• Sonuç bulunamadı

Labirentleşen Kapalı Dar Mekanlar

2.3. MAHREM ROMANINDA YAPI VE İZLEK

2.3.5.2.1. Labirentleşen Kapalı Dar Mekanlar

Mahrem, kendine özgülüğü yaşamak isterken engellenen, dış dünyada sıkışıp kalan Şişman Kadın’ın öyküsünü anlattığı için romanda kapalı/dar mekanların nitelikleri ve nicelikleri oldukça fazladır. Kapalı/dar mekanlar, genelde toplumun/dış dünyanın; özelde ise insanın imgesel bir görüntüsüdür. Dış dünya, Şişman Kadın’ın kendi olma biçimini onaylamadığı için yutucu ve boğucudur. Şişman Kadın’ın karşısında ezici bir güç gibi duran kapalı/dar mekanlar; endişe, vehim, korku ve kaygı barındırır. Şişman Kadın’ı tahakküm altına alarak kuşatan labirent mekanlar, mahremini

zedeleyerekkendisiyle arasında aşılmaz mesafeler koyar. Kapalı/dar mekanları yansıtan ilk yer, kömürlüktür;

“Yandaki evin arka bahçesinde bir kömürlük vardı; çinko damlı, iki kapılı.

Kapılardan biri devamlı kapalıydı, ötekiyse her zaman açık. Kapalı kapının üzerinde kocaman bir kilit asılıydı. Kışlık odun kömür orada saklanırdı. Açık kapının kilide ihtiyacı yoktu. Komşunun arka bahçesinde bir kömürlük vardı; çinko damlı, iki kapılı. İçinde bir çocuk mahsur kaldı. Gözlerini yumsa da, açsa da gördüğü tek şey kömürlük karasıydı. Herkes, her şey, aynı kör renge boyanmıştı. Kustuğu beyazlık, yediği vişneler, Kıymet Hanım Teyze’nin bacaklarındaki damarlar, hatta Abdullah’ın Kırmızı Cakası bile, kömürlük karasıydı.” (s. 234-240)

İki kapılı görüntüsüyle metne taşınan kömürlük, insani ilişkilere bulaştırdığı kocaman lekesiyle algısal, karanlığı ve kilitli oluşuyla fiziksel düzeyde kapalı bir mekandır. Kömürlük, gizli bir utancın acı ve ıstırap verici ağır yükünü küçücük bir çocuğun yaşamına taşıdığı için daralarak labirentleşir. Kömürlükte çocukluğunun masum, temiz ve saf yanının kirletildiğini bilen Şişman Kadın, maruz kaldığı fiziksel ve psikolojik şiddet karşısında çaresizdir. Kömürlüğün müphem bir tehdit ve tehlikeyle örülü yanını, giderek artan bir etkiyle iç dünyasında hisseden Şişman Kadın, burada tutuklu kalır; mekanın bu özelliği, kilitli olmasıyla vurgulanır. Kilitlenme, insanın özgürlüğünü sonlandıran ve güven duygusunu tahrip eden bedensel ve psikolojik bir kapatılmadır. İçinden çıkılmazlık vehmi uyandıran ve Şişman Kadın’a ürküntü veren bu durum, onun huzursuzluğunu iyice derinleştirir. Kaçarak kurtulamayan, tutuklu kalan ve şuursuzca bekleyen Şişman Kadın’ın gördüğü tek şey vardır: “Kömürlük karası”. Kara, onun ruhuna öylesine sinmiştir ki çevresine baktığı an her şeyi, kustuğu beyazlığı bile aynı renk görür; bir mahzen ya da gayya kuyusu gibi onu kendi karanlığına çekerek yutan kömürlük, içinde barındırdığı felaket tohumuyla başkişi Şişman Kadın’ın kötücül bir yazgıya doğru sürüklenmesine neden olur. Kömürlük, ezici bir güç halinde Şişman Kadın’ın üzerine yürür ve çaresiz bıraktığı için güçlü bir baskı unsuru içerir. Bu mekanda kendi yok olmuşluğunu ve tükenmişliğini kavrayan Şişman Kadın, kirli bir dokunuşa mahkum edilmişliğinden nefret ve tiksinti duymaktadır;

