• Sonuç bulunamadı

1.3. ESERLERİ

2.1.6. Zaman

2.1.7.3.1. Sefih Ali

Metafetişizmin cisimleşmiş ruhu olan Sefih Ali, tek boyutludur; kişileşmiş bencilliğin, hırsın, kötülüğün, yozlaşmanın ve yabancılaşmanın öznesidir. İnsani ilişkilerin manevi boyutunu önemsemeyen ve parayı bir güç unsuru olarak gören Sefih Ali, başkasına ait olanı yağmalayan ya da çalan sömürücü bir tiptir. Fromm’ a göre sömürücü tipler, “başkalarından herhangi bir şey almayı bekle(mezler), istediklerini güç

ve hile ile başkalarından temin ed(erler).”70 Dolayısıyla üreterek, çalışarak ya da

mücadele ederek yaşamını devam ettirme gibi bir eğilimi olmayan Sefih Ali, yarar ve fayda sağlayabileceği tüm insanları ya da durumları bir nesne olarak değerlendirir. Onun düzeni kendisi merkezlidir; gerisinde kimlere nasıl zarar verdiğini düşünmeden sadece alır. Sefih Ali’ye göre dış dünya, süreklilik gösteren bir çizgide alma istemine imkan tanıyan bir yerdir. Bu düşünce, onun güvensiz kişiliğini ortaya koyar; çünkü bu tarz insanların herhangi bir çabaya dayanan etkin bir eylem alanı, sorumluluk bilinci veya erdem duygusu yoktur. En yakınındakinin tüm kazancını saldırarak ele geçirme, Sefih Ali için hazza ve geçim kaynağına dönüşür; bu nedenle insanlardan çok nesnelerle ilişki kurar.

2.1.7.3.2. Tannaz Mustafa

Tannaz Mustafa, zalimliğin cismanileşmiş görüntüsüdür. Sayar’a göre “zalimlik,

ötekini utandırarak, aşağılayarak, onun saygınlığını ayaklar altına alarak haklarını

69Ramazan Korkmaz, Romanda Entrik Kurguyu Oluşturan Değerlerin Görüntü Düzeyleri Üzerine Bazı

Öneriler, Grafiker Yay., Ankara, 2002, s. 278.

değersizleştirerek zulmünü icra eder.”71 Zulmünü işkenceyle icra eden Tannaz Mustafa,

yıkıcı bir insandır. Onun ruhunu saran yıkıcılığın kökeni, sadizm temellidir ve dışa dönüktür. Dışa dönük olması, çevresi için güçlü bir tehdit ve tehlike unsuru barındırdığını gösterir. Sadist insan, başkasının acı çekmesinden haz duyar, baskı altına alma ve tutsak etme gibi içgüdüsel dürtülerle beslenir. Bu dürtülerle yaşayan Tannaz Mustafa, Deryakeş’i öldürerek ve Karanfil Yorgaki’ ye tecavüz ederek varlık alanlarına acımasızca/pervasızca saldırır. O, insanların en savunmasız anlarını yakalayarak bir sırtlan gibi üzerlerine çöker; güçsüz ve zayıf olan kimseleri/ durumları hedef alır.

Kendisi dışında hiç kimseyi umursamayan Tannaz Mustafa, mutsuzluğunu ve huzursuzluğunu başkasından intikam alarak gidermeye çalışır. Bu yönüyle Mustafa, tepegözdür. İnsanın en kutsal hakkını yaşamını elinden alarak ya da derin yaralar oluşturarak güç istencini ortaya koyar. Hastalıklı bilince sahip olan Tannaz Mustafa, kötülüğü simgeler. Baudrillad’a göre “kötülük lanetli bir pay gibidir; kendini harcayarak

yeniden üretir.”72Dolayısıyla bu yeniden üretim, Mustafa’nın iyiliği ve güzelliği içeren

