• Sonuç bulunamadı

Rusya‟nın Osmanlı Toprakları Üzerindeki Planları ve Osmanlı Siyaseti

1.5. AVRUPALI DEVLETLERĠN YAYILMACI POLĠTĠKALARI

1.5.1. Rusya‟nın Osmanlı Toprakları Üzerindeki Planları ve Osmanlı Siyaseti

Rusya‟nın Osmanlı‟ya yönelik emelleri üç temel üzerinde yükselmiĢtir: Bunlardan birincisi Karadeniz ticaretine hâkim olmaktır. Özellikle Ġran ticaretinin uluslar arası arenada sahip olduğu değerin farkında olan Rusya (Kaleli 2003: 22), bu ticareti kendi tekeline alabilmek için Osmanlı Devleti‟yle mücadeleye giriĢmiĢtir. Ġkincisi, sıcak denizlere inebilmek için Boğazlara sahip olmaktır (Tuncer 2000: 97). Boğazlar, diğer Avrupalı devletleri de yakından ilgilendirdiğinden Rusya‟nın amacına ulaĢmasını engellemiĢtir. Bu iki idealin bileĢiminden, aslen eski Bizans Ġmparatorluğu‟nu yeniden tesis etmekle aynı anlama gelen “Grek Projesi” türetilmiĢtir (Tuncer 1996: 41; Karal 1998: 109). Üçüncüsü ise, Balkan uluslarının bağımsızlıklarını kazanmalarını sağlamaktır (Tuncer 2000: 97). Bu siyaset, Osmanlı Devleti‟nde yaĢayan gayr-i müslimlerle ilgili olduğundan, hem ikili iliĢkilerde imzalanan antlaĢmalara hem de el altından gerçekleĢtirilen oyunlara konu olmuĢtur. Aynı zamanda Balkanlarda yaĢayan Slav halkın ortak bir etnik geçmiĢinin olduğu ve

aralarında kültürel ve siyasal bir birlik olması gerektiği fikri temelinde, Panslavizm politikasının ortaya çıkmasına neden olmuĢtur (M Aydın 2004: 109). Panslavizm politikasının Balkan isyanlarının çıkmasında oynadığı rolü bilmekteyiz. Fakat aynı zamanda Boğazları ele geçirebilmek için de Panslavizmin din bağlamından faydalanmayı da ihmal etmemiĢtir. Balkanlarda yaĢayan gayr-i müslimlerin Ortodoks olması nedeniyle, Slavların yanında ek olarak Kudüs‟te yaĢayan Hıristiyanları ve ayrıca yine Ortodoks olan Rumları da katarak bir de Panortodoks politikası geliĢtirmiĢtir (M Aydın 2004: 111).

Rusya‟nın söz konusu planlarını uygulama noktasında dönemsel farklılıklar göze çarpar. Tarihi Ģartlarla bire bir ilgili olan bu durum, zaman zaman Osmanlı Devleti‟ni ortadan kaldırmaya yönelik bir tutum takınmasına sebep olurken, zaman zaman da Osmanlı‟nın toprak bütünlüğünden yana tavır koymasına sebep olmuĢtur. Osmanlı- Rus iliĢkilerinin konumuz açısından baĢlangıç noktasını 1774 tarihli Küçük Kaynarca AntlaĢması teĢkil eder. AntlaĢmanın iki maddesi, Ortodoksların himaye hakkını elde etmeye dönük idealin sonucudur. Ġlgili maddelere gelince, “Devlet-i Aliyye Hıristiyan dinini ve kilisesini kaviyyen siyanet edecektir.” (7. Madde) ve “Rus elçiliğine Galata’da umumi bir kilise yapma hakkı tanınacak ve Rus elçisine de bu kilisenin ve hizmetkârlarının yararına Babıali nezdinde isteklerde bulunmaya izin verilecektir.” (14. Madde) (Kurat 1990: 28-29). Her ne kadar bu maddelerde doğrudan bir Ortodoks hamiliği gibi bir ifade yer almasa da, Rusya bu tarihten itibaren sık sık bu maddelere atıf yaparak, Osmanlı‟nın iç iĢlerine karıĢmıĢtır (Kurat 1993: 291). Yunan isyanı sırasında bu tutum çok açık bir Ģekilde görülür (Tuncer 1996: 62). 11. Maddeye göre ise, Rusya, Osmanlı Devleti sınırları içinde ilk defa Konsolosluk kurma hakkını elde etmiĢtir.39

