• Sonuç bulunamadı

Gelenek ile Yenilik Arasındaki Çatışma

Belgede Kur'an'da toplumsal çatışma (sayfa 47-52)

Durkheim’e göre insanlar düşüncelerini kendileri oluşturmamakta, toplum bireyleri zorlayarak onlar üzerinde bir güç oluşturmaktadır; bu nedenle de insanın kendini tam anlamıyla, ‘kendi başına’ oluşturmasının mümkün olmadığını belirtmektedir.193 Düşüncelerin, insanın çevresine verdiği tepkinin sonucunda oluştuğunu ve insanın doğası gereği etkiye açık olduğunu savunan Tracy’ye göre belli toplumsal koşullar, belli tarzda düşüncelere ve dünya görüşüne sahip olan belli türde bir birey yaratacaktır.194 Topluma katılmak, onun “bilgi”sini paylaşmak, daha doğrusu, onun yasalarıyla hemhal olmak demektir.195 Bu bakımdan insanın tercih yapma özelliğinin insanda bulunduğu; fakat bunu yaparken ancak yaşadığı toplumun ona sunduğu kadarıyla bunu yapabileceği; yani her şekilde, insan, ne kadar özgür olursa olsun toplum onu belli bir yöne doğru gitmesini zorlamakta ve şekillendirmektedir.196 “İnsanlar tarihlerini yaparlar, ama bu tarihi geçmişten devralınan belirli koşullar içinde yaparlar.”197 sözü bu düşünceleri daha iyi açıklamaktadır. Marx, insanın özünü tek tek her bireye içkin bir soyutlamaya indirgeyen yaklaşımları reddeder. Ona göre, insanın özünü oluşturan, toplumsal ilişkiler bütünüdür. Bu nedenle tek başına bir bireyin pek bir anlamı olmamaktadır;198 bunun için bireyi anlamadan önce toplumsal durumun çözümlenmesi gerekecektir.199

Kültür içerisinde olmak demek, özel bir nesnellikler dünyasını başkalarıyla paylaşmak demektir.200 Geldiğimiz toplumsal kökenler, hangi tür kararların uygun kararlar olduğunu düşünmemiz ile büyük ölçüde bağlantılıdır.201 W. Graham Sumner’a göre, geleneklerin egemen olduğu toplumlarda güçlü bir zorlama araçları vardır. Toplum bu zorlamaların

193 Kızılçelik, a.g.e., c.1, s.390. 194 Çelik, a.g.e., s.38.

195 Peter L. Berger, Kutsal Şemsiye-Dinin Sosyolojik Teorisinin Ana Unsurları, Çev. Ali Coşkun, 2.Bas.,

Rağbet Yay., İstanbul, 2000, s.58.

196 Poloma, a.g.e., s.92. 197 Hilav, a.g.e., s.195.

198 Marx, 1844 İktisadi ve Felsefi El Yazmaları, s.45.

199 Marx, maddi koşullar olgunlaşmadıkça devrimlerin gerçekleşmeyeceğini belirterek toplumsal durumun

önemine dikkat çekmektedir. Marx-Engels, Alman İdeolojisi Bölüm I, s.132, 137; Çelik, a.g.e., s.114.

200 Berger, a.g.e., s.47.

201 Giddens, a.g.e., s.6. “213 kişilik bir grup üzerinde gerçekleştirilen bir araştırmasının sonuç

değerlendirmesinde, anlam tecrübesinin kişiye özel bir süreçten ibaret olduğu vurgulanmıştır. Buna göre bir insanın anlamlı bulduğunu, bir başkası tamamen anlamsız bulabilmektedir. Anlam tecrübesi, içinde bulunulan koşullara bağlı olarak değişiklik arz eder. Çocukları olmayanlar için çocuk, ailesi olmayanlar için bir aile, en güçlü anlam kaynağıdır. Yukarıda dile getirilen bulgulara ilave olarak yaşanan gerçeklikten hareket ettiğimiz zaman, her insanda tabiatı gereği onu güdüleyen güçlü ve birinci derecede öneme sahip birtakım anlam kaynaklarının, bireysel yönelişi belirlediği sonucuna ulaşabiliriz.” Abdülkerim Bahadır, İnsanın Anlam Arayışı ve Din-Logoterapik Bir Araştırma, İnsan Yay., İstanbul, 2002, s.32.

