiler adına düzenlenmiş olmasıdır. Ayrıca cezanın, suçu bilfiil işleyen kimselere çektirilmesi de cezada şahsilik prensibinin gereğidir. Yapılan düzenlemede bu prensibe sadık kalınarak tüzel kişiliği ceza sorumlusu tutmak gibi bir anlayışa yer verilmemiştir. Fakat, genel Ceza Hukukunun prensiplerine uyum sağlamak için yapılan bu düzenlemedeki esas amaç, suçun şekil sorumlusu olan kanuni temsilcilerin değil, suçun ayrıntılarını bilen ve oluşmasında rolü olan temsilcileri cezalandırmaktır. Bu nedenle cezaya muhatap olacak kanuni temsilcilerin suç ve suçlu arasındaki illiyet bağı dikkate alınmak ve temsil yetkisinin bölüşümündeki ağırlık ve sınırlar araştırılmak suretiyle konuya açıklık getirilmiştir" denilmek suretiyle cezai sorumluluğun kimlere ait olduğu belirtilmiştir. Ülke dışında olan, hasta olması veya askerlik görevini yapması nedeniyle işinin başında bulunamayan işletme sahibi, vergi borçlusudur. Ancak talimat vererek suçun işlenmesine katıldığı ispatlanamadığı takdirde, vergi sorumlusu olması nedeniyle yokluğunda ve kendisinden habersiz olarak ticari işletmede işlenen satış fişi veya fatura kesmeme, yazar kasa kullanmama v.s. suçlarından cezalandırılamazlar. Tüzel kişiliği bulunmayan kuruluşlarda, olaydan önce, vekaletname ile yönetimi yüklenen, suçun ayrıntılarını bilen ve suçun oluşmasında rolü olan temsilcilerin cezalandırılmaları gerekmektedir. Maddi olayda, tüzel kişiliği bulunmayan ve eşinin ortak olduğu lokantayı işleten sanığın 3100 sayılı Yasanın Mükerrer 8. maddesine aykırı olarak müşterilere satış fişi vermediği iddia edildiğinden, bu işyerinin vergi mükellefi olmadığı ve eşinin vergi yükümlüsü olduğunun tespiti halinde, eşi ve lokantanın ortağı olan Şemse tarafından verilen vekaletname örneği getirilerek suç tarihinden önce lokantanın işletilmesi, ticari faaliyetin yürütülmesi için kendisine yetki verilip verilmediği, suçun oluşumuna ne şekilde katıldığı da saptanarak sonucuna göre, sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerektiğinden,Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir…” YCGK.

1991/9-228 E. 1991/326 K. 25.11.1991 T. (Karar metinleri için bkz. www.kazanci.com)

1064 YÜCE, Temel, s. 104; TANER, Umumi, s. 578.

126

ölümü halinde adli para cezasının terekeden ya da mirasçılardan tahsiline engel olur.1065 İlkenin esasında ilk çağrıştırdığı anlam da yalnızca başkasının fiilinden sorumlu olmamadır.1066 Ancak ilkenin bu şekilde yorumu, uygulama alanını daraltacağı ve amaçlananın gerçekleşmemesine neden olacağı yönünde eleştirilmektedir.1067 Bu nedenle doktrinde ağırlıklı olarak bu ilkenin birbirini tamamlayan iki alt unsurdan oluştuğu dile getirilmektedir. İlki kişinin kendi kusurlu fiilinden sorumlu olmasıyken; ikincisi üçüncü kişinin fiilinden sorumlu tutulamamasıdır.1068 Yargıtay’ın da görüşü bu yöndedir.1069 Yani, ceza sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için işlenen fiilin kişiye yalnızca maddi olarak ait olması yeterli olmamakta, ayrıca fiilin kişiye manevi olarak bağlanması da gerekmektedir.1070 Bu nedenle hem başkasının fiilinden sorumluluk hem de objektif sorumluluk bu ilkeye dolayısıyla anayasaya aykırıdır denilmektedir.1071 Yani bu ilke, kusur ilkesiyle birlikte değerlendirilmektedir.1072 Ancak “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ile “kusursuz suç olmaz” ilkeleri aralarında yakın bir ilişkinin bulunmasına karşın birbirlerinden ayrı ilkelerdir.1073 Her ne kadar geliştirici yorumla “ceza sorumluluğunun

1065 İÇEL/SOKULLU AKINCI/ÖZGENÇ/SÖZÜER/MAHMUTOĞLU/ÜNVER, s. 14.

