• Sonuç bulunamadı

D) TRABZON'DA EĞİTİM HAYATI VE DİNİ HAYAT

1- Müslümanların Hayatı

a) Cami ve Medresede Dini Hayat

Osmanlı şehrinin tanımında özellikle yer alan “Cuma kılınur” ifadesi (Mesela Aşıkpaşazade’de) şehrin dini hüviyetine doğrudan bir gönderme olarak düşünülebilir. Evet, gerçekten Osmanlı şehirlerinin en önemli göstergelerinden birinin camiler olduğu göz önüne alınırsa bu ifade daha iyi anlaşılır. Ancak bu ifadenin sadece dini bir hüviyet taşıdığı düşünülmemelidir. Bilindiği gibi Cuma namazı aynı zamanda siyasal içerikli bir namazdır ve bunun en önemli göstergesi hutbede hükümdarın isminin okunmasıdır. Dolaysısıyla “Cuma kılınur” ifadesi aynı zamanda o beldede hükümdarın iktidarının görünür olduğunun da bir ifadesidir.577 Bu sebeple Osmanlı İmparatorluğunda Türk ve Müslüman olan şehirler genellikle bir cami etrafında toplanmıştır. Trabzon, Türk ve Müslüman olarak kurulan şehirlerden kuruluş yönüyle farklılık gösterse de Osmanlı hâkimiyetinin tesisi sürecinde İslam şehri hüviyetine bürünmüştür. Fethedilen şehrin merkezi Müslümanlara tahsis edilince merkez kiliseler de cami olmuştur. Bu camilerin etrafında medrese, imaret, misafirhane, hastane, hamam, han, tekke, zaviye ve mektep gibi dini ve sosyal içerikli tesisler konumlanmış, bunların dışında da dükkânlar, suyolları, fırın, değirmen, mum imalathanesi, boyahane, bayram ve pazar yerleri gibi

574

T. Ş. S., 1830, 42, 1, 9. 575

Ne miktar bir ölçü birimi olduğu kesin değilse de kulaç anlamında olabileceği tahmin edilmiştir. 576

T. Ş. S., 1842, 6, 2, 2. 577

AÇIK, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şehri: 17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon’da

143

iktisadi ve içtimai ihtiyaçları karşılayan tesisiler yer almıştır. Bu tesislerle birlikte şehrin dış mahallelerine doğru da evler yer almaktadır.

Cami, Osmanlı toplumunda bir ibadet mahalli olmanın ötesinde Müslümanların işlerini gördükleri, devlet emir ve kararlarının görüşülüp halka tebliğ edildiği yer de olmuştur. Kısaca cami dini fonksiyonu yanında eğitim-öğretim işlerinde, kültür hizmetlerinde, kamu yönetiminde, adalet hizmetlerinin yerine getirilmesinde578 ve nihayet askeri hizmetlerde kullanılmıştır.

Çocukların Kuran-ı Kerim ile tanıştığı ve eğer tamamını ezberleyebilirse hafız olduğu Kur’an Okulu camidir. Camide toplumun her kesiminden insanlar Kur’an tefsiri, hadis, kelam ve hatta tasavvufla ilgili ulemanın halk için verdiği dersleri, konuşmaları serbestçe dinleyebilirlerdi.579

Camide verilen eğitimin bir üst basamağı ise medrese eğitimi idi. Şu ana kadar medreselerin işleyişi, müderris, muid ve öğrencilerin durumları ile öğretim programları konularında yapılan çalışmalarda, genelde aynı bilgilerin tekrarlandığı görülmektedir.580 Medreseler konusunda ihtiyaç duyulan bilgilerin eldeki vakfiyeler ve biyografi kaynaklarıyla doldurulmasının pek mümkün görünmediği noktada sistemin işleyişi ile ilgili konuları aydınlatmanın, mahkeme sicilleri sayesinde mümkün olabileceği ifade edilmiş ve bu düşünceden hareketle, belgelere yansıyan pek çok örnek değerlendirilerek geniş bilgiler elde edilmiştir.581

