• Sonuç bulunamadı

C) TRABZON’U YÖNETENLER

1- Beylerbeyi

Osmanlı ülkesi bir yandan beylerbeylik (eyalet) ve sancak (liva) isimli askeri- idari bölümlere ayrıldığı gibi diğer yandan da kaza denilen şer’i-idari birimlere ayrılmıştır.185 Eyaletin her sancağına doğrudan merkezden bir sancak beyi atanırken paşa sancağı diye adlandırılan biri doğrudan beylerbeyinin yönetimine bırakılırdı. Bu durumda Trabzon XVII. yüzyılın ikinci yarısında paşa sancağı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Beylerbeyliği Osmanlılarda önce geniş askeri yetkilere sahip kumandan anlamında kullanılırken sonradan fetihten hemen sonra kurulan eyaletlerin askeri ve idari emirine beylerbeyi denilmeye başlandı. XV. yüzyılda seyfiye kalemiye ve ilmiye meslekleri ayrılmış beylerbeyliği seyfiye zümresi içinde mütalaa edilmiştir.186

Beylerbeylik görevine gelebilecekler Fatih Kanunnamesinde “Beylerbeylik dört kimsenin yoludur: Mal defterdarlarının, beylik ile nişancı olanların, dört yüz akçeye varmış kadıların, dört yüz bin akçeye varmış sancak beylerinin” şeklinde sayılmıştır.187

Trabzon Sancak Beyinin şehirdeki en büyük gelir kalemi burada yaşayan Hristiyan ahalinin verdiği hane başına 25 akçe olan ispence resmi idi ki toplam 28.135 akçe tutarındaki bu gelir beyin başlıca geliri idi. Bundan başka Trabzon şehir hassına dâhil olan mukataalar da beyin gelirleri arasındaydı. Başhane, Bozahane, Kile resmi, at ve katır bâcı, zeminlerin öşrü, meyve ve şarap resmi, gemi tapusu, hassa bağları, kervan zeminleri, değirmen deresi niyabeti değirmen deresi bağ ve bahçe, Maçka yolu kitabet resmi ve şehir değirmenleri mukataaları da toplam 59.076 akçe ile beyin diğer gelir kalemlerini oluşturuyordu.188

183

EVLİYA ÇELEBİ, s. 413 Zeametin başkasına verilmesiyle ilgili kayıt için bk. T. Ş. S., 1845, 6, 1, 1.

184

EVLİYA ÇELEBİ, s. 413. 185

ERGENÇ, XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya, s. 61 186

Mehmet İPŞİRLİ “Beylerbeyi” D. İ. A., C. VI, Ankara, 1992, s. 70. 187

İPŞİRLİ “Beylerbeyi” s. 70. 188

TEKİNDAĞ, “Trabzon” İ. A., s. 471; M. Tayyip, GÖKBİLGİN, “Trabzon Şehri Padişah Hasları”

51

Osmanlı Devleti’nde fethedilen yerlere hukuku temsilen bir Kadı’nın, idareyi temsilen bir beyin tayini yerleşmiş bir gelenekti. Bey Kadı’nın hükmü olmadan kimseye ceza veremeyeceği gibi Kadı da Bey’in kuvveti olmadan hükmü uygulayamamaktadır. Kadı hükümlerinde bağımsızdı ve doğrudan doğruya padişahtan emir alır O’na arzda bulunabilirdi. Osmanlılar taşra yönetimindeki bu kuvvetler ayrımını adil yönetimin temeli saymışlardır.189 Bazen bölgedeki kadıların arzı ile beylerbeyinin azli mümkündü ancak beylerbeyi statü bakımından kadı ve müftü gibi ehl-i ilmin üstünde bir konuma sahipti. Özellikle savaş zamanında beylerbeyine kadıların itaat etmeleri istenmiştir.

Anlaşılan beylerbeylerinin görev ve yetkileri konusunda savaş ve barış dönemlerinde fark vardır. Barışta reayanın korunması, asker nizamının sağlanması, zulmün bertaraf edilmesi ve eyaletin idaresi kanunnamelerde sayılmıştır. Savaşta ise olağanüstü yetkilerle donatılmış olmaları tabii idi. Trabzon beyleri özelinde konuya yaklaşıldığında incelenen dönem beylerinin hemen tamamının Azak muhafızı olarak da görevlendirildiği görüleceğinden Trabzon beylerinin geniş yetkilerle donandığı anlaşılır. Beyler savaşa gitmeden önce yerlerine mütesellim bırakırlardı. Beylerbeyi buyruldusu ile göreve gelen mütesellimleri merkezi idare onaylardı.

