• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

1.2. TÜRKİYE’DE SİNEMANIN GELİŞİM SÜRECİ

1.2.5. Yeni/ Genç Türk Sineması Dönemi

Dönem, 1960 ihtilalinin ardından 1961 Anayasası’nın çıkarılmasıyla başlamıştır ve ilk adım Türkiye İşçi Partisi’nden gelmiştir. Parti, anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle sansürün kaldırılması için Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunmuş; ancak sonuç alamamıştır (Onaran,1999;102). Buna rağmen 1961 Anayasası sinemaya görece özerk bir ortam sağlamıştır. Bu ortam, umutları kısa süre de olsa canlandırmış, sinemaya yeni soluklar getirmiştir. Daha önce tabu olan, korkulan konular ele alınmış, gerçekçilik kısmen de olsa uygulanabilmiş ve sinema öz ile biçimde dil sorununu irdeleyebilmiştir. Dönem izleyici rekorlarının kırıldığı; sanatçı, yapımcı, teknik personel, yönetmen ve sinema tutkunlarının hızla arttığı, hareketli canlı bir dönem olmuştur (Aydın,1997;13). Canlanan sinema hayatıyla birlikte, yapımevleri de artmış, sinemaya klasik sermayenin dışında farklı şeyler üretmek isteyen bir sermaye kaynağı da girmiş ve yönetmenler, siyasal filmden deneysel filme kadar pek çok tür denemiştir. Arada çıkan kötü filmlere rağmen sinemada belli bir siyah-beyaz estetik oluşturulmuş,

sinema zanaatkârlıktan sanayileşmeye doğru yol almış ve ilk sinema klasiklerimiz bu dönemde ortaya çıkmıştır (Dorsay,1989;12).

Ancak tüm bu olumlu gelişmeler fazla uzun sürmemiştir. Sansür kurullarının aldığı kararlara uymayanlara verilen cezalar gülünç miktarlara indirilmiş, bu serbestlik ortamı da sinemaya fazla yaramamış ve müeyyidelerin zayıflığı sonucunda yozlaşmış arabesk melodramlar ortaya çıkmıştır (Onaran,1999;102).

Bu yıllarda halkın sevdiği hikayeler, halkın tuttuğu yıldızlar moda müzikler ortaya çıkmış, Türkan Şoray’lar, Hülya Koçyiğit’ler, Yılmaz Güney’ler bu dönemde ünlenmiş ve halka mal olmuşlardır. Ancak halk sineması da yozlaşma sürecinden kurtulamamış, ulusal niteliğini kaybederek kopya filmlere yönelmiştir (Aydın,1997;17).

1967’den sonra ise renkli film furyası başlamıştır. Renkli film yapımı maliyetleri ciddi anlamda arttırmış bu da, 60’ların ilk yarısının tersine, yenilikler arayan, deneyci, yürekli sinemasal çıkışları ve kişisel arayışları olan yönetmen sinemasını iyiden iyiye durdurmuştur. Ortada henüz ne televizyon ne de video vardır; ancak Türk sineması bu yıllarda büyük bir bunalım içine düşmüştür. Böylece Türk sineması 1970’lere büyük bir yozlaşma ortamında girmiştir (Dorsay,1989;13).

1968 yılında Türkiye televizyonla tanışmış, 1974’ten itibaren televizyon yavaş yavaş ülke çapına yayılmış ve Türk ailesi sinemadan kopmaya başlamıştır. Yeşilçam sineması bu dönemde yıldızları, fotoroman anlatımı, tiplemeleri bir kenara bırakmış, arabeske ve aileleri sinemadan uzaklaştırma pahasına seks furyasına yönelmiştir (Onaran,1999;102). Televizyonun veremediğini verme çabasına giren sinemacılar ortalığı sekse, şiddete ve vahşete prim veren filmlere boğmuş bu da ailelerin özellikle de kadınların sinemadan ayağını tamamen çekmesine neden olmuştur. 1975’lere gelindiğinde, artık ima yoluyla erotizm ya da belli ölçülerde verilen cinsellik de bir kenara bırakılmış ve Türk sineması açıkça porno bir sinemaya doğru gitmiştir. Zamanla artık normal filmlerin aralarına da parça parça bu sahneler yerleştirilmeye başlanmış, bunun sonucunda sinema, özellikle Anadolu’nun küçük kasaba ve kentlerinden tamamen silinmiştir. İlginç olan nokta; porno filmlerin doruk noktasına Milliyetçi- Muhafazakâr (MC) koalisyon dönemlerinde ulaşmış olmasıdır. Bu furya 1970’lerin sonlarına gelindiğinde çeşitli şikayetler üzerine iktidarların köklü önlemler almasıyla son bulmuş; ancak Türk sineması ağır bir darbe almıştır (Dorsay,1989;16-18).

