• Sonuç bulunamadı

BULGULAR VE YORUMLAR

ŞEYHOĞLU MUSTAFA

3- Manzum-Mensur Eserleri

4.14.3. Eşrefoğlu Rûmi Hayâtı

Eşrefoğlu Rûmi, XV. yüzyıl Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı’nın en büyük şairlerinden biridir. Asıl adı Abdullah olan şair, babasına izafeten Eşrefoğlu mahlasını kullanmıştır. İznik doğumlu olan Eşrefoğlu Rûmi’nin soyu menâkıb kitaplarına göre Hz.Ali’ye dayanır (Tercüman Tercüme Heyeti: tarihsiz: 9). Ailesi, Mısır’dan Anadolu’ya göç etmiş, Eşrefoğlu Rûmi çocukluk ve gençlik yıllarını ailesinin yanında geçirmiştir. Yaşı biraz ilerleyince Bursa’da Çelebi Sultan Medresesi’ne girmiş, tahsilini bitirdikten sonra aynı medresede Alâeddin Ali’ye danişment olmuştur. Hayâtı hakkındaki bilgilerin bulunduğu tek kaynak olan Menâkıb-ı Eşrefzâde’ye göre, gördüğü bir rüya üzerine medreseden ayrılmış, Abdal Mehemmed adlı bir meczubun delâletiyle Emir Sultan’a başvurmuştur. Emir Sultan da onu Ankara’ya Hacı Bayram-ı Velî’ye göndermiş. dergâhta bir süre temizlik

işleriyle ilgilenen Eşrefoğlu Rûmi, daha sonra dergâha imam olmuştur. Bir süre sonra da Hacı Bayram-ı Velî’nin kızıyla evlenmiştir (Uçman, 2004: 32). Ardından Hacı Bayram-ı Velî, onu Suriye-Hama’ya göndermiş, burada aldığı derslerle Kadirîliğin Eşrefiyye kolunu kurmuştur. Daha sonra İznik’e geri dönmüş ve burada zamanını zikirle, ibâdetle ve halkı irşat ile geçirmiştir (Genç, 2005: 354).

Eşrefoğlu Rûmi, Anadolu’nun Türkleşmesi ve Türklerin İslâmiyeti hayât tarzı haline getirmelerinde rol alan ve Anadolu’da Mevlevîlikten sonra ehl-i sünnet tarikatların yayılmasında emeği geçen önemli mutasavvıflarımızdan biridir (Güzel, 2006: 412).

Edebî Kişiliği ve Eserleri

XV. asrın büyük şairlerinden olan Eşrefoğlu Rûmi’de samimi bir Yunus Emre etkisi dikkati çeker. Didaktik, lirik her tarzdaki şiirleriyle Yunus Emre’yi andıran Eşrefoğlu Rûmi, aruz ve hece ile yazdığı şiirleriyle, nesirlerinde temiz ve güzel Türkçeyi kullanmıştır (Kabaklı, 2002: 400).

Eşrefoğlu Rûmî’nin edebî kişiliği inançları doğrultusunda şekillenip gelişmiştir. Şiirlerinde Yunus Emre etkisi hissedilmekle birlikte kendine özgü söyleyişe de sahiptir. O, hece ve aruz veznini başarıyla kullanmış, lirik şiirlerinin yanı sıra didaktik şiirler de yazmıştır. Yer yer halk söyleyişlerine de yer veren Eşrefoğlu Rûmî, kimi âyet meâllerini de şiirlerinde kullanmıştır. Onun şiirleri genellikle ilâhi aşkı dile getirdiği için bestelenmiştir (Artun, 2010a: 162).

Onun bilinen meşhur iki eseri vardır:

Divan: Eşrefoğlu Rûmi’nin şiirlerinin hepsi divanında toplanmıştır. Bu

divanın, yapılan çalışmalar sonucunda birbirinden farklı yirmi nüshası tespit edilmiştir. Divânında bulunan şiirlerinin tetkikinden anlaşılacağı üzere, hem hece, hem de aruz veznini kullanmıştır. Aruzla yazdığı şiirler kusurludur (Tercüman Tercüme Heyeti, tarihsiz: 40).

