• Sonuç bulunamadı

Labirentleşen Kapalı/Dar Mekanlar

2.2. ŞEHRİN AYNALARI ROMANINDA YAPI VE İZLEK

2.2.5.2. Algısal Mekan

2.2.5.2.1. Labirentleşen Kapalı/Dar Mekanlar

Şehrin Aynaları romanında kapalı/dar mekanlar; başkişi ve diğer anlatı kişilerinin kendiliklerini yutar, yok eder. İçsel sıkıntıyı en üst düzeyde idrak etmelerine neden olur; yalıtık ve tek boyutlu olan bu tarz mekanlar, ürkütücüdür, dünya-ben ilişkisinde çatışma yaratır. Kapalı/dar mekanların genel görünümü İstanbul’la yansıtılır;

“Bir yerden bir yere giderken uğranılacak yahut uzak bir akrabanın hasta

ziyaretinde görülecek ya da dokunmadan sevilebilecek bir şehir değildi o. Oradaydı; varlığından kaçmayı imkansız kılacak kadar yakında ve birlikte var olunamayacak kadar uzaktaydı. İkibaşlığının tadını çıkarır, acısını çekerdi. Küstahtı. Hüzünlüydü. Yalnızdı. Suretinde Ademoğullarının, Havvakızlarının türlü türlü hallerini görürdü. O türlü türlü halleri yoğurup isim yapar, tek bir vücutta bunca farklı isim taşıdığı için caka satardı.”

İstanbul; bir yerde olamazlığına ve bir şey yapamazlığına sıkışmış insanın hüznünü ve yalnızlığını sembolik düzeyde açımlayan kapalı/dar bir mekandır. Öfke ve hiddet psikolojisine bürünen İstanbul; “küstah, hüzünlü, yalnız ve varlığından kaçmayı

imkansız kılacak kadar yakında ve birlikte varolamayacak kadar uzaktadır.” İstanbul; iletişimsizliğin, güvensizliğin ve yabancılaşmanın mekan boyutlu durağıdır. Böylesine

olumsuzluklarla yüklü bir mekanın insana sığınak/barınak olması elbette beklenecek bir durum değildir. İstanbul; soğuk ve yalıtık bir mekandır; mekan bu etkisini başkişi Mıguel’in kişiliğinden/mizacından alır. Mıguel’in kimsesizliğini ve duyarsızlığını yansıtan mekan, onun ruhunun cisimleşmiş görüntüsüdür; huzurunu ve dinginliğini kaybeden İstanbul, insanı sadece fiziksel alanda barındırdığı için daralarak labirentleşir. İnsanın kaçamazlığına ve kuşatılmışlığına gönderme yapan mekan, potansiyel bir tehdit unsuru taşımakta; tüm içtenlik değerlerini yutarak yaşamı güvensiz kılmaktadır;

“Doymak bilmezdi şehir.(…) Bazen o kadar çok yerdi ki mide fesadına uğrardı. İşte o zaman kusardı şehir. İstanbul şehri hırçın bir rüzgar, serkeş bir at gibiydi. Ara

sokaklarda kaybolan ve çok geçmeden şehre söz geçiremeyeceğini anlayan yabancı, gamı kederi dağıtmak için şöyle bir meyhanelere kadar uzanırdı.” (s. 218)

İstanbul, sadece kendisine verileni yutan kara bir delik gibidir; ürettiği nesnenin esiri olan memnuniyetsiz ve tatminsiz insanın simgesidir. Bu insanın kişiler düzleminde temsilcisi, Mıguel’dir. Mekan, tükeniş psikozu yaşayarak boşlukta asılı kalan Mıguel’in içsel dünyasını yansıtan bir nitelik taşır; nereye ait olduğunu bilmeyen, “hırçın bir rüzgar,

serkeş bir at gibi” duran İstanbul, Mıguel’in ruh haliyle özdeş konumdadır. İstanbul, anlam yitimine uğrayarak metalaşan, cisimleşen, süslü ama yalıtık Mıguel’e benzer; bu mekanda değerler bilinci yoktur ve herşey bir görüntüden ibarettir. İstanbul’da insan “ara

sokaklarda kaybolur ve bir yabancıya dönüşür.” Yabancılığın kişileşmiş biçimi Mıguel’dir. Kimliksiz, köksüz ve hodbin Mıguel dünya üzerindeki yerini konumlandıramayan mekanın birebir yansımasıdır. Sorumsuzluğun, aymazlığın ve duyarsızlığın kıskacında sıkışıp kalan Mıguel’e işaret eden mekan, daralarak labirentleşir ve rahatsızlık verir;

İstanbul’un dışında kapalı/dar mekanları simgeleyen bir diğer yer, Dueo nehridir. Dueo, Isabel’in içsel dünyasının tersyüz edilmiş halidir;

