• Sonuç bulunamadı

Bakış Açısı ve Anlatıcı

1.3. ESERLERİ

2.1.4. Bakış Açısı ve Anlatıcı

Bakış açısı ve anlatıcı, kurmaca metinlerde yazarın eserdeki konumunu belirleyen yapısal bir unsurdur. Bu fonksiyonuyla anlatıcı, hem dramatik aksiyonun oluşumunda temel belirleyici izlekleri hem de kişi, zaman, mekan ve olay örgüsü gibi biçimlendirici rol oynayan diğer öğeleri metne aktarır. Şerif Aktaş, “(bakış açısının) anlatma esasına

bağlı metinlerde, vaka zincirlerinin ve bu zincirinin meydana gelmesinde kullanılan mekan, zaman, şahıs kadrosu gibi unsurların kim tarafından görüldüğü, idrak edildiği ve kim tarafından, kime nakledilmekte olduğu sorularına cevap”23 niteliği taşıdığını söyler.

Dolayısıyla bakış açısı, kurgusal düzene doğrudan yön verir.

Pinhan romanı, ilahi özelliklerle donatılmış yazar anlatıcı tarafından kurgulanır. Yazar anlatıcı, bir Tanrı gibi tüm zaman ve mekanlarda yer alan; olayları kimi zaman ayrıntılarıyla anlatarak ve göstererek yansıtan, kimi zaman ise özetleyerek aktaran; açıklamalarıyla/yorumlarıyla olayların gidişatına müdahil olanbir konumdadır. Tanrısal bakış açısıyla yazılan ama iç monologlarla geliştirilen romanda yazar, herşeyi bilme ve görme yetisine sahiptir;

“Pinhan korkuyla bir adım geri çekildi. Yoksa, yoksa bütün bu minyatürler ve

beyitler onu mu anlatıyordu? Tekkeye gelişini, burada yaşadıklarını ve belki… belki bundan sonrasını?” (s.19)

Tanrısal bakış açısı, başkişi Pinhan’ın kimseler yokken kendisiyle yaptığı sessiz ve içsel konuşmalarını duyar; onun kişisel özelliklerine, rüzgara, suya yönelerek doğayla iletişimine, gündüz kurduğu hayallere, ikibaşlılığı nedeniyle başkasıyla paylaşmadığı içsel sıkıntısına, geceleri gördüğü rüyalara, korku ve kaygı halinde içinden söylediklerine,

22C., Wayne Booth, Kurmacanın Retoriği, Çev. Bülent O.Doğan., Metis Eleştiri Yay., 2012, s. 47. 23 Aktaş., s. 78.

öfke ve panikle kendi içine çekilerek yaşadığı çaresizliğe vakıftır. Yazar anlatıcı, Pinhan’ın dışa açılamayan örtük mahremiyetini bir kendilik değeri gibi ödünçler; böylece onun gizli, saklı ve kapalı dünyası okuyucuya ifşa edilmiş olur;

“Dili sivri, hayalleri hudutsuz, gönlü gamsızdı; ama sadece gün batımlarına

kadar. Çünkü o, gündüzleri, arkadaşlarına parmak ısırtacak kadar korkusuz ve vurdumduymaz; geceleriyse yavrusunu yitirmiş bir ceylan gibi yaralı ve mahzundu.” (s. 12)

“Derenin sesi giderek kalınlaşmakta, yavrusuna kanat geren, sarıp sarmalayan şefkatli bir ananın sesini andırmaktaydı. Pinhan derenin yanıbaşına çömeldi. Hiç

nazlanmadan evvelki gece gördüklerini bir bir dile getirdi. Medet umdu, aman diledi. Ağzından dökülen her bir kelimeyi serin suların ellerine verdi. Sular derdini, tasasını, gamını kederini üst üsteistifleyip omuzlarına yüklerken, yavaş yavaş rahatladığını, ferahladığını hissetti.” (s. 32)

Pinhan’ın kendi bedeniyle tanışmaya başladığı ve geceler boyu ıstırap içinde kıvrandığı kendilik sancılarını, yazar anlatıcı hakimane bir tavırla bilir ve okuyucuyla paylaşır. Yazar anlatıcı, sınırsız bakış açısıyla Pinhan’ın açığa vurulmayan duygu ve düşüncelerine nüfuz eder; onun toplum tarafından onanmayan/kabul edilmeyen gerçeğini görür ve bedeninin kontrolü dışında değiştiği zaman nasıl bir utanca boğulduğuna, kimsesiz ve yalnız bir şekilde beklediğine, sınırları aşılarak kurulan doğa-insan ilişkisinin nasıl bir beklentiye dönüştüğüne temas ederek herşeyden haberdar olduğunu gösterir. Forster, “roman yazarı yarattığı kişiler hakkında her şeyi bilir, bu kişilerin gizli saklı

hiçbir yönleri yoktur, çünkü onları yaratan da, anlatan da aynı kimsedir.”24 derken

tanrısal bakış açısının, konumuna, anlatı kişisinin bilincini okuyabilme yönüne vurgu yapar. Pinhan’ın ruhuyla bedeni arasında süre giden savaşını dış dünyasına değil içsel alanına müdahil olarak vurgulayan tanrısal bakış açısı, başkişinin iç sesi/benliği gibidir;