Burada yeri gelmişken bu imkânların erkekler için olduğunu hatırlatmakta fayda vardır. Çünkü bütün toplumlarda olduğu gibi Osmanlı toplumunda da çocukların eğitimi evde başlar, ailenin maddi durumu ne olursa olsun kızların eğitimi evinde devam ederdi. Eğitimlerinde din ve ahlak kaideleri başlıca konuları teşkil eder, bazen okuma daha nadir olarak da yazma öğretilirdi.582

Gerek seyahatnamelerdeki kayıtlardan gerekse sicillere yansıyan kayıtlardan anlaşıldığına göre Trabzon halkı Sünni İslam temelli bir dini hayatı benimsemiştir. Mesela incelenen dönemde şehre gelen Evliya Çelebi “gayet mümin ve muvahhid ve ehl-i sünnet ve’l-cemaat, halim ve selim âdemlerdir.” 583 şeklindeki kaydı ile bunu ifade

578

Kadıların camide de dava bakabildiğini hatta şahsi olmanın ötesinde toplumun genelini ilgilendiren mesela toplumdaki sınıflar arası problemlerin ele alındığı önemli davalar için meclis-i şer’in camide akdedildiğini hatırlayalım.

579

Jean Louis MICHON, “Dini Kurumlar” İslam Şehri, ed. R. B. SERJEANT, çeviren: Elif TOPÇUGİL, Ağaç Yayıncılık, İstanbul, 1992, s. 43.

580

Bu çalışmalar Osmanlı biyografi kaynakları arasında en çok bilinen ve müderrislerin hayatlarına yer verdiği için daima müracaat edilen Şekâik, Mecdî, Atâî, Sicill-i Osmânî ve Osmanlı Müellifleri vs. tarzındaki eserlerden hareketle kaleme alınmışlardır.

581

HIZLI “Anadolu'daki Osmanlı Medreseleri: Bir İcmal” s. 377. 582

D’OHSSON, 18. Yüzyıl Türkiye’sinde Örf ve Adetler, s. 205. 583

144

eder. Bu ifadeleri destekleyen bir diğer kayıt da Aşıkpaşazâde de geçen 1515 tarihinde 13 nefer Kızılbaş bulunduğuna dair bir ifadedir. Her ne kadar kaynağı tesbit edilememiş olsa da ifadeyi doğru kabul ettiğimizde584 Trabzon’da gayri Sünni anlayışın marjinal olduğunu anlarız. Sünnilik dışı inanç değerlerinin marjinalliğini Trabzon sicillerindeki ifadelerden de tesbit edebilmekteyiz. Her ne kadar sicillerde Sünni İslam anlayışı dışındaki mezheplere mensup olanlar küfür ile itham edilerek genel geçer bir şekilde tanımlanmışsa da dikkatli bir inceleme ile bu küfür tanımından Şii mezhebinde olanların kastedildiği anlaşılmaktadır. Mesela sicilde küfür sözü söyleyenlerin -ki küfür sözünden maksadın Şii görüşleri olduğu anlaşılmaktadır- “Îmân ve nikâhların tecdîd itmeleri takrîr-i şedîd ve tevbe ve salâhları olunca dahi habs-i medid olmaları lâzım gelur”585 ifadeleri ile iman ve nikâhını yenilemeleri lazım geldiğini belirtilir. Bunun yanında bazı sicillerde de doğrudan doğruya “İsmail dailerinden” bahsedilmesi küfür tanımlamasını açıklar.586 Diğer taraftan Hanefi BOSTAN şehirde Sünni anlayışın hakim olduğu tezini çok daha ilginç bir şekilde ifade etmektedir. Ona göre şehir tahrir defterlerinde sıklıkla Bekir, Ömer ve Osman isimlerine rastlanması da halkın Sünni İslam anlayışına sahip olduğunu düşünmemizi sağlayan bir başka nedendir.587

