• Sonuç bulunamadı

E) VAKIF HAYATI

1- Müslüman Vakıfları

a) Osmanlı Tatbikatında Vakıf (Trabzon Örneğinde)

i. Vakfın Tanımı ve İslam Hukukunda Yeri: İslam hukukunda vakıf “bir mülkün menfaatini halka tahsis edip Allah’ın mülkü hükmüne koyarak temlik ve temellükten ebediyen mahrum etmektir”664 ifadeleriyle tanımlanmıştır. Vakfa benzer kurumlar Roma ve Bizans hukukunda da yer almasına rağmen vakıf müessesinin İslam’a has özgün bir kurum olduğu bilim dünyasında genel bir kabul görür.665 Bu sebeple vakıf ile ilgili İslami literatüre atıfla konu ele alınabilir.

Vakıf müessesesi; asırlarca İslam devletlerinde büyük önem kazanmış, sosyal ve iktisadi hayat üzerinde önemli tesirler icra etmiş dini-hukuki bir müessesedir. Vakıflar İslam toplumunda çok önemli hizmetler yapmışlar, camilerin, medreselerin, zaviyelerin, hastanelerin bakımı hatta bazen inşa edilmesi vakıflar aracılığıyla olmuştur. Vakıflar

661

Osman ÇETİN, Şer’iye Sicillerine Göre Bursa’da İhtida Hareketleri ve Sosyal Sonuçları (1472-1909) TTK. Yayınları, Ankara, 1994, s. 80.

662

Halil İNALCIK, Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesikalar, TTK. Yayınları, Ankara, 2006, s. 141,167 663

Şehirdeki vakıflarla ilgili geniş bilgi ve değerlendirmeler için: Ronald JENNİNGS, “Pious Foundations in the Society and Economy of Ottoman Trabzon 1565-1640” JESHO, C. XXXIII, October, 1990, ss: 271-336.

664

BİLMEN, Hukuku İslamiye ve Istılahtı Fıkhîyye Kamusu, C. IV, İstanbul, 1971, s. 155 665

Fethi GEDİKLİ, “İstanbul’da Para Vakıfları ve Mudarebe” Osmanlı Hukuku: Makaleler, Gündoğan Yayınları, İstanbul, 2012, s. 32.

163

dini ve sosyal hizmetlerin görülmesinin yanı sıra fethedilen yerlerde Türk kültürünün yerleştirilmesi, ordunun teçhiz edilmesi gibi maksatları da gözetiyordu.

İslam’a göre vakıflar şu kurallara göre tesis edilir, mütevelli heyeti tarafından Kadı gözetiminde idare edilirdi. Öncelikle vakfedilecek malın -ki bu çoğunlukla gayrimenkul olurdu- ne amaçla kullanılacağı vakfeden kişi tarafından tesbit edilirdi. Sonra vakıf sahibi tarafından tahsis edilen mal vakfeden tarafından tayin edilen mütevelli heyete teslim edilir ve bu malları vakıf amaçları doğrultusunda yöneterek geliri ile hedeflenen hayratı yapmaları beklenirdi. Vakıf malı olarak tahsis edilen bir mal ebediyete kadar vakıf malı olarak kabul edilir, hiçbir surette başkasına devredilemez ve bozulamaz yani vakıf halinden çıkarılamazdı. İslam’a göre bir malın vakıf olarak tayini için sözlü bir açıklama yeterli olup, ayrıca yazılı bir belgeye gerek yoktur. Osmanlı uygulamasına bakıldığında ise vakıf sahipleri vakfiye denilen yazılı metinler oluşturarak vakfettikleri malları, mütevelli heyeti ve yapacakları görevleri yazmışlardır. Bu yazım kadı tarafından kayda geçirilmiş, konu ile ilgili, olarak hüccet düzenlenmiştir.666

ii. Vakıf Yönetimi ve Yöneticileri: Kurulduktan sonra vakfedenin mülkiyetinden çıkan vakıf malının idaresi vakfın mütevellisi tarafından vakfiyede belirtilen şartlar çerçevesinde yapılırdı. Mütevelli bazen bir kişi olduğu gibi bazen de bir heyet oluyor vakıfla ilgili iş ve işlemleri takip eden en üst yönetici konumunda bulunuyor, sıklıkla da vakfı kuran tarafından tesbit ve tayin edilerek vakfiyede adları zikrediliyordu.

