• Sonuç bulunamadı

Labirentleşen Dünya ya da Kapalı/Dar Mekanlar

1.3. ESERLERİ

2.1.5. Mekan

2.1.5.2. Algısal Mekanlar

2.1.5.2.1. Labirentleşen Dünya ya da Kapalı/Dar Mekanlar

Pinhan’da kapalı/dar mekanlar; başkişi ve diğer anlatı kişilerinin kendilik sorunları yaşamasına neden olan cehennemleşmiş yerlerdir. Başkişi Pinhan, bu cehennemi yerin tüm olumsuz çağrışımlarını derinden duyumsar; çünkü Pinhan’ın algısında dünya, varoluş sıkıntısını, yalnızlığını, yabancılığını ve yaşama karşı yenilmişliğini haykıran bir savaş alanıdır. Bu savaş alanında Pinhan, savunmasız ve

26 Korkmaz, a.g.e., 2007, s. 403. 27 Korkmaz, a.g.e., 2007, s. 403.

biçare olduğunu hissederek imkansızlığını ve olmazlığını görür. Pinhan bu tarz mekanlarda dış dünyanın kendisini yuttuğunu ve ikibaşlılığı tarafından sınırları belirlenen,içinden çıkılmaz bir labirente mahkum ettiğini düşünür. Pinhan, kapalı/dar mekanlarda bedeni dahil herşeyi, taşınması mümkün olmayan ağır bir yük gibi algılar. Mutsuzluk ve huzursuzluk yüklü bu psikolojisi, kapalı/dar mekanlarda yansıma bulur.

Küçük bir çocuk iken Dürri Baba tekkesine katılan Pinhan, kendisiyle kavgalı ruha sahiptir. Fiziksel görünümünden dolayı oluşan bu ruh hali, nefes aldığı tüm mekanlarda etkisini gösterir;

“Evinde, tek göz odalarında, onca boğaz yan yana dizilip, boş tencerelere kaşık salladıkları günlerde bile bugünkü kadar huzursuz olmamıştı. Omuzları ince, taşınması gereken yük ağır mı ağırdı. Hem şaşkın, hem de naçardı. Senebesene avuç avuç mutluluk veren, demadem kadeh dolusu dostluk ve muhabbet sunan bu tekke neden durup dururken onu böylesine kıstırmış hapsetmişti. Adımını atacak bir karış toprak dahi bulamıyor,

hazan yaprağı misali oradan oraya savrulup, yalpalıyordu. (s. 50-51)

Tekke, kapalı/dar bir mekandır; çünkü Pinhan, burada ikibaşlılığına ait gerçeğin başkası tarafından öğrenileceği endişesi yaşar. Endişe, varlığını tehdit altına alarak çaresizlik, yalnızlık ve yalıtılmışlık gibi pek çok sorunu açığa vurur. Pinhan, tekkeyi korkularını ifşa eden bir mekan olarak algıladığı için sağlıklı düşünebilme yetisini kaybeder; tekkede Pinhan, dünyalılığını sorunlu bir psikolojiyle deneyimler ve ikibaşlılığı tarafından yutulacağı kaygısına kapılır. Tekke, ruhsal dinginliği yok eder ve anbean evhamını artırır; bu nedenle mekan, içinden çıkılamayan labirent bir yere dönüşür. Pinhan, tekkede kendisini koruyabileceği herhangi bir yaşam alanı bulamaz ve kaotik boşluğa doğru hızlıca sürüklendiğini hisseder; bu durum, Pinhan’ın an içindeki psikolojisiyle yakından ilgilidir. Pinhan, tekkede özgürlüğünü yitirir ve bedeni tarafından tutsak alınır. Kendisi olabilmesine engel olan bedeni, onu baş edemediği gerçeğiyle yüzleştirerek savunmasız bırakır. Bundan dolayı fiziksel alanda barındırdığı insanı algısal düzlemde kuşatan ve hapseden tekke, Pinhan’ın “adımını atacak bir karış toprak dahi