hiçbir değere yönelememesine; yaşamı cehenneme çevirmesine neden olur

2.1.7.3. Nevres

Küçük yaşta annesiz ve babasız kalan Nevres, incinmiş bir ruhtur. Anne ve babayla bağ kuramamanın yol açtığı incinmişlik, içe kapanma ve dünyayla iletişimini sonlandırma gibi psikolojik bir eksiklik yaratır.Eksikliğini kendisine bile itiraf edemeyen Nevres, herkesten kaçar; kaçış, bir süre sonra Nevres’i şizofrenik bir hastaya dönüştürür. R.D.Laıng “Bölünmüş Benlik” adlı eserinde “bir şizofren(in) çok şeffaf ve kırılgan bir

camdan yapıldığını, ona yönelen bakışın onu parçalara ayıracağını ve kendisini delip geçeceğini söyler.”73 Şizoit durumun öne sürümü olan bir kişilikle dışarı ve içeri arasında

ortak bir yaşam alanı kuramayan Nevres, kendini dış dünyadan yalıtır ve diğer insanların mutsuzluğunu üreterek herkesin bu olumsuzlanan algıda yer almasını ister. Fromm bu durumu, “kinci yıkıcılık”74 tanımlamasıyla açıklar. Nevres, kimsesizlikten kaynaklanan

71Kemal Sayar, Merhamet, Timaş Yay., İstanbul, 2013, s. 51.

72Jean Baudrillad, Kötülüğün Şeffaflığı, Aşırı Fenomenler Üzerine Bir Deneme, Çev. Işık Ergüden,

Ayrıntı Yay., 2012, s.104.

73R.D.Laıng, a.g.e. 2012, s. 93.

düş kırıklığı nedeniyle çevresindekileri cezalandırmak ister, büyük bir sanrıya dönüşen öfkesinden dolayı bu hissiyatından başka hiçbir şey hissedemez, düşünemez duruma gelir;

“Sadece öfke… Ara sıra yüreğini yoklayan ve çekip gittiğinde geride korkunç bir

boşluk bırakan ve o boşluğun ta dibinde, kaynamak üzere olan su gibi ıslığıyla olacakları muştulayan öfke… Yokluğunu girdaba çevirip hatıraların enkazını emen varlığını tufana çevirip önüne çıkanı ezen öfke…” (s. 175)

Öfke, Nevres’i çepeçevre kuşatmıştır. Bu durum, somut bir güçsüzlük belirtisidir. Nevres, güçsüzlüğünün ve eksikliğinin dayanılmaz acısından kurtulmak için, herkesi paramparça etmeye yönelir. Ezdiği ve yok ettiği her şeyin kendisine bir üstünlük sağladığını zanneden Nevres, sevince ve mutluluğa ilişkin tüm güzellikleri yadsır; çünkü o, günahı kurcalamayı, yasağı delmeyi, kötüyü deşmeyi sev(en)” biridir. Kepoz adlı cinin kolundaki çuvaldızı çıkararak onu serbest bırakması ve lanet olarak bilinen akkarıncayı görmesi bu durumu somutlaştırır. Kötülüğün ve nefretin kişiler düzlemindeki simgeleyicisi olan Nevres, bırakılmışlığın, yalnızlığın ve yabancılaşmanın cisimleşmiş halidir.

2.1.7.4.Fon Karakterler

Fon karakterler, genel olarak boyut değiştirmeyen ve yok denecek kadar az bir derinliğe sahip olan kişilerden oluşur. Şerif Aktaş’a göre“(fon karakterler),dekoratif

unsur niteliği”75 taşır.

Romana fon karakter görünümüyle yansıyan kişiler; Kevser Nine, İsmihan Kadın, Şebgir Kamer, Sidikli Safiye, Bedrenk Asiye, Macuncu Makbule, Şeyh Mehmed Mühür Efendi, Kul Hüseyin, Budala Tosun, Zeliha, Şeyh Abdülfettah, Çelebi Şeyh, Safinaz, Hezarpare Horoz Baba, Civan Ömer, Cenaze Mustafa, Lodos Lütfi, Nakş-Nigar, Hokkagül İfakat, Meyhaneci Manol, Kaymaktabağı Rana, Akrep Arif, Nevres’in halası, annesi ve babası, Civan Ömer, Beberuhi Rıza, Akrep Arif, Tokatlı Lütfi, Dikran, Artin, Nuritza, Düşükçene Pakize, Semiz Halil, Nazikter Kalfa, Pinhan’ın annesi, Emsalinur, İdris, Kepoz, Pirelik, Pirabok,, Hezarpare Horoz Baba, Mısırlı İbrahim Efendi’dir. Bu karakterler, başkişinin yaşadığı mekanları ve şartlarını somutlaştırmak görevi üstlenirler;