Kadınlar vakıf kurucuları arasında her zaman önemli yer tutmuştur. Bunlara arasında saray kadınları kurdukları vakıfların hem sayıca çokluğu hem de imkânlarının genişliği ile faaliyet sahalarının büyüklüğü açılarından özellikle önemlidir. Osmanlı devletinin de her yerinde valide sultanlar başta olmak üzere saray kadınları tarafından tesis edilen vakıflara rastlamak mümkündür. Mesela Bursa'da vakıf kurucuları arasında kadınların, özellikle de hanedan kadınlarının çarpıcı bir yeri vardır. Şehirde XVI. yüzyılda vakıf kurucularının %14'ü, XVIII. yüzyılda ise %23'ü kadındır.667

Vakıfları yönetimsel açıdan evladiyelik vakıflar ve hayrî vakıflar olarak ikiye ayırdımızda evladiyelik vakıflarda tevliyet babadan oğula geçse de hayrî vakıflarda kadı vakfiyedeki şartları taşıyan bir kişiyi vakfın yöneticisi olması için tesbit eder atanması için divana arz ederdi. Ancak burada Kadı’nın arzı formaliteden ibaret değildi. Aksine sıklıkla onun arz ettiği atanırdı. Nihayetinde İstanbul’un mahallelere kadar yayılan vakıfların yönetim işini takip etmesi imkânsızdı. Burada kadının arzı yerine getirilirdi. Anlaşılan vakfın mütevellisi herhangi bir şekilde görevden ayrılmak durumunda kaldığında da yeni mütevellinin tayini işinde yine Kadı’ya ait bir sorumluluk

666

Örnek bir vakıf hücceti için bk. T. Ş. S., 1851, 21, 1, 1. 667

164

bulunmaktadır. 1834 numaralı sicilde yer alan kayıtta Hatuniye vakfı mütevellisinin ölümü ile yerine yeni mütevelli atanması konu edilmektedir.668

Vakıf mütevellileri her zaman eceli ile ölen insanlar değildi. Hayrî vakıfların sıklıkla banilerinden olan üst düzey yöneticilerin çok da nadir olmayan bir şekilde suçlu bulunarak idamlarına ya da azli ve sürgünü ile birlikte malının müsaderesine karar verildiğinde el konulan malları defterdar emini marifetiyle hazineye gelir kaydedilirken kazasker de tesis ettiği vakıfların zaptı ile ilgilenirdi. Tabii taşrada kazasker namına bu işi yürüten kadı idi. Kadı vakıf malının harap olasını engelleyerek vakfın hayrî hizmetlerinin devamı için gerekli tedbirleri alırdı.

Mütevellinin ya da diğer üst düzey vakıf yöneticilerinin ölümü dışında herhangi bir şekilde görevini ifa edememesi halinde de kadıya iş düşmekte bahse konu vakfın görevlisinin gâib olduğuna veya iş yapamaz hale düştüğüne kadı karar vermekte ve yerine kimin atanması konusunda teklif sahibi yine kadı olmaktadır. 1851 numaralı sicilde bu konuda bir örnek mevcuttur. Buna göre vakıf görevlisi felç olmuş yerine başkasının görevlisinin tayini Trabzon kadısı tarafından arz edilmişti.669

Bütün kamu mallarına olduğu gibi statü olarak kamu malı kabul edilen yani değiştirilemez, el konulamaz olan vakıf mallarına karşı yapılacak taarruzları önleme görevi de kadıya aittir. Bu konuda sicillerde belgeler yer almaktadır. Mesela 1843 numaralı sicilde Trabzon kadısının vakıf malına sipahinin el attığı iddiası ile ilgili müdahalesi ve vakıf malına sahip çıkması görülür.670 Dikkati çeken bir diğer nokta da vakıf malına el atanın devlet görevlisi olmasıdır. Vakfa taarruz edenin sipahi olması ona müsamaha gösterilmesine yol açmamıştır. Diğer taraftan yukarıda görüldüğü gibi vakıf malı bir gayrimüslime dahi tahsis edilebilmektedir. Anlaşılan vakıf mülkleri ile ilgili konularda tasarruf edenin statüsüne değil vakıf malı tasarrufu kurallarına uyulmaktadır.