bula(mamasına), hazan yaprağı misali oradan oraya savrulup, yalpal(anmasına)”neden olur. Tekke, yaşamla uyumlu ilişkisini sonlandırır ve benliğini parçalayarak dünyayla kendisi arasına aşılması zor mesafeler koyar. Dolayısıyla mekan, ezici güç halinde Pinhan’ın üzerine yürür, güçlü bir baskı unsuru içerdiği için Pinhan’ı yetersiz ve eksik bırakır; kendi çaresizliğini mekanda algılayan bilinç, bu durumdan nefretle ürkmektedir;

“Ev, tek katlı, izbe bir yerdi; her tarafı dökülüyordu. Pinhan, içeri girdiğinde,

evvela hiçbir şey görememiş; bir müddet sonra, gözleri karanlığa alıştığındaysa bir kedi yavrusu gibi büzülmüş minicik bir vücudu karşısında buluvermişti. Genç kadın o tüy gibi hafif vücudu kaldırıp, bir kilim gibi Pinhan’ın ayaklarına sermiş ve keramet beklemişti. Kehribar benizli hasta kız çocuğu, renkleri solmuş, saçakları dökülmüş, kilim, minik kedi yavrusu oracıkta tortop olup, bir topaç gibi dönerken, Pinhan’ın gözleri kararmış, dizleri titremişti.” (s. 139-140)

Zifiri karanlığı, karmaşası ve izbeliğiyle tanımlanan ev; her tarafı dökülen, yıkık, dökük, harabe ve köhne özellikleriyle çaresizliğe mahkum edilen Pinhan’ı yansıtan niteliktedir. Ev; yutan, yok eden, kasvet veren, boğan bezginleştiren/bitkinleştiren özellikleriyle daralarak bir imge mekana dönüşür; mekanın böylesine labirentleşmesi kendisinin eskimişliğinden, yıkılmışlığından ve dökülmüşlüğünden değil içinde yaşayan insanın güçsüzlüğünden ve çaresizliğinden kaynaklanır. Pinhan, eve girdiği anda “gözleri

kararır, dizleri titrer”. Bu durum, hayata tutunamayışını, yaşamsal enerjisinin tükendiğini, yorgun ve yılgın olduğunu gösterir. Burada yaşamak için kendilik köşesi bulamayan Pinhan’ın ruhsal dünyası “renkleri solmuş, saçakları dökülmüş kilim, tortop

olmuş minik kedi yavrusu(yla) vurgulanır.” R.Bourner ve R.Quellet’ “yan yana bulunan

ve aynı zaman içinde var olan simültane objelerin gösterilmesi ile yazara veya roman kahramanlarına ait kişilik yapılarının açıklanması arasında doğrudan bir ilişki olduğunu”28 ifade ederken tam olarak Pinhan’ın yaşadığı durumu açıklar. Bilinçsizce

girilen ev, içtenlik değerlerinden uzaktır, bunaltı ve yabancılık hissi yaratarak Pinhan’ı bir yığın engelle karşı karşıya bırakır. Pinhan burada psikolojik anlamda güçlü bir tehdit unsuruyla karşı karşıya kalır; kendine ve dünyaya güveni kaybetmiş telaşlı bir sesin çağrısını duyar ve mücadelesini yarıda bırakarak kaçmak ister. Onun nefes almasına izin vermeyen mekan, tutuklanma ve mahkum edilme durumu yarattığı için kapalıdır;

“Pinhan bu mezarın başına vardığında içinin bir tuhaf olduğunu, yüreğinin sızım

sızım sızladığını fark etti. Hiç bilmediği birinin mezarı karşısında neden böylesine allak bullak olduğunu anlayamadan, mısraları tekrar tekrar okudu, iyice ezber etti. Gözlerini kapadığında kızıl saçları beline kadar dökülen Canfeza nam şuh bir dilber, gerdan kırıp, göz süzmekteydi. Pinhan tepeden tırnağa ürperdi, titredi.” (s. 56)