Ancak tüm halkın tam da resmi mahfillerin istediği gibi muttaki bir hal üzere olmadığı düşünülebilir. Bu durum kayıtlara yansıyan imalardan ya da doğrudan doğruya bu yönde yapılan tembihlerden anlaşılır. Mesela şehrin Müslüman ahalisinin namaz konusunda kimi zaman takındığı umursamaz tavır söz konusu kayıtlarda yerini bulurken farklılığın da altını çiziyordu. Nitekim bu konuda Trabzon valisinden kadısına yazılan bir buyruldu da şehirde bazı kimselerin namazın edasında aldırmazlık ve tembellik ettiklerinin duyulduğunu, bu kimselerin beş vakit namazı eda etmeleri için namaz vakitlerinde münasip yerlerde münadilerin nida etmelerinin gerektiği bu hususta imamlara da gerekli tembihte bulunulması, buna karşı çıkanların ise tarafına bildirilmesi istenmekteydi.588 Burada da görüldüğü gibi namazın kılınması için resmi olarak tedbirler alınması devletin Sünni İslam anlayışını desteklediğinin en önemli göstergelerinden biri olmalıdır.

Nitekim bu konuda Şeyhülislam Feyzullah Efendinin muhtemelen tüm imparatorluğu ilgilendiren mektubuna dayalı olarak yollanan bir hükümde “iyiliği emretme ve kötülüğü defetmek” ayeti ile “din nasihattir” hadisi şerifinin hükmünce evvela her beldede eimme ve huteba tarafından ehl-i sünnet ve’l cemaat akidelerini bilmeyenlere ve Kur’an-ı Kerimi tecvitli okuyamayanlara öğretilmesi, ayrıca köylülerin ve ahilerin “levazım-ı ikamet-i cemaat” için ilim tahsil eden talebelerden birini içlerinde iskân etmeleri suretiyle ibadetlerinin muattal kalmaması istenmiş, müftülere de ayrı bir

584

AŞIKPAŞAZÂDE s. 27 585

T. Ş. S., 1842, 6, 1, 2; Tövbe etmeleri gerektiğine dair. T. Ş. S., 1842, 13, 1, 2.

586

T. Ş. S., 1842, 13, 1, 1. 587

BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, 366. 588

145

bahis açılarak kadı ile birlik olup “gayret-i diniye” içinde “ahkâm-ı şer’iye”nin icrasında gerekli ihtimamı göstermeleri emredilmişti.589 Gerçekten toplum tesanütünü dini bağların kuvvetli olmasında arayan resmi otorite dini vecibelere karşı gevşekliğe hiç de müsamaha etmeye taraftar değildi. Ancak bölgede yoğun olan gevşek İslami inançlar bu yeni İslam’a ısınan beldede tesirini daha kolay gösteriyordu. Bu yönüyle Trabzon diğer eski Anadolu şehirlerinden belirgin bir şekilde ayrılmaktaydı. Bu farkın ortadan kalkması için XX. yy’in gelmesi gerekecekti. Nihayetinde Trabzon Anadolu’da en son Türklerin feth ettiği yer olarak her zaman önemli miktarda gayrimüslim nüfus barındırmıştı. Nitekim avarız defterlerine bakıldığında şehrin avarız yükümlülüğünün üçte ikisinin Müslimlerin üçte birinin ise gayrimüslimlerin yükümlülüğünde bulunmasının bize şehrin demografik yapısını aksettirdiği de düşünülebilir. Bu yapının değişmesi ancak XX. yüzyılda Osmanlı devletinin yıkılmasından sonra yeni Türkiye’nin nüfus mübadeleleri ile gerçekleşmiştir.590

Diğer taraftan namazın ikamesi hususunda cami görevlilerinin vazifelerini ihmal etmeleri de probleme sebep olmaktaydı. “Ehl-i İslam-ı musallin bi-ecmaihim” imzasıyla Trabzon valisine sunulan arz-u halde “Trabzon’daki hayır sahiplerinin inşa ettikleri cami ve mescitlerin ehl-i murtezikaları bir şekilde üçer-beşer gedik ele geçirmişler” böylece yapmaları gereken cami hizmetlerini ihmal etmekteydiler. Bu suretle camiler yıkılmaya yüz tutmakta “böyle bir belde-i muazzamada üç-beş camide ancak namaz kılınmaktaydı” Validen istekleri durumun teftiş edilerek cami hizmetini aksatanların şer’le haklarından gelinmesiydi. Bunu yaparsa Vali “icra-i mazhar-ı dua-i hayr-ı cemaat-i müslimin” ile karşılık bulacaktı. Bu arzuhale cevaben Vali Kadı ve Müftüye yazdığı buyruldu da Tevbe suresinin 18. Ayeti olan “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman edenler imar eder” ayetini hatırlatarak durumun soruşturulmasını istenmiş, eğer hizmetini aksatanlar tesbit edilirse, hapsedilmeleri ve görevlerinin başkasına tevcih edilmesi emretmişti.591