19. yüzyılın ilk yarısı söz konusu olduğunda, meydana gelen Balkan isyanlarının tamamında Rusya‟nın varlığını görebiliriz. Rusya‟nın klasik arzularının yanında

39

Rusya ile yapılan bu antlaĢmanın ayrıntıları için Bkz.: BOA, Hatt-ı Hümayun (HAT), Nr. 1205/47279/L, 29.Z.1201-12.10.1787.

Osmanlı Devleti‟ni içten çökertme faaliyetinin (Karal 1998: 108) de karĢılığı olan Balkan isyanları, gayr-i müslimler bahane edilerek baskı ve dayatma yapılmasına vesile olmuĢtur. Bölgede Rus elçilerinin Slav halkı sürekli kıĢkırtarak bağımsızlık söylemiyle isyan etmelerini sağladığını da bilmekteyiz (Ortaylı 2006a: 199). Bunun ilk etkisi Osmanlı millet sisteminin yıkılmaya yüz tutması olarak tezahür etmiĢtir (Kaya 2005: 69). Daha sonra gayr-i müslim hakları baĢlığı altında birçok yapısal adlî ve idari reformun yapılmasını zorunlu kılmıĢtır. Nitekim hem Batılı devletlerin iç iĢlerine karıĢmalarını önlemek hem de ayrılıkçı hareketleri dizginlemek maksadıyla, Tanzimat Fermanı baĢta olmak üzere pek çok ıslahat giriĢiminin yapıldığına Ģahit olmaktayız.

Rusların Kafkaslarda da aynı politikayı takip ettiğine dair kanıtlar bulunmaktadır. Özellikle Ermeni ve Gürcüleri kendi ordusuna dâhil etmeyle baĢlayan süreç, bölgede yaĢayan halkın Osmanlı aleyhine kıĢkırtılmasıyla devam etmiĢtir (Saray 1985: 127).40

Nitekim ilerleyen tarihlerde ortaya çıkan Ermeni isyanının ilk nüvesini bu planlı hareket teĢkil eder.

Tarihin bir cilvesi olarak, Mısır‟da cereyan eden Kavalalı Mehmet Ali PaĢa isyanı, aralarında Rusya‟nın da olduğu Avrupalı devletlere, planlarını uygulamak için yeni bir fırsat sunmuĢtur. Ġsyanı bastırmakta güçlük çeken Osmanlı‟nın imdadına, ilk olarak Rusya yetiĢmiĢ ve bu isyanla baĢlayan yeni süreç, bir güvenlik ve iĢbirliği antlaĢması olan Hünkâr Ġskelesi AntlaĢması‟nın (1833) imzalanmasına varan bir iliĢkinin doğmasına kadar gitmiĢtir. Ancak antlaĢma Rusya‟nın Osmanlı‟nın iç iĢlerine karıĢmasına bir ölçüde yasallık kazandırmıĢtır (Tuncer 1996: 94). Elbette diğer devletler, ileride de görüleceği üzere, hemen harekete geçmiĢler ve aynı türden antlaĢmalar imzalamak istemiĢlerdir. Fakat bu isyanla birlikte, Osmanlı-Rus iliĢkilerinde kısmen yeni bir dönem baĢlamıĢtır. Mısır valisinin neredeyse Ġstanbul‟a kadar ilerlemesi, Rusya‟yı bir anda Ġstanbul ve Boğazlarda kendi himayesi altında

40

Ayrıca Rusya‟nın kendi sınırları içinde bulunan Eçmiyazin Kilisesi‟ni de Ermenileri kıĢkırtmak için kullanmasıyla ilgili olarak Bkz.: (Ġlter 1999: 18-20).

olmayan güçlü bir otoritenin ortaya çıkması gibi bir senaryoyu düĢünmeye itmiĢ ve tarihi idealleri için nispeten kendi kontrolünde zayıf bir Osmanlı hedefine yöneltmiĢtir. Ancak son durumda Osmanlı‟nın toprak bütünlüğü ilkesini savunmak zorunda kalmıĢtır (Gürsel 1968: 93; Karal 1998: 134; Tuncer 2000: 98).