Kadı vakıf mallarını korurken karşılaştığı yeni durumlar ile ilgili olarak da müftüden fetva alırdı. Şeriata göre fetva veren müftü böyle bir durumda vakfiyeyi de dikkate alırdı. Esasen şer’i bir dayanağı olan vakfın tesisinde şeriata aykırı bir hüküm bulunamayacağından burada vakfiyeye de müracaat edilmesini, şeriatın dışına çıkılabildiği şeklinde okumamak gerekir. Böyle bir olayda Trabzon kadısı “Sultân Selîm Hân tâbe serâhu vakfına ma´mûlun bahasından ciheteyn tevcîhi sübût ve kuvvet bulmaya kâdir olmayan hayrâtdan fukarâya virilmeyub ve iki ciheti cem´iden huddâmdan dahi hemân bir aş virile cihet başına birer aş verilmeye ve tasrîh olunmuş iken zikr olunan vakfın medresesinde bi'l- fi´il müderris olan Müftî alâ nâm ve

668

Hatuniye evkafına mütevelli tayini T. Ş. S., 1834, 11, 1, 4.

Bundan başka vakfın mütevellisinin vakfiyede belirtildiği şartlar çerçevesinde gerçekleşen değişiklikleri de kadı tarafından kaydedilmektedir. Vakfa mütevelli tayini T. Ş. S., 1831, 7, 1, 1.

669

T. Ş. S., 1851, 12, 2, 2. Vakfmandenin meflûç olmasıyla yerine başkasının tevcihine dair 670

165

Şeyhülislam hazretleri nazırı ve emr-i Sultâni ile mustakil müftî ile olmağın hâlâ tasrîh-i merkûm üzre âmel olunmağa tenbîh ve te’kîd buyurulduklarında cihet-i hüddâmdan iki ciheti cem´ iden ve ciheti kesb ve kârı olan mîrândan? Ömer ve Cahil dahi cihet-i aşta kanâ´at ve vakfiye ma´mûl bahâya ve ketb-i mutebere ile verilen cevâb-ı şer´îye inad ve istihfâf ve ihafına ve istihzâna itâ´at ile sâir anlara şer´an ne lâzım gelur beyân buyurulub sâbit oluna” diye sual etmişti.671

Vakfın en üst yöneticiliği konumundaki mütevellilik gibi vakıftaki diğer görevlerin de devamlılığı ile ilgili Kadı’nın görevleri vardır. Mesela Evkaf-ı Selatin vakfı şeyhinin ölümü üzerine Trabzon kadısı vazifelerinden birini ifa ederek şeyhlik vazifesinin başka birine tevcihini arz etmiştir.672 Yine şehrin önemli vakıflarından olan Hacı Kasım vakfının merasının vazifelisinin vefatı ile kadı boş kalan göreve yeni bir kişinin getirilmesini sağlamış bunu kayda geçirmişti.673

