• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Değerler Sisteminin Gayr-i Müslimlere Uygulanabilirliği

9.2. Yargı Sisteminde Gayr-i Müslimlerin Durumu

9.2.2. Osmanlı Değerler Sisteminin Gayr-i Müslimlere Uygulanabilirliği

Osmanlı Devleti, egemenliği altına aldığı milletleri hiçbir zaman sömürge olarak görmemiĢtir. Devlet, fethettiği topraklara vatan gözüyle bakmıĢ ve nizâm-ı alem ilkesi gereğince, hâkim olduğu topraklara, hak ve adaleti götürmeye çalıĢmıĢtır.

10

Halep Kadısının Ermeni cenaze iĢlerine karıĢmamasına dair Ġstanbul Patriği tarafından gönderilen takrir için Bkz.: BOA, Cevdet Adliye (C.ADL), Nr. 70/4180, 20.Ra.1233-28.01.1818.

Fatih‟le birlikte dünyada etkin bir yer kazanan Osmanlı, devlet idaresinde yeni bir sistemi uygulamaya koymuĢtur. Daha önce de değinildiği gibi, millet sistemi adını taĢıyan bu uygulamaya göre, Müslüman olmayan Semavi din mensupları sınıflandırılarak bir düzene sokulmuĢtur. Sistem gereği, her grubun mensubu, özellikle sosyal alanda kendi hukukuna göre yargılanmıĢlardır. Sistemin gayr-i müslimlerin isteği doğrultusunda oluĢturulmadığını bilmekteyiz. Devletin böyle bir uygulamaya gitmesinin en önemli nedeni, sevk ve idareyi daha kolay yapabilme isteğidir. Fakat görünürde, Müslüman ve Müslüman olmayan ayrımı vardır. Bir bakıma Ġslam hukukunu benimsemiĢ bir devletin kaçınılmaz olarak yapmak zorunda olduğu bu ayrımın, gayr-i müslimlere baskı ya da sorun getirip getirmediği önemli olmalıdır. Adlî sistem içerisinde iĢlev gören Konsolosluk ve Cemaat Mahkemelerinin görev ve yetkilerini aktarırken, karĢımıza çıkan manzara, birkaç açıdan söz konusu ayrımın, gayr-i müslimler için kabul edilemez bir ayrım olmadığını ortaya koymaktadır. ġimdi kısaca bunlara değinelim:

Her Ģeyden önce, Konsolosluk ve Cemaat Mahkemelerinin yargılama konusu baĢta olmak üzere, tamamen kendi yasalarını uygulama salahiyet ve özgür iradelerinin bulunduğunu görmekteyiz. Osmanlı Devleti‟nin egemenliği altında bulunan ve tebaa sıfatını kazanmıĢ insanlarla, bütün dünyaya yön veren bir güç olan Osmanlı, ülkesine giren insanların, dinen ve siyaseten kendi hukuklarına tabi olacaklarının kabulü/izni ve aynı zamanda müdahaleden uzak oluĢları, Osmanlı Devleti‟nin yargı ve siyaset anlayıĢını açıkça betimler. Buna göre, bu insanların hangi eylemlerinin suç oluĢturduğuna karar verecek makam, kendi cemaat veya konsoloslarıdır. Dolayısıyla bu uygulama, tabiri caizse kendi ülkelerinde bulunuyorlarmıĢ izleniminin doğmasına vesile olmaktadır (Gönen 1998: 77; Ortaylı 2007a: 137). Bu mahkemelerin yargılama yetkilerini, kendi devletlerinden aldıkları gibi uygulama haklarının oluĢu ve dolayısıyla kapsam ve sınırlarına müdahale edilmeyiĢi (Gönen 1998: 78), sistemin uygulanabilir olduğunun bir baĢka göstergesidir.

