• Sonuç bulunamadı

Sınırları Sonsuzluğa Açılan Açık/Geniş Mekanlar

2.2. ŞEHRİN AYNALARI ROMANINDA YAPI VE İZLEK

2.2.5.2. Algısal Mekan

2.2.5.2.2. Sınırları Sonsuzluğa Açılan Açık/Geniş Mekanlar

Şehrin Aynaları, kendini bulamayan mutsuz ve huzursuz ruhların yaşam sürecini anlattığı için romanda açık/geniş mekanların rahatlatıcı ve dinginleştirici etkisi yoktur. Başkişinin moral değerlerini yükselten ve sorunlarla yüklü psikolojisinden arınmasını sağlayan açık/geniş mekanların niteliğine rastlanmaması, Mıguel’in bunalımını artırır.

2.1.6. Zaman

ŞehrinAynaları’nın vaka zamanını tarihsel perspektif içinde 1575 yılı olarak belirleyebiliriz. Romanda belirli bir tarihsel döneme ışık tutan vaka zamanı, akronik karakterli bir yapıya sahiptir.

“Sene bin beş yüz yetmiş beş, bir kanun-ı sani akşamıydı. Engebeli dağ yollarında,

buraların yabancısı oldukları her hallerinden belli olan üç adam ortaya çıktı, üç siyah atın üzerinde. Silahlıydılar. Silahlı ve kararlıydılar. Gözlerini batmakta olan güneşten bir an bile ayırmamaya yemin etmişlerdi sanki.” (s. 91)

Engizisyon görevlilerinin dönem üzerindeki etkisini ifade eden zamansal süre, vaka zamanının başlangıcını belirler. Kesin ve net bir süreyi içermeyen vaka zamanı, 1656 yılında meydana gelen Çınar vakasıyla sonlanır;

“Dört mart bin altı yüz elli altıda huzursuzluk had safhadaydı. İstanbul’un

avuçlarına ismini kazıdı Çınar Vakası.” (s. 292)

Vaka zamanının bitiş süresi, 1656 yılıdır. 1575 yılında başlayan zamanın dört Mart 1656 tarihinde bitirilişi, anlatım için esas alınan vakanın oluşum sürecinin seksen bir yıllık bir zamansal sürece işaret ettiğini gösterir. Seksen bir yıllık süreç, zamanda geri

dönüş tekniğini kullanarak aktarılır; yazar anlatıcı, roman süresince anlatı kişilerinin geçmişiyle ilgili bilgiler vererek geçmişle şimdi arasında bağ kurar.

Zamanın nesnel boyutundan soyutlanarak psikolojiyle ilişkilendirildiği ferdi bir zaman dilimine yer verilmez.

2.2.7. Kişiler Dünyası

Şehrin Aynaları’nda yer alan kişiler dünyasını şu başlıklar altında değerlendirebiliriz;

2.2.7.1. Başkişi

Şehrin Aynaları romanın başkişisi, Mıguel’dir. Mıguel Pereira’nın yaşam sürecini iki evrede inceleyebiliriz;

1. Dünya-Ben İlişkisi

Mıguel Pereira, sorumluluk ve ahlak bilinci olmayan; yıkıcı ve yok edici eğilimler sergileyen karanlık bir yüzdür. İnsan, dünyaya geldiği ilk anda diğerleriyle ortak içgüdülere sahiptir; bu güdüleri olumluya ya da olumsuza dönüştürecek olan kişinin kendisidir. Varlık alanını olumsuzluklarla kuşatan Mıguel, insani oluşu temellendiren her şeyi görmezden gelir. Bu tavrının altında yatan temel neden, kendisiyle yüzleşememesinden kaynaklanan değersizlik duygusudur. Geçtan’a göre “değersizlik

duyguları yaşayan insan, kendi gerçek benliğini kabul etmediğinden, gerçekdışı bir üstünlük düzeyine ulaşabilmek için çaba harcar ve enerjisinin çoğunu bu amaç için tüketir. Ne var ki bu amaca ulaşmak için geliştirdiği yöntemler ve kendini tanrılaştırmak amacıyla oluşturduğu hedefler ulaşılmaz niteliktedir. Üstelik seçtiği hedefler topluma değil kişisel çıkarlarına yöneliktir; tasarıları bencil niteliktedir ve kişisel üstünlüğü sağlayabilme yolunda diğer insanlara zarar verebilecek girişimlerde bile bulunabilir.”120