romanın akışına hız kazandırıp zamanın ve sosyal ortamın değişmesini sağlarlar. Dramatik aksiyonun gelişim çizgisine işlevsellik kazandıran fon karakterler, kurmaca metnin yazıldığı döneme ait önemli bilgiler verirler.

2.1.8. İzleksel Kurgu

İzleksel kurgu, başkişinin ve yazarın şahsi mitini içerir. Psikolojik boyutlu söylemle metne yansıyan izleksel kurgu, dramatik aksiyonu sağlayan üç görüntüyü içerir; kişi, kavram ve simge düzeyi. Bu görüntü düzeylerinde yer alan ülkü ve karşı değerleri

Kora şemasında76 aktarırsak;

KORA

76 Ramazan Korkmaz 2002, a.g.m., s.73.

ÜLKÜ DEĞERLER KARŞI DEĞERLER

KİŞİLER

Pinhan, Dürri Baba, Karanfil Yorgaki, Dertli Hagopik, Dulhani Hasan, Kevser Nine, Şeyh Mehmed Mühür Efendi, Hoyrat Hacer, Macuncu Makbule, Kul Yusuf, Tokatlı Lütfi, Ohannes Usta, İsmihan Kadın, Hokkagül İfakat, Kaymaktabağı Rana, Sidikli Safiye, Hezarpare Horoz Baba, Akrep Arif, Şebgir Kamer,Nakş-I Nigar, Züleyha, Düşükçene Pakize, Boynukırık Abdullah, Lodos Lütfü, Çelebi Şeyh, Meyhaneci Manol, Felekmeşreb Ferid ,Bedrenk Asiye, Civan Ömer, Nazikter Kalfa, Deryakeş,Sallabaş Dürdane, Maile, Naile, Sidikli Safiye, Ganime, Şehla, Eligüzel Emine, Vesile

Can Feza, Kavanoz Bekir, Sefih Ali, Cüce Cafer, Nevres, Ceviziçi Tahir, Safinaz, Kepoz, Emsali Nur, Mısırlı İbrahim Efendi, Semiz Ali, Tannaz Mustafa, Beberuhi Rıza, Sarsak Zehra

KAVRAM

Kendilik bilinci, Özgürlük ve Sorumluluk, Cinsel Kimlik Farkındalığı ve Dönüşüm, Kültürel Değerler ve İnanç Olgusu, Ölüm, Tasavvuf, Yalnızlık,

Yabancılaşma ve Aidiyet Sorunu, Yalnızlık, Umutsuzluk ve Bedbinlik, Kültürel Ve Ahlaki Çürüme, Umutsuzluk, Maddeleşen Değer Dünyası, Huzursuzluk

SİMGE

İnci, Ney, Nazar, Musiki, Ebru, Ad, Elma Ağacı, Rüya, Su, İstanbul, Tekke, NidaHamamı, Bir, Dört ve Yedisayısı, Sandık, Toprak-Su-Hava- Ateş,Ruz-ı muhabbet, Üzüm suyu, Kapı

Erda (Ak Karınca), Eşik(Araf), Sapan, Kılıç Şeklinde Yıldız, Siyah, Yılan, Kara Kış, Yüzük, Mezarlık, Gece, Kan, İki sayısı,

2.1.8.1. Yabancılaşma

Yabancılaşma, insanın kendi iç kaynaklarına yönelmesini engelleyen ve dış uyaranlara tepkisiz kalmasına neden olan yıkıcı bir dürtüdür. Yabancılaşan insan, bu ruhsal hastalık tarafından kuşatıldığı için sağlıklı düşünebilme gücünü yitirir, kendisine özgü duyuş ve biliş yeteneğini kaybeder. İnsanı tek düzeleştiren, sıradanlaştıran ve herkesleştirerek yığın haline getiren yabancılaşma, bireyden topluma doğru genişler.

