• Sonuç bulunamadı

BULGULAR VE YORUMLAR

ŞEYHOĞLU MUSTAFA

4.11. XIV. YÜZYIL TÜRK HALK ŞİİRİNİN TEMSİLCİLERİ TEMSİLCİLERİ

4.11.1. Said Emre Hayâtı

Asıl adı Seyyid Molla Sadeddin olan Said Emre, XIII. yüzyılın sonu ile XIV. yüzyılın başlarında yaşamış, Aksaraylı bir âlimdir. Bektaşî Velayetnâme’sinde Molla Sadettin adıyla anılan Sait Emre, Hacı Bektâş-ı Velî’nin mürididir. Mürşidinden aldığı feyzle Yunus tarzında nefesler söylemiştir (Akarpınar, 2006: 640). O, Kayseri’ye her yıl yaptığı seyahatlerden birinde Hacı Bektaş-ı Velî’yi tanımıştır. Başlangıçta ona karşı çıksa da, sonradan onun yoluna bağlanmıştır. Bundan sonra Hacı Bektaş-ı Velî’nin yanında on sekiz yıl kalmış ve ondan sûfî geleneğini öğrenmiştir. Bu arada, Hacı Bektaş-ı Velî’nin “Makâlât” adlı eserini Arapçadan Türkçeye çevirmiştir. Hacı Bektaş-ı Velî, ona Yunus Emre tarzında şiir söylemesinden dolayı, “Said Emre” adını vermiştir. Hacı Bektaş öldükten sonra da onun halifesi Koluaçık Hacı Sultan’dan nasip almıştır.

Said Emre, Yunus Emre’nin çağdaşı ve en yakın takipçisi bir sûfidir. O, Yunus Emre’nin yolunu izleyen en eski ozandır. Said Emre’nin şiirlerine ancak Yunus Emre’nin şiirlerinin toplandığı cönklerde rastlanılmaktadır.

Said Emre’yi Alman bilim adamı Prof.Dr. Ritter vasıtasıyla tanıtan merhum Mehmed Fuad Köprülü olmuştur.

Edebi Kişiliği ve Eserleri

Said Emre XIII. yüzyılın sonu, XIV. yüzyılın başında yaşadığı ve muhtemelen şiirlerini de XIV. yüzyılda yazdığı için onu, XIV. yüzyıl şairleri arasında değerlendirmenin daha doğru bir kanaat olacağını düşündük. Bu nedenle Said Emre’yi XIV. yüzyıl şairleri arasında değerlendirdik.

Said Emre’nin elimize geçen herhangi bir divanı ya da cönkü yoktur. Ele geçen şiirlerinden, o dönemin Anadolu Türkçesini kullandığı görülür. Bilinen eseri

Hacı Bektâş-ı Velî’ye ait olan Makalat’ın Türkçe çevirisidir. Yine Vilayetnâme’de birkaç şiirine de rastlanmıştır. Bunun dışında XIV. yüzyıla ait bir cönkün sonunda Said mahlaslı on beş şiirin olduğunu Abdulbaki Gölpınarlı tespit etmiştir (Gölpınarlı, 1992: 280-294). Şiirlerinde Bektaşî mizacını ortaya koyan Said Emre, 7+7=14’lü hece ölçüsünü kullanmıştır.

Yunus Emre’nin en yakın takipçisi olan Said Emre, yazmış olduğu şiirlerinde de doğal olarak ondan etkilenmiştir. Yunus Emre’nin kullandığı tema ve şekli kullanmıştır. Şiirleri ile Yunus Emre’nin şiirleri karşılaştırıldığında aynı vezin ve kafiye ile yazıldıkları görülmektedir. Şiirlerinde Said Emre, Sa’d, Said Ata, Said gibi mahlasları kullanan Said Emre, içtenlikli ve öğretici Türkçesiyle Halk Türkçesinin gelişip yaygınlaşmasında en büyük rolü olan ozanlardan biri olmuştur. Said Emre kendinden sonra yetişen Alevî-Bektaşî ozanlarını da etkilemiştir.