Eşrefoğlu Rûmi’nin şiirlerinde, aynı Yunus Emre de olduğu gibi tasavvufî aşkın verdiği ilâhi bir vecd, maddiyattan sıyrılmış bir ruh, mânevî bir âlem ve âhenk vardır. Bu şiirler; nasihatlerle ilâhi aşk ve irfanın güzelliklerinden, hallerinden bahseden birçok sözlerle doludur (Tercüman Tercüme Heyeti, tarihsiz: 41).

Eşrefoğlu Rûmî’nin edebî şahsiyeti tasavvufî inançları doğrultusunda gelişip şekillenmiştir. Şiirlerinde daha çok Yunus Emre etkisi hâkim olmakla beraber kendine has söyleyişlerin bulunduğu manzumelerin sayısı da az değildir. Şiirlerinde bilhassa tasavvufî remizlere büyük ölçüde yer vermiş, bu çerçevede yeni mazmunlar oluşturmuştur. Yer yer halk deyişlerine ve atasözlerine mal olmuş âyet meâllerine de yer verdiği şiirleri tekke edebiyatının muhteva bakımından en samimi örnekleri arasında yer alır. Genellikle ilâhî aşkı terennüm ettiği şiirlerinin bir kısmı bestelenmiştir (Pekolcay-Uçman, 1995: 482).

Müzekki’n-Nüfus: Eşrefoğlu Rûmi’nin sâde bir halk Türkçesiyle ve nesir

diliyle yazdığı Müzekki’n-Nüfus adlı eserinde, nefis terbiyesi ve tarikat adabı gibi konular kaleme alınmış, eser 1448’de tamamlanmıştır (Banarlı, 1998: 508). Eşrefoğlu Rûmi, eserinin giriş kısmında, eserini halkı doğru yola iletmek için özellikle Türkçe yazdığını belirtmektedir. Bu eseriyle, Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türklerin tasavvufî ahlâkı benimsemesinde asırlar boyu rol oynamıştır. Bu eserinin de pek çok yazma nüshası bulunmaktadır (Pekolcay-Uçman, 1995: 480).

Eşrefoğlu Rûmi’nin bu iki önemli eserinden başka risale şeklinde yazılmış diğer eserleri şunlardır: Tarikatnâme, Delâilü’n-Nübüvve, Fütüvvetnâme, İbretnâme, Ma’zeretnâme veya Hediyyetü’l-Fukara, Elestnâme, Nasihatnâme, Hayretnâme, Münâcatnâme, Esrârü’t-Tâlibin, Tâcnâme (Uçman, 2004: 33).

5.1.XIII. YÜZYIL XV. YÜZYIL HALK ŞİİRİNDE

GELENEK

GELENEK

Gelenekler, toplum içerisindeki bireylerce oluşturulan, geçmişten günümüze nesillerden nesillere devam eden, yazılı olmamasına karşın, toplumlarda bir kanun gibi uyulan kurallar bütünüdür.

Toplum içerisinde yaşayan insanlar bu gelenekleri önemsemek zorundadır. Aksi halde kişiler, toplum tarafından dışlanır ve bunlara bazı yaptırımlar uygulanır. Bu sebeple, toplumdaki herkes geleneklere gereken önemi vermekle yükümlüdür.

Gelenekler, toplum düzenini sağlamada etkin bir işleve sahip olmuşlardır. Her geleneğin ve inancın bazı oluşum dayanaklarının bulunduğunu unutmamak gerekir. Toplum düzenini sağlamak gibi önemli bir işlevi yerine getiren geleneklerin oluşması, yaşanılan olaylar sonucunda kazanılan deneyimlerin ürünleri olarak karşımıza çıkmaktadır (Akkaya, 1995: 2).

