• Sonuç bulunamadı

Kaçış ve Değişim

2.2. ŞEHRİN AYNALARI ROMANINDA YAPI VE İZLEK

2.2.8. İzleksel Kurgu

2.2.8.3. Kaçış ve Değişim

Gerçekliğin baskı ve kuşatıcılığından bunalan insan, mevcut durumdan kurtulmak için kaçar ve öte yerlere yönelir. İnsan, karşı konulmaz yitimlerin açmazında yok olup gitmek istemez; bu nedenle içinde bulunduğu koşulları değiştirmeye çabalar ve farklı imkanların çağrısına icabet eder. Bazen de kaçış, mecburi nedenler sonrası gerçekleşir; kimliğinden dolayı yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kalan Mıguel kaçış eylemini bu boyutlu gerçekleştirir. Seçme şansının olmadığı verili bir değerden ötürü suçlanır ve kaçışa sürüklenir. Converso olarak bilinen Mıguel, engizisyon görevlileri tarafından yargılanacağı bildiğinden dolayı İspanya’dan ayrılır İstanbul’a sığınır. Erich Fromm, “sığınma psikolojisinin temelde bireyin güven yitimine uğradığı, kendini aşağılanmış

hissettiği zamanlarda yaşama mücadelesine devam etmek için kendi dışında bir güce,

127 Gıddens, a.g.e., 2014, s. 27.

imgeye bağlanması şeklinde bir faaliyet olduğunu belirtir.”128 Dolayısıyla sığınma

merkezli kaçış, umudu ve güveni de temenni eden bir unsura dönüşmüş, dünyadalığındaki süreğenliliğine anlam katmıştır; çünkü İstanbul, aynalar şehridir. Ayna, fizikselliği gösteren niceliksel bir simge olmaktan çıkarak içsel bir uyarıcıya dönüşmüştür. Mıguel’in olmamışlığını yüzüne haykıran aynalar şehri, günah psikozunda kıvranmasına neden olan kendilik sancılarını hatırlatır ve olması gerekeni söyler. Sese dönüşmüş bir metafor aracılığıyla kendini duymaya başlayan Mıguel, dünya üzerindeki yersizliğini görür ve kendisini tanımaya çabalar. Bu çaba, ‘kimim ben?’ sorusuna aranan cevapla işlevsellik kazanır; nesnel devamlılık sağlamaktan öte kimliksel bağlamda bir yere ait olma ihtiyacını karşılar. Empoze edilen çarpık düşünceler yumağının doğruluğunu reddeder; sürüklendiği moral tükenişinden çıkmasını sağlar. Köksüzlüğünün yarattığı bunaltıyı sonlandırarak Mıguel’in kendi içine bakmasına imkan tanır; böylece yaşamın akışındanve uyumundan kopup gitmesini engelleyen bir teselli kaynağı edinir. Mıguel’in değişimini sağlayan ilk teselli kaynağı, adıdır. Ad, kimliğimizi onayan; varlığımızı, bireyselliğimizi kanıtlayan bir simgedir. Ad, karakterle yakın ilişkilidir; insan bir isme sahip olduktan sonra kendisini saran olumsuzlukları yok etme gücü kazanır. İsak adını alan Mıguel, melankoliye batmışlığından çıkarak yüzünü yaşama döner ve psikolojik düzeyde uyanır; benliğini esir alan hırs ve öfke duygusundan uzaklaşır. Mıguel’in karanlık bir güce dönüşmesine engel olarak eksikliklerini görmesine imkan tanır. Kaçışın ve değişimin bir diğer nedeni, aşktır. İstanbul’da Zülfe’yle karşılaşan İsak, ruhuna ulaşan bu yüce duygu sayesinde içten bir yenilenmeye hazırlanır. Dolayısıyla aşk, onun kurucu ateşidir. Aşk, içten ve derinden bir yanmanın kendisidir; ışık saçan bir ayin gibi iyileştiricidir, İsak’ın dünyasında güçlü bir enerjinin kapısını aralar. İki ayrı beden ve ruhken birlikte aynı yöne bakmaya, birbirlerini hissetmeye başlayan İsak ve Zülfe, kutsal bir akışta yeniden doğarlar;

“Aşk sonradan gelmez hiçbir zaman. Varsa vardır, o kadar. El ele tutuştular.

Gökyüzünün karanlığında, birbirlerinin yalnızlığında, aynaların sırlarında çoğalarak birbirlerine kavuştular. İsak Zülfe’yi kucakladığında, bambaşka hikayelerden damıtılmış iki ayrı yarım birbirine kavuştuğunda, çember tamamlandı” (s. 289-290)

Mıguel, aşkın yeniden oluşturucu gücünde parçalanmışlıklarını bütünler. Yıllarca içselleştiremediği tüm güzellikler onu düzene, dirliğe ve bütünlüğe çağıracak; uyuma

davet edecektir. Zülfe’ye baktığında ona doğru aktığını hisseden Mıguel, çözülemeyen kavgasını unutur; öteki olmaktan kurtulur. Ötekileşmenin en kötü yönü, insani değerlerin sesine karşı kulakları tıkamaktır. Sorgulamalarıyla bu durumun önüne geçen Mıguel, değişir. Böylece kaçış serüveni altında şekillenen değişim süreci usanç duyulan yaşamı anlamlı ve değerli kılacaktır; çünkü kendisi olarak değişme haysiyetli bir oluştur.