Bunlarla birlikte bazen de farklı mülahazalarla çoğunlukla da mevcut görevliyi yerinden ederek kendisine görev alanı açmak maksadıyla imamlar hakkında şikâyetler vaki olmuş, şikâyetçiler taleplerini İstanbul’a kadar ulaştırabilmişlerdir. Mesela 1105 yılında bu tür iddialar ile başkente talebini bildiren Mehmed’in ileri sürdüğü iddiaların doğru olmadığı anlaşılarak Fatih Sultan Mehmed Camii imamlığı görevi Ömer Halifeye tevdi edilmiştir.592

İmamları şikâyet edenlerden başka bir de görevlerine haksız yere müdahale edenler vardı. Bunları da sıklıkla imamlar şikâyet ediyor ve görevlerine müdahale

589

T. Ş. S., 1866, 4, 1; T. Ş. S., 1866, 5, 1 naklen TOSUN, XVIII. Yüzyılda Trabzon’da Cemaatlerarası

İlişkiler, s. 152.

590

Avarız kayıtları Trabzon'da ekonomi bölümünde mütalaa edilmiştir. 591

T. Ş. S., 1907, 134, 1 naklen TOSUN, XVIII. Yüzyılda Trabzon’da Cemaatlerarası İlişkiler, s. 153. 592

146

edenlere müdahale etmemesi tembih ediliyordu. Siciller incelendiğinde göreve müdahale etmeme emirleri ile sıklıkla karşılaşılabildiği593 gibi bu tür şikâyet ve davaların başkente iletildiği dahi oluyordu. Bu durumda da aynı şekilde ilgili kişinin görevine müdahale etmemesi emirleri başkentten geliyordu. Mesela 14 muharrem 1105 tarihinde İstanbul’a ulaşan bir şikayete cevaben dersaadet Orta Hisar semtindeki Camii Kebir’in imamlığına müdahale eden el-Hac Hüseyin ile Mustafa’nın men edilmesi ve camiinin imamlığına Ali Halife’nin tayin edilmesini Trabzon kadısından istemişti. 594

Dini hayat denildiğinde imamlarla birlikte şehirde bir diğer önemli görevli müftülerdi. Üstlenmiş oldukları önemli ifa makamı onları mahkemelerde sıkça görünür kılmakta onları yönetim sürecine dâhil olmalarına imkân açmaktaydı. Mesela yukarıda örneği görülen kayıtta Trabzon halkının cami görevlerini ihmal eden imamları valiye şikâyet etmesi sonrasında vali gerekli tedbirlerin alınmasını hem kadı hem de müftüden istemekteydi. Bunlardan başka resmi görevi dışında da müftü şahsi işlerinden dolayı (alacak-verecek, satış) mahkeme kaydına konu olabilmekteydi.

