• Sonuç bulunamadı

Dava Sebepleri Ayn› Olmad›kça Kesin Hükümden Söz Edilemez ÖZET: Asıl dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine

da-yalı; karşı dava ise, inançlı işleme dayalı tapu iptali ve tescil talepleri-ne ilişkindir. Uyuşmazlık, kesin hüküm koşullarının bulunup bulunma-dığı noktasında toplanmaktadır. Dava konusu uyuşmazlık hakkında ke-sin hüküm bulunuyorsa, aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı da-va sebebine dayalı olarak yeni bir dada-va açılamaz. Kesin hüküm itirazı her aşamada ileri sürülebileceği gibi re’sen de dikkate alınabilir. Kesin hükümden söz edilebilmesi için dava sebebinin de aynı olması gerekir.

Dava sebebi, hukuki sebep olmayıp, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar (olaylar) ay-nı ise diğer koşulların bulunması halinde kesin hükmün varlığından söz edilebilir. Dosya kapsamından, ilk davanın harici satın alma sebebine dayalı tapu iptali ve tescil talebine ilişkin olmasına karşılık eldeki da-vanın vekalet görevinin kötüye kullanılması sebebine dayalı tapu iptali ve tescil davası olduğu anlaşılmaktadır. Her iki davada da tapu iptali ve tescil istenmiş olsa da her iki davanın dayandığı maddi vakıalar farklıdır. Bu durumda dava sebeplerinin aynı olduğundan söz edilemez.

➣ 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu m. 237.

➣ 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 303.

T

araflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargıla-ma sonunda; Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce “asıl davanın kesin hüküm bulunması nedeniyle; karşı davanın ise esastan reddine” dair verilen 19.02.2009 gün ve 2006/129 E., 2009/34 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar ve davalılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Daire-si’nin 14.10.2009 gün ve 2009/8630-10101 sayılı ilamı ile ;

(…Asıl dava vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine daya-lı, birleşen dava ise inançlı işleme dayalı tapu iptal ve tescil isteklerine ilişkindir.

Mahkemece, asıl davanın kesin hüküm nedeniyle, birleşen davanın ise ka-nıtlanamadığından reddine karar verilmiş hüküm asıl davacı tarafından işin esa-sı yönünden, birleşen davacı tarafından ise vekalet ücreti açıesa-sından temyiz edil-miştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının 11.05.1998 tarihinde dava-lı İhsan’ı vekil tayin ettiği, vekilin de 07.09.2004 tarihinde tevkil yetkisine da-yanarak Avukat V.İ.’ye vekalet verdiği, diğer davalı Hatice’nin ise Pendik 1. As-liye Hukuk Mahkemesi’nin 2004/403 Esas sayılı dosyasında eldeki davacı aley-hine harici satış nedeniyle açtığı tapu iptal ve tescil davasının, avukat V.İ.’nin ka-bulü nedeniyle kabulle sonuçlandığı anlaşılmaktadır.

Davacı, vekilin yapmış olduğu işlemlerin vekalet görevinin kötüye kullanıl-mak suretiyle zararlandırma kastıyla gerçekleştirildiğini, davalıların iyi niyetli olmadıklarını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.

Bilindiği üzere; maddi anlamda kesin hüküm, yargısal (kazai) kararlara ta-nınan yasal gerçeklik (hakikat) vasfıdır. Bu vasıf yargısal (kazai) kararların ger-çeğe (hakikata) uygun olarak verildiğinin kabul edilmesini zorunlu kılar. Kesin hüküm kuralı, haklı ve adil kararların korunması yanında, kişiler arasındaki çe-kişmelerin sonsuza dek davam etmesini önlemek, toplumun istikrar ve düzenini sağlamak, hukukun ve yargının güvenirliğini korumak amacıylada kabul edil-miştir. Bütün yasal yollar kapandıktan ve verilen hüküm kesinleştikten sonra, aynı davanın tekrar yargı önüne getirilmesi, toplumda sonu gelmeyen çekişme-lere, huzursuzluklara, istikrarsızlıklara, kazanılmış hakların her zaman ortadan kaldırılabileceği endişesine neden olur. Çelişkili kararların çıkmasına sebebiyet verir. Bu itibarla, tarafları, mevzuu ve sebebi aynı olan Devletin iştiraki, haki-min tarafsız araştırması ve iradesi ile kurulan, tüm yasal yollardan geçmek su-retiyle; diğer bir anlatımla şekli yönüyle de kesinleşen önceki hükmün korun-masında kamunun büyük yararı bulunmaktadır.