Said Emre’nin şiirlerindeki ana tema ilahî aşktır. Şiirlerinde insanın Tanrıya olan aşkının ezelden yani elest bezminde başladığını, bu dünyaya düşen insanın ayrılık acısıyla yanıp tutuştuğunu belirtir. Bunun yanı sıra bu dünyaya gelip zevk ve safaya dalan, gerçek âlemi ve gerçek dostu olan Tanrı’yı unutan insanı da kıyasıya eleştirir. O da tıpkı Hallac-ı Mansur misali gerçek Hak aşığının Tanrı ile bir ve beraber olduğunu, zahire yani dışa değil batına yani içe önem verdiğini belirtir.

4.11.2. Âşık Paşa Hayâtı

Asıl adı Ali olup şiirlerinde Âşık mahlasını kullanmıştır. Doğum yeri ve tarihi hakkında kaynaklarda farklı bilgiler olmakla birlikte, pek çok kaynak doğum yeri noktasında Kırşehir olarak birleşmektedir. Doğum tarihi olarak da kaynaklar 1270-1280 yılları arasını işaret etmektedir. Mahlasına eklenen “Paşa” ise babasının ilk oğlu olduğuna işarettir. Âşık Paşa’nın hayâtı hakkındaki bilgiler, oğlu Elvan Çelebi’nin kaleme aldığı Menâkıbü’l-Kudsiyye Fî Menâsıbi’l- Ünsiyye’ye dayanır. Buna göre dedesi Şeyh Baba İlyas B.Ali, XIII. yüzyılda Horasan’dan Anadolu’ya göçmüş, Ebu’l-Vefâ Hârizmi’nin tarikatına bağlı bir şeyh olup müridlerine “Babaî” denmekteydi. Halifesiyle birlikte Selçuklu Devletine karşı Babaî ayaklanmasını

başlatmış; kimi kaynaklara göre ayaklanma esnasında öldürülmüş, kimilerine göreyse hapse atıldığı zindanın duvarını yıkarak, boz atı alıp kaybolmuştur (Kut, 1991: 1).

Âşık Paşa’nın Anadolu’daki geniş ve devam eden şöhreti, şairliğinin gücünün yanı sıra şeyhliği ve sofiliği dolayısıyladır. Tasavvufî inanışın her türlü sosyal buhranlar arasında gelişerek, yayıldığı ve pek çok tarikatın oluşumuna öncülük ettiği XIII. yüzyılda Âşık Paşa’nın da kuvvetli bir tasavvufî terbiye alması gayet doğaldır. Onun tasavvufi terbiyesinde ailesinin yanı sıra, çağdaşı olduğu Yunus Emre, Mevlânâ, Hacı Bektaş-ı Velî, Âhi Evren gibi şahısların da etkileri vardır (Banarlı, 1998: 381).

O, Osmanlı Türklerinin kurmuş olduğu büyük dünya devletinin ideolojik ve metafizik temellerini hazırlar. Açık ve anlaşılır bir dil ile yazan Âşık Paşa, her zaman halkı eğitmek, onlara doğru yolu göstermek amacını taşımıştır (Yavuz, 2000: XLV).

Âşık Paşa, Şeyh Süleyman Kırşehri’den ilim tahsilini etmiş, daha sonra Mısır’a gitmiştir. Orada Timur’a olan bağlılığı sebebiyle hapsedilmiş, hapisten çıktıktan sonra da Amasya’ya giderken yolda hastalanmış ve vefat etmiştir. Türbesi Kırşehir’dedir (Genç, 2005: 253).

Edebi Kişiliği ve Eserleri

Âşık Paşa en verimli dönemini XIV. yüzyılın başında geçirdiği için, onu XIV. yüzyıl halk şiiri temsilcileri arasında değerlendirmenin daha doğru olacağını düşündük.

O, her şeyden önce XIII. yüzyıl sonu XIV. yüzyıl başı Anadolusunda insanlara Tanrı’ya ulaştırma yollarını öğreten bir Türk mutasavvıfıdır. Saf ve anlaşılır Türkçeyi kullanmış, bunu yaparken de Türkçeye lâyık olduğu kıymeti vermiştir. Âşık Paşa, tıpkı Gülşehri gibi Türkçe yazmanın şuuruna ermiş, Türkçeye değer vermenin gerekliliğini özellikle belirtmiştir. Bu nedenle Âşık Paşa özellikle Garip-nâme adlı eserini Türkçe yazdığını belirtmiştir (Banarlı, 1998: 381).

