• Sonuç bulunamadı

Batı Kültürüyle YetiĢmiĢ Bürokratların GörüĢleri

2.2. ADLĠYE TEġKĠLATINDA YAPILAN REFORMLARIN GEREKÇELERĠ

2.2.3. Reformun Gerekliliğine Olan Ġnanç

2.2.3.4. Batı Kültürüyle YetiĢmiĢ Bürokratların GörüĢleri

Osmanlı Devleti‟nin 19. Yüzyıldaki değiĢen diplomasi geleneğinin sonucu olarak, Batı ile iliĢkilerinin eskisinden çok daha fazla önemsendiği bir ortamda, Tercüme Odası‟nın kurulmasıyla alt yapısı oluĢturulan bir döneme girilmiĢtir. Devlet Avrupa‟da daimi elçilikler açmaya baĢlamıĢ ve üstün olarak kabul ettiği Batı‟nın değerlerini yakından tanıma isteğini fırsata dönüĢtürmüĢtür. Bu dönemde Avrupa‟nın önemli baĢkentlerine giden Osmanlı daimi elçileri, Avrupa‟nın genel durumu hakkında ayrıntılı raporlarla dönmekteydiler. BatılılaĢmanın gereğine inanmıĢ olan devlet adamları, elçilikleri boyunca, Batı‟yı özellikle tanıma gayretleri içerisinde olmuĢlar ve döndüklerinde devleti kurtarmak için yapılması gerekli ıslahatları, edindikleri izlenimler çerçevesinde uygulamaya koymuĢlardır. Bu nedenle Batı kültürüyle yetiĢmiĢ bürokratlardan kastımız, Batı‟yı tanıma fırsatı bulmuĢ ve Batı kültürünü Osmanlı Devleti‟ne nakletmeyi kafasına koymuĢ elçi ve diplomatlardır. 19. Yüzyılın ilk yarısı söz konusu edildiğinde, Batı kültürünü tanıma fırsatı bulmuĢ birkaç isim öne çıkmaktadır. Bunlardan Tanzimat Fermanı‟nı hazırlayıp ilan eden Mustafa ReĢit PaĢa ve büyükelçilik ve Hariciye Nazırlığı yapmıĢ Mehmet Sadık Rıfat PaĢa inceleyeceğimiz iki devlet adamıdır. Böylece ReĢit ve Rıfat PaĢa örnekliğinden hareket ederek, Batı‟nın Osmanlı değiĢimi üzerindeki etkilerini sorgulama imkânı elde etmeyi umuyoruz.

Reform düĢüncelerinin ilham kaynağı olarak Batı‟yı iĢaret eden devlet adamlarından biri olan ReĢit PaĢa (Dağı 1999: 323), II. Mahmut ve Sultan Abdülmecit iktidarlarında vuku bulan hemen her olayın baĢkahramanı olarak görev yapan bir devlet adamıdır. ÇeĢitli aralıklarla Avrupa‟ya elçi olarak giden ve Hariciye Nazırlığı ve sadrazamlık görevleri de yapmıĢ olan PaĢa (Baysun 1999: 723), diplomasinin gerekliliğine inancını Ģu Ģekilde dile getirmektedir:

Yunan hükûmeti cedîdesinin bile her yerde elçileri bulunarak, her bir politika maslahatlarına tahsîl-i vukûf etmekte ve faraza birinin aleyhine bir Ģey tasavvur olunsa, ânı çarçabuk duyup def‟î çaresine çalıĢmakta olmalarına nazaran, Devlet-i Aliyye gibi bir devlet-i fahîmenin böyle politika maslahatlarının nezâketi vaktinde Londra‟da ve burada (Paris) ve belki Petesburg‟ta ve Prusya‟da memurları bulunduğu surette, hem politikaca menfaat olarak hem de memuriyetlerde bulunan bendegân ve maiyet memurları Avrupa ahvâline tahsîl-i vukûf edecekleri… (Kaynar 1991: 67)