Hukukumuzda kamu düzeninden sayılan ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 237. maddesinde düzenlenen kesin hüküm tarafların anlaşmaları ile ortadan kaldırılamadığı gibi, mahkemece kendiliğinden (re’sen) göz önünde tutulur. Düzenlediği hak ve çıkar ilişkileri yönünden yasal gerçeklik (hakikat) sayıldığından taraflarını bağlar.

Somut olayda; Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2004/403 Esas sa-yılı dosyasında davanın, harici satın alma nedenine dayalı tapu iptal ve tescil is-teğine ilişkin olduğu halde eldeki davanın vekalet görevinin kötüye kullanılma-sı hukuksal nedenine dayalı olarak açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, dava sebeplerinin aynı olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.

Hal böyle olunca, tarafların iddia ve savunmaları gereğince tüm delillerinin toplanması, toplanan ve toplanacak delillerin birlikte değerlendirilmesi ve varı-lacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme

ile yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir…) gerekçesiyle oybirliği ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Edenler: Davacılar ve davalılar vekilleri.

Hukuk Genel Kurulu Kararı

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Asıl dava vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı, karşı dava ise inançlı işleme dayalı tapu iptal ve tescil isteklerine ilişkindir.

Davacı-karşı davalı vekili, müvekkilinin, davalı İhsan’ın yeğeni ve evlatlı-ğı, davalı Hatice’nin ise İhsan’ın eşi olduğunu, müvekkilinin İhsan’a sahibi bu-lunduğu Pendik G.... Mah., K.... mevkii, 25 pafta 1560 parsel sayılı taşınmazda kendi adına inşaat yapmak üzere vekaletname verdiğini, Hatice’nin taşınmazda haricen hisse satın aldığını iddia ederek Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’n-de 2004/403 Esas sayılı dosya ile tapu iptali ve tescil davası açtığını, bu davanın İhsan tarafından vekalet verilen vekil tarafından ilk celsede kabul edildiğini, da-vacıya ait 2/3 hissenin iptal edilerek davalı Hatice adına tescil edildiğini, mü-vekkili temsil eden İhsan’ın vekalet verdiği şahısla birlikte kötü niyetle harekat ederek vekaletnamede verilen yetkileri kötüye kullandığını bu şekilde davacı üzerinde kayıtlı bulunan tapunun iptalini sağladıklarını belirterek, davalı Hatice adına bulunan kaydın iptali ve davacı adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Hatice ve davalı-karşı davacı İhsan cevap ve karşı dava dilekçesinde;

müvekkillerinin yurt dışında uzun yıllardır yaşadığını, davacıyı evlat edinerek, yurt dışına götürdüklerini, dava konusu 1560 parsel sayılı taşınmazın müvekkil-lerinden İhsan tarafından satın alındığını, taşınmaz üzerinde bulunan binanın da müvekkili tarafından yaptırıldığını, müvekkilinin iradeleri yanıltıldığından dava konusu taşınmazın tapuda davacı-karşı davalı adına tescil edildiğini belirterek, davacının açtığı davanın reddi ile dava konusu taşınmazda davacı-karşı davalı adına tapuda kayıtlı bulunan 236/709 hissenin iptali ile müvekkili İhsan adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece; Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin, 23.09.2004 gün ve 2004/403-508 nolu, tapu iptali ve tescil davasının konusu ve taraflarının görül-mekte olan asıl dava ile aynı olup, görülgörül-mekte olan asıl dava yönünden kesin hü-küm oluşturduğu gerekçesi ile; karşı davanın ise esastan reddine karar verilmiştir.

Karşı dava yönünden mahkemenin ret kararını taraflar temyiz etmemiş; asıl dava yönünden karar, davacı-karşı davalı tarafından esasa; davalılar tarafından ise vekalet ücretine ilişkin olarak temyiz edilmiştir.

Yargıtay özel dairesince, karar, yukarıda metni aynen alınan gerekçe ile bo-zulmuş; mahkemece, önceki gerekçeler tekrarlanmak suretiyle direnme kararı verilmiştir. Hükmü temyize taraf vekilleri getirmektedir.

Açıklanan bu maddi olgu, bozma ve direnme kararlarının kapsamına göre uyuşmazlık; Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 23.09.2004 gün ve 2004/403-508 sayılı kararının, eldeki asıl dava yönünden kesin hüküm olup ol-madığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle; yargılama hukuku açısından “dava şartı” ile “kesin hüküm” kurum ve kavramlarının temel hukuki esasları üzerin-de durulmasında yarar vardır.

Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamada bulunabil-mesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları, dava açılabil-mesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilaçılabil-mesi için aranan “Kamu Düzeni” ile ilgili zorunlu koşullardır.

Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasın-da aşamasın-dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp, inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartları, dava masından, hüküm verilmesine kadar var olmalıdır. Dava şartlarının davanın açıl-dığı günde bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında orta-dan kalktığının öğrenilmesi durumunda, mahkemenin davayı mesmu (dinlene-bilir) olmadığından reddetmesi gerekir.

Dava şartlarından bazıları olumlu (davanın açılması sırasında var olması ge-rekli); bazıları ise olumsuz (davanın açılması sırasında bulunmaması gereken) şartlardır.

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 237. maddesinde;

“Kaziyei muhkeme, ancak mevzuunu teşkil eden husus hakkında muteber-dir.

Kaziyei muhkeme, mevcuttur denilebilmek için iki tarafın ve müddeabihin ve istinat olunan sebebin müttehit olması lazımdır” ifadesi yer almaktadır.

Dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile (1086 sayılı Hu-kuk Usulü Muhakemeleri Kanunu m. 237) çözümlenmiş olması da dava şartıdır.

Bu olumsuz dava şartı adıyla adlandırılır.

Kesin hüküm, hem bireyler için hem de devlet için hukuki durumda bir ka-rarlılık ortaya koyar. Bununla, hukuki güvenlilik ve yargı erkine güven sağlan-dığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.

Hemen belirtilmelidir ki, kesin hükmün amacı kişiler arasındaki uyuşmaz-lıkların kesin bir biçimde çözümlenmesidir. Bu amacın gerçekleşmesinde, hem kişilerin hem de Devletin yararı vardır. Çünkü kişiler, arasındaki uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanır-lar ve dava sonucunda verilecek kararla artık, bu uyuşmazlığın sona ermesini is-terler. Bu açıdan, Devletin de menfaati söz konusudur. Çünkü Devlet, mahkeme-lerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık (dava) ile sürekli ve yinelenerek meş-gul edilmesini istemez.

Dava konusu uyuşmazlık hakkında bir kesin hüküm bulunuyorsa, aynı konu-da, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamaz.

Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkeme-nin de; (Yargıtay’ın da) davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendi-liğinden gözetip, davayı kesin hükümden (dava şartı yokluğundan) reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi, ilk de-fa Yargıtay’da (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) ve dahası bozmadan sonra da ileri sürülebilir. Bu bakımdan usulü kazanılmış hakkın istisnasıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığının, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez.

Yasama ve yürütme organları ile yönetim, mahkeme kararlarına uymak zo-rundadır; bu organlar ve yönetim, mahkeme kararları hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. (Anayasa m.138/IV) Dolayısıyla kesin hüküm, sonradan çıkarılan bir yasa ile değiştirilemez, ortadan kaldırıla-maz (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.1989 gün ve 1989/36-24 sayılı ilamı;

R.G. 28.09.1989 gün ve 20296 sayılı, sayfa 17 vd; 19.10.1990 gün ve 1990/3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı - R.G. 22.02.1991 gün ve 20.794 sa-yılı sayfa: 35 vd. - Hukuk Genel Kurulu’nun 05.06.1991 gün ve 1991/5-215 E.

ve 342 K. sayılı ilamı; Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altın-cı Baskı, 2001 c. V s. 4980 vd.).

Bu bağlamda kesin delil ise, yanları ve hakimi bağlayan, bu tip delillerle ka-nıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesi gereken delillerdir. Haki-min kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru ka-bul etmek zorundadır.

Hukukumuzda kesin deliller sınırlı olup bunlar, ikrar (HUMK m. 236), senet (HUMK m. 287), yemin (HUMK. m. 337) ve kesin hükümdür (HUMK m. 237).

Kesin hüküm de, aynı konuda daha sonra açılan davada kesin delil oluştu-rur (Prof. Dr. Baki Kuru, age. C. II s. 2034 vd.).

Kesin hüküm ikiye ayrılır. Bunlar şekli anlamda kesin hüküm ve maddi an-lamda kesin hükümdür.

Şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan ya-sa yollarının kapandığı anlamına gelir. Bazı son kararlar verildikleri anda kesin-dirler (Örneğin HUMK m. 427).