Vakıftaki bir diğer üst düzey görevli nazır idi. Nazır mütevellinin vakıf mallarını nasıl idare ettiğine nezaret eden yani görüp-gözeten kişiye verilen unvandır.674 Nazır vakıfta tasarruf salahiyetini haiz olmayıp sadece mütevellinin vakfın şartlarına uygun olarak vakfın işlerini yürütüp-yürümediğini izler gerekli görürse mütevellinin davranışlarını kadıya şikâyet ederdi. Fakat nazırın vakıfta tasarruf yetkisi yoktu vakfın yönetimi tek başına mütevelliye aitti. Bazı yerlerde ise mütevelliye de nazır denilmiştir. Ancak bu durumda yani mütevelliye nazır denildiği durumda vakfa ayrıca bir de mütevelli görevlendirilmemiş yani nazır isminde mütevelli görevi yapılmıştır.675 Bunun yanında ayrıca bir nazır tayin edilmeyip nazırlık vazifesini kadının yaptığı durumlar da yaygın olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak Sultan vakıfları gibi malı mülkü çok haliyle geliri de yüksek vakıfların idaresinde mütevellinin dışında her zaman bir de nazır bulunmuştur. Görev tanımından anlaşılacağı gibi Kadı’nın her alanda ve tabii ki vakıfta yaptığı denetim işini nazır daha dar bir dairede yani sorumlu olduğu vakıfta yerine getiriyordu ve tahmin edilebileceği gibi kadı tarafından atanıyordu. Trabzon şer’iye sicillerinde bu tür atamalara örnekler mevcuttur. Mesela 1845 numaralı sicilde sultanlar vakfına nazır atanmasına dair bir kayıt vardır.676

Vakfın yöneticilerinden başka bir de görevlileri vardı. Vâkıf, vakfiyede genellikle vakfı hangi amaç için kurduğunu belirttikten sonra bu amaçları gerçekleştirecek kişileri belirlemekteydi. Bunların verilen görevleri ne kadar ücretle yapacakları da vakfiyelerle belirtiliyordu. Bunun miktarı vakfa ve göreve göre çok

671

T. Ş. S., 1843, 29, 1, 1. Maalesef suale ne cevap verildiği anlaşılmamaktadır. Bu bölüm kayıtta yoktur. 672

T. Ş. S., 1844, 5, 1, 1. Burada şeyh tayininin resmi olmayan dini hayatı da devletin kontrol altında tutma çabasının bir tezahürü olduğu da düşünülebilir. Ancak bahse konu şeyh vakıfta olması hasebiyle vakıf mensubu olarak zaten devlet gözetimi altındadır. Nihayetinde vakıflar tamamen özel teşebbüs olamayıp devlet kontrolündeki nihayet özerk kuruluşlardır.

673

T. Ş. S., 1834, 12, 1, 3. Hacı Kasım merasında vazifelisi vefat edip hâli kalan yerine tayin yapılması 674

PAKALIN, Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. 2, s. 666 675

BİLMEN, Hukuku İslamiye ve Istılahtı Fıkhîyye Kamusu, C. 4, s. 159. 676

166

çeşitlilik arz etmekteydi. Vakfın mürtezikaları diye ifade edilen bu kişiler kısaca vakfın çeşitli işlerini yapmaları karşılığında kurumdan ücret alan kişiler yani personeli idi. Sicillerde bu tarz personel ile ilgili kayıtlara da rastlamak mümkündür. Mesela 1063 yılında Hatuniye vakfına ait mektebe 5 akçe yevmiye ile muallim tayin olunmuştur.677