Kaçış eylemini gerçekleştiren diğer anlatı kişileri Isabel ve Andres’tir. Mıguel gibi benzer nedenlerden dolayı İspanya’dan kaçan Isabel, İstanbul’a gelir. İstanbul’da Kösem Sultan’ın himayesinde yaşamını devam ettiren İsabel, histerik anılar mağmasına dönüşmüş geçmişinin tutsağı olmaktan kurtulur ve yaşamın ahenkli akışına intibak etmeye gayret eder;

“Kızmıyordu kendine. Anlamaya çalışıyordu sadece. Kimselere anlatamadığı,

anlattığı takdirde anlaşılamayacağını bildiği şeyleri kendine saklıyordu.(…) Kızmak istemiyordu kendine. Anlamaya çalışıyordu sadece.” (s. 272)

Isabel’in yanı sıra kökensel olarak kendini dünyada bulamayan Andres ise İstanbul’da kendisine ait bir hikayenin olduğuna inanarak arayışa yönelir. Bu yönelim, çekildiği mahzenin içinden çıkmasını sağlar; yalnızlıkla kuşatılmış bir mazinin bütün serüveninin bir yazgı olmasını engeller.

Anlatı kişilerinin şahsında düşünsel ve eylemsel bir çizgide etkinleşen kaçış, kültürel farklılıkların oluşturduğu baskı sonrası yaşanır. Kültürel baskı, büyük bir tehlike ve tehdit unsuru barındırarak uyumsuzluk yaratır ve milli belleğin derinliğini asimile eden yok sayıcı bir güçtür.1575 İspanya’sında converso kavramıyla tanımlanan Pereira ailesi, engizisyon tarafından sadece kendi dinlerine mensup olmadıkları için adil ve insani olmayan bir yaklaşımla yargılanırlar; oysa insana ait değer ve anlam dünyası hiçbir zaman mekansal bir yön tayin edemez. Kendine özgü davranış kalıpları ve duyuş tarzıyla aidiyet duygusunu hissetmelerine izin verilmeyen ve sınırları çizilen bir kozaya hapsedilen Pereira ailesi, yapay bölünmelerle ayrıştırılarak dışlanır. Yaşadığı mekanla ruhdaşlık kuramayan bu aile için sonuç tamamıyla karanlıktır. Bu olumsuzlamadan kurtulmak için çıkış yolunu kaçışta arayan Pereira ailesi için kaçışın mekanı, çokkültürlülük olgusu altında farklı kimlikleri ve ritüelleri barındıran İstanbul’dur. Burası kültürel anlamda bireysel özgürlüğü korurve onlara kaderlerine karşı durabilme cesareti verir. Aynı zamanda kendilerini tarafından yok edilmeye çalışılan iç sesin ifşa edilmesini gerçekleştirerek değişimi başlatır. Değişim, şehre atfedilen ayna metaforunun tüm

gerçekliği yansıtmasıyla yaşanır. Ayna, paramparça olmuş bir yaşamın eksikliğini, acısını, boşluğunu, belirsizliğini tüm yönleri ile ortaya koyar; aynanın bu özelliği psikolojik bir duruma vurgu yaptığını gösterir. Ayna nesnesiyle özdeşleşen ve romana adını veren şehir, İspanya’dan kaçarak İstanbul’a gelen Mıguel, Isabel, Andres’in var olma biçimlerindeki eksiklikleri ve kusurları gösterir. İstanbul için kullanılan “küstah,

kibirli, yalnız, ikibaşlı”gibi sıfatlar, adeta kişinin suretini görmesini sağlar; nefs merkezli tüm kirlenmişliğinden arınmasına imkan tanıyan bir değere dönüşür. Bu yönüyle ayna maneviyatla yakın ilişki içindedir. Burckhard “ayna, manevi tefekkürün en dolaysız

simgesidir; çünkü öznenin ve nesnenin birliğini temsil eder.”129 derken aynanın

görüntünün öte tarafındaki işlevine vurgu yapar. Ayna, kendisiyle imtihanı hep arafta kalan Mıguel ve Isabel’in her şeyi tüm çıplaklığıyla görebilmesini ve olumsuzluklarla yüzleşme cesareti bulmasını sağlar; Mıguel “suretinde Ademoğullarının, Havva

kızlarının türlü türlü hallerini gör(en)” (s. 215) ve gösteren İstanbul’a gelişiyle İsak adını alır ve “kimim ben?”sorusunu ilk defa kendisine sorarak aslında bütün cevapların kendi içinde olduğunu görür. Bu bağlamda kaçış, kendini bulma, anlam ve değer kazanma çabasına yön tayin eder; İsak’ın içsel yolculuğunu gerçekleştirir.