Yasa yolu açık olan bir karar, yasa yoluna başvurma süresi geçmekle de ke-sinleşir. Öte yandan, temyiz yolu açık olan bir karar temyiz edilip sonuçta onan-mış ve karar düzeltme süresi geçirilmişse, ya da karar düzeltme istemi de red-dedilmişse veyahut yasa yoluna başvurmaktan feragat edilmişse verilen hüküm şekli anlamda kesinleşir.

Bir hüküm bir kere şekli anlamda kesinleşirse, artık bu hükme karşı, olağan yasa yollarına başvurulamaz. Bir kararın maddi anlamda kesinleşmesi için ön-celikle şekli anlamda kesinleşmesi gerekir.

Maddi anlamda kesin hükmün koşulları HUMK m. 237’de açıklanmıştır.

Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin (konusunun), dava sebeplerinin (vakıaların) ve taraflarının aynı olması maddi anlamda kesin hüküm oluşturur.

Kesin hükmün ilk koşulu, her iki davanın da taraflarının aynı kişiler olma-sı; ikinci koşulu, müddeabihin aynılığı; üçüncü koşulu ise, dava sebebinin aynı olmasıdır.

Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabih, dava konusu yapılmış olan hak, yani dava ile elde edilmek istenilen sonuçtur. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hakimin es-ki davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonu-cunu karşılaştırması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fi-ziki bakımdan aynı olsa bile, bu şeyler üzerinde talep olunan haklar değişikse, müddeabihler aynı değil demektir

Kesin hükmün üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebe-bi, hukuki sebep olmayıp, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Öyle ise;

her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar (olaylar) aynı ise, diğer iki koşulun da bulunması halinde kesin hükmün bulunduğundan söz edilebilir.

Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 05.02.2003 gün ve 2003/21-30 E., 2003/57 K.; 23.02.2005 gün ve 2005/21-66 E., 2005/93 K.; 03.03.2010 gün ve 2010/11-75 E. 2010/121 K. sayılı ilamlarında da vurgulanmıştır.

Somut olayın açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirilmesine gelince; gö-rülmekte olan davanın davacısı ile davalılardan Hatice’nin, daha önce görülüp ke-sinleşen davanın da tarafları olduğu konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.

Daha önce kesinleşmiş olan Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 23.09.2004 gün ve 2004/403-508 sayılı dosyasında davacı Hatice, dava konusu taşınmazda haricen pay satın aldığı ancak davalının tapuda ferağ vermediği ol-gusuna dayanarak tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuştur.

Görülmekte olan davada ise davacı, daha önce görülüp kesinleşen davada, davalı İhsan’ın inşaat yapımı konusunda verdiği vekaletnameye dayanarak ken-disine Avukat V.İ.’yi vekil olarak atadığını, vekilin de ilk duruşmada davayı ka-bul edip, temyizden feragat etmek suretiyle hükmün kurulup kesinleştiğini, böy-lece davalıların işbirliği içerisinde vekalet görevini kötüye kullanmak suretiyle davacının dava konusu taşınmazdaki payını iptal edip davalı Hatice adına tescil ettirdiklerini ileri sürerek tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuştur.

Öteki deyişle, ilk davanın sebebi harici satın alma nedenine dayalı tapu ip-tal ve tescil isteğine ilişkin olduğu halde; eldeki davanın vekalet görevinin kötü-ye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olarak açıldığı anlaşılmaktadır.

Her iki davanın sonucu aynı olsa da, her iki davada davacıların farklı olgu-lara dayandıkları çok açıktır. Bu durumda, dava sebeplerinin aynı olduğunun ka-bulüne olanak bulunmamaktadır.

Açıkça görüldüğü üzere iki dava açısından dayanılan maddi olgularda fark-lılık bulunmakta olup, iki dava arasında sebep birliği mevcut olmadığından; ilk davanın eldeki dava yönünden kesin hüküm teşkil ettiğinden söz edilemez.

Hal böyle olunca; mahkemece Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen ve aynı hususlara işaret eden özel daire bozma kararına uyulup, işin esasına girile-rek hüküm kurulması gegirile-rekirken davanın kesin hüküm nedeniyle reddi doğru de-ğildir. Usul ve yasaya aykırı direnme kararının bu nedenlerle bozulması gerekir.

SONUÇ: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kara-rının yukarıda ve özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine gö-re davalılar vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığı-na, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 08.12.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.

YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ

Tarih: 23.03.2011 Esas: 2011/2463 Karar: 2011/3349