• Sonuç bulunamadı

Bireysel Dini Düşüncenin Toplumsallaşması

Belgede Kur'an'da toplumsal çatışma (sayfa 52-55)

Dini tecrübenin kendisini gösterdiği üç geleneksel form vardır: Düşünce, eylem ve topluluk.231 Weber'e göre insan tabiatından gelen güdüler, bir şeyi değiştirmek için yeterli değildir. Bunların inanç ve zihniyet haline gelmesi, sonra da pratikte alışkanlıklar kazanması gereklidir. İnanç, psikolojik bir merkez olarak, hem direnme gücü, hem dinamik bir güçtür. Öncelikle bir zihniyet değişikliğine iterek faaliyete başlar. Zihni yapılarımızda meydana gelen, kutsal ile dünyevi olan arasında sınır yer değiştirmesi olarak başlayan zihniyet değişimi, hayata aktarılır.232 Her din bir takım inançlara dayanmaktadır. Öyle ki, bir takım temel inançlara dayanmadan bir din düşünmek imkânsızdır, bu inançlar o dinin ayrılmaz birer parçasını oluştururlar.233 Bu nedenle ilk olarak zihni düzeyde inandığı değerler ile dünyayı anlamaya başlayan insanın düşünce açısından kendisini tamamlamasıyla, inandığı şekilde davranışlarına etkide bulunduğunu, hayatını etkilediğini görürüz. Hiç bir dini sadece

227 Okumuş, a.g.e., s.130. 228 Okumuş, a.g.e., s.145. 229 Bahadır, a.g.e., s.98. 230 Okumuş, a.g.e., s.142.

231 Joachim Wach, “Dini Tecrübenin Topluluktaki Tezahürü”, Odaktaki Sosyoloji-Din Sosyolojisine Giriş

kitabının içinde, Çev. Bekir Zakir Çoban, Birey Yay., İstanbul, 2004, s.147.

232 Sezen, Sosyoloji Açısından Din, s. 90. 233 Günay, a.g.e., s.217.

bir takım tasavvurlar, fikirler ve inançlar toplamından ibaret saymak mümkün değildir. Aksine her din bir duygu ve davranış meselesi olarak da ortaya çıkmaktadır. Dinin biri inanç, ötekisi de davranış yönünü oluşturan bu iki temel unsur, gerçekte birbirinden ayrılmaz bir bütün oluşturmaktadır.234 Kutsal doğrudan algılanamayacağı ve tezahürlerinden ayrı bir şekilde yorumlanamayacağı için, onun ve dini tecrübenin diğer unsurları arasında üstesinden gelinemeyecek bir engel ortaya çıkar. İnanan, kutsal vasıtasıyla hayatta bir yön bulur ve kutsalın tezahürlerini iman sayesinde algılar; onun anlamlarını inançlar vasıtasıyla anlar ve dini pratikte ona yakın olarak yaşar. Bu nedenle pratiğe dönüşmeyen kutsalın bir anlamı yoktur; eğer inançlar kendini ortaya çıkarmıyorsa, kutsal, bilinmeyen ve bilinemeyen olarak kalmaya devam eder.235

Sosyal grup üyeleri arasında her şeyden önce, onları birbirine bağlayan aynı çıkarlar veya değerler ya da idealler söz konusudur ve grubun tüm faaliyeti temelde bu amacın gerçekleştirilmesine yöneliktir.236 Din, toplumu derinden ve geniş çaplı biçimde etkileyen, insan davranışlarını yönlendiren ve varlığını sürdürmesinin imkânlarını hazırlayan bir özelliğe sahiptir. Bağlılarına belli bir zihniyet yapısı, dünya görüşü, bir değerler ve semboller sistemi kazandıran din, inananları bir cemaat haline getirerek, doğal olarak bir sosyal organizasyonu gerçekleştirir ve bireyleri ortak bir ideal ve düşünce etrafında birleştirmektedir. Bu anlamda dinin şekillendirdiği hayat, kolektif hayatın en yoğun anlatımı ve en üstün biçimidir denebilir.237 Böylece din, bağlılarına belli bir zihniyet yapısı, dünya görüşü, bir değerler ve semboller sistemi kazandırdıktan sonra, onları bir şekilde örgütlemekte ve bir sosyal organizasyonu gerçekleştirmektedir.238 Bilinen bütün insan toplulukları içerisinde bir dine rastlandığı gibi, sosyal bir olay olmak sebebiyle sorunların, olayların ve çatışmaların bulunmadığı bir din de var olmamıştır. Çünkü dinin objektifleşip sosyalleşmesi yani bir topluma mal olması, bir cemaati ortaya çıkarması demek, dini

234 Günay, a.g.e., s.222, 224. Din sosyolojisi araştırmalarında kullanılacak yöntemlere bakıldığı zaman, bir

dine mensup kişilerin davranışlarına etki eden inançların neler olduğunun tespit edilmesi noktasının çoğu sosyolog tarafından önemle vurgulandığını görmekteyiz. A.e., ss.213-231. Bu bakımdan sadece düşünce anlamında kabul edilen, ancak insanın davranışlarına etki yapmayan bir dinin pek bir anlamının olmadığını genel anlamda söyleyebiliriz.

