• Sonuç bulunamadı

9.1. ġer'i Mahkemeler ve Yargı Düzeni

9.1.1. Osmanlı Mahkemeleri

Osmanlı Devleti‟nde mahkemeler, kamu hukukunun her alanında görev yapan genel nitelikli mahkemelerdir. Osmanlı mahkemeleri, Ģer‟i ve örfî olmak üzere iki temel kaynaktan beslenir. Osmanlı Devleti‟nin adliye teĢkilatını ise Selçuklulardan hazır aldığı, bunun kısmen Ġlhanîlerin kısmen de Memlüklülerin, dolayısıyla Türk teĢkilatının tesiriyle geliĢtiğine dair rivayetler, Batılılar arasında yaygındır (Rosanyi 1983: 19). Fakat genel anlamda Osmanlı Devleti, Doğu Roma Ġmparatorluğu‟ndan da kısmen etkilenerek eski geleneği devam ettirmiĢtir. Ġslam hukukunu titizlikle uygulamayı esas edinen Osmanlılar, bu konunun uzmanı hukukçuları, Kadı olarak tayin etmiĢ ve ilk padiĢah Osman Bey zamanından itibaren devlet kademesinde yer vermiĢlerdir (Lewis 1996: 109).

Osmanlı mahkemelerinde, Hıristiyan ve Musevi hukukunun da serbestçe uygulanmasıyla birlikte, Ġslam hukukunun uygulanmasında genel olarak eski Türk- Ġslam devletlerinden farklı bir görünüm ortaya çıkmazken, tek farkın hukuka kaynaklık eden fıkıh kitaplarının tedvini konusunda olduğu görülmüĢtür. Osmanlı hukukçuları sistematik fıkıh kitaplarından ziyade, sorulan sorulara verilen cevapların derlendiği fetva kitaplarının tedvini yolunu tercih etmiĢlerdir (Cin-Akgündüz 1995: 148). Bu nedenle mahkemelerde görev yapan Kadılar ve yargı sistemine fetvalarıyla katkı sağlayan Müftülerin, Adliye TeĢkilatı içerisinde önemli bir yeri vardır.

Osmanlı mahkemelerinde Kadı, Ģer‟i ve örfî hukuku uygulamakla görevlidir. Kadıya bu konuda yardımcı olan görevliler de vardır. Kısaca değinmek gerekirse, Naibler, Kassamlar, Muhzırlar, ÇavuĢ, SubaĢı, MübaĢirler, MüĢavir, Katip, Kapıcı ve

Hademeler olarak sıralanabilir (Akgündüz 1990: 232-233). Kadılar hukukî görevlerinin yanında beledî, idarî ve mülkî yetki ve sorumluluklara da sahiptir. Hükümetin kazalardaki yargı iĢlevini yerine getiren Kadıların, aynı zamanda devletin yargı müessesesinin temsilcisi olarak, Osmanlı hukuk sisteminin mahkemelerdeki uygulayıcısı ve keyfî uygulamaların engelleyicisi olduğu da iddia edilebilir. Zira Osmanlı Devleti‟nde herhangi bir hukukî konuda, Kadının izni olmadıkça hiçbir icraata onay verilmemiĢtir (M A Aydın 2003: 342). Sistemin iĢlemesinde son derece etkin rol oynayan ve sorumluluk sahibi olan Kadı, sadece yargının değil, idarenin de aktörlerinden biridir. Diğer taraftan merkezî otoritenin taĢrada yerleĢmesinin sağlayıcılarından olduğu da kabul edilebilir. Bu bakımdan, Osmanlı yargı anlayıĢını konu edindiğimizde, karĢımıza devlet idare kuramının bir parçası olarak, merkeziyetçi eğilimin hukukî sınırlarını belirleyen bir anlayıĢ çıkar. Öyleyse ġer‟i Mahkemeler, her ne kadar bağımsız bir yapıda iĢlev görseler de, temsilcilerine yüklenen görevler ve özellikle merkezî denetime tabi olmaları, siyasi otoriteyle uyum içinde, sisteme dâhil olmalarını sağlamıĢtır.