oluşturduğu fikirlere göre yönelir.202 Bu nedenle objektif olarak yapılması düşünülen araştırmalarda, gözlemci bütün evvelki yargılarını ‘askıya alma’ya çalışsa bile, her bir şahsın, kısmen gözlemcinin bilincinde gizli olan kültürel, sosyal ve psikolojik anlayışları beraberinde getirdiklerinden dolayı bu askıya alma çabasının imkânsız olduğu vurgulanmaktadır. Bu anlayışlar, doğumundan beri onu etkilemiştir ve yaşadığı tarih dilimini yansıtırlar. Bu bakımdan bilim adamının belli bir ölçüde, kendi çağının düşüncelerine teslim olduğu kanaati ileri sürülerek, bu nedenle araştırmacıların araştırmalarına başladığı zaman, zaten onlardan etkilenmiş durumda oldukları belirtilmektedir.203 Önyargılı bir insanın devraldığı görüşler ile toplumdan edinilen bilgilerin şekil olarak bir farkının olmaması nedeniyle -çünkü doğrudan kanıt yerine söylentiye dayanmaktadır- toplumun kendini yenilemesinin, bilginin ortaya çıkmasıyla bile kolay kolay değişmeyeceğini görmekteyiz.204

Toplum içerisinde yaşamaktan kaynaklanan bir yaşamın şekillenmesi sürecinde insan ister istemez yaşadığı toplumun değerlerini kabullenerek kendisine sunulduğu çerçevede hayata bakabilmektedir. Böylece insanın toplumla olan bağı kültür edinme bağlamında güçlenmekte ve olayları değerlendirmesinde toplumun değerleri ölçüt konumunda bulunmaktadır. İnsanın toplumundan kazanmış olduğu bu hayat görüşü onu tüm yönleriyle etkilemektedir; çünkü onu oluşturan, düşüncelerini şekillendiren, olayları değerlendirmesindeki temel etken, yaşadığı toplumu olmaktadır. İşte bu noktada kişinin edindiği bu davranışların değişikliğe uğraması, yeni düşüncelerin kazanılmasında sürekli olarak geçmişten edinilen bilgiler ışığında bir değerlendirmenin olduğunu görmekteyiz. Bu nedenle insanların hayata bakışları saf bir şekilde olmamasından kaynaklanan bir sorunla karşı karşıya kalınmaktadır. Toplum kendini kontrol ederek, çeşitli kurallar koyarak toplumun devamını sağlar; fakat bu toplumun uyumunu bozan kişiler veya olaylar ortaya çıktığı zaman toplum bunu kabul etmeyerek mutlaka önlemini alacak ve çeşitli cezalandırmalara giderek bozulan durumu yok etmek için uğraşacaktır. Çünkü her düzen, kaosun etkin ve yabancı güçlerine karşı duran muazzam bir yapı engeli gibidir.205 Bu bakımdan toplum istediği şekilde olayları, durumları yönlendirir, müeyyide kor, kontrol eder ve kendisinin istemediği olay ve durumları gerek grup ölçütünde, gerekse bireysel

202 Kızılçelik, a.g.e., c.2, s.376.

203 James L. Cox, Kutsalı İfade Etmek-Din Fenomenolojisine Giriş, Çev. Fuat Aydın, İz Yay., İstanbul, 2004,

s.52.

204 Giddens, a.g.e., s.227. 205 Berger, a.g.e., s.62.

davranış düzeyinde cezalandırmalara gider.206 Bu nedenle toplumun yerleşik düzenine karşı getirilen tüm düşüncelerin mutlaka bir tepkiyle karşı karşıya geleceği önlenemez bir durumdur ve toplumun yapısını ve kurumlarını inkâr etmek, varlığın kendisini, yani eşyanın evrensel düzeninin varlığını ve sonunda bu düzen içerisinde yer alan insanın kendi öz varlığını inkâr etmek demektir.207 Bu bakımdan Comte’un evrim düşüncesinde, yenilik içgüdüsü ile muhafazakârlık arasındaki düşmanlığın kaçınılmaz olduğunu görmekteyiz.208