ReĢit PaĢa göreve geldiğinde önünde halletmesi gereken iki mesele vardı. Dolayısıyla ReĢit PaĢa‟nın düĢüncelerini Ģekillendiren, bu geliĢmeler çerçevesinde geliĢen süreçtir. Bunlar Fransa‟nın Cezayir‟i iĢgali ve Mısır isyanıdır. Mısır isyanına karĢı Avrupalı devletlerin yardımını sağlamak ve Mısır valisiyle Yunanlılar tarafından Osmanlı aleyhine yürütülen propagandaya engel olmak için baĢta Fransa olmak üzere, Avrupa‟da diplomasi atağı baĢlatmıĢtır (Baysun 1999: 728) Böylece ReĢit PaĢa‟nın elçiliği sırasındaki gizli görevi, Avrupa‟nın sempatisini kazanmak olarak tespit edilmiĢtir (Noviçev 2006: 241; Eryılmaz 2006: 92). Bu görev BatılılaĢmanın gereğine olan inançla birleĢince, Avrupa‟nın onaylayacağı reformları gerçekleĢtirme gereğini kabul etmesine yardımcı olmuĢtur. Bundan ayrı olarak görevde kaldığı süre zarfında, Avrupa‟nın Osmanlı hakkındaki olumsuz tutumunun baĢta gelen nedeninin, Batı medeniyeti dıĢında kalma isteğinden kaynaklandığını ileri sürmüĢtür (Karal 2006: 74). Bu durumda sorun bir medeniyet problemi halini almıĢ oluyordu.

ReĢit PaĢa‟nın medeniyet terimine bakıĢı, Batı kültürüyle haĢır neĢir olmasının etkilerini açıkça ortaya koyar. PaĢa‟ya göre medeniyet (Fransızca karĢılığı: Civilisation), “terbiyye-i nas ve icrây-ı nizâmât”tır (Kaynar 1991: 69). Öngördüğü düzen ise, “değişmez esaslara müstenit bir iç idare”nin tesisidir (Mardin 2006: 94). Bunun anlamı, padiĢahın keyfî uygulamalarının ve sınırsız otoritesinin son bulduğu bir hukuk devleti oluĢturmaktır (Türköne 1999: 277). Zira ReĢit PaĢa‟ya göre istibdat azaldıkça hükümete karşı sevgi çoğalır ve halk bütün kalbiyle faydalı olan ve iyilik bahşeden yeniliklere bağlanırdı (Mardin 2006: 94). Dolayısıyla yapılması gereken mevcut siyasi yapının köklü bir Ģekilde yenilenmesi ve din ayrımı gözetmeksizin,

kanun üstünlüğüne dayalı liberal bir statü kazandırılmasıdır (Altundere 1992: 61). Bu düĢüncenin temelinde ise, devlet idaresinde hükümdar otoritesinin tesisinden çok maddi kurumların varlığını öngören bir ideoloji olan liberalizm akımı vardır (Mardin 2006: 95). Bu anlayıĢ çerçevesinde, Tanzimat Fermanı‟na giden yolda, ilk tatbikatını, bütün reayanın eĢit olduğu bir ortamda, mal emniyetini temin, adil vergi düzenini tesis, rüĢvet ve müsadereyi men etmeye yönelik bir karar alarak Bursa ve Gelibolu‟da yapan PaĢa (Baysun 1999: 731), istediği sonucu elde edemese de, düĢünce yapısını belli etmiĢtir.

Tanzimat‟tan önce ilk denemesinde baĢarısız olan ReĢit PaĢa, otoritenin ıslahatçı bürokratlara devrini elzem görmeye baĢlamıĢtır. Bu fikrin arka planında, padiĢah otoritesinin ve karar verme yetkisinin fiilen bürokrasiye geçmesini sağlama düĢüncesi etkili olmalıdır (Ġnalcık 1996a: 353). Bu emelini gerçekleĢtirip gerçekleĢtiremediğine Tanzimat Fermanı‟nın ilanından sonra bakacağız. Yalnız Ģurası bir gerçektir ki, PaĢa, tasarladığı reformları, topluma söz hakkı vermeyi düĢünmeden gerçekleĢtirmeyi düĢünen yeni bir aydın tipini temsil etmiĢtir (Kaplan 2006: 318).