iii. Vakıfların Denetimi: Vakıfların yönetimi her ne kadar özerk olsa da denetim konusunda devletin tam yetkisi vardı. Vakıfların denetiminde görevli kişilerin başında, taşrada birçok adli ve idari işleri yürütmekle görevli olan kadılar geliyordu. Vakıflar, her sene muhasebelerinin görülmesiyle bir nevi mali denetimden geçiyordu. Vakıf hesapları, Kadı’nın gözetimi altında muhasebe ve kontrol ediliyordu. Bu kontrollerde ortaya çıkan her türlü usulsüzlüğe karşı lüzumlu görülen tedbirleri almak, gerektiğinde mütevelli heyetini azlederek yeni heyetin tayini için divana talepte bulunmak Kadı’nın görevleri arasındaydı. Bu konuda gerek sicillerde gerekse Osmanlı arşivinde çok sayıda belge bulmak mümkündür. Mesela 1180 yılından Osmanlı arşivine yansıyan belgede Ilgın kasabasından Arnavut Mehmed Ağa’nın bina eylediği Kiremitli han ve dükkânlar mütevellisi Osman vakfiye şurutuna riayet etmediği gibi mülklerin imarına da ehemmiyet vermediğinden ve hesabını görmeye de yanaşmadığından tevliyetin üzerinden kaldırılarak Seyyid Salih’e tevcihini Ilgın Kadısı divana arz etmişti.678 Yani Osmanlı toplumunda kamuya ait tüm malların koruyucusu olan kadı vakfedilmesiyle kamuya ait olmuş olan vakıf mallarının da koruyup kollayanı idi. Bu çerçevede mütevelli heyetini denetlemek, usulsüzlükleri tesbit edip gerekli tedbirleri almak Kadı’nın görevleri arasındadır. Yine Trabzon Kadı’sı yaptığı bir denetimde “Vakfa ait olan imaret ve tımarların tasarrufları arasındaki ihtilaftan dolayı vakfa külli gadr isabet ettiğini” tesbit etmiş ve gerekli tedbirleri almıştı.679

Şikâyet defterlerinden anlaşıldığına göre yolsuzlukların açığa çıkması, muhasebelerin görülmesi, vakıf nazırlarının ve kadıların denetimleri, vakıf müfettişlerinin teftişleri, maaşlarını yolsuzluktan dolayı alamadıkları için hak sahibi mürtezikaların yaptıkları şikâyetler ve yeni gelen mütevellilerin eski mütevellilerin yaptığı yolsuzlukları açığa çıkartmaları suretlerinde gerçekleşmiştir.

Yönetimle ilgili şikâyetlerden vakıfların tevliyetini ele geçirme, dönemin insanı için önemli bir amaç olarak görülmüştür. Bunu gerçekleştirmek için de haklı veya haksız gerekçelerle mücadele edilmiştir. Bu mücadeleler divana kadar iletilmiş ve divandan konu ile ilgili hükümler yayınlanmış, ilgili yerlere fermanlar gönderilmiştir. Böyle bir örnekte Karaman vilayeti Ilgın kazasında Feddani Zaviyesi evkafından Göstere karyesi hasılatını fuzuli yere Davud Ağa isimli bir kişinin zapt ettiği ve bu

677 T. Ş. S., 1833, 79, 1, 2. 678 B. O. A., C. BLD., 110, 5456, 29 Cemâziye’l-ahir 1180. 679 T. Ş. S., 1846, 32, 2, 3.

167

yüzden vakfın çeşme ve ılıcasının harap olduğundan bahisle adı geçenin istirdadı ile vakfın harap olan hayratının tamiri için Ilgın kadısına ferman gönderilmiştir.680

XVII. yüzyılda Trabzon Şer‘iye Sicillerine yansıyan davalardan şehirdeki vakıflardan kredi alışverişinde olan kişilerle yaşanan sıkıntılar izlenebilmektedir. Buradan anlaşıldığı kadarı ile vakıflarla şehrin önde gelen tüccarlarının bu alışverişlerinden kaynaklanan ihtilafların mahalli kadılar vasıtasıyla çözülmeye çalışıldığı gibi İstanbul’a kadar da götürüldüğü tesbit edilmiştir.681

Vakıflarla ilgili şikâyetler en fazla gelirlerle ilgili konularda yoğunlaşmıştır. Vakıflar, tarım işletmeleri, bina gelirleri ve nakit parayla gelir elde ediyordu. Vakıf gelirlerinin tahsil yöntemlerinden biri gelirin zabit marifetiyle toplanmasıdır. Bu usul, dirlik sisteminde olduğu gibi işliyordu. Zabitler, özellikle köy ve mukataa işletmelerinin gelirlerinin zaptı için görevlendiriliyor; vakfa ait mukataa ve köylerin vergi gelirlerini kanunlar ve defterler mucibince toplamaya koyuluyorlardı. Bu kişilerin vergi toplamak dışında vakıf topraklarından kaçarak başka köy, kasaba veya askeri çiftliklere giden reayayı tekrar vakıf topraklarına getirip iskân ettirmek gibi görevleri de vardı. İkinci gelir toplama yöntemi iltizamdır. Devletin sıcak para elde etmek için tarım vergilerini iltizama vermesi gibi vakıf yöneticileri de aynı yola başvurmuşlardır.682