“Gece çökünce, beş kardeş birbirlerine sokularak yattıkları yer yatağında,

karanlığı fırsat, yalnızlığını kılıf bilen hüzün, arz-ı endam ediverirdi. Çocuğun etrafında naralar atarak birkaç kez fırıl fırıl döndükten sonra, arsızca üstüne çöreklenir, acımasızca boğazını sıkar, sesini soluğunu keserdi.” (s. 12)

Gece belirince Pinhan’ın ruhunu baskı altına alan karabasanı kendi yaşıyormuşçasına vurgulayan yazar anlatıcı, onun görünmeyen ve adı gibi pinhan olan

sırrını ortaya koyar. Yazar anlatıcı “çocuğun etrafında naralar atarak birkaç kez fırıl fırıl

döndükten sonra, arsızca üstüne çöreklenen, acımasızca boğazını sıkan, sesini soluğunu kesen” varlık sorununa temas eder. Pinhanla özdeş bir konumda değerlendirebileceğimiz yazar anlatıcı, mahfi bir dünyanın içine girerek kimselerin bilmediği bir durumun yarattığı psikozu gün yüzüne çıkarır/ifşa eder. Yazar anlatıcı, belli bir an üzerinde yoğunlaşır, Pinhan’ın dış dünyayla ilişkisinin neden zoraki ve trajik olduğunu sürekli bastırdığı ve yadsıdığı gerçeğiyle açıklar.

Pinhan romanında tanrısal bakış açısı, başkişinin cinsel ve ruhsal sorununu tüm yönleriyle açıklamaya yönelir. Pinhan’ın zaman ve mekan merkezli her anını kontrol altına alan yazar anlatıcı, kendisiyle başkişinin yaşamını ayrılmaz bir bütün olarak sunar. Okuyucu, dünyaya ikibaşlı doğan Pinhan’ın kendinden kaçamayışını, kuşatılmışlığını, sıkışmışlığını, annesiyle ilişkisizliğini, varlık sancısını çözümleyebilmek için babasına yaptığı içsel çağrısını, Dürri Baba tekkesiyle İstanbul’daki bireyleşim serüveninin zorlu ve sıkıntılı aşamalarını, hiçbiryerdeliğini ve hiçkimsesizliğini duyumsayan ruhun bunaltılı arayışlarını tanrısal bakış açısının ilgi ve dikkatinden öğrenir. Pinhan, başkişinin iç monologları üzerine kurulu olduğu için yazar anlatıcı en çok bu teknikten yararlanır; Pinhan’ın kimseler yokken sessiz bir şekilde kendisiyle konuşmasını, dışa vuramadıklarını iç monologlar üzerine yaptığı okumalarla okuyucunun bilgisine sunar. Bu bakımdan tanrısal bakış açısı, başkişinin görünen/görünmeyen, bilinen/bilinmeyen özelliklerine hakim konumdadır; başkişinin yanı sıra Dürri Baba’nın Pinhanla ilgili tasarılarını, Nevres’in başkası tarafından bilinmeyen fiziksel becerisini, Dertli Hagopik’in pişmanlığını, Şeyh Mehmet Mühür Efendi’nin endişe ve kaygıyla örülü rüyalarını bilir, görür, duyar. Kişilerle ilgili çözümleme yaparken tarafsız kalmayan ve kendini saklamaya gerek duymayan yazar anlatıcı, üçüncü şahıs hikayeci olarak romanda yer alır. Tanrısal bakış açısı, anlatı kişilerinin geçmiş ve geleceğini anlatarak belirtirken; şimdiki zamanını bazen yaşadığı mekanda bazense bir nesneyle ilişkisinde sahneleyerek/canlandırarak yansıtır. Kimliğini gizlemeyen ve tarafsızlık ilkesini ihlal ederek yanlı bir tutum sergileyen yazar anlatıcı, çelişkili ifadelere yer verir. Mesela “vardı ve bir daha

ayrılmadı.”(P.,s.,16) cümlesi olayların akışıyla uyuşmaz; çünkü Pinhan’ın kendilik serüveni İstanbul’da şekillenir, Pinhan’ın tekkeden ayrılmaması mümkün değildir. Vaka birimleri arasında mantıklı bir bütünlük kuramayan tanrısal bakış açısı, kişilerin psikolojik durumlarını yansıtırken dönemin sosyal yapısını, İstanbul ve Denizli civarında

olduğunu tahmin ettiğimiz Dürri Baba tekkesiyle verir. Tanrısal bakış açısı, toplumsal dokunun izlerini metinde vurgularken kendi bilgisini, kültür seviyesini ve araştırmalarını referans alır.