Öte yandan ReĢit PaĢa‟nın siyasi hayatı incelendiğinde, Ġngiliz hayranlığı göze çarpar (Kaynar 1991: 83; Tufan 1994: 153; Baysun 1999: 729; Ekinci 2004: 33). Osmanlı‟nın ihtiyaç duyduğu müttefikin ve örnekliğin Ġngiltere olduğuna olan inancı, ileride de görüleceği üzere, Ġngiliz diplomatlarıyla çok yakın bir iliĢki kurmasına neden olmuĢtur. Osmanlı reformlarına yabancı etkisinin giriĢ kapısı olan bu diyaloglar, aynı zamanda reform hareketlerini yürüten kadronun baĢında yer alan PaĢa‟nın düĢünce dünyasının da Ġngiliz ekseninde Ģekillenmesine yol açmıĢtır.

Sadık Rıfat PaĢa ise, Sadaret Mektubî Odası‟nda baĢladığı görevine, Amedi Halifesi, Küçük Evkaf Muhasebecisi ve birçok rütbeden geçerek nihayet Viyana Orta Elçiliği (1837) ile devam etmiĢtir. Bu tarihten sonra Avrupa medeniyetini yakından tanıma fırsatı elde eden PaĢa, Hariciye Nazırlığı dâhil olmak üzere, devletin dıĢ iliĢkilerinde önemli mevkilerde bulunmuĢ ve Osmanlı reform hareketlerine yenilikçi

düĢünceleriyle katkıda bulunmuĢtur. Sadık Rıfat PaĢa da ReĢit PaĢa gibi, Avrupa medeniyetinin etkisi altında kalan ve Osmanlı Devleti‟ni de bu yönde bir değiĢime teĢvik eden bir zihniyete sahiptir. Fakat ReĢit PaĢa ile model aldıkları devlet bakımından ayrılırlar. ReĢit PaĢa daha çok Ġngiltere‟yi örnek alırken, Rıfat PaĢa Avusturya‟yı tercih etmiĢtir (Türkdemir 2007: 15). Rıfat PaĢa‟nın Avusturya‟yı tercih etmesinde, Prens Metternich ile olan muhabbetinin katkısı büyüktür. Metternich‟in bir devletin dış politikadaki gücünün içteki düzenin sağlanmasına bağlı olduğu görüĢünden (Ortaylı 2006b: 291) etkilenen PaĢa, tebaanın kaynaĢtırılması tezinden hareketle yeni bir devlet ve toplum tasarısı sunar. Buna göre devletler arası hukuka riayet eden, vatan ve millet kavramları etrafında birleĢen ve din ve mezhep ayrımı gözetilmeyen bir toplum oluĢturulmalıdır. Bir toplumda devleti idare eden hükümdar adil, devlet de halk için var olmalıdır (ġirin 2004: 137). Batı‟nın etkileyiciliğine en güzel örneği teĢkil eden bu tasarı, Osmanlı Devleti için henüz çok yeni düĢüncelerdi. Fakat en az bunun kadar yeni ve önemli olan bir diğer düĢüncesi de dinin devlet içerisindeki konumuyla ilgilidir.

