• Sonuç bulunamadı

Mü’minlerin Toplum İçinde Farklılaşmaları ve Toplumdan Ayrılmaları

Belgede Kur'an'da toplumsal çatışma (sayfa 105-113)

Mü’minlerin toplumda yeni gelen dini kabullenmeleri ile kâfirler ile aralarında sürtüşmeler de başlamış olmaktadır. Mü’minler, toplumu Allah'ın istediği şekilde değiştirmeye çalışırlarken karşılarında onlara engel çıkaran kâfirler durmaktadır. Aynı toplum içerisindeki bu iki karşıt grubun birbirlerine olan bu tavırları nedeniyle toplum içinde kargaşalar çıkmaktadır. Bu nedenle Allah, mü’minlere kâfirlerle nasıl bir arada yaşayacaklarını göstermektedir. Ancak Allah, bir arada yaşamaktan daha ziyade mü’minlerin aynı toplumda kâfirlerden uzaklaşmalarını, onlardan farklılaşarak ayrılmalarını istemektedir.

Mü’minlerin kâfirlerden ayrılmalarının arkasında yatan düşüncenin arkasında, Allah'ın istediği şekilde bir toplumsal yapının oluşturulabilmesi yatmaktadır. Bu nedenle mü’minlerin kâfirlerle aralarını kesin bir şekilde ayırmalarının kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Ancak Hz. Peygamber’in muhatap alma bakımından ümmeti arasında bir ayrım gözetmediği; çünkü kâfirlerin de Peygamber’in ümmetinden olduğu; fakat kâfirlerin davet ümmetini, mü’minlerin ise kabul ümmetini oluşturduğu ifade edilmektedir.563 Fakat burada toplumdan ayrımlaşmanın zorunlu olmadığı gibi bir sonuç çıkarılmaktaysa da, toplum içerisinde karşıt grupların yönetimi ele geçirmek için çatışmaları zorunlu olmaktadır. O halde çatışmanın olduğu yerde ayrımlaşmanın olması, her ne kadar asıl amacın toplumdan çıkmamak olduğu ve toplumdaki tüm insanların aynı ümmet oldukları varsayılarak, birlikte yaşamak olduğu ifade edilse bile kâfirlerin tavırları nedeniyle ve Allah'ın emirleri çerçevesinde bir ayrımlaşmayı, istenilmeyen bir olgu olmasına rağmen, kaçınılmaz kıldığını görmekteyiz. Fakat şunu unutmamak gerekir ki, toplum her şekilde bir bütün olmasına rağmen, karşılıklı çatışmanın olması ve toplumdan vazgeçilme ihtimalinin

561 Şimşek, a.g.e., s.274, 283.

562 Talip Özdeş, “Çatışma veya Uzlaşma -21.Yüzyıla Girerken Çoğulculuğa Kur'an Açısından Bir Bakış”,

Cumhuriyet Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, İlahiyat Fakültesi e-dergisi, s.9.

bulunmaması nedeniyle toplumdaki insanlar arasında bir ayrımlaşmaya gidildiğini belirtmeliyiz. Mü’minlerin kâfirlerden ayrılmalarının önemi, çatışmanın en önemli adımını oluşturması olmaktadır.

Mü’minlerin ğayba iman etme, namaz kılma ve Allah'ın insanlara vermiş olduğu mallardan Allah yolunda harcama özellikleri,564 bir grubun yapmış olduğu davranışların aksine yapılan davranışlar olarak gösterilmektedir. Yani bazı insanlar bu davranışları yapmaz iken, mü’minlerin ayırt edici özellikleri olarak bu özelliklere sahip olması gerekmektedir ki, kendileri dışındakilerden farkları olması istenmektedir.