Dolayısıyla Mıguel Pereira, kendisini üstünlük sıfatıyla değerlendirirken içindeki özü zedeler, tahrip eder ve saldırgan davranış biçimlerine yönelir. Sadece kendisini düşünen

ve dünyayı bu sıkıştırılmış algıyla yorumlayan Mıguel, yaşamı başkalarıyla birlikte deneyimleyemez, sevgi ve güven üzerine kurulu ilişkiler geliştiremez. İnsanlara yaptığı kötülüklerin bedelini tek başına kalmakla ödeyen Mıguel, bu durumu kabul edemez. Duygusal olarak kişiye ya da bir mekana kendisini bağlayamaz ve yapayalnız kalır;

“Açlıktan nefesi, pislikten üstü başı kokuyordu. Yanına sığınabileceği tek bir

dostu, çatısı atında hiç olmazsa bir gececik huzur içinde uyuyabileceği tek bir yuva yoktu. Ümidini kaybetmediği günlerde, tanıdıklarından yardım istemiş, başkalarından medet ummuştu. Arkadaşlarının kapılarını teker teker çalmış ama her seferinde aynı korkunç sahnenin tekrarlandığına tanık olmuştu. ” (s. 169)

Tutunabilecek bir teselli kaynağı bulamayan Mıguel, terk edilmişlik ve bırakılmışlık psikozu yaşar. Başkası tarafından kabul görmeyen, onanmayan Mıguel, bir süre sonra bu durumu aşmak için kendisini mesih ilan eder. Mesih maskesi altında görünme isteği; üretemediği, yaratamadığı dünyadan sahte ve yapay görüntüler aracılığıyla pay alabilmektir, önemsiz kişiliğine değer ve anlam kazandırma çabasıdır. Maske, insanın kendisi olmasına izin vermeyen ve Mıguel’in ödünçleme kişiliklere boğulmasına neden olan karşı değerdir. Bu karşı değerin arkasına sığınmanın geçici çözümler olduğunu bilen Mıguel, converso kimliğinden dolayı İspanya’yı terk eder ve İstanbul’a gider.

2. Mıguel’in Değişimi

İstanbul’a vardığında ne yapacağını bilemeyen Mıguel, şaşkın ve çaresizdir. Hayata tutunmaya çalışır; fakat özgüveni olmadığı için bu amacını kendi çabasıyla başaramayacağını düşünür ve kandırmaca mantığı üzerine bir düzen kurmaya karar verir; “Heeey! Nereye böyle? Durun biraz. Durun da beni dinleyin. Görmüyor musunuz,

beklediğiniz benim. Ester’in rüyalarına giren benim.” (s. 280)

Mıguel, kendisine kutsal bir değer atfederek varlığını kanıtlamaya çalışır. İnsanın kendisini böylesine adlandırması, gizil ve örtülü bir narsizimin etkilerini yansıtır. Narsist insan, kendisini diğer insanlardan üstün ve farklı görür; kendisini sevme duygusu, onda büyük bir endişeye dönüşür; çünkü narsist insan, yalnız kalmaktan korkar. Yalnızlığını bu tehlikeli hastalıktan rol ödünçleyerek gidermek isteyen Mıguel, kendiliğini dünyanın merkezinde görür. Fromm “narsist insan, yalnızlık ve korkaklığını narsist bir biçimde

kendini büyük görerek ödünlemektedir. Dünya kendisiyse, dışarıda onu korkutabilecek başka bir dünya olamaz; kendisi herşeyse yalnız değildir o zaman; bunun sonucu olarak narsisizmi zedelendiğinde tüm varlığının tehlikeye girdiği duygusuna kapılır.”121der. Bu

tehlikeyi hissetmemek için büyük çaba veren Mıguel, yüceltmeye çalıştığı varlığının koca bir boşluktan ibaret olduğunu bilir. Zedelenmiş narsisizm, ruhsal çöküntüye yol açmak yerine Mıguel’in kendisini sorgulamasına imkan tanır; “kimim ben?” sorusuna bir yanıt arayan Mıguel, bölünmüş bir ben olduğunun farkına varır. Parçalanmışlığını bütünlüğe dönüştürmek için mücadele eden Mıguel, değişir. Değişim, ilk olarak İsak adını almasıyla gerçekleşir. Ad, kişiliğimize değer yükleyen bir kimliktir; bu kimliğin yaşam enerjimizle yakın bir ilişkisi olduğuna inanılır. İsminin sağladığı olumlamayla köksüzlüğüne, yersizliğine ve yabancılığına çareler arayan İsak, yeniden var olabilmek için büyük bir gayret sarf eder. Güven ve huzur temelli bir gelecek inşa etmek amacıyla olumsuzluklarla yüklü psikolojisini sağaltır; saptırılmış duygularından arınır. İnsan, hastalıklı bilincinden kurtulduğu an, kendisiyle ve dünyayla yaratıcı ve özgün ilişkiler kurabilir; dıştanlıktan kurtularak içsel dünyasına yönelir, kendini tanımaya başlar.