1970’lere damgasını vuran bir diğer olay da Yılmaz Güney filmleri olmuştur. Güney’in sinema anlayışı, yalnızca kendinden sonra gelenleri değil, kendisine hocalık yapmış önemli yönetmenleri de etkilemiştir. Türk sineması, Muhsin Ertuğrul döneminden beri vazgeçemediği çeşitli kalıpları, klişeleri bir kenara bırakmış ve hayatın içinden gelen gerçekleri beyaz perdeye yansıtmaya başlamıştır. Yılmaz Güney, gerek yurt dışında gerekse yurt içinde aldığı ödüllerle, Türk sinemasının bir dönemine önemli bir sinema adamı olarak adını yazdırmıştır (Dorsay,1989;48).

Yaşanan bazı olumlu gelişmelere rağmen dönem yozluktan pek uzaklaşılamayan bir dönem olmuştur. Sıradan aile filmleri, arabesk melodramlar, sulu güldürüler büyük bir ağırlık oluşturmuştur. Sinemacılar harcamaları az tutarak, mümkünse aynı anda çok sayıda düzeyi düşük filmler çekmiştir. Uyarlama ve taklide dayalı, belirli kalıplarda, el çabukluğu ile kotarılan, konusu birbirinden türetilmiş, pek çok film ortaya çıkmıştır. Furyalar, fotoroman uyarlamaları, diziler ilerleyen yıllarda moda olacak salon güldürülerinin, polisiye ve dinsel filmlerin, westernlerin ve cinsel filmlerin başlangıcı olmuştur, her furya birkaç mevsim sürüp sona ermiştir. Yıldızcılık bu dönemin en tipik olgularından biri haline gelmiştir. 1966 yılında Türkiye 238 filmle dünya dördüncüsü durumuna gelmiş; ancak bu sinemanın intiharını da beraberinde getirmiştir (Aydın,1997;13). Sözlü kültürden yazılı kültüre geçmekte oldukça zorlanan Türk toplumunda, sinema alanında da, bu sancının derin izleri görülmüştür (Şasa,1993;38).

Sonuçta, Türk film seyircisi, televizyon, seks furyası, siyasal ve iktisadi koşullar, 12 Eylül öncesinin anarşi ve terör ortamı gibi nedenlerle sayıları gitgide azalan Türk sinema filmlerinden kopmuş ve artık en ucuz eğlence olan televizyona sığınmıştır.

II. BÖLÜM

TÜRKİYE’DE YAŞANAN EKONOMİK, SİYASAL, TOPLUMSAL, BİREYSEL DEĞİŞİMLER VE SİNEMA (1980–2004)

2.1. 1980-2004 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE’DE YAŞANAN EKONOMİK, SİYASAL, TOPLUMSAL VE BİREYSEL DEĞİŞİMLER

Türkiye’de sinemanın genel gelişim sürecine bakıldığı zaman, toplumun içinde bulunduğu sosyal ve siyasal koşullardan, ekonomik bunalımlardan, çalkantılardan bazen doğrudan bazen de dolaylı olarak etkilendiği görülmüştür. Bu nedenle çalışmamızın bu bölümünde 1980’den itibaren Türkiye’nin yaşadığı toplumsal, ekonomik, siyasal olaylar ve bireysel değişimler incelenmeye çalışılacaktır.