• Sonuç bulunamadı

Gayrimüslimlerin Eğitim ve Dini Hayatları

D) TRABZON'DA EĞİTİM HAYATI VE DİNİ HAYAT

2- Gayrimüslimlerin Eğitim ve Dini Hayatları

Osmanlı yönetimi toplum üzerindeki yetkilerini ve kamu hizmetlerini yönetim, maliye, askerlik ve adaletle sınırlandırmıştı. Bunun dışındaki eğitim, haberleşme, sosyal güvenlik, nüfus, sağlık, dini işler ve yardımlaşma hizmetlerini millet teşkilatlarına ve bu amaçla kurulmuş vakıflara bıraktı. Gayrimüslimlerin ise kendi aralarındaki nikâh, çeyiz, nafaka, veraset, vesayet ve vasiyet işlerini millet teşkilatlarına bırakmıştı. Cemaat mahkemelerinin bu konularda verdikleri kararları devlet organları aynen uygulamak zorundaydı. Mesela Patrikhane Mahkemesi suçluları yalnız hapse değil, bazen sürgüne bazen de kürek cezasına mahkûm edebiliyordu. Mesela kürek cezasına mahkûm edilen bir

614

LOWRY, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi (1461–1583), ss: 117–122. 615

T. Ş. S., 1844, 5, 1,1. Evkâfı selâtîn vakfının şeyhinin mahlûlinden meşihati merkûmen tevcîhine dâir Şeyhlik vazifesinin tevcihine dâir T. Ş. S., 1844, 5, 1, 2.

616

İmarette şeyh olan beratını kaybetmiş yenilenmesine dair T. Ş. S., 1844, 6, 2, 3. 617

151 mahkûmu Kaptan Paşanın almama şansı yoktu. Patrikhaneden kürek cezası gönderilen bir

suçluyu küreğe gönderir ve Patrikhanenin belirlediği vakitten önce zincirini çözemezdi.618

Osmanlı devleti gayrimüslimlerin dini alanına “din olarak benimsedikleri şeylerde gayrimüslimlerin serbest bırakılması” şeklinde ifade edilen genel İslam prensibine uygun

olarak yaklaşmıştır.619 Gerçekten Osmanlılarda gayrimüslimlerin uzun yıllar devlete

bağlılığını salt askeri esaslarla açıklamak mümkün değildir. Yönetimle gayrimüslimler arasındaki ilişkilerin hukuki bir temele dayanan insani ve çağdaş yönlerinin bulunması ve bunların çok geniş çeşitli din ve ırklardan meydana gelen coğrafyada dış baskı ve saldırılara rağmen devletin ömrünü uzun kılan sebepler arasında olması düşünülmelidir.620

Osmanlı devletinin toplumsal, siyasal ve yönetsel yapısı ırk esasına göre değil

düşünce ve inanç temeline göre örgütlenmişti. Toplum “Müslim” ve “Gayrimüslim” olmak üzere iki ana sınıftan meydana geliyordu. Bireylerin toplumsal statüsünü belirleyen ana unsur dindi. Kısaca toplum inanç temelinde çeşitli milletlere ayrılmıştı. Herkes dini bir topluluğa üye olmak suretiyle Osmanlı toplumundaki sosyal sınıfını da belirlemiş oluyordu. Böylece din ve mezhebe dayalı bir idari yapı ortaya çıkıyordu.621

Müslim ve zimmi tanımları bilhassa gayrimüslimlerin fıkhın zimmet hukuku içine yerleştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Gerçekten Osmanlı kanunları hem Müslim hem gayrimüslim bütün tebaayı kapsayacak şekilde hükümler içermektedir. Ancak çok sınırlı hususlarda “kefereye mahsusu ahvali beyan eder” başlığı ile bir takım düzenlemeler yer almıştır ki bunların tamamen İslam hukukunun prensipleri ile alakalı hususlar olduğu görülür.622 Sicillerde huzurdaki davada bahse konu kişi gayrimüslim ise bu durum “Bozan nâm zimmî”623 örneğinde görülebileceği gibi doğrudan ve açıkça ifade edilmektedir. Yine cizye toplanmasına dair kayıtlarda “zimmi reaya” ifadesi kullanılmaktadır. Ayrıca zimmi taifesinde “Nasranî taifesinden” ve “Ermeni taifesinden” gibi ayrımlarda yapılmaktadır. Bu durumun cemaat yapılanmasından kaynaklanıyor olması muhtemeldir. Mezhep ekseninde bir ayrıma tabii tutulan Hristiyanlar Ortodoks ve Gregoryen olmalarına göre ayrı cemaatler halinde