Kâfirlerin mü’minlerden isteklerine bakıldığı zaman, onların farklılıklara tahammül edemedikleri görülmektedir. Çünkü kâfirler yaptıkları kötülüklerin farkında olarak kendilerinin kötülüğünü ortaya çıkaracak farklı bir yapılanmanın varlığını kabullenmemeleri nedeniyle, mü’minlere kendileri gibi inkâr etmelerini ve böylece aralarında hiçbir fark kalmayarak eşit olmalarını istemektedirler.565 Bir toplumun içerisinde, o toplumdan farklı olarak ortaya çıkan her türlü yapılanmanın tepkiyle karşılaşacağı kaçınılmaz olmaktadır. Bu nedenle yerleşmiş bir toplumsal yapının içerisinde, özellikle de o toplumsal yapıyı değiştirmek için ortaya çıkan yeni hareketlerin büyük bir tepkiyle karşılaşacağı görülecektir. Fakat o toplumsal yapıyı değiştirmek istemeyen, sadece kendine ait bazı özelliklerde farklılık taşıyan bir yeni oluşumun ise o toplumda bir çatışma çıkaracağını söylememiz pek mümkün gözükmemektedir. Çünkü bu oluşumun yerleşik düzene karşı her hangi bir problemi yoktur; onun ayırıcı özelliği sadece farklı oluşudur. Fakat yine de yerleşik toplumların içerisindeki her türlü farklılaşmanın şüpheyle karşılanacağı unutulmamalıdır; çünkü farklı olmak başlı başına dikkat çeken bir durumdur. Bu nedenle ayetteki eşit olma isteğinin oldukça anlamlı olduğunu görmekteyiz. Eşit olunsun ki her şey yolunda gitsin, ne kendilerine kâfir densin ne de inandıklarını söyleyenler böylece kendileriyle uğraşsın. Yani çatışmayı başlatan en başta gelen özelliğin farklılık olduğunu görüyoruz.566 Fakat farklı olmak tek başına yeterli olmayarak, farklılığın yeni bir yapılanmanın oluşmasını istemesi ile işte o farklılığın bir tehdit olarak algılanmasını sağlamaktadır.

564 2/Bakara, 3.

565 4/Nisa, 89.

566 İslam'ın orta toplum olması nedeniyle farklılıkların kabul edildiği, toplumsal farklılıkların kaçınılmaz

olması nedeniyle öylece kabul edilmesi gerektiği söylenilmektedir. İnanç ve medeniyet farklılıklarının çatışmayı körükleyen bir unsur olarak değil, iyilikte yarışmak için değerlendirilmesi belirtilerek, bu farklılıkların toplumların canlanmasını sağlayacağı vurgulanmaktadır. Şimşek, a.g.e., ss.279-284. Ancak İbn-i Haldun, toplumsal hayatta insanların amaçlarının çok farklı olması nedeniyle anlaşmazlıklar ve çatışmalar çıkacağını söylemektedir. İbn-i Haldun, a.g.e., c.1, s.272.

Mü’min bir toplumun babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları bile olsa Allah'a ve Resulü’ne düşman olanlarla dostluk etmesinin yasak olduğu bildirilmektedir.567 İnsanların bu dünyadaki en değer verdikleri kişilere karşı onların bağını belirleyen unsur dindir. Bu bakımdan mü’minlerin dostlarını iyi belirlemeleri gerekmektedir. Eğer en yakın akrabaları Allah'a ve Resulü’ne düşman iseler onlarla kesinlikle dostluk kurulmaması gerekmektedir. Bu nedenle mü’minlerin kâfirlerle aralarında kesin bir ayrım ortaya çıkmaktadır. Kâfirlerin Allah'a ve Resulü’ne düşman olmaları demek, zaten ortada bir çatışmanın olduğunu göstermektedir. Ayrıca onların bu düşmanlıkları mü’minleri de kapsamaktadır. Çünkü Allah'a ve Resulü’ne karşı yapılan bir düşmanlık sadece onlara yapılmış sayılmaz; aynı zamanda tüm mü’minlere karşı yapılmış sayılır. Bu nedenle hiçbir şekilde mü’minler kâfirlerle dostluk kuramamalarından dolayı toplum içerisinde bu grupların birbirlerinden ayrılmaları zorunlu olmaktadır; bu ayrılmanın sonucunda da bir kutuplaşma ortaya çıkacağı açıktır. Kâfir kadınlarla evlenilmesinin yasaklanması,568 mü’minler ile kâfirler arasındaki ayrımlaşmanın ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.