Beylerbeylerinin görev süreleri Kuruluş dönemi ve Klasik dönemde diğer memuriyetler gibi oldukça uzundu. XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren süre kısalmaya başlamıştır. XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon’a baktığımızda bu sürenin bir yıl civarında olduğu görülür. Sık sık azledilen beylerin büyük yekûn tutan masrafları halktan alma istekleri incelenen dönemde önemli sorun noktalarından biridir.

Beylerbeyi merkezdeki divanın küçük bir numunesi olan beylerbeyi divanı ile eyaleti yönetirdi. Eyalet divanı beylerbeyinin idaresinde en önemli kuruldur. Doğrudan beylerbeyine bağlı olan kurul paşa sancağındaki konağında toplanırdı. Burada yeri gelmişken incelenen dönemde Trabzon’da beylerbeyi için inşa edilmiş bir konak olmadığını hatırlayabiliriz.190 Beyin oturduğu ve saray tabir edilen konağın kirasının şehrin ileri gelenleri tarafından ödendiği ve beyin görevinin sona ermesi ile de oturduğu mekânın boşaltıldığı görülmektedir. Yeni bey geldiği zaman da kendisine bey ikametine uygun başka bir konak da kiralanabiliyordu. Tabii bizler bu durumu bey konağının kirasının ödenmesi ile ilgili herhangi bir mesela olduğunda yani konu mahkemeye

189

Yasemin BEYAZIT “XVI. yüzyıl Sonlarında Osmanlıda Kaza Sınırlarını Belirleyen Temel Etkenler”

Doğu Batı, S. 53, 2010, s. 76; Özer ERGENÇ, XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya, s. 80.

190

Bu durum Ankara için de geçerlidir. Şehirde bir hükûmet konağı ve bir mahkeme binası olmadığı Özer ERGENÇ tarafından tesbit edilmiştir. Özer ERGENÇ, “XVII. yüzyılın Başlarında Ankara’nın Yerleşim Durumu Üzerine Bazı Bilgiler” Osmanlı Araştırmaları I, İstanbul, 1980, s. 97. Ancak Konya bu noktada farklı bir yapı arz etmekte olup şehirde beylerbeyi sarayı vardır. Yusuf OĞUZOĞLU Konya ile ilgili yaptığı çalışmada Kemal KARPAT’ın beylerbeyinin şehrin efendisi olmadığından ve padişah ailesinden gelmediğinden bahisle tüm Osmanlı ülkesinde özel bir yeri olmadığı tesbitinin doğruluğunu ancak Konya şehrinde bu genel durumdan ayrı olarak beylerbeylerinin kendilerine nasıl intikal ettiğini tesbit edemediği bir sarayda kaldığını belirtmekte hatta günümüzdeki hükümet binasının olduğu yerin bu sarayın o dönemdeki yeri olduğunu söylemektedir. Yusuf OĞUZOĞLU, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında Konya Şehir

Müesseseleri ve Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerine Bir Araştırma, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara

52

intikal ettiğinde öğrenebiliyoruz. Konu ile ilgili kayıtlar incelendiğinde çok ilginç örnekler de karşımıza çıkabilmektedir. Mesela 1062 yılında Trabzon’un eşrafı mahkemeye gelerek şehre yeni bey geleceğini ve tutulacak konağın masrafından şehirdeki zimmilerin kaçındığından şikâyet etmişlerdi. Zimmiler ise “paşa hazretlerini kondurmaya kadir değiliz istediği yere konsun” demişler, konu hakkında karar veremeyen kadı durumu müftüye sormuş bunu üzerine konunun intikal ettiği Trabzon müftüsü beyin ikametini sağalmanın şehirdeki herkes için vecibe olduğunu dolayısı ile zimmilerin de bu masrafa katılması gerektiği yönünde fetva vermişti.191

Beylerbeylerinin en önemli görevlerinden biri timar tevcihi idi. Eyaletlerinde vekil-i saltanat olarak bütün timar sahiplerinin ve askerlerin amiri olması dolayısı ile timar tevcihlerinde yetkili olan beylerbeyinin divanlarını en çok meşgul eden konuların başında da timar ile ilgili ihtilaflar gelmekteydi. Bundan başka sipahiler ile ilgili davalar ve reayanın şikâyetleri de beylerbeyi divanının önemli konuları arasında yer almaktaydı. Divan müzakerelerine gerektiğinde merkez kadısı da katılırdı.192 Bundan başka önemli davaların Eyalet Divanında yani tabiri ile “Paşa Huzurunda” görülmesi mevzuu bahis de olabilmekteydi. Bu davalarda Paşa mahkeme başkanı konumunda olurdu. Tabii ki şehrin Kadısı da bu davaya hâkim olarak katılırdı. Her ne kadar paşa kadının amiri konumunda değil ise de bu daha çok onların görev sahalarının farklı olmasından kaynaklanıyordu. Yoksa protokol açısından değerlendirdiğimizde gümünüzde şehirde valinin en üst konumda olması gibi Eyalet Paşası da Kadının üstü konumundaydı.193