Osmanlı Devleti, Ġslam dininin felsefesini benimseyip uygulamayı ilke edinmiĢtir (Hülür-Akça: 2006: 302). Osmanlı mahkemelerinde geçerli hukuk, bu doğrultuda örfî hukukla birlikte Ģer‟i hukuk olmaktadır. Buna göre yargı düzeni de Ġslamî bir nitelik kazanmaktadır. Devletin adlî teĢkilatı, Tanzimat devrine kadar hemen hemen hiç değiĢmeden devam etmiĢtir. Tanzimatla birlikte bazı yenilikler eklenirken temel dayanaklar daima korunmuĢtur. Bu durumun devletin izlediği yol, yöntem ve reformlara yön vermede etkili olduğu gözlenmektedir.

Osmanlı Devleti‟nde hareket noktası din olduğu için, Ġslam hukukunun yargıya iliĢkin hükümleri geçerlilik kazanmaktadır. Buna göre, Kadının verdiği hüküm kesindir ve bir üst makam tarafından incelenmeye gerek olmaksızın iĢlem görür (Atar 1979: 36). Kadıya bu hakkı veren anlayıĢ, Osmanlı yargı anlayıĢının doğal sonucudur. Osmanlı adlî teĢkilatının Ģekillenmesinde, hukuka yüklenen anlamın da doğrudan etkisi vardır. ġayet bu anlamı çözümleyebilirsek, adlî teĢkilata iliĢkin

yapılan tasarrufları da anlama imkânımız olabilir. Bu bakımdan klasik devir hukuk telakkisinin bilinmesi önem kazanmaktadır.

Yargı düzeninde ilke olarak benimsenmiĢ olsa da, pratikte Ģer‟i yasalardan çok örfî yasalara yer verildiği görülmektedir (Hülür-Akça: 2006: 300). ġüphesiz bunda Ġslam hukukunun kendine has özelliklerinin önemli payı vardır. Örneğin Ġslam hukukunun temel kaynaklarının (aslî kaynaklar) belirlenmiĢ olan bölümlerinden biri olan ceza hukuku, çok sınırlı bir uygulama alanı bulmuĢtur. Çünkü Ġslam ceza hukukunda belirlenmiĢ olan cezalar, delil ve ispat yolları son derece zor olduğu için uygulamaya yeterince geçememiĢtir (Heyd 2002: 45). Bunda Ģer‟i hukukun özellikle bu konuda, bireysel bir nitelik taĢıması ve ferdin maslahatını ön plana almasının etkisi büyüktür. Diğer taraftan Ģeriatta, amme hukukuna iliĢkin pek az veri vardır. Var olan cezalar da ağırdır. Fakat ilginç olan, Ģer‟i yasalarla örfî yasalar arasında, cezanın kesinleĢmesine iliĢkin ciddi farklılıkların bulunmasıdır. ġer‟i yasalara bakıldığında, suçun tarifi dar kapsamlı, zamanaĢımı kısa sürede gerçekleĢebilen, ispat Ģartları son derece zor olan, suçu iĢleyenin piĢmanlığı fazlaca dikkate alınan, suçun istenmeyerek iĢlendiğine dair ihtimale açık kapı bırakan, Ģahitlikten dönmeyi kabul eden ve daha birçok yönden cezanın kesinleĢmesini zorlaĢtıran taraflarının olduğu görülür (Koç 1999: 118). Oysa örfî hukuk bunun tam tersi bir mahiyete sahiptir. Örfî hukukta cezanın bir an önce kesinleĢmesi sağlanmak istenir. Özellikle delil ve ispat vasıtaları, Ģer‟i hukuka göre, suçun kesinleĢmesine daha kolay imkân tanır (Heyd 2002: 56-57). Bunun en önemli sebebi, örfî hukukun devletin menfaatlerini ön plana çıkarmasıdır. Devlet menfaati söz konusu olduğunda, Ģeriatta olmayan veya aslen Ģeriatın onaylamayacağı cezalar ve uygulamalar meĢru kabul edilebilmiĢtir. Fatih‟in aynı doğrultuda çıkardığı ve “kardeĢ katli yasası” olarak meĢhur olan yasa2, dikkat çekici bir örnektir. Osmanlı

Devleti‟nin, devlet ve hukuk anlayıĢının tipik tezahürlerinden olan bu tip kanunlar, devlette kaza organlarını Ģeriata göre düzenlemeyi esas alırken, çoğu yerde kamu yararı prensibi gereği, örfî hukuk tercih ediliyordu.