2.2.7.2. Norm Karakterler

2.2.7.2.1 Haham Yakup

Haham Yakup, norm karakterdir; algı dünyası ve tecrübesiyle Mıguel’in yaşamındaki ilk olumlu kişilik imgesidir. Sorunsal düzlemdeki dünya-ben ilişkisini onaran Haham Yakup, Mıguel’in içindeki insani özü harekete geçirir; dünyalık yaşantısında kendine yer edinmesini sağlar. Mıguel, tek boyutlu ve yalıtık bir karakterdir; fakat bu yalıtılmışlığı idrak edebilecek düzeyde değildir. Kendisini sürekli yücelten Mıguel’in bu bakış açısı, Haham Yakup’un uyarıcı tavrıyla değişmeye başlar;

“İsak bunu yapma. Sen Mesih falan değilsin. Sen… sen sadece mutsuz bir

adamsın. Sesi yumuşacıktı. Oğlum, evladım. Acılar hepimiz için, bütün insanlar için. Fakar her acının bir mükafatı vardır muhakkak.” (s. 281)

121Erıch Fromm, Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, Çev. Yurdanur Salman, Nalan İçten, Payel Yay., İstanbul,

Haham Yakup, ışıksız ve karanlık dünyada boğulan Mıguel’in içindeki felaketi sonlandırır; yarı uyku halinde devam eden yaşamından soyutlanmasına, kendiliğine dönmesine imkan tanır. Uzun yıllar bastırdığı, gizlediği duygularını ifşa eder; kendisiyle uyuma, sağlıklı ve dengeli bir iletişim kurmaya davet eder. Varlığını tehdit eden uyuşmazlıklar kompleksinden kurtarır, narsisizmin temellendirdiği rutin kuşatmalardan çıkarır. Haham Yakup’un öğretileriyle değer bilinci kazanmaya çalışan Mıguel, ruhuna sinen çetin karmaşadan yavaş yavaş uzaklaşır.

2.2.7.2.2. Zülfe

Zülfe, norm karakterdir; ruhu besleyen ve yaşamın aydınlık yüzüne dokunmasını mümkün kılan bir değerdir. Zülfe, sevginin ve aşkın cisimleşmiş ruhudur. Zülfe, hayatına anlam kazandıran bir düzen ve bütünlük simgesidir; dünyaya sevgi ve aşk gibi yüce bir duyguyla bağlanan insan, karamsarlığın ve kötümserliğin baskısından kurtulmayı başaracaktır. Mıguel de Zülfe’yi gördüğü an, eksikliklerinin tamamlandığını, zayıflıklarının ve kusurlarının kendisini kuşatmadığını fark eder. Zülfe; Mıguel’in duygu dünyasının sembolik açılımıdır; Mıguel’i özden değiştirecek kadar güçlüdür. Mıguel’in değişim gücü, aşkın örtüsünde gizlidir; aşk, gerçek ve mutlak dönüşümü yapar. Zülfe’nin yardımıyla Mıguel; sığ, bir yürek olmaktan kurtulur. Kutsal bir akışın içinde iyileşerek hayatın güzelliklerini tanımaya başlar; Mıguel Zülfe’ye baktıkça kendini anımsar, hatırlar. Geçmişin trajik kırılmalarla beslenen ağır yükünde boğulmasını engeller. Zülfe, yaşamın ahenginden koparak dağılan Mıguel’e kendini toparlayabilmesi için enerji verir; ruhundaki labirent çıkmazına karşı durabilmesini mümkün kılar. Moral kaynaklarını yükseltir ve iyileştirir.

2.2.7.3. Kart Karakterler

Şehrin Aynaları romanında başkişinin serüvenini doğrudan etkileyen bir kart karakter yoktur.

