• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Devleti'nde Gayr-i Müslimlerin Adlî Durumları

9.2. Yargı Sisteminde Gayr-i Müslimlerin Durumu

9.2.1. Osmanlı Devleti'nde Gayr-i Müslimlerin Adlî Durumları

Gayr-i müslimlerin adlî durumları iki açıdan ele alınabilir: Birincisi müste‟menlerin durumu, ikincisi zimmîlerin durumu. Müste‟menlerin durumu, devletler arasındaki iliĢkilere göre ĢekillenmiĢtir. Müste‟menlerin Osmanlı Devleti‟ne girebilmeleri ve ikamet edebilmeleri, kendilerine verilen eman ile mümkün olabilmiĢtir (Gönen 1998: 19). Gayr-i müslimlere eman verme, devletler arası ticarete bağlı bir geliĢim seyri göstermiĢtir. Bununla birlikte savaĢ sonrası antlaĢma metinlerinin içeriğinde de bu türden maddeler yer almıĢtır. Söz konusu eman ise, padiĢah tarafından devletlere verilen “ahidnâme”lerde kullanılmıĢtır. Ġki devlet arasında yapılan antlaĢmaları veya ticari imtiyazları içeren belge anlamında ortaya çıkan ahidnâmeler (Kütükoğlu 1988: 536), Ġslam hukukuna göre düzenlenmiĢ ve ġeyhülislam fetvasıyla onaylanmıĢ belgelerdir. Ahidnâmeler sonucunda eman alarak Osmanlı Devleti‟ne giren gayr-i müslimler, elbette bulundukları süre içinde karĢılaĢtıkları veya karĢılaĢmaları muhtemel hukukî sorunlar için birtakım haklara sahiptirler. Bunların baĢında daimi elçilik bulundurma ve ihtiyaç duydukları Ģehirlerde konsolosluk açma hakları gelir (Kütükoğlu 1999: 331). Bu durumun sonuçlarından biri olarak, kendi aralarında meydana gelen ihtilaflarda, konsolosluklar, kendi yasalarına göre yargılama yetkisine sahip olmuĢlardır (Gönen 1999: 340). Gayr-i müslimlerin yargılanması konusunda böyle bir uygulamaya gidilmesinin her Ģeyden önce Ġslam hukukunun bir getirisi olduğunu belirtmeliyiz (Hamidullah 1979: 184). Bu uygulama hakkında yapılan yorumlardan bir diğeri, bir Ortaçağ geleneği olan “kanunların vücudiyeti” ilkesi gereği, „bir yabancı nerede olursa olsun kendi hükümdarına karĢı sorumludur‟ anlayıĢıdır (Panaite 1999: 347). Ancak devletin kendi ülkesine gelen yabancılara, büyüklüğünün bir göstergesi olarak kendi hukukunu dayatmaması veya kendi sınırları içerisinde kalmalarına müsaade etmesi de diğer sebepler arasında sayılabilir. Fakat bunun da bir sınırı vardır. Gayr-i müslimlere tanınan bu hak, Ģahıs, aile, miras ve borçlar hukukunu kapsamaktadır. Bunun dıĢında kalan davalarda ve taraflardan birinin Müslüman olması durumunda yetkili mercii ġeriat Mahkemeleridir (Özel 1996: 422-423). Yalnız burada mahkemenin davayı kabul edip etmemesi

tartıĢmalıdır. Ġslam mezheplerinin birçoğu, mahkemenin davayı kabul edip etmemede serbest olduğunu savunurken, Osmanlı Devleti‟nin resmî mezhep olarak kabul ettiği Hanefiler, Ģayet dava mahkemeye aksetmiĢse, mahkemenin seçim hakkı bulunamayacağını, dolayısıyla davayı karara bağlamak zorunda olduğunu kabul etmiĢtir (Karaman 1991: 299-300). Borçlar ve ticaret hukukuna iliĢkin davalarda ise bazı farklılıklar söz konusudur. Öncelikle bu alanlarda Ġslam hukukunun kurallarına bağlı değillerdir. Yaptıkları sözleĢmelerden elde ettikleri haklar çerçevesinde, herhangi bir sorun çıktığında, bunu Kadı Mahkemelerine götürme seçenekleri de vardır (Bozkurt 1989: 23). Ancak, ticaret ve kefâlet hususlarını içeren sözleĢmeleri, daha önceden Kadıya tasdik ettirip hüccet almaları Ģartı vardı ve dava konusu 4.000 akçenin üzerindeyse doğrudan Ġstanbul‟a havale edilirdi (Kütükoğlu 1999: 331-332). Kadı Mahkemelerine getirilmeyen davalar ise, Fransa Ġngiltere, Rusya ve Avusturya elçileri arasında yapılan protokole istinaden kabul edilen ve davaya taraf olanların, devlet konsolosluklarından seçilmiĢ üç üyeden oluĢan karma bir komisyonda mahkeme edilirlerdi. Buradan çıkan kararı istinaf isteyen taraf, kendi devlet mahkemesine baĢvurma hakkını sahipti (Cemaleddin-Asadur 1331: 203). Kural gereği, borçlu olanların borçlarından kendileri veya varsa kefilleri sorumluydu (Kütükoğlu 1999: 332). Osmanlı ülkesinde ölmeleri halinde ise, malları yasal varislerine, yoksa elçi veya konsolosluklara emanet olarak verilirdi (Kütükoğlu 1988: 538).