Gerek Balkan isyanlarına verdiği açık destek gerekse de Mısır Sorunu‟nun çözümü esnasında takındığı tavır sonrasında Rusya, planlarını gerçekleĢtirmek için kendini sürekli olarak gayr-i müslim haklarına ve Ortodoks dindaĢlarının savunuculuğuna adamıĢtır. Ardı arkası kesilmeyen Ģikâyet ve tacizler, Osmanlı Devleti‟ni ister istemez bazı tavizler vermeye mecbur bırakmıĢ ve yenilik hareketlerine ayrıca yön vermiĢtir. Hiç Ģüphesiz bu yenilik hareketlerinin temel hareket noktasını ise, yine Batı orijinli eĢitlikçi fikirler ve hukuk anlayıĢı oluĢturmuĢtur (Soykan 2000: 244-245).

1.5.2.Ġngiltere’nin Osmanlı Toprakları Üzerindeki Planları ve Osmanlı Siyaseti

Ġngiltere‟nin Osmanlı siyasetinin, Sanayi Devriminin sonuçlarıyla yakından ilgisi vardır. Coğrafi keĢiflerden sonra değiĢen ticaret yolları ve ekonomi anlayıĢı, Avrupa‟da Sanayi Devrimi‟ni ortaya çıkarmıĢ ve buna bağlı olarak sömürgeciliği beraberinde getirmiĢtir. Sömürge edinme yarıĢında Ġngiltere‟nin diğer Batılı devletlerden bir adım önde gittiğini ve Batı Hint adaları, Kuzey Amerika, Hindistan ve Uzakdoğu‟da pek çok yeri sömürge haline getirdiğini görmekteyiz (Kirakossian 2003: 1). Ekonomilerin tarımdan ticarete kaydığı ve sanayi kolları için hammaddelerin önemli hale geldiği tarihten itibaren, Ġngiltere gibi devletlerin Osmanlı‟ya bakıĢ açısı büyük ölçüde değiĢmiĢtir. Osmanlı Devleti‟nin stratejik konumu ve Sanayi Devrimini gerçekleĢtirememiĢ yapısı, Batılı devletlerin Osmanlı siyasetini yeniden belirlemiĢtir. Buna göre, Osmanlı Devleti, sömürgelere giden yolların kesiĢme noktası, sanayi kolları için hammadde kaynağı ve sanayi artıklarının en iyi Pazar yeridir. Diğer taraftan sömürge edinmek için arayıĢ içinde olan devletler açısından da sömürge bölgesidir. Fakat devletler arasında özellikle 19. Yüzyılda ortaya çıkan rekabet ve denge politikası, Osmanlı‟nın söz konusu niteliklerinden

yararlanma noktasında, Avrupalı devletleri kendi aralarında çıkar çatıĢmalarına sürüklemiĢtir.

Ġngiltere açısından 19. Yüzyıldaki Osmanlı manzarasına bakacak olursak, öncelikle Ġngiltere‟ye verilen kapitülasyonların mahiyetinden bahsetmek gerekecektir. Çünkü Ġngiltere ancak bu sayede bahsi geçen faydalara eriĢebilir ya da Osmanlı‟dan yararlanma limitini azamiye çıkarabilirdi.41 ġayet Ġngilizler özelinde