1066 ÖZEK, Çetin, Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, İstanbul 1972, s. 299-300.

1067 PISAPIA, s. 108.

1068 JESCHECK, Hans Heinrich, “Rechtsvergleichende Bemerkungen zum Entwurf des allgemeinen Teils eines neuen Türkischen Strafgesetzbuchs von 1989”, Türk Ceza Kanunu Tasarısı İçin Müzakereler – Diskussionsbeiträge zum Entwurf des Türksichen Strafgesetzbuchs, Konya 1998, s. 15; CİHAN, Erol, “Ceza Sorumluluğunun Esaslarında Doktrinde ve Uygulamadaki Sorunlar”, Türk Ceza Kanununun 2 Yılı, İstanbul 2008 s. 49; AYDIN, Öykü Didem, “Ceza Hukuku’nun Çağdaş İlkeleri ve Avrupa Birliği Kriterleri Açısından Türk Ceza Kanunu”, TBBD, S. 53, 2004, s. 74. BİRTEK, s. 71. “Ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesini yalnızca kişinin kendi fiilinden sorumlu tutulması olarak kabul edenler objektif anlayışı; ayrıca kişinin kusurlu olması gerektiğini kabul edenler ise sübjektif anlayışı benimsemektedir. Bkz. ÖZEN, Objektif, s. 306; ÖZEN, “Tüzel”, s. 69.

1069 “…sanıkların inançla bağlandıkları yehova şahitliği ister müstekil bir din veya mezhep veya tarikat isterse dinsel topluluk kabul edilsin, herhalde bir dini görüş ve düşünce sistemidir ve bu itibarla anayasanın teminatı altındadır. O halde haklarında kamu davası açılan ve yargılamaları sonunda hükümlendirilen sanıkların hukuki durumlarının, yehova şahitleri olarak tanımlanan dinsel kuruluşun uluslararası varlığı hakkında yargılama yapıldığı düşüncesine uyandırabilecek biçimde konunun sınırlarını zorlamadan, sanıkların dava konusu eylemlerine münhasır tutmak zorunluluğu vardır. "YCGK.nun 24.3.1980 gün E.1979/276, K. 1980/115 sayılı kararı" Bu zorunluluk dayanağını anayasanın 38. maddesinde yer alan "Ceza sorumluluğunun şahsiliği" temel ilkesinden almaktadır. Bu ilke kişinin ancak serbest iradesi ile oluşturduğu kusurlu fiilden sorumlu tutulması sonucunu doğurur. Bu nedenle bir topluluğun suç işlediğini ileri sürerek topluluktaki kişileri sorumlu tutmak belirtilen temel ilkeye, aykırıdır. Kişiler ancak hukuka aykırı neticeye yönelen, iradi kusurlu fiillerinin saptanması halinde cezai sorumluluk taşırlar.

İnceleme konusu karada ise, her ne kadar aksi iddia edilse de yehova şahitliği dinsel görüşü yargılamış ve "yehova şahitliğinin dini birlik ve ibadet yönünden sakıncası olup olmadığı" yolunda açıklanan anayasa ilkelerine aykırı şekilde düşünce bildirilmesi için görevlendirilen bilirkişi kurulu çoğunluğunun düzenlediği yetersiz rapora dayanılarak bu dinsel görüş, müstakil din olmadığı gerekçesi ile anayasa teminatından mahrum kabul edilmiş sanıkların kişisel eylemlerinin TCK.nun 163. maddesine uyar şekilde suç teşkil edip etmedikleri araştırılıp saptanmadan, yalnızca yehova şahidi olmaları mahkumiyetleri için yeterli görülmüştür. Bu kabul uygulamanın kanuna aykırılığı açıktır. Kaldıki sanıkların eylemleri olarak tesbit edilen cemaat oluşturma, dinsel inanışlarına göre ibadet etme, toplanma inanışların öğretme ve yayma faaliyetleri, din ve vicdan hürriyetini koruyan anayasanın 24. maddesinin sınırlarını aşmamış ve maddenin son fıkrasında yazılı hürriyeti kötüye kullanmak ve istismar etmek durumuda gerçekleşmemiştir. Başkasına satıldığı anlaşılan "mukaddes kitap gerçekten tanrının sözümüdür" adlı kitapta ise TCK.nun 163.

maddesinde yazılı suçu oluşturacak unsurların bulunmadığı YCGK.nun yukarıda anılan kararı saptanmıştır…” Y. 9. CD.