618

Bilal ERYILMAZ, Osmanlı Devletinde Millet Sistemi, Ağaç Yayıncılık, İstanbul, Tarihsiz, s. 35. Burada yeri gelmişken Osmanlı devletinde sıkça uygulanan cezalardan kürek cezası konusunda şunları hatırlayabiliriz: Kürek cezası bazen umumi emirle, genel bir tedip olduğu gibi bazen de suçluyu zikrederek hususi bir şahıs hakkında da verilebiliyordu. Genel tedibe misal olarak Şevval 1018’de Anadolu’daki kadılara gönderilen hükümde memleketi tahrip edip fesat ve şenaat işleyenlerin küreğe konulmalarının emredilmesi, hususi hükümle tedibe misal olarak da Cemâziye’l âhir 1100’de fermana itaat etmeyen ismi yazılı dokuz kişinin ıslah-ı nefs etmeleri için altışar aylık süre ile küreğe konulmaları emredilmesi gösterilebilir. B. O. A., MD., 78, 624, 1609; B. O. A., MD, 98, 120, 396.

619

KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, s. 31. 620

ERYILMAZ, Osmanlı Devletinde Millet Sistemi, s. 10. 621

Bilal ERYILMAZ, Osmanlı Devletinde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, Risale Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1996, s. 58.

622

KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, s. 28. 623

152

teşkilatlandırılmıştı. Bu durum sicillerde muhtemelen Rumlar için “Nasranî taifesinden” Ermeniler için ise “Ermeni taifesinden” şeklinde bir ayrımla belirtilmiştir. Bu örnekten hareketle Rumlar Nasranî taifesi olarak isimlendirilmişlerdir.624

Trabzon'da yaşayan gayrimüslim milletlerin başlıcaları Rum ve Ermenilerdir. Şehirde çok az sayıda Katolik Latin nüfus mevcuttur.625 Rum ve Ermeniler İstanbul’daki Patrikliklere bağlı idiler. Latinlerin dini hizmetlerini ise Roma kilisesine bağlı Papa tarafından atanan bir vekil yürütüyordu. Latinler imparatorlukta en çok İstanbul, Bosna ve Trabzon'da yaşamaktaydılar. Trabzon ve diğer yerlerdeki Katolikler bir merkeze bağlı olmadan her biri ellerindeki fermanlara göre yönetiliyordu. Bunlara millet statüsü de verilmedi. Bunun en önemli sebebi dini merkezlerinin Osmanlı toprakları dışında olması idi. Bilindiği gibi Rum, Ermeni ve Yahudilerin dini ve idari merkezleri İstanbul’du. Bu milletlerin hükümetle olan ilişkileri İstanbul’daki patrikleri eliyle yürütülmekteydi ve dolayısıyla faaliyetleri devletin gözetimi ve denetimi altındaydı. Bu cemaatlerin “millet başları” devletin “memuru” sıfatını taşımaktaydılar. Oysa Osmanlı Katolikleri Roma’daki Papa’ya bağlıydılar. Piskoposlarının tayini Papa tarafından yapılmaktaydı. Bu yüzden Hristiyanlardan Katolik mezhebine geçenlere iyi gözle bakılmazdı. Bu konuda zaman zaman bazı tedbirler de alındı.