İstanbul’a kadar giden şikâyetler her zaman vakıfların üçüncü kişilerle olan ilişkilerine ilişkin olmamış zaman zaman vakıf mütevellisi ile vakıf hademeleri arasındaki ihtilaflarda da İstanbul yolu tutulmuştur. Bu çerçevede mütevellinin tasarruflarından razı olmayanlar şikâyetlerini en üst makamlara kadar taşımışlar, divan da bunların taleplerine kayıtsız kalmamıştır. Mesela Taytekin karyesindeki, Şeyh Habip zaviyesi mütevellisinin vakıf hasılatını vakıf hademelerine taksiminden razı olunmamış ve bu konudaki şikâyet İstanbul’a iletilmiştir.683

Anlaşıldığı gibi bazı kişiler şikâyetlerine mahalli kadıların bulduğu çözümleri yeterli bulmamış konuyu İstanbul’a götürmüşlerdi. Ancak konuyu Dersaadet’e arz etmek her zaman mahalli kadının hükmünden memnun olmamaktan veya Kadının hükmünü icra edecek yaptırım gücüne ulaşamamasından kaynaklanmıyordu. Çünkü Kadı’nın vakıf ile ilgili görevlerinin sınırları da vardı. Mesela vakıf topraklarının tasarrufu konusunda belirleyici olan vakfiye olduğu gibi vakıf toprağında gelir getirici bir ticari işletme tesisi için de İstanbul’dan izin alınmalı idi. Bu konuda mahalli kadının izin verme yetkisi yoktu. İncelediğim döneme göre çok daha yakın bir tarihi ifade etmesine rağmen devletin meseleye bakışını anlamamıza yarayacak bir kayıtta İzmit’in

680 B. O. A., C. BLD., 110, 5468, 29 Zilkade 1179. 681 T. Ş. S. 1831, 92, 1, 3. 682

TUĞLUCA, Osmanlı’da Devlet - Toplum İlişkilerinin Açık Alanı: Şikâyet Mekanizması ve İşleyiş

Biçimi (1683-1699), ss: 197-198.

683

168

Kullar köyündeki Aziz Mahmud Hüdai vakfına ait arazide değirmen inşa etmek isteyen Ohannes İstanbul’dan izin almıştı.684 Burada diğer bir ilgi çekici nokta ise bir İslam büyüğüne atfedilerek tesis edilen ve dini içeriği olduğu anlaşılan bir vakfın arazisi üzerinde bir gayrimüslimin bina inşasına müsaade edilmesi idi. Konu incelendiğinde Ohannes’in daha değirmeni inşa etmeden evvel divana başvurarak bu arazinin vakıf arazisi olduğunun tesbit ve tescili ile kendisine tahsisini istediğini görürüz.685

Bu şekilde tahsisi yapılarak vakıf topraklarının gelir getirici şekilde, vakfın yararı gözetilerek kullanılmasına müsaade edilmiştir. Yalnız görüldüğü gibi bu müsaade en üst makamdan, divandan alınmıştır. Yani yapılacak tasarrufun makul ve vakıf yararına olup-olmadığına divan karar verecektir. Bu konuda yerleşmiş içtihat hukukumuzda halen devam etmekte olup gümünüzde de benzer şekilde vakıfların hangilerinin kamu yararına çalıştığının tesbiti ve bu tesbit sonrasında kendisine vergi muafiyeti getirilmesi bakanlar kurulu kararına bağlı bir işlemdir. Tahsisi yapılmadan vakıf topraklarında yapılan tasarruflar ise gayrimeşru kabul edilmiştir.