1985/2623 E. 1985/3431 K. 14.6.1985 T. (Karar metni için bkz. www.kazanci.com)

1070 SOYASLAN, Genel, s. 431.

1071 YARSUVAT, s. 903-904. Her ne kadar doktrinde tüzel kişilerin ceza sorumluluğu benimsendiği takdirde “yarın da bir köyde veya mahallede suç işleyen bir kişi için orada oturan başkalarını cezalandırmak gündeme gelebilir” eleştirisi yapılmaktaysa da bu eleştirinin yerinde olmadığı zira tüzel kişinin ceza sorumluluğuna gidebilmek için onun kusurlu iradesini gösteren ve onun adına ve hesabına gerçekleştirilen bir fiilin gerekli olduğu yönündeki görüş için bkz. ŞEN, Anayasa, s. 150.

1072 ÖZTÜRK/ERDEM, s. 52; CENTEL/ZAFER/ÇAKMUT, s. 44; YAŞAR/GÖKCAN/ARTUÇ, s. 500. Söz konusu kabulün hem ulusal hem de uluslararası ceza hukukunda geçerli olduğu yönünde bkz. TEZCAN, Durmuş/ERDEM, Mustafa Ruhan/ÖNOK, Murat, Uluslararası Ceza Hukuku, Ankara 2017, s. 414.

1073 ÖZGENÇ, Genel, s. 877; ÖZEK, Basın, s. 305-306.

127

şahsiliği”nin kişinin sadece kendi kusurlu fiilinden dolayı sorumlu tutulması şeklinde anlaşılması önerilmekteyse de en sağlıklı çözümü anayasanın 38. maddesine “kusursuz suç olmaz” ilkesinin yeni bir fıkra olarak eklenmesi oluşturacaktır.1074 Bu nedenle tüzel kişilerin kusurlu olup olamayacakları bir sonraki başlıkta değerlendirilecektir.

“Ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesi tüzel kişilerin fail olamayacağını göstermektedir.1075 Anayasada geçen “şahsi” ifadesinin “insan kişiliği” şeklinde yorumlandığı görülmektedir.1076 Ancak sözlükte “şahsi” ifadesinin “kişisel” anlamına geldiği belirtildiğinden1077 ve kişi ile hem gerçek hem de tüzel kişi ifade edildiğinden, söz konusu yorum yerinde değildir. Ayrıca bu ilkenin sadece gerçek kişileri kapsama alıp, tüzel kişileri bu kapsamın dışında tuttuğuna ilişkin anayasada herhangi bir açıklık bulunmamaktadır.1078 Ancak tüzel kişilerin bu ilkenin kapsamında olmadığının gerekçesini tüzel kişinin iradi bir davranışı gerçekleştirememesi oluşturmaktadır.

Doktrinde her ne kadar yerinde olmasa da tüzel kişilerin iradi bir davranış gerçekleştirmesinin mümkün olduğunu savunanlar bulunmaktadır. Bu görüşe göre tüzel kişilerin, organları veya temsilcisi vasıtasıyla kendine has bir sorumluluğunun bulunduğu kabul edilmelidir. Bu kabul, “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesine aykırılık taşımamaktadır ve böylece tüzel kişi hakkında güvenlik tedbirlerinin uygulanması mümkün hale gelmektedir.1079 Bu görüşe göre günümüzün ekonomik ve sosyal koşulları da dikkate alınarak, tüzel kişilerin de ceza sorumluluğunun varlığının kabulü gereklidir. Nitekim organlarının kolektif kararları ile tüzel kişinin bireysel suçlu iradesi oluşmaktadır. Bu kabul, tüzel kişilerin gerçeklik teorisine uygun şekilde, ceza hukuku yaptırımlarındaki farklılıklar dışında gerçek kişiler gibi ceza sorumluluğu olduğunu göstermektedir.1080 Bu görüş, tüzel kişinin organlarının davranışının tüzel kişinin kendi davranışı olarak kabul edilmesi gerektiğini savunur.1081 Hirsch bu yaklaşımı benimseyerek tüzel kişilerin davranış yeteneğine sahip olduğunu ve görevlileri tarafından gerçekleştirilen davranışların tüzel kişiye atfedilmesini mümkün görmektedir.1082 Bu nedenle “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesine

1074 ÖZEN, Objektif, s. 338. Ancak karşıt düşünce olarak şayet fiilin kusurlu olması aranmasaydı, söz konusu hükmün “ceza sorumluluğu faile ait fiildendir” şeklinde ifade edilmesinin gerektiği ileri sürülmektedir. Bu görüşe göre şahsilik, şahsiyeti, şahsiyet ise irade sahibi olmayı ve de kusurluluğu ifade etmektedir. Bkz. ÖZEK, Basın, s. 307-308. Ancak sözlükte şahsi, “kişisel”; şahsilik

“kişisellik”, kişisellik “kişisel olma durumu”; kişisel ise “kişi ile ilgili, kişiye ilişkin, kişinin kendi malı olan, şahsi, zati” şeklinde tanımlanmış olup (bkz. TÜRK DİL KURUMU, s. 1449, 2197) söz konusu tanımın kusurluluğu da ifade ettiği çıkarımında bulunmak güçtür.

1075 VIDAL/MAGNOL, s. 67; DÖNMEZER/ERMAN, C. II, s. 716; ŞAHİN, Cumhur/GÖKTÜRK, Neslihan, Ceza Muhakemesi Hukuku - I, Ankara 2019, s. 31.

1076 Bu görüşün bir diğer gerekçesi olarak “ceza sorumluluğunun şahsliliği” ilkesinin düzenlendiği Anayasanın 38. maddesinin 5.

fıkrasında “hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz” şeklindeki hüküm gösterilmektedir. Nitekim bu hükümde de “kimse” ifadesi geçmektedir ve tüzel kişinin yakınlarının ya da akrabalarından bahsedilmesi mümkün değildir. Bkz. ERMAN, Ticari, s. 106.

1077 TÜRK DİL KURUMU, s. 2197.

1078 AYM, 1988/15 E. 1989/9 K. 14.2.1989 T. (20776 sayılı 4.2.1991 tarihli Resmî Gazete). TCK’nın 20. ve 60. maddesi bir arada düşünüldüğünde “şahsi” ifadesinden yalnızca gerçek kişilerin anlaşılması gerektiği yönünde bkz. ÖZEN, Genel, s. 289.

1079 NISCO, s. 86.

1080 AYM, 1988/15 E. 1989/9 K. 14.2.1989 T. (20776 sayılı 4.2.1991 tarihli Resmî Gazete)

1081 ORMEROD, David/LAIRD, Karl, Smith and Hogan’s Criminal Law, Oxford 2015, s. 934.

1082 WEIGEND, s. 937.

128

herhangi bir aykırılıktan bahsedilemez denilmektedir. Zira suç teşkil eden fiilin gerçekleştirilmesine ilişkin iradenin oluşumuna söz konusu görevliler katkı sağlamışlardır. Bu kapsamda tüzel kişilerin irade özgürlüğü bulunmaktadır.1083 Söz konusu iradeye karşı çıkanlar dahi işlenen suç nedeniyle örneğin tüzel kişinin kârının çoğalması ya da sermayesinin artması gibi bir yarar elde etmişlerdir.1084 Bu nedenle tüzel kişiyi temsil eden gerçek kişilerin yanında tüzel kişilere de ceza verilmesi gereklidir. Bu görüşe göre nasıl ki tüzel kişilerin temsilcilerinin olumlu hareketleri tüzel kişiye yansıtılıyorsa olumsuz hareketleri de yansıtılmalıdır.1085 Özellikle çevre suçları bakımından tüzel kişilerin ceza sorumluluğunun kabul edilmesi, toplum düzeninin sağlanmasında bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır denilmektedir. Zira gerçek kişilere kıyaslandığında tüzel kişilerin çevreye verdiği zarar ya da tehlike çok daha fazladır.1086