Dava mahkemeye intikal ettikten sonraki uygulamalar da sistemin Ģeffaflığına kanıt teĢkil eder niteliktedir. Bilindiği üzere, ceza davalarında geçerli hukuk Ġslam hukukudur. Ancak burada yapılan tartıĢmalarda, Müslüman olmayan bir Ģahsın, kamu hakkını ihlal edip etmemesi açısından sorgulandığını ve verilen cezanın da buna göre Ģekillendiğini görmekteyiz. Bir baĢka ifadeyle, içki içme veya kendi cemaatinden biriyle evlilik dıĢı iliĢkiye girme hallerinde, Ġslam ceza hukukunda olduğu gibi “had” cezalarıyla cezalandırılmamalarına, bunun dıĢındaki Ġslam ceza hukukuna göre, “had” cezası gerektiren suçların kamu hakkının ihlali kapsamında değerlendirilerek cezalandırılma yoluna gidilmesine karar verilmiĢtir.11

Adlî yapıda var olan uygulamaların birçoğu da dönemin Ģartları çerçevesindedir. Hatta Osmanlı‟nın, çağdaĢı olan Avrupalı devletlerin tanımadığı bazı hakları da gayr- i müslim olarak sınıflandırılan bu insanlara tanıdığını görmekteyiz. Örneğin Avrupa‟nın, konsolosların yargılama yetkisini elinden aldığı tarihlerde, Osmanlı bu hakkı net bir Ģekilde vermekteydi (Gönen 1999: 341). Bu açıdan bakıldığında, konsolosların yargılama yetkisine sahip oluĢları, bir çeĢit ayrıcalık olarak değerlendirilebilir. Diğer taraftan özellikle müste‟menlerin yargılanmalarıyla ilgili olan hükümler, ahidnamelerde mütekâbiliyet (karĢılıklı olmak) esasına dayalı olarak resmiyet kazanmaktaydı (Kütükoğlu 1999: 330). Hatta suç derecesinde bazı fiil ve durumlarda devletler, konsolosları vasıtasıyla yurttaĢları için kendi ülkelerinde yürürlükte olmayan özel kanunlar çıkartıyor ve uyguluyorlardı. BaĢta Fransa için geçerli olan bu durum daha sonra, Belçika, Avusturya, Macaristan ve Ġtalya tebaası için de geçerli olmuĢtu (Cemaleddin-Asadur 1331: 356). Ayrıca, Konsolosluk Mahkemeleri gerekli görürlerse, yerel örfü de dikkate alıyorlardı (Gönen 1999: 341- 342). Buradan anlaĢılan, tamamen insanların mağdur olmamalarına yönelik

11

Ġslam ceza hukukunun gayr-i müslimlere uygulanmasıyla ilgili Ġslam mezhepleri arasında yapılan tartıĢmaları takip için Bkz.: (Karaman 1991: 3/324-326); Ceza daVâlârında takip edilen usûl ve kararın hangi doğrultuda verileceği üzere yapılan yorumları takip için Bkz.: (Atar 1979: 174; Karaman 1991: 3/218-235; Bardakoğlu 1993: 7/472-475; Cin-Akgündüz 1995: 314-317; Bardakoğlu 1996:14/547-551; Taner, 1999: 221; M A Aydın 2001: 182-187)‟ye karĢılaĢtırmalı olarak bakılabilir.

tedbirlerin alındığıdır. Bulundukları mevcut Ģartların dikkate alınmasına onay vermek, kalite ve standardın oluĢmasına imkân vermiĢtir.

Ahidnamelere yansıyan bazı maddeler, Osmanlı adlî yapısının gayr-i müslimlere yaklaĢımını açıkça ortaya koyar niteliktedir. Örneğin Osmanlı-Leh tüccarları arasındaki iliĢkileri düzenleyen ahidnamelerin birinde, Leh tüccarların gümrüklerini verdikleri mallarını Osmanlı topraklarında serbestçe satabileceklerine ve bu malları Ġstanbul dıĢında baĢka bir yere götürdüklerinde ayrıca bir gümrük vergisi alınmaması gerektiğine dikkat çekilmektedir.12