“Gecenin aymazlığında yüreğini çaldırmaktan ölesiye korktuğu için kapılarına

sürgü üstüne sürgü çeken ve her sürgüde biraz daha kendi içine kapanan, kendi ağırlığının üzerine abanan şehre bakıyorum. Bütün şehir çerden çöpten yapma bir kuş

yuvası gibi görünüyor gözüme. İçinde yeni doğmuş milyonlarca kuş yuvası gibi görünüyor gözüme. İçinde yeni doğmuş milyonlarca kuş yavrusu var; hepsi de ölesiye aç. Ciyak ciyak bağırıyorlar gözleri açılmadığı için henüz neye benzediğini görmedikleri annelerine. Çiğ pembe gagalarından içeri atılan solucanlar, iki tiz çığlık arasında kısacık mola vermelerinden başka bir işe yaramıyor. Her gün aynı kalafat yerine çekilen emektar bir gemi gibi, her gece bu şirret açlığa çekiliyor şehir. Ve hiçbir zaman doymuyor.” (s. 280)

Başkişi Şişman Kadın’ın yaşamındaki içeri-dışarı ilişkisini sorunsal düzeyde yansıtan İstanbul, gecenin karanlığında yutulmaktan korkmakta ve derin bir güven sorunu yaşadığı için kendi ağır yükünü sessiz bir şekilde içe kapanarak taşımayı tercih etmektedir. “Sürgü üstüne sürgü çeken ve her sürgüde biraz daha kendi içine

kapanan,kendi ağırlığının üzerine abanan” İstanbul; endişeli, gergin, ürkek ve kapalı dünyasıyla başkişi Şişman Kadın’ın cisimleşmiş ruhudur. Şişman Kadın, uyum sorunu yaşadığı için bu mekanda korunabileceği bir kendilik alanı bulamaz ve tıpkı İstanbul gibi dış dünyaya kapanır. Dış dünyaya kapalı kapılarla bağlı olan İstanbul; Şişman Kadınla beraber hem insanı çağcıl bir mahkuma dönüştüren iletişimsizliğe, yalnızlığa gönderme yapar hem de insani ilişkilerin bozulan, çürüyen, kokuşan ve tükenen yanını mekansal boyutta vurgulayarak imgesel bir mekana dönüşür. Bu durum, “çerçöp yığını” ifadesiyle belirtilir; irite/iğreti olan, kullanıldıktan sonra bir köşeye atılan ve işlevini yitiren çöp, yozlaşma temelli değersizliğin simgesidir. “Bir kuş yavrusu” gibi kendisine sığınan insanı koruyamayan, barındırmayan İstanbul, zamana paralel olarak çatırdayan/kırılan kabuğunda besleyici gücünü yitirir. İstanbul; huzursuzluğun, yalnızlığın, ilişkisizliğin, samimiyetsizliğin, bencilliğin, yoksulluğun durağı gibidir; bitmek bilmeyen istekleriyle oburluğun ebedi savaşını veren mekan, ne istediğini bilmeyen ama sürekli yapay ve sahte şeylerle mutlu olmaya çalışan modern insanın trajedisini anlatır. Modern insan, aç bir ağız gibi sürekli yiyen ama doymayan yanıyla bir süre sonra yaşamdan bir şey alamaz hale gelerek tükenir;

“Her akşam birbirimize o gün dışarıda birlikte neler yaptığımızı anlatıyorduk.

Çünkü biz dışarıda birlikte olamıyorduk. Hayali Fener Apartmanı’nı dışına adım atar atmaz sevgililiğimiz sona eriyordu. Gündüzleri birlikte dışarı çıkamıyor, sokaklarda beraber dolaşamıyorduk. Dışarı’sı bize yasaktı. Sadece ‘ben’ vardı mahremiyetin bittiği yerde.” (s. 103)