235 Cox, a.g.e., s.219, 212. 236 Fichter, a.g.e., s.147.

237 Yolcu, a.g.e., s.48. Durkheim’in yaptığı gibi dini salt sosyal boyutları ve işlevleriyle ele almak,

indirgemecilikle, dini daraltmakla eşdeğerdir. Din salt sosyolojik bir yan ürün değildir. Dinin kendine özgü bir mantığı, aşkın boyutları, beşeri olayları etkilemede büyük bir gücü bulunmaktadır. Okumuş, a.g.e., s.68.

olayların da belli ölçülerde ve karşılıklı olarak öteki sosyal, kültürel ve coğrafi değişkenlere bağlı bulunması demektir ki, bu durum bizi din ve toplum ilişkilerine götürmektedir.239

Din, insan ruhunun en karanlık noktalarına girerek, bir hayat anlayışı, hayat neşesi ve dayanma gücü verir. Böylece sosyal kurumları meydana getiren birimleri kaynaştırır.240 Din bir insan ve toplum gerçeğidir. Her nerede insan varsa orada din vardır. Dinden uzak bir zaman ve mekân yoktur. Sosyolojiye göre, ender de olsa bilinçli dinsiz bireyler bulunabilir; fakat dinsiz toplumlar görülmemiştir.241 İnsanlar arasında dinin sağladığından daha güçlü bir bağ yoktur. Bu dini bağ, kan bağını, komşuluğu ve işbirliğini kutsallaştırabilir ancak kaldırabilir de.242 Din toplumun birlik ve beraberliğine, ortak değerlerin oluşmasına, toplumsal düzenin meşrulaştırılmasına ve hissi anlatımlar için imkân sağlanmasına hizmet etmiş, bireyler ve gruplara kimlik kazandırmıştır.243 Sosyal bir fenomen olarak din, toplumda bütünleştirici bir görevde bulunarak toplumun devamına pozitif katkılar sağlar. Din, hem birey ile toplum ilişkisini, hem bireyle kurum ilişkisini ve hem de kurumsal ilişkileri bir bütünlük içinde düzenleme işlevi görür. Din, bütünleştirme işleviyle toplumsal dayanışmanın güçlü bir yapı taşı niteliğine sahiptir.244

Her dini davranış, daima hem bireysel bir eylem, hem de toplumsal bir eylemdir.245 Din, her ne kadar bugün bizlere kul ile Tanrı arasında kişisel bir ilişki olarak gösterilmek ve bununla sınırlandırılmak isteniyorsa da, gerçek anlamını ancak kendisine bağlı “cemaat”ta bulabilmektedir. Din, dini cemaata muhtaçtır ve dini bir dünyada yaşamak da dini bir birliğe bağlanmayı gerektirir.246 Tek bir bireyin inancı olarak kalan bir din, o kimse ile beraber karanlıklara gömülmeye mahkûmdur. Bu bakımdan, objektif yönünün, yani bir topluma mal olma ya da cemaat oluşturma özelliğinin, dinin en önemli temel özelliklerinden biri olduğu anlaşılmaktadır. Dinin, her şeyden önce kişisel bir özelliğe sahip olduğunu yani bireyin zihnine yerleşip kök saldığını kabul etmek ve sonrasında onun zorunlu olarak bireyler arası bir görünüme büründüğünü, böylece onda cemaat oluşturucu özelliğinin temel bir unsur olduğunu ifade etmek, belki ilk anda bir çelişki imiş gibi görünebilir. Bununla birlikte, bu çelişki, bu iki olgu arasında bir köprü vazifesini gören dinin, ortaya çıkması, yayılması,

239 Günay, a.g.e., s.211-212.

240 Sezen, Sosyoloji Açısından Din, s.73.

241 Sezen, İslam’ın Sosyolojik Yorumu, s.266; Günay, a.g.e., s.55, 202. 242 Wach, “Dini Tecrübenin Topluluktaki Tezahürü”, s.152.

243 Thompson, a.g.e., s.20.

244 Sezen, Sosyoloji Açısından Din, ss.73-80. Okumuş, a.g.e., s.72. 245 Wach, Din Sosyolojisi, s.55.

objektifleşmesi ve sosyalleşmesi gerçeği ile ortadan kalkmaktadır.247 Bu bakımdan dini tecrübenin temel ve doğrudan öznesi birey değil, bizzat dini topluluktur. Bu nedenle dini bir birliktelik şeklinin olmadığı hiçbir din yoktur.248 Tamamen bireyselliğe yönelik dinlerin varlığından söz edilemez. Hemen her dinin, toplumu doğrudan hedef aldığı görülmektedir. Her din toplum yapısında bir takım değişiklere gitmek, sosyal kurumlar ve bunlar arasındaki ilişkileri düzenlemek eğilimindedir. Örneğin Kur’an’da din, diğer anlamlarının yanı sıra sosyal hayatta uyulması gereken kurallar bütününü ifade etmek için de kullanılır.249

1.2.3. Ortaya Çıkan Yeni Dini Hareketin Geleneksel Toplumdan

Belgede Kur'an'da toplumsal çatışma (sayfa 52-55)