2.2.7.3.1. Bernoldo Rinozzi

Bernoldo Rinozzi, başkişinin serüvenini doğrudan etkileyen bir anlatı kişisi olmamasına rağmen temsil ettiği değerlerle kart karakterdir. İnsani ilişkilerdeki duyarsızlaşmanın ve yabancılaşmanın yansıması olan Rinozzi de, ucube bir bedene sahiptir. Tanrı tarafından kusurlu bırakılanBernoldo Rinozzi, dünyada kendine düşen payı bilgisi, becerisi ve gücü sayesinde alamadığı için intikam alır. Rinozzi’nin vücudu, başka insanların parçalarından bir araya getirilen birleşim gibidir;

“Çirkin doğmuştu; önce çirkin bebek, sonra çirkin çocuk bir çocuk olmuştu. Adeta

başka başka vücutlardan ödünç alınmıştı her bir uzvu. Sıska gövdesiyle tam bir tezat oluşturan kafası, varla yok arası ufacık kulakları ve görenleri güldüren upuzun, sipsivri bir burnu vardı. Dokuz yaşına bastığında, boyunun uzaması bıçakla kesilmişçesine durmuştu. O andan itibaren hızla kıllanmaya başlamıştı. Vücudunun her tarafı siyah, simsiyah kıllarla kaplıydı.” (s. 134)

Çirkinlik; bedensel bir görünüme atıf olmaktan çok varoluşsal bozulmanın, çürümenin yansımasıdır. Ancet’e göre “insanınbozuk şekilli beden(inin) yarattığı izlenim,

kendisini algılayışı üzerinde de etkili olur.”122 Dolayısıyla insanın dış yapısı içseline de

etki eder. Rinozzi, fiziksel ve ruhsal bakımdan bir tepegözü ya da medüzayı çağrıştırır. Tanrı’nın kendisine sunmadığı bütün güzelliklerden başkalarının varlık alanına mütecaviz bir tavırla dokunarak yok etmek isteyen Rinozzi, acıyla kuşatılmıştır. Acı üzerine kurulu yaşamların intikamı, merhamet duygusundan mahrum, son derece korkutucu ve yıpratıcıdır;

“Rinozzi hırçın ve hodbin bir adamdı. Tabiatın ona bahşetmediği güzelliğin

acısını, muhakkak bir şeylerden çıkarmak isteyen bir adam. On beş yaşına bastığında habersizce çekip gitmiş, bu dünyaya böylesine çirkin doğmasına sebep olan ailesini terk etmişti. Hayatta tek bir arzusu vardı: hekim olmak.” (s. 135)

Kin ve nefret duygularıyla insani ilişkilerde yıkıcılığa dayalı bir anlayış geliştiren Rinozzi, karanlık bir yüzdür. Başkaları için büyük bir tehdide dönüşen Rinozzi’nin bir türlü barışık olmadığı bedeninin algısında yarattığı olumsuz etki öylesine büyüktür ki, herhangi bir suçu olmamasına rağmen en yakınları olan annesini ve babasını suçlamasına

122Pıerre Ancet, Ucube Bedenlerin Fenemolojisi, Çev. Ersel Topraktepe, Yapıkredi Yay., İstanbul, 2010,

neden olur. Dünya ve başkasıyla isyan ve kavga nedenli uyum başarısızlığı yaşayan Rinozzi, değerlerininiçtenliğinden uzaklaşarak canlıların üzerinde yapamadığı işkenceyi hekim kimliğinde kadavraların üzerinde dener.

2.2.7.4. Fon Karakterler

Şehrin Aynaları romanın fon karakterleri; Alonso Perez De Herrera, Yaşlı, Amet Zambarel, Beatriz Blasguez, Elena Rodriguez ve eşi, Diego, Antonio Pereira, Pedro Arbues, Gece, Gündüz, Rodrigo, Lucrecia, La Barbuda, Hancı ve eşi, Ester, Benito Garcia, Rahibe Juana ve karısı, Şeyh Süleyman Efendi, Zühre, Sedef Efendi, Haham Samuel, Kösem Mahpeyker ve Valide Sultan, Dördüncü Murad, Mevkufatçı Kara Abdullah’dır. Bu karakter kadrosu, vaka birimlerinin farklı zaman ve mekanlara taşınmasını sağlarken; dramatik aksiyondaki çatışma düzlemine boyut kazandırır. Kösem Mahpeyker ve Dördüncü Murad gibi tarihsel kişiliklere yer verilmesi dönemin sosyo- kültürel yapısı hakkında bilgi edinmemizi, dış çevrenin tamamlanmasını mümkün kılar.