Trabzon şehrinde yaşayan dini gurupların sosyal hayatlarının bir göstergesi de ailelerin çocuklarına verdikleri isimlerdir. Çocuğun ismi bir ailenin önem verdiği, inandığı değerleri ifade eden en önemli göstergelerdendir. Bu konuda şer’iye sicillerine müracaat ettiğimizde Müslüman ailelerin erkek çocukları için Mehmet, Abdullah, Osman, Musa, İbrahim, Halil, Süleyman, Ahmed, Ali, Numan, Mahmud, Mustafa, Abdi, Feyzullah, İsmail, Ramazan, Gazi, Hasan, Hüseyin, Hamza, Ömer, Murad, Yakup, Yusuf, Dursun ve Ayvaz isimlerini tercih ettikleri kızları için ise Ayşe, Hatice Saliha, Havva, Müslime, Şerife, Rabia, Afife, Fatma, Emine, Rukiye, Zeynep, Sabiha, Esma, Ümmühan, Ümmügülsüm ve Nesibe isimlerini tercih ettikleri görülecektir. Anlaşıldığı gibi bu isimler daha ziyade İslam büyükleri, peygamberleri, peygamber eş ve kızlarının isimleridir. Bu durum sosyal hayatta dinin belirleyiciliğini ifade eden en belirgin göstergelerden biridir. Son tahlilde Osmanlı toplumu kuşkusuz dini bir topluluktu. Burada din ile kastedilenin İslam olduğu izahtan varestedir. Bu sebeple kimi yazarlar tarafından Şer’i hukuk ile örfi hukuk arasında var olan ayrımın Osmanlının neredeyse laikliğine vardırılacak kadar abartılması doğru değildir.595 Nihayetinde örfi hukuk da kaynağını şeriatın kendisine açtığı alandan alıyor, ona aykırı olmamak kaydı ile padişah tarafından tesis ediliyor ve şeriat mahkemesinde Osmanlı kadısı tarafından tatbik ediliyordu.596 Uygulamada örfi hukukun alanı ne kadar genişlerse genişlesin İslam hukukunu devre dışı bırakması gibi bir durum söz konusu değildi.

593

Örnekler için bk. T. Ş. S., 1836, 7, 4, 1; T. Ş. S., 1849, 12, 1, 1. 594

B. O. A., A E., SAMD, II, 89, 14 Muharrem 1105. 595

Süleyman Hayri BOLAY, “Osmanlı Dünyasında İnanç Bilgi İkilemi” Anatomi Dersleri: Osmanlı

Kültürü, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995, s. 191

596

Uriel HEYD, "Eski Osmanlı Ceza Hukukunda Kanun ve Şeriat”, Türk Hukuk ve Kültür Tarihi

147

İslam vurgusu sosyal hayatın her alanında ve anında görünür haldedir. Bu görünürlük resmi olarak da tesbit edilmiş ve takip edilmektedir. Kişilerin kılık- kıyafetinden kendilerini ifade için kullandığı lakaplara kadar bu görünürlüğü okumak mümkündür. Mesela dini bir kisve olan sarık sarmak Müslümanlar için tanınan bir ayrıcalık olup bir gayrimüslimin sarık sarmasına müsaade edilmezdi. Yani İslami kimliği olan bir kisveyi bir gayrimüsliminin kullanması kanunen yasaktı. Yine lakaplara bakıldığında Müslümanların Zade, Efendi, Hacı, Seyyid, Molla, Şeyh, Paşa, Oğlu, Çavuş, Çolak, Demirci, Katırcı, Öksüz, Alemdar ve Çelebi gibi kişilerin dini konumları başta olmak üzere aile unvanlarını, fiziki durumlarını, ya da yaptıkları işleri ifade eden lakaplar kullandıkları görülür.597 Burada dini konumun daha belirleyici olmasını ise en öncelikle onun ifade edilmesinden anlayabiliriz. Mesela kişi hem hacı hem de tüccar olsa onu tanımlayan lakapta kullanılan unvan her zaman öncelikle ve çoğu zaman da sadece “hacı”dır.

XVII. yüzyıl Trabzon’unda resmi kurumlardaki dini hayatın görevlileri arasında buraya kadar bahsi geçen imam, müezzin, müderris, müftü gibi görevlilerin yanında bugün örneklerini göremediğimiz görevlilere de rastlamak mümkündür. Bunların belli başlıları; en’amhân,598 fetihhân,599 yasinhân,600 ihlashân,601 aşirhân,602 cüzhân,603 duâgu,604 hafız-ı kütüb605 ve kayyım606 gibi görevlilerdir. Bunlarla ilgili gerek merkezin gönderdiği emirlerde gerekse şer’iye sicillerinde çok sayıda atama beratına ve vazifelerinin icrası ile ilgili hükümlere rastlamak mümkündür.607 Sicillerden

597

YILMAZÇELİK, “XVIII. Yüzyılda Trabzon’un Sosyal Durumu” ss: 263-264. 598

En’amhân: En’am; en’am suresi ile başlayan ve diğer sıklıkla okunan sureleri içinde barındıran kısa sureler kitabına verilen addır. En’amhân ise bu kitabı ilgili camide okumakla görevli olan kimseye denilirdi. Mehmet Zeki PAKALIN, Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. 1, s. 529.