“Dışarı”nınanlamlarla yüklü simgesel değeri burayı coğrafi bir zemin olmaktan çıkarıp başkişinin ruhsal yapısını yansıtan bir mekana dönüştürür. Dışarı, kendisiyle arasında uyum sorunu oluşturduğu ve bireysel alana dokunulacağı kaygısı yarattığı için labirentleşen bir mekandır. Başkişinin kendi olma biçiminin karşısında durarak engel bir durum teşkil eden dışarı, çevresel düzeyde geniş olmasına rağmen varoluşa saygı duymayarak örtük mahremiyeti ifşa ettiğinden kapalıdır. Şişman Kadın, cüce sevgilisiyle dışarı çıktığı zaman kabul sorunuyla karşılaşacağını bilir; meraklı gözlerin yargılayan, eleştiren ve sorgulayan bakışlarına maruz kaldığından dolayı yaşamla kendisi arasında savunma duvarı örer. Çünkü ona göre dış dünya, insanlar arasında samimiyet ve paylaşım içerikli ilişkilere izin vermez; parçalayan, bölen ve yok eden bir enerjiyi taşıyarak yalıtık, soğuk ve yutucu bir mekana dönüşür. Be-ceyle birlikteliğini gizlemek ve saklamak zorunda kalan Şişman Kadın, dışarı’yı oluşturan her alanlaçatışma içindedir. Kalabalığın işgal ettiği mekanda kendi oluş’u duyumsayacak kadar özgür ve rahat olmayan Şişman Kadın, nefes aldığı her an’da değersizliğini hisseder, bu yabancı mekanla yakın temas kuramaz; mahrem olanı yutarak büyüyen ve nesnel bir mekanizma gibi insanın dışa açılmasını olmazlaştıran kapalı mekan, şişmanın varlık alanını taciz eder ve onun bireyselliğini haykırma gücünü elinden alır. Bu durum, hem mekanın kendiliğe yönelmiş bir tehdit olduğunu gösterir hem de kişiyle arasında herhangi bir uzlaşma olmadığına işaret eder;

“O daracık yerde yan yana düşünce, nezaketi elden bırakmayanlar bile göz ucuyla

bir bana bakarlar, bir de asansörün en faza kaç kilo taşıdığını belirten levhaya. Kaşla göz arasında kaç kilo geldiğimi tahmin etmeye çalışıp çaktırmadan hesap yaparlar. Bazen bu gizli gerginliği bir latifeyle taçlandıracak kadar pişkin olanlarda çıkar: Aman ip kopmasın da!Bütün bunlar o kadar anlamsız, o kadar abartılı ki! Asansörde tehlike saçacak kadar şişman değilim elbette. Ama anlaşılan görüntüm her şeyin önüne geçiyor. Daracık asansörde benimle yan yana gelenler, mantıklarıyla değil, gözleriyle düşünmeye başlıyor.” (s. 102)

Asansör, iki insan arasındaki mesafeyi ve sınırları kaldırdığı için geçici bir süreliğine de olsa kaygı ve endişe uyandırır. “Daracık yer”olmasıyla fiziksel düzeyde; tedirginlik ve endişe yarattığı için algısal düzeyde kapalı/dar mekan olan asansör, başkişiyle dış dünya arasındaki uyuşmazlığı ortaya koyar. Asansöre bindiği andan itibaren yabancı bir gözün bakışında sıkışıp kalan Şişman Kadın, içsel güvenilirliğini

kaybeder; çünkü asansör, eksikliklerini ve normal olmayan yapısını yüzüne haykırdığı, fiziksel durumunu ön plana çıkartarak yaşamının her anında duyumsayacağı gizli bir aşağılanmışlık hissi yarattığı için yalıtıktır. Böyle bir mekandautanan, sıkılan, gizli bir suçluluk hissine kapılan Şişman Kadın, nezaketsizlikten ve hoşgörüsüzlükten kaynaklanan bir rahatsızlık yaşar. Adeta başka biri tarafından teslim alındığı/tutsak edildiği fark ettiğinden huzursuzlaşır. Gözetlenerek teftiş edilen ve psikolojik bir kilit altında tutulan Şişman Kadın, bedenini disiplin altına alma mecburiyetinde bırakılır; çünkü asansörde olduğu süre içinde yöneltilen bakışlar, insani bakımdan değerli olduğunu önemsemeden sadece görüntüyü dikkate alır. Görülen üzerinden insanın tanımlanması ve dışsal otorite tarafından kontrol altına alınması, insanı basitleştirerek anlam dünyasını yok sayar; bu bakımdan mekan, kişinin üzerine yürüyerek onu ezer;