Beylerbeyi şehrin en üst yöneticisi olarak eyaletin güvenliğinde birinci derecede sorumluydu. Bu konuda en çok üzerinde durulan konulardan birini Trabzon kalesinin tamir ve bakımı konuları oluşturmaktaydı.194 Mesela 1059 tarihli kayda göre 1055 yılında yapılan tamirden kaynaklanan 28.000 akçenin Trabzon İskelesi gümrüğü gelirinden verilmesi için bey tarafından gümrük eminine ferman gönderilmişti.195 Bey Trabzon ve çevresinin asayişinde sorumlu olarak çevre kale dizdarlarının güvenlik ile ilgili her türlü sıkıntısında ilk müracaat ettiği makamdı. Böyle bir olayda Rus eşkıyasının Tirebolu’yu muhasara etmesine karşın yeterli savunma hazırlığı olmayan Görele kalesi yeniçeri serdarı ile kale dizdarının yardım talebi üzerine vali Vezir

191 T. Ş. S., 1833, 6, 1, 8. 192 İPŞİRLİ “Beylerbeyi” s. 70. 193

Trabzon Paşası huzurunda görülen örnek bir davalar: “Beratı âlîşân ile Trabzon divanında vilâyet valisi olan Mehmed Paşa huzurunda Tufan oğlu Hasan Bey’in muhallefâtına hibe tarıkıyla vaz´u'l- yed olan Hasan Bey’e babasının akrabaları tarafından miras davası” T. Ş. S. 1850, 36, 1, 2. Bir başka dava: 1060 senesi Cemaziye’l-evvelinin sonlarında kale burçlarının tamiri konusunda bir ihtilaf çıktığında mahkemede “a’yân ve eşraf ve zu’emâ ve erbâb-i timar ve sekban ve yeninçeribaşı” meclis-i şer’e hazır olmuş ve dava bizzat vali Vezir İbrahim Paşa’nın huzurunda görülmüştü. T. Ş. S., 1833, 5, 1, 2.

194

Kenan İNAN “Trabzon'da Yönetici-Yönetilen İlişkileri (1643-1656)”, XVII. yüzyıl Ortalarında

Trabzon'da Sosyal ve İktisadi Hayat, Trabzon Belediyesi Yayınları, Trabzon, 2013, s. 203.

195

53

Mehmet Paşa 50 tüfenk-endaz beşlü taifesi ile birlikte 50 vukiyye barut, 10 vukiyye kurşun ve 100 kulaç fitil göndermişti.196

Beylerbeyinin görev ve yetkilerini bu şekilde tanımladıktan sonra XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon’u yöneten beylere ve faaliyetlerine bakılabilir. Konu ile ilgili olarak ilk önce XVII. yüzyıla ait Mühimme defterlerine bakıldığında kimi zaman “Trabzon Beylerbeyi’nden kimi zaman da “Batum Beylerbeyi’nden bahsedilmekte olduğu görülmektedir.197 Bunun en önemli sebebi Trabzon’un serhat konumundan kaynaklanmaktadır. Batum tarafında savaş olduğu zaman beylerbeyi oraya taşınmış, savaş olmadığı zaman ise Trabzon’da oturmuştur. Dolayısıyla aynı şahsiyete farklı zamanlarda bulunduğu beldeye göre hem “Trabzon Beylerbeyi” hem de “Batum Beylerbeyi” olarak hitap edilmiştir.198

XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon'da 34 beylerbeyinin görev yaptığı tesbit edilmiştir. 1649-1651, 1652-1654 ve 1673-1675 yılları arasında ise şehirde kim ya da kimlerin görev yaptığı tesbit edilememiştir. Muhtemelen şehre hiç gelmeden doğrudan Azak muhafızlığı görevine giden kimseler olmalıdırlar. Bu 34 vali içinde 6 yıl görevde kalan Mirimiran Hasan Paşa (1680-1686) ile 5’er yıl hizmet eden Dilaver Paşa (1659- 1664) ve Vezir Mehmet Paşa (1675-1680) dönemlerinde sağlanan kısmi istikrarı saymazsak Trabzon’da istikrarlı bir şekilde uzun süre görev yapan bey yoktur. Öyle ki Mustafa Paşa (1664-1664), Ak Mehmet Paşa (1664-1665), Bodur Süleyman Paşa (1665-1665) gibi bir kısmı Trabzon valiliğine gelir-gelmez yönetimi mütesellimlere bırakıp Azak savunmasına gitmişlerdir. Daha da ötesi Hüseyin Paşa (Dizveren) (Sarı) (1692-1692) gibi tayin edildiği halde Trabzon’a hiç gelmeyen valilere de rastlanmıştır. Bu gibi valiler şehri yönetmek için değil de şehrin geliri ile geçinmek için Trabzon beylerbeyliği görevine getirilmiş olan kimselerdir. Kendilerine bu görevin verilmesi ise çoğunlukla Azak muhafızlığı görevleri karşılığı alacakları ücrete mahsubendir. Bu durumda şehir yerli mütesellimlerin yönetiminde bulunmaktadır.

Diğer taraftan XVII. yüzyılın ikinci yarısı özellikle son çeyreği Osmanlı devleti için Karlofça anlaşması ile biten uzun ve o zamana kadar görülmemiş başarısızlıklarla dolu savaşların yaşandığı dönemdir. Ülkedeki istikrarsızlık vali görevlendirmelerine de yansımış şehre gelen beylerin birçoğu Hasan Paşa (1673-1673), Mustafa Paşa (1664- 1664), Kıncı Ali Paşa (1688-1688), Murat Paşa (1690-1690) ve Mehmet Paşa (Hısım) (1693-1693) gibi görevde sadece birkaç ay kalabilmişler ve sorunları tesbit edemeden şehirden ayrılmışlardır. Öyle ki 1695 ile 1697 yılları arasında Trabzon’a Ahmet Paşa (Çöteli) (1695-1695), Abdülbaki Paşa (1696-1696), Deli Ömer Paşa (1696-1696), Bağdatlı-Zade Kara Mehmet Paşa (1696-1696), Ali Paşa (Hazinedar zade) (1696-1696), Kalaylıkoz Ahmet Paşa (1696-1696) beylerbeyi olarak atanmıştır. Hatta görevi bir hafta

196

T. Ş. S., 1833, 45, 1, 4. 197

Örnek için bk. B.O.A., M.D., nr. 78, s. 78 ve 175. 198

AÇIK, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şehri 17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon’da

54

süren Arnavut Köprülü Mehmet Paşa (1651-1651) gibi beyler de olmuştur. Bu durumun şehrin yönetime istikrarsızlık olarak yansıması tabiidir.199

Beylerbeylerinin görev süreleri Kuruluş dönemi ve Klasik dönemde diğer memuriyetler gibi oldukça uzundu. XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren süre kısalmaya başlamıştır. XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon’a baktığımızda bu sürenin bir yıl civarında olduğu görülür. Sık sık azledilen beylerin büyük yekûn tutan masrafları halktan alma istekleri incelenen dönemde önemli sorun noktalarından biridir. Beylerbeyi görevlendirmelerinde bir başka olumsuzluk da aynı kişinin farklı zamanlarda defalarca atanmış olmasıdır. Mesela XVII. yüzyılın ikinci yarısından hemen önce 1648-1649 yıllarında Trabzon beylerbeyliği yapan Hoca Ahmet Paşa’nın bu tarihlerdeki görevi 4. valiliğidir. Yani Trabzon döneme de idari istikrarsızlık içinde girmiştir. Bu durum 1650-1700 yılları arasında da devam etmiştir. Dönem boyunca Arnavut Köprülü Mehmet Paşa, Deli Ömer Paşa, Kalaylıkoz Ahmet Paşa ikişer kez beylerbeylik görevine getirilmişlerdir. Bir kişinin birden fazla aynı göreve gelip gitmesi kişiyi uygulamalarında da tedirgin yapıyor, başarılı olmasını engelleyen bir unsur oluyordu. Mesela 1694’te Ruslar Azak kalesine saldırmış ağır zayiatla geri çekilmişti. Rusların yeniden Azak’a saldıracağı beklendiğinden Kalaylıkoz Ahmet Paşa 1696 yılında ikinci kere Trabzon valiliğine atanıp Azak muhafazasına gitmesi emr olundu. Fakat Ahmet Paşa işi yavaştan aldı. Birkaç emir ve ferman geldikten sonra harekete geçti. Ancak Ruslar savunma tedbiri almışlar kale etrafı hendeklerle çevrilmişti. Kaleye giremedi kale Ruslarda kaldı. Suçun kendisinde olduğunu anlayan paşa idam edilmekten korkarak kaçtı. Silahtar Fındıklılı Mehmet Ağa Nusretname’de olayı şöyle anlatır: “kethüda Hasan Ağayı Azak’a gönderdi ve kendisi canından korkarak saklandı. Yerine gönderdiği kethüdası kaleyi kurtaramadığından Kalaylı’nın da idamıyla emvalinin müsaderesi için ferman çıktı. Ahmet Paşa yakalanamadığından yalnız emvali zapt edildi. İki sene sonra meydana çıktı. Valide Sultanın şefaatiyle affedildi.”200