Mü’minlerin, kendileri dışındakilerin kalplerindeki büyük düşmanlıkları, kin ve düşmanlıklarının sözlerinden belli olması, fenalık yapmaları ve mü’minlerin hep sıkıntıya düşmelerini istemelerinden dolayı, onları sırdaş edinmemeleri gerektiği belirtilmektedir.569 Mü’minlerin onlara karşı tüm iyi niyetlerine rağmen, onlar iki yüzlülük yaparak, mü’minlere olan kinlerinden parmaklarının uçlarını ısırırlar ve mü’minlerin iyiliklerine üzüldükleri gibi, mü’minlerin başına gelen bir musibete de sevinirler.570 Böylece münafıkların, kâfirlerin ve Ehli Kitaptan bir grubun mü’minler aleyhine bu şekilde bir düşünce içerisinde olmaları ve karşıtlık duyguları beslemeleri, mü’minlerin de onlardan uzak durmalarına neden olmaktadır. Böylece, mü’minlerin onları aralarına almaları mümkün olmayarak, mü’minlerin kendi içerisinde bir yapılanmaya girmeleriyle, inananların karşısında her şeyleriyle engel olarak duran bir karşı yapılanmanın olduğunu görmekteyiz. Bu nedenle bu grupların karşılıklı olarak yapılanmaları ve özellikle inkâr eden grubun saldırgan tavrı nedeniyle çatışma çıkması kaçınılmaz olmaktadır. Bu nedenle Allah, mü’minlerin, kâfirlerin bu kötü tutumlarına sabretmeleri ve korunmalarıyla kâfirlerin kendilerine zarar veremeyeceklerini bildirerek,571 mü’minlerin hiçbir şey yapmadan pasif

567 58/Mücadele, 22; 60/Mümtehine, 1, 13; 9/Tevbe, 114. 568 60/Mümtehine, 10.

569 3/Âl-i İmran, 118. 570 3/Âl-i İmran, 119-120. 571 3/Âl-i İmran, 120.

bir şekilde kalmalarının doğru olmadığını, mutlaka kendilerini koruyacak önlemlerin alınmasını istemektedir.

Allah, Hz. Peygamber’den emrolunduğu şeyi söylemesini, buna karşılık müşriklerin söylediklerine aldırmamasını, onlara yüz vermemesini ve onlardan güzellikle ayrılmasını emretmesi,572 kâfirlere vahyin ulaşmasından sonra onların inkârlarında ısrar etmeleri nedeniyle, Hz. Peygamber’in onlarla birlikte olamayacağını ve kesinlikle onlardan ayrılması gerektiğini göstermektedir.

Mü’minlerin mü’minleri bırakıp kendi inançlarıyla alay eden ve oyun konusu yapan Ehli Kitabı ve kâfirleri dost edinmemeleri, onlara meyletmemeleri gerektiği, çünkü zalimlerin birbirlerinin dostları olmasına karşılık, Allah'ın dostlarının ise takva sahipleri olduğu söylenilmektedir.573 Mü’minler bu kimseleri kendilerine dost edinirse, mü’minlerin Allah'ın katında hiçbir değerlerinin olmadığı belirtilerek, izzet ve şerefi kâfirlerle dostluk kurarak kazanmak isteyenlerin yanlış yolda oldukları vurgulanmaktadır. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmak amacıyla bir işbirliği kurulabileceği de istisna olarak belirtilmektedir.574 Yani kâfirlerle olan ilişki biçimi hiçbir zaman mü’minlerle olan ilişki biçiminden daha iyi olmamalıdır. Çünkü onlar Allah'ın yeryüzündeki hâkimiyetini kabullenmeyerek, kendi istekleri doğrultusunda bir yaşam sürmek istemektedirler. Bu nedenle mü’minlerin kâfirlere olan bu tavırları nedeniyle, hem mü’minlerin birbirleriyle olan dayanışmalarını ve bütünleşmeleri sağlanmak istenmekte, hem de kâfirlere karşı bir sınır çizilerek onların bu dünyadaki yaşamlarında mü’minlerle hiçbir zaman dost olamayacakları vurgulanmaktadır. Yani mü’minler kendi içlerinde birlik oluşturarak, kâfirleri yanlarına almayacaklardır. Kâfirlerin bu şekilde mü’min toplumdan ayrılması, iki farklı grubun oluşmasını sağlamaktadır. Aynı toplum içerisinde yaşanılsa bile, ilişkiler hep sınırlı bir şekilde sürdürülecek ve böylece de kâfirler hep ‘öteki’ olarak kalacaktır. Allah'ın Hz. Musa’ya ve kardeşine Mısır’da evler hazırlamasını ve oralarda namaz kılmalarını emretmesi,575 kâfirlerin yaşamlarından ve onların toplumlarından tamamen uzak olunduğunun bir göstergesi olarak gösterilmektedir.576