599

Fetihhân: İlgili camide Fetih suresini okumakla görevli olan kimse 600

Yasinhân: İlgili camide Yasin suresini okumakla görevli olan kimse 601

İhlashân: İlgili camide İhlas suresini okumakla görevli olan kimse 602

Aşirhân: Kur’an’dan kısa surelere aşir denilir. Aşirhân ise ilgili camide bu kısa aşirleri okumakla görevli olan kişi demektir.

603

Cüzhân: İlgili camide Kuran-ı Kerim cüzü okumakla görevli olan kimse 604

Duâgu: "Dua eden, duacı" anlamındaki bu terim Osmanlılarda saray, merkez ve esnaf teşkilatlarında dua ile ilgili görevleri yerine getirenler için kullanılan resmi bir unvan niteliği kazanmıştır. Bazı kayıtlarda duacı, duahan şeklinde de adlandırılan bu görevliler günlük mesainin başlaması sırasında belirli merasim ve şenliklerde duruma uygun dualar okurlardı. Mehmet İPŞİRLİ, “ Duâgu” D.İ.A., C. 9, T. D. V. yayınları, 1994, C. 11, s. 541.

605

Hafız-ı kütüb: Camide sürekli Kuran okumakla görevli hafız kimse 606

Kayyım: Caminin maddi işlerine nezaret eden kimse 607

Trabzon’daki Bab-ı Pazar Cami En’amhân’ı Ramazan Efendi’nin beratının yenilendiği ve kendisine tayin olan yevmiyesini Trabzon iskelesi mukataasından alacağı B. O. A., A. E., SAMD, II, 1, 6, 23 M 1105 Trabzon’daki Sultan Mehmed Han Camii Kayyumu Salih Efendi’nin beratının yenilendiği ve kendisine tayin olan yevmiyesini Trabzon iskelesi mukataasından alacağı B. O. A., A. E., SAMD, II, 1, 8, 4 M 1105 Sultan Mehmed Han Camii Hâfız-ı Kütüb’ü Ömer’in ölümü ile yerine oğlu Mustafa Ali Halife’nin tayin edildiği ve kendisine tayin olunan yevmiyesi Trabzon iskelesi mukataasından alacağı hakkındaki hüküm

B. O. A., A. E., SAMD., II, 1, 6, 23 M 1105 Bu konuda sıklıkla bulabildiğimiz atama beratlarına bir örnek

olması için bk. EK: XII Trabzon’da vâkı´ Bâb-ı Pazar Camiinde Trabzon iskelesi mukataasından almak üzere vazife ile En’amhân olana berati cedîd verilmesine dâir B. O. A., AE, SAMD, II, 1, 6, 23 M 1105. Şeyh Ahmed şemsi mahlûlinden cüzhanlık tevcîhine dâir T. Ş. S., 1843, 43, 3.

148

anladığımız kadarı ile bu görevleri ifa edenler müstakil kişiler olabildikleri gibi bu görevler diğer resmi görevleri ifa edenlere ikinci görev olarak da tevdi edilebilmekteydi.

b)Tekkelerde Dini Hayat

Müminlerin dayanışması, aynı kabileden gelen veya belli bir sosyal çevreye mensup kişilerin arasındaki bağların bastırılması ya da etnik, sosyal, mesleki sebeplerle yeni grupların oluşmasının engellenmesi anlamına geliyordu. Tarikatların öncülük ettiği aynı inancı paylaşma olgusu İslam dünyasında toplumsal birliklerin kurulmasına zemin teşkil etti.608 Yani bir İslam toplumunda herhangi bir milletten olanları değil ama herhangi bir tarikatın bağlılarını bir arada görmek mümkündü.