28Ouellet Bourner- Real Roland, Roman Dünyası ve İncelemesi, Çev. Hüseyin Gümüş, K.B.Y., Ankara,

Dürri Baba tekkesindeyken uykuyla uyanıklık arasında kalan Pinhan, bir anda kendini mezarlıkta bulur. Mezarlık, Pinhan’ın cisimleşmiş ruhudur. Yutucu ve silici işleviyle mezarlık, kapalı/dar bir mekandır; bireyleşme serüvenine ait ilk oluşun bu mekanda şekillenmesi içsel dünyasının karanlıkla kuşatıldığını gösterir. Tanımadığı kişinin mezarlığında anlamsızca bekleyen ve nedenini bilmediği bir acı içinde olan Pinhan, burada yer alan insanın kim olduğunu anlamaya çalışır. Mezarlıkta beliren ve anlatıcı tarafından kızıl saçlı bir kadın olarak tasvir edilen Canfeza, Pinhan’ın bastırdığı ve tanımadığı animasıdır/gölgesidir. Gölgenin beklenmeyen bir anda ortaya çıkması, aşılması zor bir durumla Pinhan’ı karşı karşıya bırakır. Bu yönüyle mekan, kişiyi bir sınava tabi tutar. Pinhan’ın bireysel yolculuğunun devamı için bu sınavı geçmesi gerekir. Cinsiyeti erkek olmasına rağmen bilinçaltında kadın kimliğiyle karşılaşan ve bu yabancıyla iletişime geçemeyen Pinhan, “allak bullak ol(ur) ve yüreğinin sızım sızım

sızla(dığını) fark eder. Bilinçsizce girilen mekanda çıkış yolu bulamayan, duyuş ve biliş yetisini yitiren Pinhan, rahatsızdır; çünkü o, kasvet veren bu yerde bilinmeyen bir görüntüyle karşı karşıyadır. Soğuk ve yalıtık mekanda görünen kadın yüzü, yaşanılan travmanın etkisini artırır; aynı zamanda tepeden tırnağa ürperen/titreyen Pinhan’ı derin bir belirsizliğe sürükler;

Başkişi Pinhan’ın yanı sıra kapalı/dar mekanların olumsuz etkisi diğer anlatı kişilerinin de yaşamında görülür; bu durumun yansıma bulduğu ilk kişi Nevres’tir;

“Nevres ara sıra, Babafingo yokuşu ile Kesikbaş sokağının bitiştiği yerde güçbela

ayakta duran iki katlı ahşap evi görmeye gidiyordu. Evin önündeki taş basamaklara çömelip, sokaktan gelip geçenleri seyrediyor ya da su birikintileriyle konuşuyordu. Eve sırtını dönüyordu her seferinde. Safinaz nasıl Nevres’i her görüşünde başını çeviriyorsa, o da eski evine sırtını dönüyordu; umursamadığını ispat etmek istercesine. Özlemiyordu o evi. Halasının evinde daha rahat, daha mutlu olduğundan değil; ne de eski evinde hep kötü günler geçirdiğinden. Eğer çocukluğunun geçtiği evi bir nebze olsun özlemiyorsa, bu sadece ve sadece artık, öfkeden başka hiçbir şey hissetmemesinden.” (s.174-175)

Yanmayan ve tütmeyen ocak görünümüyle koruyucu niteliğini yitiren ev, Nevres’in yaşamında labirent bir mekana dönüşür. Nevres’in çocukluk zamanlarına ait yaşanmışlıkları barındıran ev, kapalı/dar mekandır; çünkü burası yıkılan bir ailenin trajedisini içerir. Nevres, annesini ve babasını kaybetmiş yalnız bir çocuktur; bu nedenle ev, onun hafızasında içtenlik ve samimiyet duygularını içeren değer mekanı değildir.