Kâfirlerin ve Ehli Kitabın birbirlerinin dostları olduğu için,577 iman edenlerin onlara uyarlarsa, imanlarından sonra onları inkâra yöneltecekleri belirtilmektedir.578 Yani kâfirlerin

572 15/Hicr, 94; 53/Necm, 29; 73/Müzzemmil, 10. 573 11/Hud, 113; 45/Casiye, 19.

574 3/Âl-i İmran, 28; 4/Nisa, 139,144; 5/Maide, 57, 81; 60/Mümtehine, 9. 575 10/Yunus, 87.

576 Hamid, a.g.e., 98-99. 577 5/Maide, 51.

propagandalarından etkilenerek kâfirlerin söylediklerine kanmamak gerekmektedir. Bu nedenle kâfirlerin sözlerinin mü’minleri etkilemesine fırsat bile verilmediğini görmekteyiz. Bu bakımdan mü’minlerin Ehli Kitap ve kâfirlerle olan ilişkileri mutlaka sınırlanması gereklidir. Dolayısıyla mü’minlerin kâfirlere ve Ehli Kitaba olan güvensizliği de ortaya çıkmaktadır.

Mü’minlerin boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirmeleri ve o sözleri söyleyenlere ‘Selam’ diyerek onları terk etmeleri gerektiği; çünkü mü’minlerin kendini bilmezlerle birlikte olamayacakları söylenilmektedir.579 Yine aynı şekilde, Allah'ın ayetlerinin inkâr edildiği ya da alay edildiğinin işitilmesi durumunda, kesinlikle o ortamda bulunulmaması gerektiği; şayet o ortamdan ayrılınmaz ise mü’minlerin de kâfirlere benzeyeceği belirtilmektedir.580 Fakat mü’minlerin kâfirlerin değerlerini inkâr etmesi ise Allah'ın Kur'an'daki bir tavrı olduğu gibi, mü’minlerden de kâfirlerin değerlerinin kabul edilmemesi ve onları eleştirmesi istenmektedir. Bu nedenle bu iki durum arasındaki zıtlık mü’minlerin lehine yönelik olarak işletildiğini görmekteyiz. Yani kâfirlerin inkârları ya da alaylarının kesinlikle kabul edilemez bir durum olduğu kabul edilirken, mü’minlerin kâfirlerin değerlerine yönelik olarak söyleyecekleri ise meşru kabul edilmektedir. Buradaki problem, kâfirlerin değerlerinin yanlış üzerine bina edilmesinden kaynaklanmaktadır; hâlbuki mü’minlerin söyledikleri ise hakikattir. Ayrıca alay edilme konusu da bu problemi çözmektedir. Çünkü mü’minlerin kâfirlerin değerleriyle alay etmesi söz konusu değildir; onlar sadece o değerleri inkâr ederek gerçeği göstermeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle alay etme olgusunun kabul edilebilir bir davranış olmadığını anlamamız ile mü’minlerin kâfirlerle olan ilişkilerinin kâfirlerinki gibi seviyesiz bir şekilde olmaması gerektiği sonucunu çıkartmamızı sağlamaktadır. Tabi burada mü’minlerin kâfirlerden ayrılmaları emrinin sadece inkâr ve alay durumundan kaynaklanmasının iyi değerlendirilmesi gereklidir. Çünkü Allah, kâfirlerle hiçbir şekilde birlikte olmayın, dememektedir; sadece şartını bildirerek birlikte olunabileceğini söylemektedir. Ayette ifade edilen “onlar bu inkâr ve alay sözlerini bırakıncaya kadar” sözü bu durumu netleştirmektedir. Dolayısıyla kâfirlerle birlikte oturmak mümkündür; fakat kesinlikle Allah'ın sözleriyle alay etmemek şartıyla bunu yapabilirler. Mü’minlerin kâfirlerle tartışmaya girmemelerinin ve onlardan ayrılmalarının nedeni kâfirlerin mü’minler gibi yumuşak ve olgun olmamaları, bilakis gururlarının ve bencilliklerinin yönlendirmesiyle tartışmada hiçbir sınır tanımamalarıdır. 578 3/Âl-i İmran, 100; 149.