2.1.8.1.1. Bireysel Yabancılaşma

Bireysel yabancılaşma, insanın kendiliği üzerinde kontrolünü kaybetme ve kimliğine ait değerlerden tamamıyla kopma halidir. Bu yabancılaşma türü, varoluşumuzu baskı altına alır ve değer dünyasını saldırgan bir yönelimle yok etmeye çalışır. Psiko- ruhsal boyutlu bu yok edilme sürecini yaşayan başkişi Pinhan; kimlik belirsizliği, sevgisizlik, iletişimsizlik, çaresizlik ve yalnızlık sorunlarının yarattığı bunalımda bir yabancıya dönüşür. Özgür iradesine dayalı eylemleriyle şekillenmesi gereken yaşamında tam bir karmaşa hakimdir. Başkişi Pinhan’ın böyle bir çıkmaza sürüklenmesinin temel nedeni, kimlik belirsizliğidir. Geceleri büyük bir acı içinde kıvranan Pinhan, kendilik sancıları çeker; kimselerle paylaşamadığı bu durum, zamanla beraber Pinhan’ı paramparça eder. Cinsel alanda kadın mı yoksa erkek mi olduğunu bilmeyen ve bedenine dokunduğu zaman ikibaşlılığını fark eden Pinhan, derin bir kaygının içinde hapsolur. Soren Kıerkegaard “kaygının nesnesi, korkudan farklı olarak hiçliktir”77 der. Hiçlik,

Pinhan’ın kendisini koruma dürtüsünü yetersiz ve eksik bırakır. Pinhan, geceleri tanımadığı bir gücün etkisi altına girdiğini görür; bu durum Pinhan’ın iç dünyasına yansıyarak bütünlüğünü bozar. Halbuki her insanın varlığını devam ettirebilmesi için uyumlu ve dengeli bir kişiliğe ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacına karşılık bulamayan Pinhan, kendisi ve dünyayla arasındaki tüm bağları travmatik bir şekilde reddeder. Rollo May Yaratma Cesareti adlı eserinde “dünya kişiyle her an ilişki içindedir. Dünyayla benlik

arasında ve benlikle dünya arasında kesintisiz bir diyalektik süreç süregider; bu iki kutuptan her biri diğerinin varlığına delalet eder ve bunlardan birinin yoksanışı her

77Soren Kıerkegaard, Kaygı Kavramı, Çev. Türker Armaner, Türkiye İş Bankası Yay., İstanbul, 2011, s.

ikisinin de anlaşılmasını olanaksız kılar. ”78 derken Pinhan’ın kaygı ve korku temelli

kaçış ve içe kapanma sorununa gönderme yapar. Bu çözümsüzlüğü aşıp yüzünü hayata dönemeyen Pinhan, içsel ve dışsal dünyadan gelen tehlikelere karşı kendisini savunabilecek bir kişilik zırhına sahip değildir. Kişilik zırhının işlevsizliği, tedirginlik ve gerginlik oluşturarak tepkisiz kalmasına ve kendisiyle sağlıklı bir ilişki kuramamasına neden olur;

“Gece çökünce, beş kardeş birbirlerine sokularak yattıkları yer yatağında,

karanlığı fırsat, yalnızlığı kılıf bilen hüzün, arz-ı endam ediverirdi. Çocuğun etrafında naralar atarak birkaç kez fırıl fırıl döndükten sonra, arsızca üstüne çöreklenir, acımasızca boğazını sıkar, sesini soluğunu keserdi. Çocuksa, hüzünle hesaplaşması sona erdiğinde, bir umutla ellerini vücudunda gezdirir; ama her seferinde bu karabasanın hakikat olduğunu görerek yattığı yerde tortop olur; kendi içine kıvrılırdı.” (s. 12)