kapitülasyonların mahiyetini anlayabilirsek, ilerleyen tarihlerde devlet içinde yol açtığı olumsuz sonuçları daha net olarak değerlendirebiliriz. Nitekim kapitülasyonların genel sonuçları itibarıyla, Osmanlı‟nın adlî teĢkilat yapısına da doğrudan etkisi vardır. Kapitülasyon deyimi, nihai anlamda olumsuz getirileri olan bir uygulama olduğu için, Osmanlı mantalitesiyle iliĢkisi bir bakıma gözden kaçmaktadır. ġöyle ki, kapitülasyonlar her Ģeyden önce, “yasaların kiĢiselliği” ilkesinden hareketle verilmeye baĢlanmıĢ ve herhangi bir devletin vatandaĢı, nerede olursa olsun, kendi devletinin kanunlarına tabi olur anlayıĢı gereği devam ettirilmiĢtir (Pamir 2002: 83). Diğer taraftan bu durum, Ġslam Hukuku‟ndan da kaynaklanmaktadır. Zira daha önce de ifade edildiği üzere Ġslam Hukuku, sadece Müslümanlara uygulanır ve zimmet akdi ile devlete bağlı olan gayr-i müslimlere kendi dinlerinin kuralları tatbik olunur. Madalyonun diğer yüzüne gelince, Osmanlı ekonomisinin bunalımda olmasının sonuçlarını görürüz. DeğiĢen ticaret yolları, bilinen ticaret yollarına sahip olan ve bu sayede ticaretten büyük kazanç elde eden Osmanlı ekonomisine büyük darbeler vurmuĢtur. Diğer olumsuzluklarla bu durum birleĢince, Osmanlı için ticaretin Osmanlı toprak ve sularında cereyan etmesini sağlayabilmek adına, zorunlu olarak bazı ayrıcalıklar vermesini gerektirmiĢtir (Ġnalcık 1973: 134).

Kapitülasyonların bu çift yönlü karakteri, 19. Yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti‟ni arayıĢa sevk etmiĢ ve fakat aynı zamanda Batılı devletleri de bu konuda

41

Ġngiltere‟nin Osmanlı‟dan kapitülasyonlar yoluyla umduğu faydalar ve bu nedenle Osmanlı‟yla iyi iliĢkiler kurması gerektiği hakkında Bkz.: (TengirĢenk 1999: 318-319).

baskıcı bir politika takip etmeye yöneltmiĢtir. Osmanlı açısından bakıldığında, kapitülasyonların devlet otoritesine ve ekonomisine verdiği zararları bertaraf edebilmek için, gayr-i müslimlere yönelik adlî ve idarî reformlar yapmaya meylettiğini görmekteyiz. Avrupalı devletler açısından bakıldığında örneğin Ġngiltere‟nin kendi vatandaĢlarına tanınan ayrıcalıkları, “mahmî” (berat)42

vermek suretiyle Osmanlı ülkesinde yaĢayan gayr-i müslimlere de geniĢletmeyi gaye edindiğine ve bunun için Osmanlı Devleti‟ni sıkıĢtırdığına Ģahit olmaktayız (Bozkurt 1998: 10). ġüphesiz bu yolla gayr-i müslimleri himaye etme Ģansları artmıĢ olacaktı (Bozkurt 1998: 10). Bilindiği üzere Avrupalı devletlerin kendi din ve mezhebinden olanlar üzerinde giriĢtiği himaye etme yarıĢı, zaman zaman kendi aralarında da çekiĢmelerine neden oluyordu. Bu nedenle Ġngiltere Protestan misyonerler vasıtasıyla Anglikan kilisesini geliĢtirmeyi ve Ortadoğu‟daki menfaat bağlarını kuvvetlendirmeyi temel prensip olarak edinmiĢti (Kılıç 1998: 91; Engelhardt 1999: 65). Fakat Osmanlı‟nın sıkıntısı sadece egemenlik hakkının bir nevi kullanımının kısıtlanmasıyla sınırlı kalmıyordu. Zira berat alan kiĢi, artık Osmanlı kanunlarına tabi olmuyor ve ödemesi gereken bazı vergileri de dolayısıyla ödemiyordu. Öte yandan Osmanlı ülkesi, büyük devletler için ekonomik ve politik ayrıcalıklar edindikleri açık bir Pazar haline geliyordu (Bozkurt 1998: 14). Örneğin çok önemli bir hammadde olan ipek ipliğinin çekiminde makinelerin kullanılması ve Avrupa genelinde fabrikaların açılması, Bursa gibi Osmanlı kentlerini çok önemli bir Pazar yapmıĢtır (Dörtok Abacı 2006: 161). Osmanlı Devleti sırf bu nedenlerle bile reform yapma mecburiyetini hissetmiĢtir. Bununla birlikte III. Selim zamanından beri dâhili tedbirler de alınmıĢtır. Örneğin Rus konsolosluğundan aldıkları patenta kağıdıyla, Osmanlı sularında dolaĢan Rus gemicilerin elinden söz konusu kağıtlar toplatılmıĢtır. Aynı tedbirin bir baĢka boyutu da gereğinden fazla tercüman alımının durdurulmasıdır (Karal 1998: 72). II. Mahmut zamanında da aynı tedbirlerin alındığını görmekle birlikte, bu defa uyruk değiĢtirerek yabancı devlet koruması elde edildiği gözlemlenmiĢtir (Bozkurt 1998: 18; Engelhardt 1999: 68). Devlet bu defa da