Bireysel bellekten silinerek sığınak olma görevini yitiren ev, Nevres’i korumasız bırakır. Nevres, eve her bakışında “sırtını dönerek” tepki verir ve “umursamazlık” tavrı takınır. Umursamazlık; yalnızlık ve bırakılmışlık duygusu içinde ne yapacağını bilemeyen insanın kendiyle ilişkisini sonlandırması ve tepkisiz kalmasıdır; bir savunma mekanizması olarak değerlendirebileceğimiz bu hal, anılarına karşı özlemini yitirmesiyle birleşince Nevres’in duygusuzluğu iyice derinleşir. Nevres’in bastırmaya, yok etmeye ve görmezden gelmeye bağlı duygusuzluğu “taş basamaklar” ifadesiyle vurgulanır. Taş basamak imgesi, duyarsızlaşmanın, donukluğun, yalıtıklığın ve soğukluğun sembolik görüntüsüdür. Nevres, bu hislerin cismanileşmiş ruhudur; onun olumsuzluklarla yüklü psikolojisi zamana karşı mücadele gücünü ve direncini yitirmiş evle yansıtılır. “Güç bela

ayakta durabilen ev”; küçük yaşında yaşanmışlıklarından dolayı tükenerek umudunu kaybeden ve çaresizce yaşamın bir köşesinde bekleyen Nevres’in ruhsal durumuyla ilintilidir. Anne ve babayla birada yaşamanın, birlikteliğin, paylaşmanın ve sıcaklığın maneviyatından yoksun olan Nevres, mekan gibi yaşama karşı koyamaz ve herkese yönelik derin bir öfke hisseder;

Labirent mekan olarak nitelediğimiz mezarlığın bir diğer yansıması, Karanfil Yorgaki’nin bulunduğu yerle vurgulanır;

“Yedinci gecenin sabahında, yara berelerle, morluklarla dolu vücudunu yerden

kaldırıp, uzak bir semtteki mezarlığa bıraktılar. Karanfil Yorgaki, kendine geldiğinde mezar taşlarını seyretti uzun uzun. Ayağa kalkmak istemiyordu; toprak açsın ağzını, açılsın o koskoca karanlık delik ve içine alsın, yutsun geride bir şey bırakmasın. Bekledi; aç, susuz, perişan bir halde yutulmayı bekledi…” (s. 157)

Tannaz Mustafa tarafından kaçırılan ve defalarca tecavüze uğrayan Karanfil Yorgaki, yedinci günün sonunda mezarlığa atılır. Mezarlık, geri dönüşü olmayan kayıpların ve felaketlerin durağı gibidir; taşlaşmanın, cisimleşmenin, ruhsuzluğun, terk edilmenin, sahipsizliğin, bırakılmışlığın ve ölümün sembolik mekanıdır. Mekanın “uzak

bir semt” ifadesiyle nitelendirilmesi, Karanfil Yorgaki’nin yersizliğine/yurtsuzluğuna vurgu yapar; bu yalıtık mekanda Karanfil Yorgaki, yaşamla arasındaki tüm bağı koparır ve içerideki dışarıdalık olur; bu yönüyle mekan, koruma niteliğini yitirerek güvensizleşir. Tecavüzün/cinsel istismarın ruhunda ve bedeninde yarattığı etkiyi silemeyen Yorgaki, yaşamın kutsallığına olan inancını ve var olma istemini kaybeder; Yorgaki’nin psikolojisinin canlılığı ve dinamizmi sonlandıran mezarlıkla aynı düzlemde verilmesi

mekanla kişi arasındaki etkileşimi gösterir. Yorgaki mezarlığa atıldığı andan itibaren yaşam uzuvlarının yok olduğunu hisseder; mekanın labirentleşmesini sağlayan en önemli neden budur. Labirent mekan mezarlık, yutucu özelliğiyle insanı içine alır ve tutuklu kılar. Korkmaz’a göre “mezarlık, tutuklanma, dışlanma ve uyumdan koparılmanın

sembolüdür. Canlı oluştan kopma ve kendi kendini bozan bir aksiyon haline gelmedir.”29