Mezhep değiştirme işinden en fazla etkilenen Osmanlı toplumu Ermenilerdi. Katolik mezhebine girmek isteyen Ermenilere karşı ilk tedbirler IV. Murat zamanında (1613-1640) alınmaya başlandı. Bu tedbirler zamanla hem artırıldı hem de ağırlaştırıldı. Mesela Evasıt-ı Zilhicce 1113 (1702) ve Evasıt-ı Ramazan 1114 (1703) tarihli hükümlerde kendi ayinlerini terk ederek frenk ayinini tercih eden ve papazlarıyla ayrılığa düşen Ermenilerin küreğe konulmaları emredilmekteydi.626 Yine bir başka belgede Ermeni ayinini terk ederek Efrenc ayinine tabi olan Ovannes isimli rahibin Revan’da Üçkilise mahalline gittiği ve ahaliyi ifsatta bulunduğu anlaşıldığından tedibi isteniyordu.627 İlginç olan Ovannes’i şikâyet edenin Rum patriği olmasıydı.

Anlaşılan Osmanlı devleti ruhani ve cismani merkezleri kendi topraklarında olan mezhepleri daha kolay denetleme imkânına sahip olduğundan Roma’daki Papalık makamına dinen bağlı ve Papa’nın atadığı piskoposlar marifetiyle dini işlerini yürüten Katolik mezhebinin yayılmasına karşı idi. Bu karşıtlığını kontrolü altındaki Hristiyan din adamlarına da yaymış onlardan da kendi amacına uygun faaliyet göstermesini istemekteydi. Görüldüğü gibi bu talebine olumlu cevap aldığı da vaki idi.

624

AÇIK, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şehri:17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon’da

Siyaset, s. 82.

625

Fetihten sonra bu unsurların nüfus dağılımları, zaman içerisinde bu dağılımların değişimi hakkında tahrir defterleri örneğinde yapılmış ayrıntılı ve istatistiki bilgiler için bk. I. Bölüm.

626

B. O. A., M. D., 112, s. 216, hk. 1; B. O A., M. D., 112, s. 394, hk. 3. 627

153

Bahsedildiği gibi Katolik Ermenilerin en çok yaşadığı yerlerden olan Trabzon'da Ermenilerin yaşadığı temel problem mezhepsel-yönetimsel iken şehrin gayrimüslimlerinin büyük kısmını oluşturan Rumların yaşadığı problemler daha çok dini-vergi toplama kaynaklı idi. Dini meselelerin ilki ölen kilise papazlarının yerlerine kimin atanması gerektiğine dairdi. Mesela Trabzon kadısına gönderilen bir hükümden İstanbul Rum patriği Aramya’nın (Ieremias) Trabzon’da ölen kilise papazlarının yerine metropolitlerin atama yetkisinin kısıtlanarak ölenlerin hanımlarının “şirrete salik” olmakla kiliseleri zapt etmeye çalıştıkları şikâyetini öğreniyoruz. Burada çıkan emir Rumların dini uygulamaları ve beratlarına aykırı şekilde kilise tasarruf etmenin önlenmesi olmuştur.628

Rumlar arasında dava konusu olan bir diğer ihtilaf gurubu da Kiliselerin yönetiminde bulunan keşişlerin atanması ile metropolitlikler arasındaki meselelerdi. Metropolitlerin tasarruflarına verilen kiliselere keşiş atama yetkisi metropolitlerin atama beratlarında ayrıntılı şekilde yazmaktaydı. Bu açıdan bu beratlara bir tür yönetmelik nazarıyla da bakabiliriz. Burada üzerinde durulması gereken belki en önemli konu Metropolitler ile keşişler arasındaki ve yine iki farklı metropolitlik arasındaki davaların kadı mahkemelerine gelmiş olmasıdır. Bilindiği gibi gayrimüslimler bu konuda özerkliğe sahipti ancak daha önce aile hayatı ile ilgili özellikle de boşanma ile ilgili konularda görüldüğü gibi gayrimüslimler burada da kadı mahkemesine itibar etmişlerdir. Bu itibarı özellikle vurgulamamıza sebep olan nokta ise özel hukuk alanına giren bir konu olmanın da ötesinde bizzat gayrimüslimlerin kendi dini alanlarına giren bu konularda kadı mahkemesinin itibar görmüş olması diğer bir ifadeyle bizzat gayrimüslimler tarafından meselenin içine katılmalarıdır. Buraya kadar anlattıklarımıza incelediğim dönem Trabzon’undan örnek verecek olursak Rumlar arasındaki dini yetki tartışmalarının en önemlisi Gümüşhane ve Trabzon metropolitleri arasındaki çekişmede kendini gösterir. Temel sorun Gümüşhane metropolitinin sorumluluk sahasında yaşayan reayanın uzun süre Trabzon metropolitinin sorumluluk sahasında kaldığında ayinlerini hangi metropolitin icra ettireceği idi. Çıkan karar problemi çözmekten çok Trabzon ve Gümüşhane’nin ayrı metropolitlikler olduğu vurgusu ve ayinlerin icrasında birbirlerine karışmamaları şeklindeki klasik uyarılar olmuştur. Esasen devlet bu tür dini meseleleri kendi ilgi sahasında mütalaa etmiyor, sadece idari manada kendisini ilgilendiren noktanın altını çiziyordu.629