“Belli ki kavurucu, bunaltıcı güneş ışınlarını sızdırmıyordu oymalı, fiyakalı taş

evler; yemeklerin yavanlığını, sokakların darlığını, günlerin kısalığını da. Köhne, ahşap evlerin tekerrürlerle örselenmiş, bakımsızlıktan sararmış cephelerine inat, seyirlik bir tazelikti oymalı, fiyakalı taş evler. Karşıdaki dilini bilse de bilmese de, kendinden bahsetmeyi severdi taş evler. İçlerinde kim yaşarsa yaşasın, yabancılarca seyredilmek için seyredilebilecek surette inşa edilmişti taş evler. Görülmek ve göstermek üzerine inşa

edilmişti taş evler; zaten bu yüzden dış cepheleri gelip geçenlerin bakışlarıyla her dem yeniden sıvanıyordu ” (s. 139)

Modern kültürün etkisiyle çağın temel barınma mekanı olan taş evler, görselliğe dayanan yeni bir dünya düzeni sunar; böyle bir düzende yer alan taş evler, iktidar ve beden arasındaki ilişkinin mekansal bir yansımasıdır. Sennett’e göre “modern kentin

kültürel sorunu, kişisel olmayan çevrenin nasıl dile getirileceği; onun süregelen kişiliksizliğinin; kökenleri dış dünyaya dayanan şeylerin gerçek olma(yan)”132yapaylıkla

örtüşen yapısıdır. Dolayısıyla yapay evler, insanın kendiliğine ait ipuçları verir. İnsanın kaderiyle yakın ilgisi olduğuna inanılan evlerin taş simgesiyle nitelendirilmesi; mekanın donukluğuna, soğukluğuna, cisimleşmişliğine ve yalıtıklığına işaret eder; aynı zamanda mutsuz, güvensiz, yalnız ve yabancı insanın mekanlaşmasına izin vererek sadece nesnel olanı sahneler. İçsel yaşantısında oldukça yoksul bir görünüm sergileyen taş evler; düşsellik, içtenlik, samimiyet, sıcaklık, birliktelik içermez; onun tek malzemesi maddedir.

132Rıchard Sennett, Kamusal İnsanın Çöküşü, Çev. Serpil Durak, Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yay.,

Bilmediği ve tanımadığı bir dünyanın insanına kendini sergilemek için zoraki ve iğreti bir şekilde iletişime geçmeye çalışan taş evler, ruhsal bakımdan değersizliğine gönderme yapar. Dışsalın ya da görmenin insan yaşamında nasıl etkin rol aldığını vurgulayan taş evler, fiziksel bir yerleşiklik sağlayarak bir yere ait olma duygusunu beslemekten uzak kalır ve yabancı bakışların odağında mahrem duygusunu öteleyen izler taşır; evin saklayan ve koruyan özelliğinin aksine her şeyi açığa vuran, belirginleştiren, şeffaflaştıran bu mekan tarzı, beden/dış dünya ve ruh/iç dünya arasındaki çatışmanın bir yansımasıdır.

Mahrem romanında kapalı/dar mekanlar, başkişi kendiliğinin dışlandığını ve basit bir nesneye dönüştürüldüğü yerlerdir; bu mekanlar, başkişinin varlık alanını fütursuzca ihlal ederek karanlık ve cehennemi özü içinde taşıyan bir düzen yaratır. Kapalı/dar mekanların temel yansıması, dışarının/toplumun dar bakış açısıyla vurgulanır. Başkişinin şişmanlığını katlanılmaz bir durumun sanrısı gibi sürekli tekrar eden; onun kusurlarını, eksikliklerini ve zaaflarını yüzüne vuran dışarı/toplum adeta bir cezalandırma labirenti gibidir. Dışarıya çıktığı zamanlarda yalnızlığını, kimsesizliğini, yabancılığını ve iletişimsizliğini derinden duyumsayan başkişi kendisini aciz bir varlık olarak görür. Çevrenin baskı altına alan tavrı karşısında kaçıp kurtulmak isteyen fakat başaramayan başkişi sıkışıp kalır; onun bu sıkışmışlığı ve olmazlığı kapalı dar mekanlarda etkisini gösterir.