Osmanlı Devleti‟nde din her zaman belirleyici bir unsur olmuĢtur. Hatta devletin din için var olduğu prensibi, her padiĢahın istisnasız kabul ettiği bir prensip olmuĢtur. Devletin gerilemeye baĢladığı tarihlerde dinden uzaklaĢıldığı düĢüncesi ilk akla gelen eleĢtiri olmaktaydı. Ancak Osmanlı aydını Avrupa‟ya açıldıkça yavaĢ yavaĢ laik düĢünceler de Osmanlı‟ya nüfuz etmekteydi. Daha önce de ifade edildiği gibi, Avrupa‟nın laik düĢünce yapısı, modernleĢme çabalarına kaynaklık etmekteydi. Sadık Rıfat PaĢa‟nın adalet ve yönetim anlayıĢında, aklın ön plana çıktığı ve kanunların da kavavin-i akliye-i siyasiye olması gerektiği görülür. Ona göre:

Bir memlekette ahkâm-ı Ģer‟iyye ve kavanin-i mevzua-i hüküm ve nizamdan ziyade Ģahsiyâta itibar ve riayet olunur ise, ol mahalde temekkün caiz değildir (Mardin 2006: 100).

Adaletin sağlanması içinse hükümdarın iyi niyeti yeterli olmayıp, tabiat-ı beşeriye diye tabir ettiği düzenin kurulması gerekir. Rıfat PaĢa özetle Ģöyle der:

Tabiat-ı beĢeriyeye muhalif olan hüküm ve madde daima cari ve payidâr olamaz; velev ki bir vakit için olsa bile, kuvve-i cebriye ile devam ederek esbâb-ı kaviyyesi bertaraf olur. (Mardin 2006: 101).

ġüphesiz beĢeri kanun deyimi Osmanlı‟nın kullandığı bir deyim değildir. Bu düĢüncenin devamında, devletin din için var olduğu prensibinin değiĢtirilmesi gerekir. Nitekim değiĢimin zorunlu olduğunu dile getiren PaĢa, “asır ve zamanın hükmünü ve ihtiyacatını bilip ona göre hareket etmek” gerektiğini savunur (Çetinsaya 2001: 55). PaĢa‟nın Avrupaî tarzda bir medeniyetten söz ettiğini kolayca anlayabiliriz. Medeniyet/civilisation deyimi, BatılılaĢmayı savunan devlet adamlarının üzerinde ittifak ettikleri bir konudur. Tasarladıkları reformlara kaynaklık etmesi bakımından Rıfat PaĢa‟nın Avrupa‟daki medeniyet tarifi de önemlidir:

Avrupa'nın Ģimdiki civilisation'u yani usul-i menusiyet ve medeniyeti iktizasınca menâafi-i mülkiye-i lazimelerinin ilerlemesini ancak teksir-i efrad-ı millet ve imar-ı memalik ve devlet ve istihsâl-i asayiĢ ve rahat esbâb-ı adiyesiyle icra ve istihsal etmekte ve bu misüllü menfaat-i külliye ile ilerleyip yekdiğer üzerine halen ve itibaren kesb-i meziyet eylemektedir. Bu madde-i lâzimenin üss-i esası dahi her bir akvamın ve milletin can ve mal ırz ve itibari hakkında emniyet-i kamilesinin istihsaline… (Sadık Rıfat PaĢa 1974: 28)

Rıfat PaĢa‟nın medeniyet anlayıĢı içerisine bütün tebaanın aynı seviyede mütalaa edilmesi de girmektedir. Devletin bulunduğu durumdan kurtulması için idari, hukuksal ve iktisadi tedbirlerin alınması gerekliliğinin yanı sıra, devlet içinde yer alan farklı ırk ve kültürden milletleri bir araya getiren bir Osmanlılık bilinci oluĢturulması gerekliliğinden de bahseder (Altundere 1992: 63-64). Böylece Batı medeniyetinde ortaya çıkan insan hakları, yasama, mülkiyet ve haysiyet gibi kavramların özgürlük ve hürriyet kavramlarıyla iç içe geçtiği bir ortamda gerçekleĢtirilmesine yönelik bir ideal ortaya çıkar ki, Rıfat PaĢa‟ya göre bu ideale ulaĢmak için var olan sistem tamamen Batı sistemiyle değiĢtirilmelidir (Berkes 1978: 200).