Anlaşılan gayrimüslim toplulukların dini icraatlarına genel toplum hassasiyetlerine dikkat edildiği sürece devletçe herhangi bir müdahale söz konusu değildi. Yani Osmanlı idaresi tebaası olan gayrimüslimlerin dini organizasyonlarını

628

B. O. A., K. K., nr. 2542, hk. 8. 22 zilkade 1138, 22 Temmuz 1726. Burada Osmanlı devletinin sıklıkla yaptığı gibi kadimden olagelene atıf yoluna gidildiğini görüyoruz. Ancak dikkati çeken kadime yapılan atıfta sadece İslam kadimi-Osmanlı geleneği değil dini bir konuda gayrimüslimlerin kadiminin de atıf yapılacak derecede gözetilmiş olmasıdır. Anlaşılan Osmanlı devletinin kadime itibarı şümullü olup, zimmilerin kendi iç işleri ile ilgili bir konuda onların âdetini de kapsamaktadır.

629

154

teşkil etmek, düzenliliğini sağlamak, idari-mali mesuliyet alanlarını belirlemek dışında kendi cemaatlerinin iç bünyesine ait uygulamalara genellikle müdahale etmemiştir. Haddi zatında bu durum Osmanlı idarecilerini çok da alakadar etmiyordu. Çünkü Osmanlı idarecisi için önemli olan tebaadan bir kişinin belli bir din koduyla bir cemaate ait olması idi. Aidiyet o kişinin tanınırlığını sağlıyor ve devlet için önemli olan noktayı yani kontrol edilebilirliğini mümkün kılıyordu. Yoksa kişinin inandığı din adına yaptığı uygulamalar devletin sorunu değildi. Ancak burada şunu hatırlatmakta fayda vardır ki kişinin inancı ve bu inancın uygulamaları Müslim’de olsun gayrimüslim de olsun devlet için bir soru teşkil ettiği anda devlet buna müdahale emekte de bir beis görmüyor olayı din özgürlüğü kavramında değerlendirmiyordu. Buna Müslim halkın Rafızilik ve küfür suçlanmaları ile uğradıkları takibatlar630 gayrimüslimler için ise özellikle Ermeni toplumunda Katolik mezhebinin yayılmasına devletin aldığı tedbirler örnek verilebilir.

Diğer taraftan dini hayat ve uygulamalar Müslümanlar için olduğu kadar gayrimüslimler içinde hayatın en önemli referansıdır. Bunu en güzel kişilerin çocuklarına verdikleri isimlerde görürüz. Bilindiği gibi çocuğa verilen isim babanın idealini yansıtır. Sicillerden izleyerek dönemin gayrimüslim isimlerine bakıldığında Evrenakıs, Erasil, Estefor, Serasiz, Memuyun, Kostata, Tavtus, Ercisid, Bodrigor, Karabet, Evranik ve Arakeniş gibi isimlerin erkeklerde, Harim, Ceyavi, Meryem, Balese, Semyüre gibi isimlerin de kadınlarda tercih edilen isimler oldukları ve bunların tümünün de kaynağını kendi dinlerinden aldığı görülecektir.631