İkibaşlılık, geceleri gün yüzüne çıkar; gece, niteliksel düzeyde karanlık bir zaman dilimine işaret eder. Gece, Cengiz Aytmatov’un “Gün Uzar Yüzyıl Olur” romanındaki gibi niceliksel zaman çizgisinden soyutlanarak bireysel boyuta taşınır. Pinhan, böylesine bir zamanda “arsızca üzerine çöreklenen, acımasızca boğazını sıkan, sesini soluğunu

kesen”bir acıda sıkışıp kalır. İkibaşlılık, Pinhan’ın üzerine karabasan gibi çöker; bedbaht, hüzünlü, güçsüz ve çaresiz bırakan ikibaşlılık, yutucu bir güç gibidir. Geceleri varlığı saran bu sanrıdan kaçıp kurtulmak ve güvenli ortama kaçmak istese de; Pinhan, bu anın hiç bitmeyeceğini ve kendisini terk etmeyeceğini zanneder. Geceleri farklı bir dünyanın içinde kendisini bulan Pinhan, güvenli ortamına kaçmaya çalışsa da bu düşüncesini eylemselleştiremez. İkibaşlılık, Pinhan’ın kendisi olarak hayatı deneyimlemesine izin vermez ve onu çaresizleştirir, umutsuzlaştırır. Paulo Freire’e göre “umutsuzluk

suskunlaşmanın, dünyayı yadsımanın ve dünyadan kaçışın bir biçimidir.”79derken

ikibaşlılığıyla baş edemeyen Pinhan’ın umutsuzluğuna vurgu yapar. Dünyayı yadsıyan, dünyadan kaçan ve suskunlaşan Pinhan, “ellerini vücudunda gezdirerek her seferinde bu

karabasanın hakikat olduğunu görür”, “kendi içine kıvrılır”. Bu durum, fiziksel tepkiden çok anne karnında cenin pozisyonu alan insanın görüntüsünü verir. Cenin pozisyonu, davranış boyutlu içe kapanışın bir simgesidir; psikolojik düzeyde korunma ihtiyacına işaret eder.Bu ihtiyacına dünyalık zamanında karşılık bulamayan Pinhan, özgür

78Rollo May, Yaratma Cesareti, Çev. Alper Oysal, Metis Yay., İstanbul, 2013, s.73. 79 Freire, a.g.e., 2011, s. 71.

atılımlardan yoksun kalır, yaşamını cehenneme çevirir. Kısır bir döngüye mahkum olan Pinhan, zamanda ve mekanda yer edinebileceği bir kendilik alanı bulamaz. İnsan, böylesine bir yaşamda kendini yabancı hisseder ve herşeyi taşınması gereken ağır bir yük olarak algılar. Yabancılaşma, bireyselliği tehdit eder; çünkü bu his, insanı yutmaya çalışırken ben olma eğilimimiz muğlaklığın içinde kalır ve zaman içinde bölünür. Bu sorunu yaşayan Pinhan, Bölünmüş Ben’dir. Laıng’e göre “bölünmüş benlik iki temel

durum yaşar. İlkin bireyin dünyasıyla ilişkisinde bir yırtılma, ikincileyin bireyin kendisiyle ilişkisinde bir kopma olur. Böylesi bir kişi kendini bu dünyada evinde veya başkalarıyla birlikte olarak yaşantılayamaz, aksine, kendini umutsuz bir yalnızlık ve yalıtılmışlık içinde yaşantılar.”80 Dolayısıyla bu yaşantılama biçimi, Pinhan’ı

olumsuzlukları aşma gücünden alıkoyar, içsel tehlikeler karşısında güçsüz bırakır ve kendisine ilişkin bilgisini sınırlar.

Pinhan’ın yabancılaşma sürecini ikibaşlılığının yanı sıra annesiz, babasız ve evsiz kalmasıyla da açıklamak mümkündür. Anne, baba ve ev yaşayacağı tehlikelere karşı insanı koruyan ve bir yere yada kişiye ait olduğunu hissettiren bir değer dünyası sunar. Bu değerlerden yoksun olması, Pinhan’ın imkansızlığını yüzüne haykıracak ve dışlanmaların oluşturduğu kabuğunu kırıp kendi içine bakmasını engelleyecektir. Babasını hatırlamaması, annesiyle paylaşabilme/konuşabilme ihtimalinin olmaması trajik tükenişini hızlandırır. Özellikle anneyle iletişim kuramama, sorunsal nitelikli algısını artırır. Jung’a göre “anne tüm deneyimleri içine alan biçim’dir.”81 Bu deneyimler,

