• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

1.2. TÜRKİYE’DE SİNEMANIN GELİŞİM SÜRECİ

1.2.4. Sinemacılar Dönemi

Türk sinemasının ilk sağlık belirtileri ise geçiş döneminin kapanışı, sinemacılar döneminin başlangıcıyla ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Türk sineması etkilerden, özellikle de yabancı etkiden uzak kalmıştır. Konuların büyük kısmı yerli kaynaklardan alınmış ve bu yıllarda film artışının yanı sıra sinemanın genel görümünde de bir değişim, bir eylem yaşanmıştır (Scognamillo,1998;139-140). Ters ve yanlış koruma düzeninin Türk sinemasında yol açmış olduğu film enflasyonu hızını bulup sinemayı tam bir çıkmaza sokmadan önce, yeni yönetmenler, Tiyatrocular ile Geçiş dönemi sinemacılarının etkisinden, dolayısıyla da tiyatrodan arınmış, direkt sinema dilini kullanan ürünler verme çabasına girmişlerdir. Bu yeni sinemacıların başında Lütfi Ömer Akad yer almıştır. Akad’ın 1952 yılında çektiği Kanun Namına tiyatro etkisinden çıkan ilk film olmuştur. Akad ile onu takip eden yönetmenler, sinema duygusu, anlayışı, sinema dillerini kullanışları, konuları seçme bakımından Tiyatrocuların özellikle de Muhsin Ertuğrul’un tam karşı kutbunu oluşturmuşlardır. Ertuğrul sinemayı ne denli tiyatrolaştırmışsa, sinemacılar da sinemaya o denli sinema özelliklerini kazandırmışlardır (Özön,1995;22).

1953 yılına gelindiğinde, her zaman Türkiye’deki maddi ve teknik imkanların yokluğundan yakınan Ertuğrul, Yapı Kredi Bankasının mali yönden desteklediği ilk renkli Türk filmi Halıcı Kız’ı çekmiştir. Ancak Muhsin Ertuğrul her türlü imkana rağmen ne bu filmde ne de bundan sonra çektiği filmlerinde istenen başarıyı sağlayamamış bu da adeta sinema hayatının sonu olmuştur (Onaran, 1981;135-142).

1950’li yıllardan 1960’lı yıllara doğru, Türkiye’de sadece sinemasal anlamda değil, politik anlamda da değişimlerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Türk siyasal yaşamında tek partili dönemden çok partili döneme geçişin sancıları yaşanmış, enflasyon ve özellikle ülkede baş gösteren gerici hareketler sinemayı da etkilemiş, zaten tiyatrocuların egemenliğine tam olarak son veremeyen sinema bu kez de dini

sömürülerin yapıldığı bir arenaya dönmüştür. Her şeye rağmen, Metin Erksan, Atıf Yılmaz Batıbeki gibi sinemacılar bu dönemde ortaya çıkmışlardır. Türk sinemasında ki Yeşilçam olgusu da ilk kez bu dönemde başlamıştır. Nasıl Türk siyasal yaşamında Demokrat Parti tek parti yönetimine tepki olarak doğmuşsa, Türk sinemasında da Yeşilçam, Tiyatroculara tepki olarak doğmuştur (Koncavar, 2000; 73).

Sinema 1949-1959 döneminde en canlı yıllarını yaşamıştır. 1950’lerde sinemacılar; yenilerle eskileri, yeni türlerle eski kalıpları bir araya getirerek Türk sinemasına bir coşku katmışlardır (Scognamillo,1998;137-141). Ancak bu dönem düzenli ve nitelik açısından verimli olmamıştır. Sinemaya yönelik doğru bir yaklaşım olmuş; sinemacılar, oyuncular yetişmiş, kimi hemen unutulacak, kimi zamana dayanacak ilginç ve olumlu yapıtlar ortaya çıkmıştır. Sinemacılar, daha önce denenmemiş ya da denenmiş konuları, eğilimleri, türleri değişik sonuçlarla beyaz perdeye aktarmışlardır (Scognamillo,1998; 185).

Nihayet 1960’lara gelindiğinde, Türk siyasal yaşamı çok önemli bir sürece girmiştir. 27 Mayıs 1960 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi krizi öne sürerek yönetime geçici bir süreliğine el koymuş ve Türk toplumsal yaşamında yeni bir dönem başlamıştır (Yaylagül,2000;60). 1960 Devrimi ve hemen ardından gelen 1961 Anayasası yepyeni bir özgürlük ve demokrasi rüzgarları estirmiştir. Siyasal alanda yaşanan bu değişiklikler sinemaya da yansımış ve Türk sineması soluk alma olanağı yakalamıştır (Koncavar,2000;73). Devrim ve yeni anayasa, o zamana dek zorla, baskıyla önlenmeye çalışılan ne kadar sorun varsa hepsini su yüzüne çıkarmış; bu da sinemacılar için tükenmez bir hazine olmuştur (Özön,1995;32). 1960 ile 1965 yılları arasında sinemada gerçekçilik denemeleri yaşanmıştır. Ancak bu denemeler tam bir “gerçekçilik” akımı şeklinde oluşamamış bir anlamda “yarım gerçekçilik” olarak kalmıştır. Tüm bu çabalar 1960 devrimi ve 1961 anayasasının özgürlükçü havası söndükten sonra gerilemiş ve zamanla tamamen ortadan kalkmıştır (Koncavar,2000;73).

Tüm bu değişimlerin yanı sıra 60'lı yıllarda sinemaya, melodram formuna bağlı, çocuk kahramanların rol aldığı "Sezercik", "Ömercik", "Ayşecik" filmleri eklenmiştir. Arabesk tarzın temellerinin atıldığı fakirlik, sakatlık, karşılıksız aşklar, kader kurbanları vb. dramatik Türk ekolünü yaratmış ve senaryolar aynı üslup ve konuları yıllarca

işlemişlerdir. Kısa zamanda ticari kaygılar sinemasal öğelerin önünü kesmiş, aynı tür filmlerde aynı oyuncular kamera karşısına geçmiştir. Hatta aynı senaryolar, dönemin gözde oyuncularıyla defalarca yinelenmiştir.

1964 yılında, Metin Erksan'ın yönettiği Susuz Yaz filmi Berlin Film Şenliğinde “Altın Ayı” ödülünü almış, böylece ilk kez bir Türk filmi uluslararası alanda başarı kazanmıştır. Ayrıca bu dönemde Lütfi Akad köy hayatını işleyen ilk Türk filmi olan Beyaz Geceler'i çekmiştir (www.mkutup.gov.tr, 08-08-2004).

Her şeye rağmen 60’lı yıllardan geriye doğru bakıldığında on yıllık dönem Türk sineması için büyük önem taşımıştır. Bu önem sinemanın gerçek anlamda bu dönemde başlamasından kaynaklanmıştır. 1914’ten 1950’li yıllara dek uzanan ilk dönem olan tiyatrocular ve geçiş döneminde Türk sineması özgün bir dilden yoksun yaşamıştır. Yönetmenler, bu dönemde düpedüz tiyatro dili kullanmışlardır. 1950-1960 yılları arasında ise, sinema terimleriyle düşünmek, sinema diliyle anlatmak çabalarına girmişler ve bunun ilk örneklerini vermişlerdir. Tüm bu gelişmeler uluslararası ölçütlere göre oldukça azdır; ama yine de ilk kez bir sinema eleştirme çabası, ciddi sinema yayınlarının başlaması, sinemacı-eleştirmen-izleyici arasında zaman zaman yararlı bağlar kurulması bu dönemde olmuştur (Özön,1995;29).