Osmanlı devletindeki Gayrimüslimler sosyal hayatlarında temel referans aldıkları dini hayatları yönünden tamamen özerk idiler. Bu özerklikleri konusunda kendilerine gösterilen hoşgörünün tahmin edilginden de yüksek olduğuna bir delil Ebussuud Efendinin bir fetvasıdır. Buna göre kendi dinini anlatan bir gayrimüslim kendi dinini anlatırken İslam’ın kutsal değerlerine dil de uzatsa cezalandırılmaz çünkü burada amacı İslam’a hakaret değil kendi dinini anlatmaktır.632

Ancak tabii ki bu hoşgörünün de sınırları vardı. Mesela Müslümanların Gayrimüslimlere Gayrimüslimlerin de Müslümanlara ait kıyafetleri giymesine müsaade edilmezdi. Bu cümleden olarak bir Gayrimüslim sarık saramazdı. Bundan başka Gayrimüslimlerin samur kürk, frengi kemha, kalpak ve atlas gibi lüks giysiler giymelerine müsaade edilmezdi. Bununla güdülen amaç “donda, libasta ve tarz-ı üslupta kefere taifesini tahkir ve tezlil” eylemekti. Ancak bu hükümler çoğu zaman teoride kalmış özellikle zengin Gayrimüslim tüccarlar Müslümanlar gibi lüks giyinmişlerdir.633

630

Sicillerde küfür isnadına ait çok sayıda kayıt vardır. Örnek için bk. T. Ş. S., 1833, 102, 1, 1. 631

YILMAZÇELİK,” “XVIII. Yüzyılda Trabzon’un Sosyal Durumu” ss: 263-264. 632

Ebussuud Efendi’nin bahse konu fetvası ve hakkında geniş bir değerlendirme için bk. Mehmet GENÇ, “Osmanlıda Zanaat, Ahlak, İktisat İlişkisi, Anatomi Dersleri: Osmanlı Kültürü, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995, ss: 113-114.

633

155

Gayrimüslimlerle ilgili bir diğer yasak ise ata binmeleri ve silah taşımaları ile ilgili idi. Bunun en önemli sebebi güvenlik ile ilgili endişelerdir. Bu konuda bir başka sebepte silah kuşanıp ata binerek çarşılarda Müslümanlardan daha gösterişli bir tarz ile dolaşmalarının engellenmesidir. Ancak devlet adına belli bir işi yapmakla görevlendirilen zimmilerin bir yerden başka bir yere gidişlerinde ata binmelerine izin verilmiş ve geçecekleri yol üzerindeki kadılara durum bildirilerek rahatsız edilmemeleri istenmiştir.634 Çok önemli bir yasak da siyasi faaliyetlerle ilgili olup gayrimüslimler siyasi işlere de asla karışamazlardı.

Gayrimüslimlerle ilgili sınırlamalar sosyal hayata ilişkin idari düzenlemeler niteliğindeydi. Hukuki anlamda Müslümanlarla Gayrimüslimler arasında herhangi bir eşitsizlik yoktu. Kadı Müslümanlarla Gayrimüslimler arasındaki bir davada her iki tarafa aynı hükümleri uygulardı. Sicillerde Kadı huzurundaki davada gayrimüslimlerin kazanıp Müslümanların kaybettiği çok sayıda dava örneğine rastlanmaktadır. Bu durum sadece Trabzon için değil imparatorluğun her yeri için böyle olup bir devlet politikası olarak görülmelidir. Nitekim Kıbrıs şer’iye sicilleri üzerine yapılan bir araştırmada 1786-1834 arasındaki elli yıllık dönemde Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında kadı mahkemesinde görülen 7 davadan 6’sı Hristiyanlar lehine sonuçlandığı tesbit edilmiştir.635