Özellikle ticarî nitelikli anlaĢma ve ahidnamelere yansıyan ifadelerin, gayr-i müslim hukukunun Ģekillenmesine katkıları çoktur. Daha önce de ifade edildiği gibi, yer ve zaman Ģartına bağlı olarak farklılıkların görüldüğü dikkat çekmektedir. Bu farklılıkları ayrım olarak değil, bilakis hakların azamî ölçüde korunma çabası olarak almak gerekir. Yine böyle bir duruma iĢaret eden, ticaret kervanları arasında vuku bulan anlaĢmazlıklarda, kervancıbaĢının yargılama yetkisinin kabulü (Panaite 1999: 347-348), hem Avrupa genelinde riayet edilen örfe itibar edildiğinin hem de Osmanlı adlî sisteminin gayr-i müslimlere uygun olduğunun somut göstergelerindendir.

Mahkemeye gelinceye kadar ve mahkeme anında, gayr-i müslimlerin sahip oldukları haklar, modern zamanlarda var olan uygulamaları dahi gölgede bırakacak gibi görünüyor. ÇeĢitli tarihlerde yapılan ahidnameler gereğince kabul edilen, yabancıların ikamet dokunulmazlığı13, kanunen gerekli olsa bile, elçi veya konsolos

olmadan yabancıların evlerine girilemeyeceği veya bu mahallerde arama yapılamayacağı anlamına geliyordu. Yine Alman maden kömürü Ģirketinden firar eden Kristo BeĢirof'un çaldığı paralarla yakalandığında, tutuklamak için Osmanlı kolluk kuvvetleri tek baĢına yetkili olamamıĢtır.14

Mahkeme anında ise, gayr-i

12

BOA, Cevdet İktisat (C.ĠKTS) Nr. 31/1546, 29.N.1143-07.04.1731. 13

Sayda‟da ikamet eden Fransız komiser ve bir Fransız tüccarın evlerine, yapılan anlaĢma gereği, konsolosluk memuru olunmaksızın girilemeyeceğini hatırlatan Fransa imparatoru ve Ġtalya kralı maslahatgüzarı tarafından verilen takrir için Bkz.: BOA, Cevdet Hariciye (C.HR), Nr. 93/4619, 15.B.1226-05.08.1811.

14

müslim hakları daha da belirginleĢiyor. Tercüman olmadan yapılamayan yargılama, sorgu esnasında tutulan tutanaklar dâhil olmak üzere, yargılamanın her aĢamasında etkin bir biçimde yer alma hakkıyla birlikte, mahkeme kararına iliĢkin görüĢ bildirmesine ve bu sırada hazırlanan tüm belgelerin geçerlilik kazanması için imzalarının olması gerektiğine, aksi halde yapılan iĢlemin geçersiz ve hükmün infaz edilemez olmasına kadar varıyordu (Cemaledddin-Asadur 1331: 470-471).

Gayr-i müslimlerin kendi hukuklarına göre yargılanma hakkını, kurdukları Ģirketler için de geniĢletebildiklerini görüyoruz. Ticaret anlaĢmalarının bir parçası olarak, kurulmalarına izin verilen Ģirketler, tamamen kendi ülkelerinin yasalarına göre örgütleniyor ve Osmanlı müdahalesinden uzak kalıyorlardı. Elbette yargıyı ilgilendiren bir durum söz konusu olduğunda, örneğin iflas durumunda, yine kendi Konsolosluk Mahkemelerinde iĢlem yapılıyordu.15

Gayr-i müslimlerin elde ettikleri ayrıcalıklar, zaman ilerledikçe daha da ileri boyutlara varmıĢtır. Osmanlı adlî teĢkilatında yapılan reformların gizli gerekçelerinden biri de, iĢte bu ayrıcalıkların egemenlik haklarını zedeleyecek boyutlara varmasıdır.

15

Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti‟de yaĢayan tebaasının iflas etmeleri durumunda haklarında yapılan iĢlemleri, her devlet uygulamasını ayrı ayrı takip için Bkz.: (Cemaleddin-Asadur 1331: 250- 265).