42

Mahmi ya da berat kelimesinin tanımı ve içeriği Kanun Kaynakları ve Yolları baĢlığı altında ele alınmıĢtır.

uyruk değiĢtirenlerin ülkeyi üç (3) gün içinde terk etmelerini Ģart koĢmuĢtur (Bozkurt 1998: 20).

Kapitülasyonların Ġngiliz politikasının Ģekillenmesinde ne kadar etkin olduğunu artık anlayabiliriz. Üstelik Ġngiltere kendi politikasını belirlerken diğer devletlerle de temas ve rekabet halindedir. Bu nedenle bazen asıl amacının dıĢına çıktığına da Ģahit olabiliyoruz. Çünkü aynı topraklar üzerinde herkesin farklı çıkarı vardır. 1830-1840 yılları arasında Osmanlı Devleti‟ne gelen Ġngiliz misyonerler, hazırladıkları raporlarda, Osmanlı Devleti‟nin hammadde açısından çok zengin olduğu, hammadde ihtiyacının Rusya yerine Osmanlı‟dan karĢılanabileceği ve Osmanlı‟nın Pazar olarak kullanılabileceği bilgisini verdikten sonra, Osmanlı-Ġngiliz iliĢkisinin geliĢtirilmesi gerektiğini savunmuĢlardır (S Ünal 1994: 203). ĠĢte tüm bu faktörler, Ġngiltere‟nin, en azından bir müddet, Osmanlı‟nın toprak bütünlüğünden yana bir politika benimsemesine neden olmuĢtur (Karal 1998: 116; Can 1998: 4; TengirĢenk 1999: 312; Tuncer 2000: 100).

19. yüzyıldaki siyasi geliĢmeler incelendiğinde, hemen hepsinde ticari kaygıların yol açtığı gerginlikler gözlemlenebilir. Ġngiltere için, doğrudan olmasa da, Balkan isyanlarının bile ticari yönü bulunmaktadır. Değinildiği gibi devletler arasındaki rekabet, herhangi bir olay vuku bulduğunda, ister istemez bütün devletleri konuya dâhil ediyordu. Örneğin Yunan isyanı sırasında, aslen Osmanlı‟nın toprak bütünlüğünden yana bir politika benimseyen Ġngiltere, isyana destek vermiĢtir. Çünkü iĢin ucunda Rusya gibi güçlü bir devletin Balkanlara hâkim olma tehlikesi vardır (Kirakossian 2003: 2; Küçükler 2005: 6). Bu nedenle güçlü bir Rusya yerine kendi himayesinde olabilecek ve aynı zamanda Osmanlı ile iliĢkilerinde kendisine fayda sağlayabilecek bağımsız bir Yunan devletinin kurulması iĢine gelmiĢtir (Karal 1998: 116-117; Can 1998: 19; Kaleli 2003: 24; Seyitdanlıoğlu 2004: 52). Bu konuda Rusya‟yla ittifak yaptığını bile görmekteyiz. Ancak bu ittifakı Rus ilerlemesine karĢı yaptığını iddia edebiliriz. Nitekim Ġngiltere‟nin Osmanlı politikası, genellikle Rusya‟yla iliĢkilidir. Yunan isyanı gibi Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali PaĢa‟nın