Daha da ötesi gayrimüslimlerin şahitliği ile Müslümanın şahitliğinin eşit tutulması ve gayrimüslimlerin aleyhinde şahitliği ile dava kaybeden Müslüman’ın varlığı görülebilecek bir durumdur. Yani Müslüman ve Gayrimüslimlerin birbirleri lehine şahitlik yapmaları ya da aynı davada beraberce şahit bulunmaları karşımıza çıkmaktadır. Hatta İslam hukukuna göre Gayrimüslimlerin Müslümanlar aleyhine açtığı davalarda şahitlerin Müslüman olması gerekliği şartını yerine getirirken zorlanmadıkları görülmektedir. Mesela Rum karısına ait hisseye haksız yere sahip olduğu iddiasıyla açılan davada Mahmut ve İbrahim, Abdülbaki aleyhine şahitlik yapmaktadır.636

Anlaşılan hukuk din üzere değil adalet üzere temellendirilmiş ve bu sadece teoride kalmamış halk tarafından da içselleştirilebilmiştir. Yani huzurda görülen davada haklı olanın dinine bakılmadan mahkemede haklı çıkabilmesi mümkündür. Yalnız burada hâkim unsurun dini lehine mahkemede bir ayrımcılık yapılmadığı vurgulanmak istenmektedir. Yoksa bu tesbit mahkemenin geçerli hukuk kurallarının şeriata dayalı olmadığını hatta mahkemede de İslam dininin daha üstün ve şerefli olmasının kabul edilmesi noktaları ifade etmemektedir.

634

KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, ss: 369-371. 635

H. Bedevi’nin araştırma sonuçları için bk. KENANOĞLU Osmanlı Millet Sistemi Mit ve Gerçek, s.283 636

156

Bütün bu belgelerin dilinden anlaşılan Osmanlı devletinde Avrupa’daki gibi milletlere göre farklı hukuk kuralları yoktu.637 Gayrimüslim haklarının fermanla düzenlenmesi onlara bugünkü anlamda bir anayasa güvencesi veriyordu. Hiçbir yönetici veya memur bu fermanlara aykırı işlem yapamazdı. Gayrimüslimler böylece ehl-i örf denilen yöneticilerin haksız davranışları karşısında en üst düzeyden korunma imkânına sahip oluyorlardı. Nitekim Osmanlı hâkimiyetinde gayrimüslimlerin haklarına riayet konusunda sıklıkla belgelerde kayıtlara tesadüf edilir. Bu sayede gayrimüslimler toplum hayatına adapte olmak noktasında herhangi bir sıkıntı çekmemiş, idari makamlara haklarının teslimi konusunda rahatlıkla başvuru yapabilmiş ve mahkemelerde haklarını rahatça savunabilmişlerdir. Hatta adalet dağıtıcısı kadılar hakkında da rahatça şikâyette bulunabilmişlerdir. Osmanlı devleti bu konuda İslam’ın temel prensipleri çerçevesinde hareket etmiştir. İslam hukukunda temel prensipler açısından zimmiler kendilerine eziyet edilecek horlanacak kendileriyle alaka kurulmayacak bir gurup değil, aksine Müslümanlara zarar vermedikleri müddetçe Müslümanlarla aynı haklara sahip insanlardır. Şayet kendileriyle alakayı kesmek arzu edilseydi o zaman onları cemiyet hayatından dışlayıcı hükümler konulması gerekirdi.638

Zimmiler Osmanlı devletinin genelinde olduğu gibi XVII. yüzyıl Trabzon’unda da İslam toplumunun onlara tanıdığı serbesti içinde yaşamışlardır. Şer’iye sicilleri ışığında şu tesbiti yapabiliriz: Trabzon'da Müslim ve zimmi gruplar aralarında pek fazla anlaşmazlık olmadan hayatlarını sürdürmektedir. Bunu en rahat cemaatler arası dava sayısının azlığından anlıyoruz. Üstelik bu davalar alacak-verecek konuları gibi dini temelli olmayan davalardır. Bu sonucun ortaya çıkmasında medeni hukuk konusunda Müslümanlara sağlanan hakların gayrimüslimlere de sağlanmış, sosyal haklar yönünden güvence altına alınmış olmalarının da tabii ki önemli rolü vardır. Nitekim mahkeme gayrimüslimlere kesinlikle kapalı olmadığı gibi gayrimüslimlerin mahkemeye ulaşmasında herhangi bir engel de yoktur. Bu durum günlük hayata olumlu ve uyumlu ilişkiler olarak yansımıştır. Kayıtlar incelendiğinde Gayrimüslimlerin mahkemede davacı, davalı, şahit ve şuhudu’l-hal olabildiği, aynı mahkemede hem Müslim hem de Gayrimüslim şuhudu’l-hal’in birlikte mahkemeyi izleyebildiği görülecektir.