Yeni bir toplum modeli, yeni bir insan tipi, yeni ilişkiler ağı demektir. Her yenilik yeni sorunlar, yeni uyum güçlükleri doğurur ve her doğum sancılıdır.209 Yerleşmiş bir toplumun değerlerine karşı çıkmak çok tehlikeli bir durumdur; çünkü insanlar o toplumun değerlerinden oluşmuştur. Eğer birileri o insanların değerlerini ellerinden alırsa, o insanların hayatları da yok olacaktır; çünkü çatışma temel bir değer üzerine geliştiğinde, toplumsal grubun varlığını tehdit edebilir.210 “Dini bakımdan yasallaştırılan bir toplum düzenine karşı gelmek, karanlığın ilkel güçleriyle sözleşme yapmak demektir.”211 sözü, din kadar, yerleşik düzene karşı çıkmak bağlamında da nasıl bir durumla karşılaşılacağını bize çok güzel göstermektedir. Tabi burada doğruyu kabul etmek de önemlidir; çünkü insan eskiyi bırakıp da yeniyi kabul ettiğinde yeni bir yaşamla karşı karşıya olduğunu bilecek ve yeni bir gelişim sağlayacaktır. Fakat yeni ortaya çıkan hareketlerin birçok şeyi göze almış olması gerekmektedir.

Yerleşmiş inançları, davranışları her şeyiyle kabul etmeyerek yeni bir oluşumun içerisine girmek, o toplum tarafından büyük bir tepkiyle karşılacağı aşikârdır. Bu nedenle yeni hareketlerin bu mücadeleyi göze alarak ortaya çıkması gerekmektedir. Bu durumda yeni hareketlerin potansiyel olarak içerisinde çatışma düşüncesini barındırdığını göstermektedir. O halde mevcut duruma karşı geliştirilen her düşünce birçok düşman edinmiştir ve bunu yaparken de bilinçlidir. Bu bakımdan yeni toplumsal hareketler bir yandan birbirleri ile rekabet ederken, diğer yandan geleneksel düzenle ve toplumun bizzat kendisi ile de mücadele etmek zorundadırlar.212

206Berger, a.g.e., s.48.

207 Berger, a.g.e., s.63. “İşlevselciler toplumu mükemmel ve tamamlanmış bir sistem olarak görmeyi

yeğlerken; çatışma kuramcıları, toplumu, çeşitli mücadelelerin ortaya çıktığı bir savaş meydanı olarak görme eğilimindedir.” Poloma, a.g.e., s.132.

208 Kızılçelik, a.g.e., c.1, s.134. 209 Arslantürk, a.g.e., s.418. 210 Poloma, a.g.e., s.104. 211Berger, a.g.e., s.83.

212 Recep Şentürk, Yeni Din Sosyolojileri, Gelenek Yay., İstanbul, 2004, s.62. Toplumsal hareketlerin

sınıflandırılmasında Anthony Giddens, en iyi ve geniş bir sınıflamanın David Aberle tarafından geliştirilmiş olduğunu belirtmektedir: “David Aberle, dört tür hareket ortaya koymuştur. 1-Dönüştürücü hareketler,