579 28/Kasas, 55.

Çünkü cahil olan kâfirlerin özelliklerine baktığımız zaman onların ilme karşı, dogmacı, kolaycı, statükocu, kemiyetçi, hoşgörüsüz, yaftacı, telaşlı, maddeci, kibirli, saldırgan, hırslarının kölesi olduklarını görmekteyiz.581 İşte burada önemli bir çıkarım sağladığımızı fark ediyoruz.

Mü’minler eğer kâfirlerle birlikte otururken ya da yaşarken kâfirlerin Allah'ın dinine yönelik hiçbir kötü söz söylememeleri gerekmektedir; fakat bunu söyleyebilme güçlerinin olup olmaması da mü’minlerin o toplumdaki güçleriyle ilgili olduğu açıktır. Eğer mü’minlerin o toplum içerisinde belli bir üstünlüğü var ise kâfirlerin bu tür söz etmeleri mümkün olmayacaktır; mü’minlerin toplum içerisinde üstünlük sağlayamadığı durumlarda ise kâfirlerin diledikleri her şeyi yapabilecekleri açıktır. Bu nedenle Allah, toplum içerisinde mü’minlerin mutlaka üstünlük kurmalarını istemektedir. Bunu yapamayacak durumda iseler, kâfirlerin yanlarından ayrılmaları gerekecektir; yani o toplumu terk etmeleri, hicret etmeleri gerekecektir. Tabi bu durum ayetin toplumsal olarak yorumlanmasıdır. Bireysel durumlarda ise mü’minlerin ayetin istediğini yapması yeterli olacaktır. Ayrıca kâfirlerin davranış tarzları ve hayat biçimleriyle Allah'ın inkâr edildiğini göstermeleri durumu da, sözle yapılmak istenenle aynı şeye tekabül etmektedir. Bu bakımdan kâfirlerin yaşamlarında Allah'ın ayetlerini inkâr durumu var ise -ki kâfirlerin genel özellikleri dikkate alındığında bu inkâr eyleminin sürekli olarak mevcut olduğu görülecektir- ya mü’minlerin bu yaşayış tarzını düzeltmeleri gerekecektir, ya da o toplumdan ayrılmaları gerekecektir; çünkü böyle yapmazlarsa onlar da kâfirlere benzeyebilirler.

Hz. Peygamber’in Müslümanın kendi grubu içinde bulunmasını isteyerek, onun başkalarından etkilenmesini engellemeye çalışmıştır. Ayrıca mü’minlerin farklı dindeki insanların davranışlarına mü’minlerin kendilerine özgü davranışlar oluşturması şartıyla muhalefet etmelerini istemiştir. Birkaç örnek verecek olursak, Hz. Peygamber muhalefet amacıyla giyinmeyi, tıraş şeklini, saç boyamayı, avlu temizliğini, kabir işlemlerini, aşure günü oruç tutulmasını, sarık takılmasını, namazdayken ayağa bir şey giyilmesini, selamlaşmayı vb. hep mü’minlerin kendilerini inkâr edenlerden ayırmaları için, onlara benzememek için değiştirmiştir.582 Ayrıca, Müslümanlar Mekke'de iken kıblenin Kudüs olmasının nedeninin Müslümanlarla müşrikler arasındaki ayrımı belirlemek olduğu; bunun nedeninin o zamanlar için Müslümanların Kâbe’den uzaklaştırıldıkları için Kâbe’nin Müslümanlardan çok müşriklere ait olması gösterilmektedir. Bu nedenle müşriklerle