Zaten fetihten sonraki ilk yüzyıl içerisinde mahalleler karışık hale gelmiş, bu durum iki toplumun fertleri arası komşuluk ilişkilerini geliştirmiştir.639 Bunun sonucunda gayrimüslimler uzun süredir birlikte yaşadıkları Müslüman aileleri örnek almak suretiyle Türk kültürünün büyük ölçüde tesirinde kalmışlardır. Hatta gayrimüslim unsurlar Türklerin kullandığı eşyaları kullanmanın ötesinde Türklerin kullandığı isimleri de kullanmaya başlamışlardı.640

637

ERYILMAZ, Osmanlı Devletinde Millet Sistemi, s. 41. 638

KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, s. 23. 639

Kemal ÇİÇEK, “Şer’iye Sicillerine Göre Trabzon’da Müslim-Gayrimüslim İlişkileri” Trabzon Tarihi

İlmi Toplantısı, (6-8 Kasım 1998) haz. K. Çiçek vd. 2. Baskı, Trabzon, 2000.ss: 242-243.

640

Türklerin kullandığı isimler ile dini kökenli olmasa da Türk milleti arasında yaygın olan isimler kastedilmektedir. Mesela “… Murad nam kefere ...” T. Ş. S. 1906, sf. 113, nu. 733’den naklen YILMAZÇELİK, “XVIII. Yüzyılda Trabzon’un Sosyal Durumu” s. 263. Bu noktada Hanefi Bostan’ın şu

157

Trabzon için geçerli bu hükümler taşra için daha fazla geçerlidir. Akdağ’ın tesbitlerine göre Hristiyan köylerinde imam yerine papaz bulunduktan sonra bu köylerin kethüdaları da kendi dinlerinden kimseler idi. Bunun dışında her iki dinin mensubu köylüler arasında fark yoktu hatta her iki din mensuplarının aynı köylerde komşu olarak yaşadıkları da sıklıkla görülen sıradan bir durumdu.641 Anlaşılan taşrada ilişkiler etnik ve dini olmanın ötesinde şehre göre çok daha fazla ekonomiktir. Esasen devlet de hepsini reaya saymaktaydı.

Gayrimüslimlerin kendini rahatça ifade edebildikleri, kurumlarını kurdukları bir diğer alan da eğitimdir. Eğitim konusu içine anadilde eğitim olgusu da dâhildir. Zaten günlük hayatta her millet kendi dilini rahatça konuşabilmektedir. Eğitim ve dil serbestliği gayrimüslimlere kendi anadillerinde eğitim yapan kendi kurumlarını kurma imkânı da tanımıştır. Mesela incelenen dönemde şehirde yaşayan Rumlar Sevastos Kyminitis’in 1682 yılında kurduğu Rum-Ortodoks patrikhanesinin gözetimindeki okulda Helen lisanı ile eğitim-öğretim yapmaktadır.642 İlerleyen yüzyıllarda şehirde ticaretle uğraşarak zenginleşen Rumların çocuklarını yurt dışına göndermeye başlamalarına kadar uzun yıllar bu durum Osmanlı devletinin gözetiminde ancak müsamahası ile böyle devam etti. XIX. yüzyılda ortaya çıkan bu gelişmede yine Osmanlı devletinin gayrimüslimlerin eğitimi de kapsayacak şekilde ülkesinde yaşayan zimmilere verdiği geniş hareket serbestisinden güç alıyordu. Ne var ki bu müsamahanın ilerleyen yıllarda çok yıkıcı etkileri oldu. Gerçekten Avrupa’ya tahsil için giden gayrimüslimler buradan Osmanlı devleti için çok yıkıcı fikirler getirdiler.