Belirli bir zaman sürecinden geçerek sağlamlıklarını perçinleyen gelenekler, zaman içerisinde bazı değişikliklere uğramıştır. Değişikliğe uğrayan bu geleneklerden bazıları, günümüze kadar gelirken, bazıları ise tutunamamış, zaman içerisinde unutulup gitmiştir. Bunlar yerlerini zaman içerisinde yenilerine bırakmışlardır. Bu değişimi aslında normal karşılamak gerekir. Çünkü hepimizin de bildiği gibi yaşam, sürekli bir değişim ve devinim içindedir. Bu devinim ve değişimden de geleneklerin etkilenmemesi düşünülemez. Bu nedenle toplum değişime uğradıkça, toplum içerisinden çıkan geleneklerin de değişmesi gayet normal karşılanır.

Toplum içinde bu derece önemi olan geleneklerin edebiyatta da yeri ve önemi büyüktür. Fakat edebiyatta gelenek kavramı biraz daha farklı olup, şairlerin belirli bir süreçte birbirlerine aktardıkları kurallar bütünüdür. Türk edebiyatının her döneminde geleneğin izleri kendini göstermiştir. Gerek Divan Edebiyatında, gerek Halk Edebiyatında, gerekse Yeni Türk Edebiyatında şairler, kendi içerisinde oluşturdukları

geleneğin izlerini hep eserlerine yansıtırlar. Bu sayede belirli bir süreç sonunda oluşmuş gelenekler, edebî yapıtların şekillenmesinde etkilerini açık bir şekilde hissettirir.

Oldukça uzun ve bir o kadar da köklü bir geçmişe sahip olan halk şiirimizde, geleneklerin katkıları hiç de küçümsenmeyecek kadar büyüktür. Daha önce de söylediğimiz gibi halk şiirimiz aslında belirli kurallara göre ortaya konan bir gelenekler şiiridir. Âşıklık geleneği, Türk kültür varlığının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Âşıklık, çağlar süren deneyimlerden geçerek biçimlenmiş, kendine özgü icrası, geleneğe dayalı yapısı, âşık olmak ve âşıklığı sürdürmek için uyulması gereken kuralları olan bir gelenektir(Artun, 2007: 1). Geleneklerin belirli zaman süreci içerisinde oluştuğu göz önünde alındığında halk şiirimiz içerisinde yer alan âşıklık geleneklerinin de önemli bir yönü ortaya konmuş olur. İşte bu nedenle âşıklık geleneklerinin oluşumunu bazı kesimlerin yaptığı XV. yüzyılın sonu XVI. yüzyılın başına bağlamak doğru olmayacaktır. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi bir geleneğin oluşumu ve yerleşmesi için belirli bir zaman dilimi geçmelidir. Bu nedenle halk şiirimiz içerisinde yer alan âşıklık geleneklerinin ilk örneklerinin görüldüğü zamanı gerilere götürmek daha doğru olacaktır.

Şimdi de âşıklık gelenekleriyle ilgili kaynaklardaki gelenek ve âşıklık geleneği tanımlarına bakalım:

Meydan Larousse ansiklopedisi V.cildinde âşıklık geleneği “Uzun bir zaman

süreci boyunca, efsane, olay, doktrin, görüş, töre vb. aktarımı. Nesilden nesile aktarımla bilinen veya yapılan şey” şeklinde tanımlanmıştır (Meydan Larousse,

1990: 68).

Seyit Kemal Karaalioğlu geleneği “An’ane, eski çağlardan beri yerleşmiş

olup, kuşaktan kuşağa geçerek gelen ve topluluğun üyeleri arasında ortak ve özel ruh dolayısıyla sağlam bir bağ meydana getiren her türlü alışkı” (Karaalioğlu, 1978:

Yardımcı ise âşıklık geleneğini, “Diğer kültür değerlerinde olduğu gibi,

belirli bir işlevi yerine getirmek, bir ihtiyacı karşılamak üzere geleneksel kültürün yarattığı bir kültür değeri” olarak tanımlamıştır (Yardımcı, 1999: 146).

Ekici, “Eskiden beri devam edip gelen, gayrı resmi yol ve yöntemlerle

kazanılan ve kuşaktan kuşağa aktarılan ve zamanın ihtiyaçlarına göre her kuşakta belli ölçüde bireysel yaratıcılığa ve değişmeye ve gelişmeye izin veren bilgi, hareket ve materyal ürünleri üretme ve kullanma tarzı” şeklinde tanımlamıştır (Ekici, 2004:

20).