insanın saklanabileceği /sığınabileceği bir korunaktır. Korunaklı mekanda büyüyüp gelişemeyen Pinhan, ailesiyle ilişkisinin ölümü nedeniyle yapayalnız kalır. Varlık sancısını tek başına üstlenerek yaşamak zorunda bırakılan Pinhan, bir süre sonra çevresinden uzaklaşmaya başlar ve ikibaşlılığının başkası tarafından ifşa edilerek sorgulanmasına tahammülsüzleşir. Pinhan’ın yaşadıklarının en yakın tanığı evidir. Fakat ev, fiziksel olarak bir barınaktır, algısal düzeyde Pinhan’a ait bir kendilik alanı sunmadığı için yıkıcı bir simgedir. Ev, ruhunu ve bedenini saran rahatsızlık duygusunu sağaltarak içtenlik değerleriyle buluşturan bir mekan değildir. Bachelard’a göre “ev, bizim

dünyadaki köşemizdir. Çok kez söylendiği gibi ilk evrenimizdir.”82İlk evrenin samimi ve

sıcak bir çağrışım taşımaması, parçalanmışlığını ve yaralanmışlığını iyice derinleştirir.

80 Laıng, a.g.e., 2011, s. 15.

81Carl Gustav Jung, Dört Arketip, Çev. İhsan Kırımlı, Kumsaati Yay., İstanbul, 2012, s. 34. 82Gaston Bachelard, Uzamın Poetikası, Çev. Alp Tümertekin, İthaki Yay., İstanbul, 2013, s. 13.

Zamanla beraber kahır ve sorun yumağına dönüşen Pinhan, herhangi bir çıkış noktası bulamaz. Kimsesizliği, yalnızlığı, yabancılığı, çaresizliği yaşamın uyumlu ve dengeli akışına katılmasına izin vermez.

Bireysel yabancılaşma; insanların varlık alanlarına fütursuzca müdahale eden Tannaz Mustafa, aşağılanmışlık psikolojisinin etkisini insanlardan intikam alarak gidermeye çalışan Cüce Cafer, bilmediği/tanımadığı insanlar hakkında iftiraya varan yalanlar uyduran Ceviziçi Tahir, hak etmeden isteyen ve çalarak düzenini idame ettiren Sefih Ali ve hastalıklı bir bilince sahip olan Nevres’in yaşamlarında da görülür. Bir çatışma durumu yaratan yabancılaşma, bu insanların yaşamlarında kimi zaman bir objeye ya da duruma kaçıp sığınma kimi zaman ise acımasız bir şekilde başkasına zarar verme gibi ruhsal bozuklukların oluşmasına neden olur. Hepsinin doğuşunda yer alan temel nokta, ontolojik uyumsuzluktur; çünkü kendisiyle uzlaşı kuramayan/bağdaşamayan her insan derin bir kırılma yaşayarak mutsuz ve yaralı bir bilince dönüşür.

2.1.8.1.2. Toplumsal Yabancılaşma

Toplum, ortak değerlere mensup insanların bir araya gelerek oluşturduğu topluluktur. Belli bir düzen çerçevesinde bir işleyişe sahip olan toplumun temel yapısı, insandır. Dolayısıyla bir insanın ya da küçük bir grubun yaşadığı sorun, sosyal ilişkiler düzenine zarar vererek toplumsal yabancılaşmayı doğurabilir. Toplumsal yabancılaşma, değerlerine karşı görmezleşen insanın ahlaki yapıdaki çözülüşü ve çöküşüyle ortaya çıkar.