AYM de anayasada, tüzel kişilerin ceza sorumluluğunu engelleyen herhangi bir hükme yer verilmediğini ve bu kapsamda “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesinin tüzel kişilerin ceza sorumluluğunun kabulünde sorun yaratmadığını düşünmektedir.1087 AYM, “ceza sorumluluğunun şahsiliği”nden, cezaların sadece “suçu işleyenlerle ortakları hakkında uygulanması”nı, yani herkesin yalnızca kendi fiilinden ötürü sorumlu tutulmasını ve suç işlenmediği ya da işlenmesine teşebbüs edilmediği takdirde kimsenin ceza sorumluluğundan bahsedilemeyeceğini anlamaktadır.1088 Ayrıca, üçüncü kişilerin fiilinden dolayı sorumluluğu “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesine aykırı görürken, kişinin bu fiilinden dolayı kusurunun varlığının aranmasına değinmemektedir. Yani hem objektif sorumluluk hallerini hem de tüzel kişilerin ceza sorumluluğuna yer veren düzenlemeleri anayasaya aykırı olarak değerlendirmemektedir.1089 AYM’nin “ceza sorumluluğunun şahsiliği”ni, üçüncü kişilerin fiilinden dolayı sorumluluğun bulunamayacağı şeklinde yorumlaması dahi tüzel kişilerin ceza sorumluluğunu öngören normların anayasaya aykırılık teşkil ettiğinin göstergesidir. Zira tüzel kişinin organlarının ya da temsilcilerinin fiilinden tüzel kişinin sorumlu tutulması üçüncü kişinin fiilinden sorumluluk anlamına gelir. AYM’nin bu yorumu karşısında tüzel kişilerin ceza sorumluluğunun kabul edilmesi anayasaya aykırılık oluşturur. Ancak AYM’nin kararlarına bakıldığında tüzel kişiyi bir gerçeklik olarak algıladığı, “organların kolektif iradesi”ni tüzel kişinin bağımsız iradesi olarak kabul ettiği bu

1083 ÁDÁM, s. 17-18.

1084 GÜRAL, s. 86.

1085 ŞEN, Ersan, Çevre Ceza Hukuku (Ceza Hukuku Açısından Sağlıklı ve Düzenli Çevrede Yaşama Hakkı), İstanbul 1994, s.

141.

1086 İNCE TUNÇER, Asuman, “Tüzel Kişilerin Cezai Sorumluluğu”, Dr. Dr. H.c. Silvia Tellenbach’a Armağan, Ankara 2018, s. 706. Ancak bu suçlarla mücadelede eğitim ve buna ilişkin politikaların oluşturulması önem arz eder. Bkz. SOKANOVIĆ, Lucija, “Die Strafrechtliche Verantwortlichkeit Der Juristischen Personen Im Lichte Des Neuen Kroatischen Umweltstrafrechts”, Zbornik Radova Pravnog Fakulteta u Splitu, god. 50, 4/2013, s. 990.

1087 AYM, 1988/15 E. 1989/9 K. 14.2.1989 T. (Karar metni için bkz. 20776 sayılı 4.2.1991 tarihli Resmî Gazete); Aynı yönde bkz. ERSOY, s. 139.

1088 AYM, 1966/14 E. 1966/36 K. 21.9.1966 T. (Karar metni için bkz. 12526 sayılı 13.2.1967 tarihli Resmî Gazete); AYM, 1991/2 E. 1991/30 K. 19.9.1991 T. (Karar metni için bkz. 21347 sayılı 16.9.1992 tarihli Resmî Gazete); AYM 1968/32 E. 1968/62 K.

14.12.1968 T. (Karar metni için bkz. 13243 sayılı 8.7.1969 tarihli Resmî Gazete); AYM, 1980/63 E. 1980/68 K. 11.12.1980 T.

(Karar metni için bkz. 17257 sayılı 20.2.1981 tarihli Resmî Gazete); AYM, 1991/18 E. 1992/20 K. 31.3.1992 T. (Karar metni için bkz. 21478 sayılı 27.1.1993 tarihli Resmî Gazete)

1089 ÖZEN, “Tüzel”, s. 72.