2

Osmanlı‟da hukuk kavramı, bir bakıma Ģer‟i hükümlerin yorumudur. Kaynaklarda yer alan malzemenin, günün Ģartları altında ele alınmasıyla geliĢen ve devlet büyüdükçe, içine aldığı değerlerle Ģekillenen bir yapı karĢımıza çıkar. Hukukun dinî orijinli olması, uygulamada devlet otoritesiyle birleĢmesinden dolayı, zaman zaman Ģeriat dıĢı yasa zannının oluĢmasına neden olmuĢtur. Çünkü hukuk, “adalete yönelmiĢ toplumsal bir yaĢam düzenidir”. Buna göre, hukukta, amaca uygunluk, düzen ve adalet fonksiyonlarının üçü de yer alır (Aral t.y.: 15). Osmanlı Devleti‟nde bu üç özellik de devletin kuruluĢ felsefesi içindedir. Ġslam hukukunun zamanın Ģartlarına göre yeniden düzenlenebileceği ilkesi, hukuka dinamiklik katarken, Osmanlı devri uygulaması, ictihad kavramına da etkin bir Ģekilde iĢlerlik kazandırmıĢtır.

ġer‟i mahkemelerin bu yapı içerisinde iĢlev görmesi, kamu yararı çerçevesinde olmaktadır. Yargısal alanda devlet, felsefesini, dine uygunluk, fakat aynı zamanda pratik düzenin sağlanmasında “güncel maslahat” anlayıĢına göre tanzim etmiĢtir. Osmanlı adlî teĢkilatının ilk evresinde, fetvaların çok önemli bir yer iĢgal ettiğini tekrar hatırlatmakta fayda var. TeĢkilat ve yargı düzeninin oluĢmasında, fetva gibi, anlık ve güncel ihtiyaçlara çözüm getiren bir hizmetin iĢlev görmesi etkili bir rol oynamıĢtır. Çünkü fetva, bir olayın hükmünü bildiren cevaplar olduğu kadar, ilgili olayın güçlüklerini çözen cevaplardır (Zümrüt 1994: 77-78). Bu bakımdan fetvanın biri toplumsal biri de hukukî olmak üzere iki önemli iĢlevi vardır (Osman ġahin 2009: 31). Ġlerleyen yüzyıllarda Kadı mahkemelerinde, fetva koleksiyonlarının kaynak olarak kullanılması da, bu amacın pratik sonuçları arasında yer alır (Zümrüt 1994: 136). Ayrıca örfî hukukun geçerlilik kazanma sürecinde de fetva ve fetva sahibi ġeyhülislam kilit konumda bulunmaktadır. Örfi hukukun neredeyse kendisi olan yerel Ģartlar dikkate alınıyorsa da, Ģeriatın denetleyici konumu kaçınılmazdır. ġeyhülislam ulemanın reisi ve adlî teĢkilatın bir numaralı ismi olarak, dini siyasetle yan yana getirmiĢtir. Devlette dini asıl kabul eden anlayıĢın sonucu olarak ġeyhülislam, düzenin meĢruiyetini sağlamada kutsal bir erk olarak görev yapmıĢtır (E Aydın 2000: 359-360).