İKİNCİ BÖLÜM

1.2. DİN SOSYOLOJİSİ AÇISINDAN TOPLUMSAL ÇATIŞMANIN OLUŞUM SÜRECİ

1.2.1. Dinin İnsan Hayatına Anlam Kazandırması

Zihniyetin oluşumu, insanın iç dünyasıyla, iradesi ve düşüncesiyle doğrudan ilişkilidir. Yani insanın, toplumun ve tarihin yönünü belirleyen insanın iç dünyası olmaktadır. İnsanın iç dünyası onun amaçlarını belirlemekte, bu amaçları belirleyen de insanın kabul ettiği üstün değer yargıları olmaktadır. Amaçlar, insanın dünya görüşüne biçim ve anlam kazandırmaya yarayan özel ruhsal yeteneklerin seçimini, şiddetini ve eylemlerini de etkilemektedir. Bir insanın yaşama biçiminin, hareketlerinin, davranışlarının ve dünya görüşünün o insanın amacı ile ne derece ilgili olduğu açıktır.213 Tracy, insanın davranışıyla sahip olduğu fikirler arasında tek yönlü bir nedensellik ilişkisi öngörür. Buna göre, insanın davranışına yön veren şey savunduğu fikirlerdir.214 İnsanların hayatına amaç ve anlam kazandıran en önemli unsurlardan biri de dindir; insanlar dine dayanarak, eşyaya, tabiata, sosyal olaylara karşı bir tavır ve tutum içine girerler.215 Her din belli bir ruh ya da zihniyeti de beraberinde getirmektedir. Her dinin, o din mensuplarınca paylaşılan karakteristik bir tutumu, bir dünya görüşünü ve bir hayat anlayışını da beraberinde getirdiğini ifade etmek mümkündür.216 Bu bakımdan insanın dünyaya bakışında ve amaçlarını belirlemesinde dinin de, bir dünyayı anlama ve kendini o dünyada belli bir yere yerleştirme modeli olarak fonksiyon üstlendiğini görmekteyiz.217 Böylece din, sadece insanların birliğini sağlayan inanç ve uygulamalar meydana getirmekle kalmaz, aynı zamanda insanların, dünyayı yorumlayabileceği “anlama kategorileri” ortaya çıkarır.218 Dinler insana kendisi ve evren hakkında bir görüş getirir.

toplumdaki geniş kapsamlı, yıkıcı ve çokluk şiddete dayanan değişmeleri hedefler. 2-Reformcu hareketler, var olan toplumsal düzeni sadece kimi yönlerden değiştirmeyi amaç edinir. Bunlar belirli türden eşitsizlik veya adaletsizliklerle ilgilidir. Dönüştürücü ve reformcu hareketlerin her ikisi de, ilk olarak, toplumda değişiklik sağlamaya yöneliktir. Aberle'nin diğer iki tipi özellikle bireylerin görünüşlerini veya çevrelerinin değişmesini ele alır. 3-Kurtarıcı hareketler, değersizleşmiş gibi görülen yaşamdan insanları kurtarma yolları arar. Pek çok dini hareket bu kategoridedir, bu hareketler şimdiye kadar kişisel kurtarma üzerine yoğunlaşmışlardır. 4-Değiştirici hareketler bireylerde kısmi bir değişikliği sağlamayı amaçlar. Bunlar, insanların çevrelerinde tümüyle bir değişim ortaya koymayı amaçlamaz - ama bunlar belirli özellikleri değiştirmeyle ilgili hareketlerdir.” Giddens, a.g.e., s.541.

213 Mehmet Yolcu, Kur’an’ın Zihniyeti Değiştirmesi, Denge Yay., 2.Bas., İstanbul, 2005, s.59. 214 Çelik, a.g.e., s38.

215 Okumuş, a.g.e., s.70.

216 Ünver Günay, Din Sosyolojisi, 3.Bas., İnsan Yay., İstanbul, 2000, s.231. 217 Mardin, a.g.e., s.30.

218 Ian Thompson, Odaktaki Sosyoloji-Din Sosyolojisine Giriş, Çev. Bekir Zakir Çoban, Birey Yay., İstanbul,

İnsan onlarda kendinin var oluşu ve evrendeki yeri hakkında bir bilgi şeması bulur. Böylece bir din insanın temel problemlerini belli bir açıdan açıklayan bir sistemdir. Hiçbir fikir, ideoloji dinin yerini tutamaz ve onun gösterdiği etkiyi yapamaz. Din soyut düşüncelerden ibaret değildir; o bütün hareketlerimizde, eşya ile ilişkilerimizde kendini göstermektedir.219

Din, toplum bireylerinin hayatını, onları içeren, ama aynı zamanda aşan mutlak anlamlar ve değerlere göre düzenler.220 Din, bireysel ve toplumsal yanı bulunan, fikir ve eylem açısından sistemleşmiş olan, inananlara bir yaşama tarzı sunan, onları belli bir dünya görüşü etrafında toplayan bir kurumdur. O, bir değer koyma, değer biçme ve yaşama tarzıdır.221 Din, insana, neye ne derece ulaşabileceğini açıkladığı gibi, hayatın asıl amacı ve hedefi ya da kaderin anlamı gibi pek çok kapalı konularda dindarı aydınlatır.222 Geertz, bir semboller sistemi olarak kabul ettiği dinin, insana bir dünya görüşü ve hayat anlayışı sağladığını ve bu şekliyle insan davranışlarını yönlendirmek suretiyle fonksiyon gördüğünü düşünmektedir.223