Beylerin sürekli Azak muhafızı olarak cepheye gönderilmesi onların halktan talep ettiklerinin de artmasına sebep oluyordu. 1830 numaralı sicile yansıyan böyle bir kayıtta “Trabzon Şehri’nde” oturan reâyâ, südde-i saadete adam ve arz-ı hâl göndermiş ve kendilerinin genel itibariyle “züemâ ve erbâb-ı timâr ve evkâf ve havâs” reâyâsı olduklarını ve babaları ve dedelerinin Trabzon Kazası’nda sâkin olduklarını; yükümlü oldukları her türlü vergilerini tahsildara ödedikleri halde beylerbeyinin kendilerinden “kadîmden olıgelene muhâlif” kışlak akçesi namıyla vergi talep ettiğini belirtmişlerdir. Bunun üzerine Defterhâne-i Amire’de olan Mîr-i Mirân Hassı Defterlerine bakılmış ve defterlerde “o mâkule reâyâ taifesinden” kışlak adıyla kayıtlı olup toplanan herhangi bir vergi olmadığı görülmüş, neticede kadıya gönderilen hükümde bu duruma engel olması; Mîr-i Mirân, voyvodaları, Mir-i Mirân taifesi ve subaşıların reâyâdan bu gibi vergiler almalarının engellenmesi ve almışlar ise şer‘ ile davalarının görülüp geri alınması

199

ALBAYRAK, Tarih İçinde Trabzon Valileri (1461-2007), ss: 82-92. 200

Silahtar Fındıklılı Mehmet Ağa, Nusretname, Sadeleştiren. İsmet PARMAKSIZOĞLU, MEB. Yayınları, İstanbul, 1969, s. 323-326.

55

emredilmiştir.201 Mühimme defterlerindeki kayıtlardan ve sicillerden beylerbeylerinin haksız vergi talepleri konusunda gerekli hassasiyetin gösterilmediği özellikle merkezi otoritenin zayıfladığı kargaşa dönemlerinde bu hükümlerin dışına sıklıkla çıkıldığı bu konudaki şikâyetlerin alabildiğince artmasından anlaşılmaktadır.

Sürekli sefere giden beylerbeyleri gün geçtikçe güç kazanmakta eş zamanlı olarak kapı halkları da sayıca artmaktaydı. Beyler de gerek halklarını artırmak gerekse onların bağlılıklarını pekiştirmek için ellerindeki yetkileri olabildiğince kullanmışlardır. Bu çerçevede sicillerde bize ışık tutacak çok sayıda kayıt görürüz. Mesela Evâhir-i Rebiyyü’l-evvel 1060 tarihli kayıtta, Mehmed Paşa’nın azadlı kölelerinden İbrahim b. Abdulmennan adlı kişinin kadıya başvurduğu görülmektedir. Rize Kazası’na bağlı Raknoz adlı köyden Lütfi vefat etmiştir ve varisi olmadığı için köyde bulunan evi ve mülkü “beytü’l-mâl ciheti ile” beylerbeyine kalmıştır. Paşa da söz konusu mülkleri kendisine hibe etmiş ve kendisine de bir temessük vermiştir. Bu nedenle kadıdan da bu hususta bir hüccet vermesini talep etmiştir. Gerekli incelemelerin yapılmasından sonra kadı, eski köle İbrahim’e bu doğrultuda bir hüccet vermiştir.202 Benzer bir diğer örnek de Dilaver Ağa b. Abdullah’tır. O da yönetici zümrenin oturduğunu bildiğimiz Orta Hisar’dandır. Baba adı Abdullah olan, büyük ihtimalle zimmî kökenli birisinin, kapı halkının oldukça güçlenmeye başladığı ve ikbal edinmek noktasında da en iyi yollardan biri olduğu dönemde, beylerbeyine kapılanmış olabileceği düşünülebilir.203