Dini teĢkilatın en yetkili görevlisi olan ġeyhülislamın, yönetimi denetleme görevinin yanında (Zümrüt 1994: 140), aynı zamanda devlet içinde resmi din politikasının yaygınlık kazanmasına da katkıda bulunarak, gayr-i resmi akımların olumsuz sonuçlarının önüne geçtiği de ileri sürülmüĢtür (Sarıkçıoğlu Kaydu 1977: 206-207). Adlî teĢkilatın yapılanmasında ġeyhülislama yüklenen sorumluluk, Ģer‟i hukuk felsefesini teĢkilatın merkezine yerleĢtirmiĢtir. Ayrıca devlete hukukîlik de katan ġeyhülislam, Anayasa Mahkemesi gibi idarenin aldığı kararları hukuka uygunluk bakımından denetliyordu (Zümrüt 1994: 141). ġer‟i mahkemelerin ayrım yapmaksızın bütün davalara bakması, Kadıların karar vermede esas aldığı dayanakları çoğaltmaktadır. ġöyle ki, Osmanlı hukukunda yer alan Ģer‟i ve örfî hukuk, uygulamada birlikte değerlendiriliyor ve her ne kadar Ģer‟i hukukun önemli bir parçasını oluĢturan ġeyhülislam fetvaları, Kadıyı bağlayıcı bir niteliğe sahip olmasalar da, mahkemede görülen dava ile konu hakkında daha önceden verilmiĢ fetva arasında bir uyuĢma söz konusu olduğunda, Kadı, mahkemeye sunulmuĢ olan bu fetvayı dikkate almak zorunda kalıyordu. Aksi takdirde vereceği kararın tartıĢmalı olacağı düĢünülüyordu (M A Aydın 2003: 343; Örsten 2005: 64). Dolayısıyla ġeyhülislamla Kadı arasındaki iliĢki, yargı düzeninin oluĢmasında son derece etkilidir. Öte yandan merkezde, idarenin Kadılara ulaĢtırılmak üzere, yapılan kanunnamelerin bir örneğini göndermesi ve aynı zamanda Kadıların da yapılan kanunnamelerden bir nüsha istemeleri (Heyd 2002: 53), örfî hukuk telakkisinin yargı teĢkilatına nasıl intibak ettirildiğinin göstergesidir. Böylece Kadı, hem Ģer‟i hem de örfî hukuku bir arada tatbik etme durumunda kalmıĢtır. Kanunların hazırlanıĢ sürecinde ġeyhülislamın etkinliğine bir kez daha dikkat çekmek yerinde olur. Fakat aynı zamanda fetvaların da var olan kanunların yardımıyla hazırlandığı, hatta kanunlardan bîhaber olunmaksızın hazırlanamayacağı düĢüncesi de (Heyd 2002: 54) gerçeklik değerin haizdir. Ġstenen fetvanın dinî hukukun ihtisas alanı dıĢında olması durumunda, NiĢancıdan ilgili kanun hakkında bilgi alabilir. Zira NiĢancı, kanunların hazırlanması komisyonunun bir üyesi olup, örfî hukuku temsil eder durumdadır. ġeyhülislamın konunun ayrıntılarını NiĢancıdan öğrenmesi, Ģer‟i ve örfî hukuk iĢleyiĢini göstermektedir.

ġeyhülislam fetvalarıyla yargı düzeni arasında bir iliĢki kurulduğunu kabul etmekle birlikte, fetvaların mahiyet itibarıyla kanun hükmünden farklı bir niteliğe sahip olduğunu belirtmeliyiz. Osmanlı hukuk sisteminde geniĢ bir yer tutan fetvalar, aslen Ģer‟i bir hükmün tebliğidir ve kamu hukuku ve Ģahıs hukuku olmak üzere iki ayrı alanda verilir. Kamu hukukuna iliĢkin konularda fetvayı devlet ister, Ģahıs hukukunu ilgilendiren konularda ise belirli bir ücret karĢılığında verilirdi (Zümrüt 1994: 158). Dolayısıyla fetva, fetva isteyen Ģahsı, kanun gibi bağlayıcı nitelikte olmayan bir hükümdür (UzunçarĢılı 1984: 200). Öyleyse her ne kadar fetvaların koleksiyonları oluĢturulup Kadı mahkemelerine baĢvuru kaynağı olarak gönderilseler de, temelde fetva ile kanun aynı kefede değerlendirilemez. Fetvaları kanunların oluĢturulmasında ve davaların karara bağlanmasında yardımcı unsur olarak görmek mümkündür. Böylece fetvalar, davalar karara bağlandıkça veya kanunlar hazırlandıkça bağlayıcı özellik kazanırlar.

Osmanlı yargı anlayıĢının temelinde, kamu ve devlet menfaati ön plana çıkmaktadır. Böyle olunca yerel Ģartlar oldukça fazla önemsenir. Örfî hukukun yaygınlık kazanmasının ana nedenlerinden biri olan bu düĢünce, her bir sancakta, yerel örfün dikkate alındığı, sancak kanunnamelerinin hazırlanmasına imkân tanımıĢtır (M A Ünal 1997: 96). Yukarıda da belirttiğimiz gibi, aslen Ģeriata bağlı, fakat bölgesel farklılıkların hukuka dâhil edildiği bir adlî yapı karĢımıza çıkar. Adem-i merkeziyetçilik olarak isimlendirilen bu sistem, Müslüman ve Hıristiyanları ve hatta aynı dinin farklı mezhep mensuplarını ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutmuĢtur (M A Ünal 1997: 98).