Orhan Hançerlioğlu da geleneği; “Bir toplumda, bir toplulukta eskiden

olmalarından ötürü saygın tutulup, kuşaktan kuşağa iletilen kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar” olarak tanımlamıştır (Hançerlioğlu, 1992:

226).

Erman Artun Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı adlı eserinde âşıklık geleneğini, “Âşıklar, sazlı (telden), sazsız (dilden), doğaçlama yoluyla, kalemle

(yazarak) veya birkaç özelliği birden taşıyan, geleneğe bağlı kalarak şiir söyleyenlere ‘âşık’; bu söylem biçimine ‘âşıklık-âşıklama’; âşıkları yönlendiren kurallar bütününe de ‘âşıklık geleneği’ adını veriyorlar” şeklinde tanımlamıştır

(Artun, 2001: 63).

Nâzım İrfan Tanrıkulu; “Halkın gönül duygularının, saz şairlerinin müzik

terennümleri ile halkın belleğine nakşedilerek nesilden nesile ulaştırılmasıdır. Bu geleneğin temsilcisi olan âşıklar, ustalarından öğrendiklerini, bir anlamda usta mallarını, çırakları vasıtasıyla geleceğe taşımaktadırlar. Her ne kadar sazlı âşık geleneğinin yaygınlaşmasına, tekke edebiyatının ve divan edebiyatının olumsuz etkileri olmuşsa da bu edebiyatların kalite ve tür bakımından olumlu etkileri olduğu unutulmamalıdır” şeklinde bir tanımlamada bulunmuştur (Tanrıkulu, 1997: 5).

Âşık Edebiyatı üzerine çalışmalarıyla tanınan Saim Sakaoğlu, âşıklık geleneklerinin adlandırılmaları konusunda; “Âşık, bâdeli âşık, halk âşığı, ozan, halk

ozanı, sazlı ozan, meydan şairi, halk şairi, Hak şairi bunlar arasında yer almaktadır”

şeklinde değerlendirmede bulunmuştur (Sakaoğlu, 1986: 250).

Halk şiirimizin biçim ve içerikleri üzerinde geleneklerin izlerini yüzyıllardan bu yana görmemiz mümkündür. Daha önce de belirttiğimiz gibi yüzyıllardır varlığını korumaya başaran halk edebiyatı gelenekleri, günümüze gelinceye kadar ufak çaplı da olsa değişikliklere uğramıştır. Ancak bu değişiklikler yüzeysel bağlamda olmuş, herhangi bir geleneği olduğu gibi değiştirmemiştir. Bu da halk edebiyatı geleneklerinin ne derece sağlam olduklarının en büyük göstergesidir. Yine pek çok araştırmacı, halk edebiyatı geleneklerinin XVI. yüzyıldan sonra oluştuğunu düşünmektedir. Ancak yaptığımız incelemelerde halk edebiyatı geleneklerinin tamamının ilk örneklerinin sanıldığı gibi XVI. yüzyılda değil de, halk şiirimizde Dini-Tasavvufî Türk Halk Şiiri olarak adlandırılan XIII. ve XV. yüzyıllar arasındaki dönemde görüldüğünü ortaya koymuştur.

Halk edebiyatımız içerisinde âşıklık geleneklerini uzmanlar farklı şekillerde sınıflandırmışlardır. Bu sınıflandırmalara bakıldığında, bunların aralarında büyük farklar olmadığı görülecektir. Biz de yaptığımız araştırmalardan sonra âşık edebiyatı geleneklerini şöyle sıralayabiliriz:

1- Mahlas Alma Geleneği

2- Rüya Sonrası Âşık Olma (Bâde İçme) Geleneği 3- Usta-Çırak Geleneği

4- Atışma-Karşılaşma (Tekellüm) Geleneği 5- Askı (Muamma) Geleneği

6- Dedim-Dedi Tarzı Söyleyiş Geleneği 7- Tarih Bildirme Geleneği

8- Nazire Söyleme Geleneği