isyanı sırasında da aynı durum söz konusudur. Hatta bu sefer Ġngiltere konuya, baĢlangıçta Osmanlı‟nın bir iç meselesi olarak bakmasına rağmen, daha sonra Osmanlı‟nın konunun çözümü için Rusya‟yla sıcak temas kurması sonucu, tereddütsüz dâhil olmuĢtur. Çünkü bağımsız bir Mısır, Ġngiltere‟nin Hindistan ticaretini riske sokabilirdi (Karal 1998: 133; Kılıç 1998: 90). Fakat Ġngiltere‟nin Osmanlı siyasetinin geliĢmesinde Mısır isyanına karıĢmasından çok, isyan sürecinde ortaya çıkan Osmanlı-Rus ittifakı olan, Hünkar Ġskelesi AntlaĢması benzeri bir antlaĢma olan Baltalimanı AntlaĢması‟nın (1838) yapılmıĢ olması önem arz eder. Baltalimanı AntlaĢması ticari nitelikli bir antlaĢma olarak, Ġngiliz tüccarlara rahat bir ticari ortam sağlarken, Ġngiltere‟nin de Osmanlı‟ya nüfuz etmesini kolaylaĢtırmıĢtır (TengirĢenk 1999: 298-299; DemirtaĢ 2007: 391). Osmanlı Devleti bu antlaĢmadan sonra dıĢ ticarette çok büyük zararlar etmiĢ ve gittikçe dıĢa bağımlı bir hale gelmiĢtir (ġeker 2007: 119). Hatta belirgin olarak bu tarihten (1838) sonra devlet iç düzenlemeler yapmaya mecbur olmuĢ ve aynı zamanda Batılı devletlerin reform baskılarına da kulak vermek zorunda kalmıĢtır. Ġngiltere‟nin Osmanlı Devleti‟nde reform yapılması yönünde baskıcı tavsiyeleri bu anlamda manidardır. Çünkü Ġngiltere, yapılmasını istediği bu reformlar43

sayesinde, hem elde ettiği imtiyazları devam ettirebileceğine hem de özellikle Rusya‟ya karĢı Osmanlı Devleti‟nin ayakta kalabileceğine inanmaktadır (S Ünal 1994: 204; Kirakossian 2003: 4; Noviçev 2006: 243).

Mısır meselesinin uzantısı olarak ortaya çıkan Boğazlar Sorunu‟nda ise, tamamen Osmanlı yanlısı politika benimseyen Ġngiltere, sonuç olarak tüm ülkeleri eĢit olarak etkileyecek bir düzenleme yapılmadığı takdirde, mevcut durumun, bir baĢka deyiĢle Osmanlı hâkimiyetinin devam etmesinden yana olmuĢtur (Tuncer 2000: 101). Tamamen Osmanlı‟nın kontrolünün dıĢında geliĢen hadise, 1841 yılında Boğazlar SözleĢmesinin imzalanmasıyla son bulmuĢtur (Karal 1998: 208; Bilsel 1999: 676). Boğazlar SözleĢmesi‟yle Rusya‟nın daha önce elde ettiği imtiyazlı durum sona ermiĢ

43

Ġngiltere 1838 Baltalimanı AntlaĢması‟ndan sonra elde ettiği ayrıcalıkları, Osmanlı Devleti‟nin yeni ticaret yasaları yapmasını sağlayarak desteklemeyi düĢünmüĢtür. Zaten artan ticaret hacmi tüccarlar arasında problemlerin artmasına neden oluyordu.

ve Boğazlar bütün savaĢ gemilerine kapatılmıĢtır (Kirakossian 2003: 5). Elbette bu durum Ġngiliz çıkarlarının ve politikasının gereğiydi.

19. yüzyıla ait bu geliĢmeler, ġark Meselesi deyiminin uzantısı olarak değerlendirilebilecek sorunlar olarak, Osmanlı‟nın çaresizliğini ve Batılı devletlerin çıkar çatıĢmalarının Osmanlı‟ya yansımalarını ortaya koyar niteliktedir. Sonuçta Osmanlı ayakta kalabilmek için bir devleti diğer bir devlete karĢı koz olarak kullanmak isterken, tavizler vermek veya isteklerini kabul etmek zorunda kalmıĢ; bu konuda dönüm noktası olan Tanzimat Fermanı‟ndan sonra ise, yine denge politikasının ürünü antlaĢmalar imzalamıĢtır (TaĢ 2002: 67). Fakat gerek Tanzimat Fermanı‟nın imzalanmasına neden olan etkenler, gerekse de Tanzimat sonrasında imzalanan antlaĢmalardan doğan sorunlar, devlet içinde yeni problemler ortaya çıkarmıĢ ve baĢka hukuksal düzenlemelere ihtiyacı artırmıĢtır. Elbette bu durum adlî yapının değiĢmesine de neden olmuĢtur.