“Dueo Nehri sık sık omuzlarını silkip gözlerini kaçırırdı. Huzurla bir alıp

veremediği yoktu; sadece nasıl huzurlu olunabileceğini bilemiyordu o kadar. Hırçınlığını beceriksizliğine kılıf yapıp yüreğindeki o derin yarayı saklamak istiyordu. Ve ne zaman sırrını keşfedip yüzüne vurmaya kalkan biri çıksa, canhıraş bir feryatla onu boğuyordu. Her sene nehri döven yağmurların dinip suların alçaldığı vakitlerde en az birkaç ceset kalıyordu. Dueo Nehri, mutsuz bir çocuk, huzursuz bir ruhtu. Ve küçük Isabel ile aynı hamurdan yoğrulmuştu.” (s. 34)

Mekan, tabiatın uyumundan, dengesinden koparılmıştır; huzursuzluk ve mutsuzlukla yüklü psikolojinin taşıyıcısı konumundadır. Saldırganlığı, uyumsuzluğu ve karamsarlığıyla imge bir mekana dönüşen Dueo nehri, su fenomeninin iyileştiren ve sağaltan yönünden uzaktır. Dueo nehri; intikam, nefret ve yok etme gibi felaketlerin durağı gibidir; kendi içine kapanmışlığın, kötümserliğin ve kızgınlığın sembolik açılımıdır. Mekan gibi Isabel de dünya-ben ilişkisini kuramadığı için hayata küser; bu küsme, bir tür ruhsal geri çekilmedir. Mahfi durumunun ifşa edilmesinden korkan, endişe duyan mekan, güvensizliği ve tek başınalığı yansıttığı için daralarak labirentleşir. Koruyucu özelliğini yitirerek bir ölüm kuyusuna dönüşen Dueo nehri, kaygılarının vehminde boğulur; bu yönüyle mekan, Isabel’in kendiliğini vurgulayan bir değer taşır;

Kapalı/dar mekanların bir diğer yansıması Avila şehrinin görüntüsüyle verilir. Avila; yabancı, yalnız, yersiz ve mutsuz insanların varlık sancısını somutlaştırır;

“Şehirdeyoksulluk had safhadaydı. Adım başı bir dilenci vardı sokaklarda;

yaralarından irin akan, birbirlerinin nafakasını aşırmak için fırsat kollayan ve pis bir paçavra tomarı gibi atıldıkları köşebaşlarını mesken tutan dilenciler.Avila şehri, kendi içine bu kadar kapalı olduğundan belki de, öz evlatlarını telef etmişti tez zamanda.

Şehirdeki Yahudiler ve Araplar, nasılsa boyvermiş yabani otlar gibi görülmüş, birer birer

ayıklanmışlardı. Otlar yakıldıkça, bereketini kaybeden tarlalar çorak topraklara ve dumandan zehirlenen gökyüzü siyah, simsiyah bir kubbeye dönüşmüştü.” (s. 18-19)

Fiziksel ve algısal alanda yoksulluk ve yoksunluk labirenti olan Avila, yaşamın uyumlu ve dengeli akışı önünde bir engel gibi durarak insanı yıkmaya, yok etmeye yönelir. Böylesine kişiyi ezen bir mekanda maddi ve manevi çöküntü içinde kıvranan insan; çaresizdir, umutsuzdur, yarınsızdır. Tutunabilecek bir nokta arasa da dört bir yanının “yaralarından irin akan, birbirlerinin nafakasını aşırmak için fırsat kollayan ve

pis bir paçavra tomarı gibi atıldıkları köşebaşlarını mesken tutan dilencilerle” kuşatıldığını görür. Zulmeden, görmezden gelen ve insanı doğup büyüdüğü topraklardan koparan mekan, gökyüzüne kadar yükselen karanlık bulutları ve kurak topraklarıyla üzerinde yaşanılan yer olmaktan çıkar. Avila, insana aidiyet duygusu hissettirmeyen kapalı/dar bir mekandır; dışlanma ve bırakılma psikozuna haps ederek öteki yaratır. Bir ejderha edasıyla her şeyi küle dönüştüren Avila, bereketsiz, verimsiz topraklarıyla insana moral çöküntüsü yaşatır ve herkes için dünyayı cehennemleştiren bir baskı unsuru içerir. Avila, insanın ruhsal çözülüşüne neden olan karşı bir değerdir.

Şehrin Aynaları romanında kapalı/dar mekanlar; insani ilişkilerdeki sınırlandırılmışlığın, tutuklanmışlığın yansımasıdır. Başkişi Mıguel ve diğer anlatı kişileri bu tarz mekanlarda kendilerini anlamlı ve değerli kılabilecek tüm imkanların tehdit altında olduğunu bilir. Kapalı/dar mekanlar, Mıguel’in olmazlığını ve hiçkimsesizliğini yüzüne haykıran yalıtık, tek boyutlu yerlerdir; onu böylesine sıkan ve boğan mekanlar, yaşamla arasındaki aşılmaz mesafeleri gösterir.