Müste‟menlerin adlî durumları, uyruklarına göre farklılık göstermektedir. ġayet aynı uyruğa tabi iki Ģahıs arasında bir problem olursa, daha önce de belirttiğimiz gibi kendi konsoloslukları yetkili yargı mercii olmaktaydı; ancak, farklı uyruğa tabi olan Ģahıslar arasında bir olay meydana geldiğinde durum farklılaĢır. Kaynaklarda konuya iliĢkin yapılan yorumlarda bir ittifak yoktur. Bununla birlikte “tarafların karĢılıklı olarak anlaĢmaları” Ģartıyla davaya ilgili devletlerin elçilerinin bakacağı kabul edilmiĢtir (Gönen 1999: 342). Osmanlı Devleti‟nin bu durumda ne yapacağı sorusuna da kesin bir cevap verilememiĢtir. Ancak anlaĢıldığı kadarıyla, özellikle ceza davalarında yine karĢılıklı anlaĢma Ģartıyla, Osmanlı mahkemeleri de davaya

bakabilmiĢtir. Bu durumda davaların çoğunlukla tercüman yardımıyla yürütüldüğü anlaĢılmaktadır. Fakat uygulamalara bakıldığında, yine Konsolosluk Mahkemelerinin bu tip davalarda iĢlev gördüğü ve bunun bir teamül oluĢturduğu görülmüĢtür.9

Konsolosluk Mahkemelerinde görülen davalar, bittikten sonra çıkan ilamlar, hem Osmanlı Devleti tarafından hem de ilgili devletin dıĢiĢleri bakanlığınca onaylandıktan sonra, ilamı onaylayan konsolosun mensup olduğu devlette kabiliyet esasına göre icra edilirdi. Bu iĢlemlerin gerçekleĢtirilmesinde yine konsolosluklar yetki sahibiydiler (Cemaleddin-Asadur 1331: 191).

Müste‟menlere Konsolosluk Mahkemelerinde yargılanma hakkı verildiği halde, Ġslam mahkemelerine baĢvurma hakları da vardı. Bu hak gereği, eğer Ġslam mahkemelerine baĢvururlarsa nasıl bir yargılama olacağı tartıĢılmıĢ ve iki temel kanıya varılmıĢtır: Bunlardan birincisi, geçerli hukukun Ġslam hukuku olacağıdır (Özel 1996: 423). Ġkincisi ise, hâkimin tarafların kendi hukukunu uygulayabileceğidir (Cin-Akgündüz 1995: 350).

Buraya kadar verdiğimiz bilgiler ıĢığında, müste‟menlerin kendi hukuklarını uygulayan Konsolosluk Mahkemelerinde yargılanma haklarının olduğu anlaĢılmaktadır. Konsolosluk Mahkemelerine bu hakkı veren öncellikle ahidnâmeler ve antlaĢmalardır. Ancak bazı durumlarda bu mahkemelerin kendilerine verilen haklardan da öte uygulamalara imza attıkları görülmüĢtür. Bunun en önemli sebebi, Osmanlı Devleti‟nde görev yapan konsolosların hukukî statülerinin çağdaĢlarına nazaran daha etkin oluĢudur. Sahip oldukları hak ve yetkiler, kendilerine çok rahat hareket edebilme serbestisi kazandırmıĢtır. Diğer taraftan zaman içerisinde Avrupalı devletlerin Osmanlı‟dan elde ettikleri ayrıcalıkların kapsamı geniĢlemiĢ ya da Osmanlı Devleti, Batılı devletlerin isteklerine razı olmak zorunda kalmıĢtır. Bu da konsoloslara daha fazla yetki olarak yansımıĢtır.

9

Bu konuda yapılan tartıĢmaları izlemek için Bkz.: (Cemaleddin-Asadur 1331: 402-406; Gönen 1998: 80-82; Gönen 1999: 342-343).

Zımmîlerin durumuna gelince, özünde müste‟menlerden pek farkları yoktur. Zımmî statüsünde olan ve millet sistemine göre sınıflandırılan bu Ģahıslar, adlî problemlerinin birçoğunu bağlı oldukları cemaatlerin mahkemelerinde çözümleyebiliyorlardı. Cemaat Mahkemelerinde görülebilen davalar Ģu Ģekilde sıralanabilir: ġahıs, aile, miras hukuku ve bazı ceza davaları (Ekinci 2004: 313; Akyılmaz 2007: 81) Zımmîlerin kendi cemaatleri dıĢındakilerle ihtilaf yaĢamaları halinde, tıpkı müste‟menlerin durumu gibi iĢleme tabi olurlardı. Fakat bir Müslümanla sorun yaĢamaları halinde, Kadı Mahkemeleri görev yapar ve Ġslam hukukunu Hanefi mezhebine göre uygularlardı (UzunçarĢılı 1984: 83). Dava esnasında ilgili konsolos veya vekili de hazır bulunur, hatta istenirse tercüman da getirilebilirdi (Gönen 1998: 83-84).

Osmanlı Devleti‟nin tebaası olarak, zımmîlerin kendi Cemaat Mahkemeleri dururken, sıklıkla, Ġslam/Kadı Mahkemelerine baĢvurdukları görülmüĢtür. Hatta cemaat liderlerinin, bu tip durumlarda ġer‟iyye Mahkemelerine gelerek, söz konusu davalara bakmamalarını talep ettikleri arĢiv belgelerinden anlaĢılmaktadır.10

Cemaat liderlerinin yargılanmaları ise Tanzimat‟a kadar Divan-ı Hümayun‟da yapılmıĢtır (Ekinci 2004: 327). Divan-ı Hümayun‟da ayrıca, konusu 4.000 akçeyi aĢan davalara, istinafen bakılan davalara ve konsolos ve tercümanların taraf olduğu davalara da bakılırdı (Gönen 1998: 93).