Osmanlı devletinde dinin sosyal hayatta konumu çok belirgindir. Bu belirginlikte resmi otoritenin belirleyiciliğinin yani sosyal hayatı din ekseninde şekillendirme çabasının da önemli bir yeri vardır. Padişah kendi gücünü daha doğrusu iktidarını bir ordu bir de din görevlileri ile kuvvetlendirmek istemektedir. Ulema da padişaha bağlı olmanın birliği meydana getiren en önemli unsur olduğu inancı ile birbirlerine ve padişaha bağlı kalmıştır.609 Tabii ki din adamlarının bu bağlılığının geçerli olduğu yer medresedir. Medrese devlet felsefesinin kaidelerini koyar, tesbit eder ve uygularken devlet de medreseyi, ulemasını, öğrencisini her türlü korumaktadır.

Böyle bir yapılanmada muhalefeti ise tarikatlar temsil ediyorlardı. Osmanlı devleti heterodoksiyi kendine rakip görmektedir. Devletin bu düşmanlığında bu akımların dış destekli oluşunun yani İran’dan beslenmelerinin de önemli payı vardır. İran’ın bu akımlara desteğinin Osmanlı devletinin içini karıştıran bir unsur olması Osmanlı devletini özellikle Heterodoks tarikatlara karşı cephe almaya yöneltmiştir. Bu cephe alış tahmin edilebileceği gibi Osmanlı-İran mücadelesinin şiddetlendiği dönemlerde daha da keskinleşmektedir. Trabzon gibi Osmanlı devletinin İran savaşlarında ikmal merkezi olarak kullandığı çok önemli geçiş noktası ise bu müsaadesizliği en yoğun yaşayan yerlerdendir. Anlaşılan Osmanlı devleti İran ile mücadelesinde kendisi için hayati önem taşıyan bu geçiş yolu üzerinde İran destekli bir kalkışma zemini oluşmasına asla müsaade etmemektedir. Bu ifadelerimizin yansımaları dönemin şer’iye sicillerinde görmek de mümkündür. İran destekli tarikatlara meyledenler küfre girmekle suçlanmışlar ve haklarında ciddi takibatlar yapılmıştır. Bu iddialar genellikle küfür davası şeklinde kayda alınmıştır.610 Ancak incelendiğine küfür ile itham edilenlerin genellikle Şii mezhebi görüşlerini benimseyen Heterodoks tarikatlara mensup kişiler olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum bazı kayıtlarda ise açıkça

Örnek bir duâgu kaydı için T. Ş. S., 1850, 36, 3, 1, Trabzon iskelesi mukataasından almak üzre yevmî on akçe duagusi vazifesine mutasarıf olan Hasan zîde kadruhu vazîfesini deftere kaydını taleb edmesi 608

MICHON, “Dini Kurumlar”, s. 45. 609

BOLAY, “Osmanlı Dünyasında İnanç Bilgi İkilemi” s. 180. 610

149

ifade edilmektedir. Mesela 1842 numaralı sicilde yer alan kayıtta İsmail dâilerinin 400 akçe ile tevkitinden bahsedilmektedir.611 Devlet bu tür tarikatlara meyledenleri bir taraftan Kadı eliyle cezalandırırken diğer taraftan medreseler eliyle hizaya getirmeye yani aydınlatmaya çalışmaktadır. Tabii ki bu çabanın resmi belgelerdeki ifadesi “hidayete vusulüne vesile olma” şeklindedir.

Ancak bütün tarikatlar devlet için problemli değildir. Resmi görüşle halkın yaşadığı İslam anlayışını bağdaştıran, Osmanlı insanını kucaklayıp, kültürel zenginliği yaygınlaştıran oluşumlar da vardır. Bunların içinde en önemlisi Nakşiliktir. Bir cihetten Nakşilik resmi tarikat ya da daha doğru bir ifadeyle devlet üst kademesinin tarikatıdır. Yani üst düzey bir görevli resmi işinin yanında akşamları manevi gelişimi için bir tarikat arıyorsa bu sıklıkla Nakşilik olurdu. Bu açıdan bakıldığında farklı tarikatların farklı sosyal tabakalardan müntesipleri olduğunu görürüz. Mesela bahsi geçtiği gibi