Varoluşsal düzende bozulan bir aksiyon haline gelen Yorgaki, “toprak açsın ağzını,

açılsın o koskoca karanlık delik ve içine alsın, yutsun geride bir şey bırakmasın” sözleriyle karanlığın ruhunu tamamıyla teslim aldığını ve umudunu kaybettiğini ifade eder. Koskoca karanlık delik, işlevsel açıdan bulunulan yerin kapalı/dar olduğuna işaret eder; bu anlamda niceliksele değil niteliksel olana gönderme yapılır. Karanfil Yorgaki’nin çaresizliği ve umutsuzluğu bağlamında izlekleşen mekan, yaşamla ölüm arasında güçlü bir sınır oluşturduğu için onu herşeyden soyutlar. Kendisine bir mezar taşının soğukluğundan ve donukluğundan bakan Karanfil Yorgaki; itilmişliğin, dışlanmanın, hor görülmenin ve aşağılanmışlığın gerçeğiyle yüz yüzedir;

Kapalı/dar mekanları niteliksel düzeyde yansıtan bir diğer yer, Akrep Arif mahallesidir. Değer yitimine uğradığı için içinde barındırdığı insanı rahatsız eden mahalle, kaosun hüküm sürdüğü bir yerdir;

“Mahalle de tıpkı senin gibi ikibaşlıdır. Hem Akrep Ariftir bir adımız, hem Nakş-

ı Nigar’dır. Bunda bir kötülük yok elbet. Lakin ikisi de yekdiğerinden hazzetmez. Aralarında husumet var; adavet var. Huzuru kaçar insanın. İşte bize böyle oldu. Artık çocuklarımız güzel doğmaz, serbazlarımız kaçaçak delik arar. Hüsn-i adab desen hak getire. Akrep arif, Nakş-ı Nigar’ı istemez; Nakş-ı Nigar, Akrep Arif’i istemez. İkisi de hükümdar olmak ister bir başına. Hangisi gelse başa öteki kızar, darılır. İki ucu mülevves bir değnek. ” (s. 213)

Akrep Arif- Nakş-ı Nigar mahallesi, simgesel bir yüklemeye sahip kapalı/dar mekandır. Lanet ve uğursuzlukla örülü kaderini yaşamaya mecbur bırakılan mekan, Pinhan’ın iç dünyasının tersyüz edilmiş halidir. Hünsa halinden dolayı huzursuzlaşan ve içsel güvenirliliğini kaybeden Pinhan, tıpkı mekan gibi bütünlükten/birlikten yoksundur. Düzenini/dirliğini yitiren mekan, güvenlik eşiği düşük olduğu için Pinhan’a rahatsızlık verir ve ikibaşlılığını hatırlattığı için daralarak labirentleşir.

Pinhan romanında kapalı/dar mekanlar, anlatı kişilerinin sıkıntılarını, kaygılarını, korkularını okuyucunun dikkatine sunan bir çatışma yeridir. Tehdit altındaki ve çözülüş içindeki kişiyi daha zorlu bir mücadeleye mecbur bırakan mekan, kaotik bir boşluğa işaret ederek kaçış arzusu uyandırır. Fiziksel olarak içinde barındırdığı insanı, algısal alanda kuşatır ve hapseder. Kişileri acımasızca ezen, parçalayan ve yok eden mekanın labirent görünümünü, benlik kaygısını artırır; bu durum en çok başkişi Pinhan’ın şahsında gözlemlenir. Pinhan, iç özgürlüğüne ve kendi ışığına kapalı biri olduğu için varlığını hiçbir ortamda açımlayamaz; nefes aldığı her yerde sıkışır ve dünyanın üzerine geldiğini hisseder.