581 Aktaş, a.g.e., ss.114-118.

582 Geniş bilgi ve örnekler için bkz: Hayati Yılmaz, Toplumsal Dönüşümde Sünnet, Rağbet Yay., İstanbul,

Müslümanların arasının ayrılması zorunluluğundan kaynaklanan bir değişimin olduğu görülmektedir.583 Bu farklılaşmaların nedeni bir toplumun müstakil bir toplum haline gelmesi için yeryüzünde ayrı bir kimlik oluşturmaları gerektiğindendir. Benzemek, o toplumda onların istediği düzene uyum sağlamak anlamı taşımaktadır. Bu bakımdan kâfirlere benzemek kabul edilemez bir durum ise, toplumsal anlamda kâfirlerin üstün olduğu bir toplumda yaşayanların ister istemez onların inkâr ve alaylarından dolayı dinden çıkmaları mümkün olabilecektir.

Mü’minlerin Allah'ın ayetlerinin inkâr edildiği ya da alaya alındığı bir ortamda veya toplumda kalamamaları ve yaşayamamaları onları kâfirlerden kesinlikle ayırmaktadır. Kâfirlerle birlikte yaşanabilmesini mümkün kılabilecek etkenin sadece mü’minlerin üstünlük sahibi olduğu durumlarda gerçekleşeceği açıktır. Tabi kâfirlerin üstün olduğu durumlarda ise, mü’minlerin değerlerine söz söylemeyerek, onların inançlarına karışmayarak -mü’minlerin inançlarının sadece inanmakla kalan bir şey olmadığını; bilakis hayatı tamamen kuşatan ve kendi isteği doğrultusunda bir yaşam oluşturma düşüncesini taşıdığını hatırlamamız gerekecektir- hoşgörü göstermeleri durumunda ise mü’minlerin kâfirlerle beraber yaşayabilmeleri mümkün olabilecektir. Fakat bunun gerçekleşebilmesi imkânsız denebilecek kadar oldukça zayıf bir ihtimal olduğu açıktır. Çünkü kâfirlerin üstün bir durumda iken birlikte yaşanabileceğini söyleyen kimselerin, İslam'ın genel özelliklerini dikkate almadan, İslam'ı sadece inanç boyutu olarak sınırlandırarak, İslam'ın hayatı dönüştürücü özelliğinin unutulduğu bir düşünce biçimine sahip olduklarını özellikle belirtmeliyiz.

Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlerin dünyada güzel bir şekilde yerleştirileceğinin söylenmesinin584 karşısında, yeryüzünde, gerçekten aciz olanların dışında, çaresiz kaldıklarını söyleyerek kendilerine yazık eden kimselerin neden hicret etmedikleri sorulmaktadır.585 Toplum içerisinde dinini yaşayamayanların mücadele etmeyi bırakarak, toplumun düzenine ayak uydurarak dini kimliklerinden sıyrılmaları nedeniyle onların bu yaptıklarının Allah'ın istemediği ve cezayı gerektiren bir davranış olduğunu görmekteyiz. Bu nedenle inananların kendilerini hiçbir şekilde yerleşik düzene uyum sağlamamaları gerekmektedir. Kendilerinin güçsüz ve yapacak bir şeyleri olmadığını söylemeleri ise geçerli bir mazeret olarak görülmemekte olup, yapmaları gereken şeyin dinlerini yaşayabilecekleri bir yere göç etmeleri olması gerekmektedir. Dolayısıyla