Din tarih boyunca insan deneyiminin merkezinde yer almış, yaşadığımız çevreyi algılama biçimini ve bu çevreye verdiğimiz tepkiyi etkilemiştir.224 Her çeşidi ile kişinin toplum karşısındaki tutumu ve dinin toplumsal ilişkiler ve kurumlar üzerine olan etkisi, büyük bir kısmıyla dini grubun akideleri, ibadetleri ve sosyal yapısını etkilemiş olan zihniyete bağlıdır. Belli bir toplumun içerisinde, insanlar arasındaki ilişkiler, bu ruh tarafından belirlenmiş bulunmaktadırlar. Evlenme, aile, akrabalık ve devlet gibi kurumlar merkezi dini tecrübenin ışığında anlaşılır ve bir toplumun ideali ona göre şekillenir.225 Berger’e göre, bazı kültürlerde din, gerçekten de tüm evreni insanca anlamlı olarak kavrama girişiminde bulunarak “tümüyle kuşatıcı kutsal düzen” kavramlaştırmasına dayanır. Örneğin Mary Douglas, yazısız insanların kültürel düşüncelerinin bileşik olduğunu, onların tüm deneyimlerinin tüm bağlamlarının birbiriyle kesiştiğini ve birbirine nüfuz etiğini vurgulayarak onların neredeyse tüm deneyimlerinin dinsel olduğunu belirtir.226 Arkaik toplumun dünyalarının din dışı eylem diye bir şeyi tanımadıkları, belli bir anlamı olan her

219 Yümni Sezen, Sosyoloji Açısından Din, Marmara Üniv. İlahiyat Vakfı Yay., 2.Bas., İstanbul, 1993, s.77. 220 Okumuş, a.g.e., s.73.

221 Aydın, a.g.e, s.5. 222 Bahadır, a.g.e, s.35. 223 Günay, a.g.e, s.215.

224 Giddens, a.g.e, s.462; Yümni Sezen, İslam’ın Sosyolojik Yorumu, İz Yay., İstanbul, 2004, s.267.

Logoterapinin insana, değişken anlam imkânları sağlaması bakımından önemli bir işlev görmesine karşılık din, kalıcı anlam imkânları noktasında insanı çok daha derinden etkilediğini görmekteyiz. Bahadır, a.g.e, s.39.

225 Joachim Wach, Din Sosyolojisi, Çev. Ünver Günay, Marmara Üniv., İlahiyat Fakültesi Yay., İstanbul,

1985, s.81.

eylemin, örneğin avlanma, tarımcılık, oyun, çatışma, cinsellik gibi konuların söz konusu topluluklarda şu veya bu şekilde kutsal olana bağlandığını görmekteyiz.227 Aynı şekilde İslam’ın da sadece bir ibadetler bütününden ibaret olmayıp, aynı zamanda bir hayat tarzı, bütünsel bir hayat görüşü ve hukuki bir temel sunması, dinin insanın hayatını tüm yönleriyle etkilemesini göstermesi açısından önemli bir örnektir.228 Bu nedenle din, hayata anlam katan sistemlerin başında gelir. Her dinin en temel amacı; insanları “kurtuluşa” ulaştırmaktır. Din; henüz ulaşılmamış, ancak ulaşılmak istenen en yüce amaçlara işaret ederek insanı bu amaçlar üzerinde düşünmeye ve onları gerçekleştirme yolunda aktif olmaya yönlendirir. Dünya hayatını düzenlemeye yönelik hedefler göstermesi yanında, ölüm sonrası hayatı da garantileyecek hedefler sunması, dini amaçları diğer amaçlara göre daha üstün ve değerli kılar. Din bir taraftan insan ilişkilerini düzenlemeye yönelik amaçlar belirlerken, diğer taraftan da insanın inancı ve dolayısıyla da Tanrısı ile ilişkilerini düzenlemeye yönelik amaçlar sunar.229 Bu nedenle dinler tabiatları gereği toplumun bütün yönlerini, bütün kurum ve kuruluşlarını etkisi altına alabilecek özellikler taşır.230

Belgede Kur'an'da toplumsal çatışma (sayfa 47-52)