Toplumsal yabancılaşma, İstanbul’u mikro boyutlu yansıtan Akrep Arif mahallesinin yozlaşma ve çürüme temelli sorunlarından kaynaklanır. Bir toplumun kimlik kazanmasında etkin rol alan mahalle, sosyal dokusunu güçlendiren değerlerden uzaklaştığı zaman, bağlayıcı ve bütünleştirici tüm normlar işlevini kaybeder. Anthony Giddens’e göre “eğer toplumu bir arada tutan değer ve normlar matlaşır, bütünde

çatlaklar oluşur ve bu çatlaklar zamanında tedavi edilmez ise o toplumda bir çözülme meydana gelir. Artık normlar ve değerler toplumun fertlerine aynı şeyler ifade etmez olur.” Değerlerin içeriğinden yoksun kalan ve ismini değiştirerek kendisi olmaktan çıkan Akrep Arif mahallesinde, karmaşa ve çatışma hakim konumdadır. Günübirlik endişeler, prağmatik kaygılar ve çıkar çatışmaları nedeniyle ahlaki dokusu hızlı bir şekilde çöken

Akrep Arif mahallesi, düzenini ve dirliğini yitirir. Bu durum, akkarınca Erda’nın bakış açısından verilir. Erda’nın anlatıcı tarafından seçilmesi tesadüfi değildir; laneti, uğursuzluğu ve hasedi simgeleyen akkarınca, mahalleye baktığı zaman değer dünyasındaki çözülüşe yakınen tanık olur;

“Hızla oradan uzaklaşırken, bir an için durup kısık gözlerle geriye baktı;

kardeşlerinin akıbetine değil, uzaklara, çok uzaklara ve yakınlara, çok yakınlara baktı.

İn, cin top oynayan sokaklara, hıncahınç dolan cami avlularına, sızım sızım sızlanan gıcır

gıcır gıcırdayan mezarlıklara, buram buram lavanta kokan çeyiz sandıklarına, tıklım tıklım kahvehanelere, sıkış pıkış meyhanelere, güm güm atan yüreklere, fırıl fırıl dönen dolaplara, satır satır okunan dualara, demadem bileylenen beddualara, günbegün artan yoksulluğa, göz alıcı renkleriyle pırıl pırıl parlayan mücevherlere, o mücevherler için işlenen cinayetlere ve oluk oluk akan kanlara baktı. Gurubun ilk şulesi altında, ademoğullarının Havvakızlarının türlü türlü huylarına, öfkeyle, hasedle, kinle baktı…” (s. 69)

Ak karınca Erda, mekanın yüzüne sinen bozulmuşluğu görür. Mahalle, birliktelik hissinden uzaktır; uyumsuzluğun ve karmaşanın yaşandığı bir yerdir. Önceki adına sadık kalmayan mahalle; ihanetin, kötülüğün ve ikiyüzlülüğün cisimleşmiş ruhudur. Güven, içtenlik, sükunet, huzur, dürüstlük/doğruluk gibi değerler bilincini yok sayarak kaosa sürüklenen mahalle; yalnızlık ve iletişimsizlik gibi insani özü yabancılaştıran sorunlar yaşar. Değerlerini kaybederek savaş alanına dönüşen mahalleyle duyarsız ve umarsız insan arasında analojik bir yakınlık vardır. Kaygısız, endişesiz ve sorumsuz bir şekilde insani ihtirasların kirliliğinde boğulan mahalle, miskinliğe, uyuşukluğa ve aylaklığa dayanan çürümenin etkisi altına girer. “İn, cin top oynayan sokaklar,gıcır gıcır gıcırdayan

mezarlıklar,sıkış pıkış meyhanelere,güm güm atan yürekler, fırıl fırıl dönen dolaplar”bu durumu somutlar niteliktedir. Mahalle, bireysel haz ve istekler uğruna suçların işlendiği, bedduaların edildiği, laneti taşıdığı için mezarlarda yatan insanların bile rahatsız edildiği, metanın amaca dönüştüğü bir yerdir. Böyle bir ortam, katastrofik bir ruh taşıdığı için kaos, ayrıcalıklı yerini alır ve toplumun güvenlik algısı tehdit edilir.

Yalnızlık, iletişimsizlikten kaynaklanır; insanı kendiliğinden ve dış dünyadan koparır. Bu kopma hali, hayatla ilişkisini sonlandıran ve tek başınalık durumunu deneyimleyen insanın yaşadığı bir duygudur. Yalnızlığın kurmaca metinde iki farklı görünümü vardır: birincisi topluma açılma, kendini anlatma kompleksiyle başlar ve