583 Fazlurrahman, İslam, Çev. Mehmet Dağ-Mehmet Aydın, Ankara Okulu Yay., 6.Bas., Ankara, 2000, s.64. 584 16/Nahl, 41.

inananların her şekilde Allah'ın istediği bir yapılanmaya sahip olmaları gerekmektedir. Değilse onlar o toplum içerisinde kalarak kimliklerini kaybedecekler ve o topluma uyum sağlamak zorunda kalacaklardır. Bu nedenle mevcut toplumun içerisinde belli bir güce sahip olunmadan yaşamanın bir anlamı olmadığını görmekteyiz. Bu şekilde yaşamak, ancak bir geçiş aşması olarak kabul edilebilir ve aşamanın sonunda ise mutlaka inananların istediği doğrultuda bir yaşamın oluşturulması gerekecektir. Dolayısıyla inananların yaşadıkları toplumda dinlerini yaşayabilmeleri için mutlaka kendi kimliklerini koruyabilecek bir yapılanmaya sahip olmaları gerekmektedir. Bu güçten yoksun kalmaları durumunda ise kendi kimliklerine sahip olabilecek bir yerlere göç etmeleri zorunlu olacaktır. İnananların toplum içerisinde mevcut topluma uyum sağlamalarının hiçbir şekilde kabul edilmemesi, inananların mutlaka mevcut toplumdan farklı ve güç sahibi olmalarını gerektirecektir.

Müslümanlar ve Yahudilerce kutsal kabul edilen Kudüs’ten, kıblenin Mekke’ye çevrilmesi, Yahudilerce iyi karşılanmamış,586 onların kıblenin değiştirilmesi sonucunda Müslümanlarla olan ilişkileri daha da bozulmuştur. Çünkü önceleri her iki din mensupları aynı yere yönelirlerken, mü’minlerin kendilerini Yahudilerden ayrılması gerektiği emri verilerek safların belirginleştirilmesi sağlanmıştır. Allah, bu değişikliği yapma nedeni olarak Peygamber’e uyanlarla uymayanların birbirlerinden ayırt edilmesi için yapıldığını belirterek, Yahudilerin kendi dini değerleriyle Müslümanların değerleri arasında bir seçim yapması gerekliliğini sunmaktadır. Böylece Müslümanlar ile Yahudilerin arasındaki ayrım inanç noktasında gerçekleşerek, kesinlikle bir gruplaşma ortaya çıkmaktadır. Burada söylememiz gereken nokta, mü’minlerin kendilerini diğer dini inançlardan ayırarak, kendilerine özel bir yapıya sahip olunma isteğinin gerçekleştirilmesinin, diğer inanç mensuplarınca hoş kabul edilmeyerek bir kutuplaşmanın ortaya çıkmasına neden olduğudur.587 Ehli Kitaba her türlü mucize getirilse de onların Peygamber’in kıblesine dönmeyecekleri gibi, Müslümanların kıbleleri dışındaki başka bir kıbleye dönmeyi de kabul etmeyecekleri; Peygamber’in de onların kıblesine dönmesinin mümkün olmaması ve

586 2/Bakara, 142, 143.

587 Yahudiler’in tepkilerinden daha önemli olarak kıblenin değiştirilmesinin Mekkelilerce nasıl yorumlanacağı

önem kazanmaktadır. Mekkeliler kıblenin Kâbe olmasıyla Mekke’nin Müslümanlar tarafından ele geçirilecek bir yer olarak değerlendirmesini yapmaları, onların Müslümanlardan ve Hz. Peygamber’den korkularının artmasına neden olacaktır. Ancak, kıblenin değiştirilmesinin Müslümanların hacları nedeniyle Mekke’nin ticaretini devam ettirme imkânını sunması bakımından, Mekkelilerin bu durumu kendileri lehlerine değerlendirmeleri ile Mekke’nin Müslümanlaşmasına yardım edebileceği düşüncesi olabilecektir. Cabiri, a.g.e., ss.140-141. Kıblenin değiştirilmesinin Mekke’nin hedef gösterilmesi şeklinde yorumlanması mü’minlerin yurtlarına dönmelerini zorunlu kılmakta ve Mekkeliler’le çatışmaya girmelerine neden olmaktadır. Ayrıca insanların maddi yönden desteklenmesinin insanları Müslümanlaştırmaya yardım edeceğinin bilinmesi de toplumsal çatışmalarda ekonominin önemini göstermektedir.

Peygamber’in kesinlikle onların arzularına uymaması gerektiği emri588 bu ayrımlaşma ve karşıtlığın gerçekten çok önemli bir boyutta olduğunu göstermektedir.

2.3.9. Müminlerin Toplumsal Yapılanmalarını Güçlendirmeleri

Belgede Kur'an'da toplumsal çatışma (sayfa 105-113)