b) XVII. yüzyıl Trabzon’unda Müslüman Vakıfları ve Faaliyetleri

Dini ya da kamuya ait amaçlar için sürekli olarak bağışlanan mülkler yani vakıflar tüm Osmanlı şehirlerinde geniş alanlara yayılmışlardır. Vakıfların önem kazandığı yaygın olduğu şehirlerin birisi de Trabzon’dur. Anadolu’da İslam ile son tanışan belde olan Trabzon vakıfların İslam’ın yaşanarak öğretilmesi, halka benimsetilmesi gibi amaçlarını uygulamak için mümbit bir zemin olmuş bu amaçlar şehirde tesis edilen birçok vakıf eliyle hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Çünkü vakıfların hizmetlerinden yararlanmak hususunda din ayrımı yapılmamış mesela bir vakıf aşevinden her milletin fakirine yiyecek yardımı yapılmıştır. Bu durum da İslam’ın yayılması için önemli bir olumlu örnek teşkil etmiştir.

Bu çerçevede fetihten hemen sonra şehirde vakıflar tesisine başlanılmış, bu vakıflara önemli gelirler tahsis edilmiştir. Trabzon’da tesis edilen vakıfları en önemlisi Hatuniye vakfıdır. Şehirde vali olarak bulunan geleceğin Yavuz Sultan Selim’inin annesi Gülbahar Hatun tarafından tesis edilmiş ve vakfa çok büyük gelir kaynakları tahsis edilmiştir. Bu kaynaklar İstanbul’da yaptırdığı bir hamam istisna edilirse tamamen Trabzon’da bulunuyordu. Bu mallar şu kalemlerden mürekkepti:

1) Bedesten geliri senede 6322 akçe

2) Saray-ı Amire Civarındaki çifte hamam senede 5833 akçe 3) Tekfur-çayırdaki hamam taksiti senede 400 akçe

4) Tekfur-çayırdaki saray bahçesi mukataası senede 1000 akçe 5) Tekfur-çayır mukataası senede 1500 akçe

6) Tekfur-çayırdaki saraydan Çelebi Sultan sarayına kadar uzanan zemin mukataası senede 1000 akçe

684

B. O. A.,. A. MKT., NZD., 173, 46, 28 Rebi’ül-ahir 1272. 685

169

7) Namazgâh çayırı mukataası senede 40 akçe 8) Karos bahçesi mukataası senede 505 akçe 9) Mezarlık zeytunu mukataası senede 300 akçe 10) Yoncalık mukataası senede 500 akçe

11) Değirmen yanındaki çayır mukataası senede 360 akçe

12) Değirmen-deresi köprüsü yanındaki 6 göz değirmen mukataası senelik icarlar 12.000 akçe

13) 124 göz dükkânın icarları senede 10.000 akçe Yekûnu 39.760 akçe olup vakfın ayrıca Akçaabat, Maçka ve Yomra nahiyelerinde vakıf köyleri mevcuttu. Vakfın Trabzon’daki bu gelirlerinden başka bir de İstanbul’da Sultan Beyazıt Camii yanındaki Yeni hamam mukataası gelir kaynağı idi ki senede 75.000 akçe olan bu geliri diğer tüm gelirlerine bedel idi.686

Anlaşıldığı gibi çok çeşitli gelir kaynaklarına sahip Hatuniye imareti zengin bağış dağıtımı ile de önemlidir. Evliya Çelebi de buna vurgu yapmış, vakfın yardımları örneğinde şehrin misafirperverliğini “emsalsiz” diye nitelemiştir. Seyahatnamedeki kayda göre “İmarette her gün, herkese iki defa birer kâse çorba ve beyaz ekmek veriliyor, Cuma günleri buna zerde pilavı ve yahni de ekleniyordu.”687 Siciller incelendiğinde Hatuniye vakfı ile ilgili çok sayıda kayda rastlamak mümkündür.688

Şehirde Hatuniye vakfından başka bir diğer önemli vakıf Sultan Mehmed vakfı idi. Vakfın amacı Orta Hisar’daki Sultan Mehmet Han Camiini desteklemekti. Gelirleri