Rıfat PaĢa‟nın eĢitlikçi anlayıĢında Fransız Ġhtilali‟nin de yadsınamaz bir etkisi vardır. 19. Yüzyılda baĢ gösteren Balkan isyanlarının ülke içindeki diğer gayr-i müslim unsurlara da sıçramasından endiĢe ettiği anlaĢılan PaĢa Ģunları söylemektedir:

Kâffe-i hukuk-ı tabiîyyede milel-i muhtelifeyi müsavi tutmak muktezay-ı devlettir. Ġdare-i mülk-i teb‟a iki suretin biri ile hâsıl olur. Biri teb‟ayı hoĢnut etmek ve diğeri halkı ihafe ederek tahtı cebirde tutmak usûlüdür (Mardin 2006: 102).

Gerek tebaanın isyanının önüne geçmek gerekse hedef seçilen Avrupa medeniyetine eriĢmek için ekonomik refahın sağlanması gerektiğini düĢünen Rıfat PaĢa, bunun da yolunu iktisadi faaliyetlerin Batı‟daki gibi garanti altına alınması ve teĢvik edilmesi olarak tespit eder (Findley 2006: 341). Bütün bu düĢüncelerden sonra Avrupa hukukuna dâhil olmayı öneren PaĢa (Findley 2006: 342), gaza ideolojisinin sona erdiğini, artık diplomasi devrinin baĢlamıĢ olduğunu ileri sürer (ġirin 2004: 135).

Batı kültürüyle yetiĢmiĢ bürokratlar, Osmanlı Devleti‟ni sosyal ve hukuk devleti yapma çabası içinde, Avrupa ideolojisini Osmanlı‟ya adapte etmeye çalıĢmıĢlardır. Bu çerçevede devleti kurtarma ideali temel problemleri olmuĢtur. Üzerinde en çok durdukları nokta ise adalet ve yönetim sistemindeki aksamalardır. Bu nedenle edindikleri izlenimler doğrultusunda adalet tanımlamaları ve sistem önerileri geliĢtirmiĢlerdir. Tanzimat Dönemi olarak adlandırılan dönemde, birçok yeni kurumun açılması bu düĢüncelerin icraata dönüĢtürülmesi eylemidir. Bu nedenle Tanzimat‟tan sonra açılan yeni kurumlar ve bu kurumlara iliĢkin hazırlanan veya ithal edilen yeni kanunlar, anlaĢılacağı üzere Batı menĢelidir. Geleneksel Osmanlı kamu bürokrasisi radikal değiĢimine Ģahit olduğumuz 19. Yüzyılın baĢında, vücuda gelen yeni bürokrasinin Osmanlı reformlarında ne denli etkin bir rol oynadığını gördük. Yönetim anlayıĢında görülen örgütlenmeler, adli teĢkilatta meydana gelen değiĢiklikler ve yeni açılan kurum ve kuruluĢlar, felsefesini Batı kültürüyle yetiĢmiĢ bürokratlardan almıĢlardır.

Avrupa‟ya elçi olarak giden ve gittikleri ülkelerin dili baĢta olmak üzere kültürel değerlerini incelemeye tabi tutan devlet adamları, Batı tarzı devlet siyasetini ve örgütlenmesini Osmanlı‟ya taĢıma gayreti içinde olmuĢlardır (Kuran 1994: 13-14). Bu açıdan bakıldığında 19. Yüzyılda Osmanlı Devleti‟nin genel karakteristiği içerisinde, devletin kurtuluĢuna iliĢkin çözüm önerileri üreten bürokratlar ön plana çıkar. Bürokratlar BatılılaĢma deyimi altında hukuk ve bürokrasi baĢta olmak üzere toplumsal yaĢamı yeniden Ģekillendirmede baĢrol oynamıĢlardır (N S Turan 2004: 80). Devleti usûl-i cedide-i Avrupa’ya tevfikan tanzim etmek kanaatinin sahibi olan bu bürokratlar (Beydilli 2006: 349), Batı medeniyetini örnek alarak Tanzimat Fermanı‟nı ilan ettirmiĢ ve ardından pek çok kurumsal değiĢikliğe imza atmıĢlardır.