Devrin itibarlı ve yüksek kültürlü bir şahsiyeti olan Âşık Paşa, halka hitap ettiği şiirleriyle oldukça yaygın bir üne kavuşmuştur. Özellikle Türkçeye verdiği önemle dikkati çeken Âşık Paşa, görüşlerini ortaya koyarken ikna edici deliller ve örnekler ortaya koymuştur.

“Türk diline kimesne bakmaz idi Türklere hergiz gönül akmaz idi Türk dahi bilmez idi bu dilleri

İnce yollu ol ulu menzilleri” meşhur dörtlüğüyle Âşık Paşa, yaşadığı dönemde Türkçeye gereken önemin verilmediğini belirtir, bu durumdan şikâyetini ortaya koyar. O, Arapça ve Farsçanın yanı sıra az çok Ermenice ve İbranice bilir. Bazen hece, bazen de heceyi andırır aruz kalıplarıyla yazdığı şiirleri kuru ve didaktiktir (Pekolcay, 1977: 197).

Âşık Paşa’nın eserlerini incelediğimizde dikkatimizi çeken noktalar şunlardır:

Garip-nâme: Âşık Paşa’nın eserlerinin içinde en önemlisi, tasavvufî ve

didaktik bir mesnevi olan ve 12.000 beyitten meydana gelen Garip-nâme’dir. Eser 10 bölüm üzerine kurulmuş olup, aruzun “fâilâtün, fâilâtün, fâilâtün, fâilün” kalıbıyla yazılmıştır. Eser sade dili dolayısıyla asırlar boyunca, çok geniş bir kesim tarafından okunmuştur (Kut, 1991: 2).

Garip-nâme devri için, Türk düşünce, fikir ve inancının en iyi şekilde ortaya konduğu bir eser olduğu gibi, daha sonraki dönemlerde de Türk milletinin hayâtında yönlendirici bir rol oynamıştır (Yavuz, 2000: XLV).

Garip-nâme’de dikkati çeken en önemli tesir Mevlânâ’ya ait olan Mesnevîdir. Ancak Garip-nâme’deki hikâyeler incelendiğinde, Mesnevî’deki gibi iç içe girift yapı görülmez. Eser, ahlâki, tasavvufî ve didaktik bir mesnevîdir (Banarlı, 1998: 382).

Âşık Paşa’nın Garip-nâme’yi yazmasındaki amaç, o dönemin insanlarına yol göstermek, dolayısıyla ideal insanî ilişkilerin yaşandığı ideal toplumu oluşturmaktır (Sever, 2008: 29).

Şiirleri: Âşık Paşa’nın Yunus Emre tarzında kaleme aldığı pek çok şiir, gazel

ve ilâhileri bulunmaktadır. Özellikle Yunus Emre etkisi, ilâhilerinde sezilir.

Âşık Paşa’nın şiirleri, özellikle Garip-nâme’ye kıyasla daha canlı mısralardan oluşmakla birlikte, sanat bakımından çok kuvvetli sayılmazlar. Onun şiirlerindeki bu yetersizliği, sanatkârlık derecesinde aramak doğru değildir. Bununla birlikte kimi yazmalarda Âşık Paşa adına kayıtlı bu şiirlerden, hangilerinin ona ait olduğu noktası da şüphelidir. Çünkü XIV. yüzyılın meşhur bir sûfisi olarak, ona ait olmayan pek çok şiirin de ona isnat edileceği kesindir (Banarlı, 1998: 383).

Diğer Eserleri: Âşık Paşa’nın diğer bir eseri de Farknâme olup, tasavvufî

konulu 161 beyitten oluşan bir mesnevîdir. Vasf-ı Hâl ise, 31 beyitten oluşan mesnevî tarzında yazılmış bir başka eseridir. Bir Müslüman, bir Hristiyan ve bir Yahudi’nin başından geçenlerin anlatıldığı 59 beyitlik mesnevî tarzında yazılmış hikâyesi diğer eseridir. Âşık Paşa’ya ait olduğu tartışmalı olan bir başka eser ise Kimya Risâlesidir (Kut, 1991: 2).

4.11.3. Hacı Bayram-ı Velî