• Sonuç bulunamadı

İslam'da Savaş

Belgede Kur'an'da toplumsal çatışma (sayfa 162-174)

Antlaşmalarını bozan, inananları yurtlarından çıkaran ve mü’minlere saldıranlara karşı mü’minlerin Allah yolunda savaşmaları emredilmektedir.803 İslam'da mü’minlerin savaşmalarının geçerli olmasının temelinde haksızlığa uğramak vardır. Mü’minlere savaş izni verilmesinin nedeni zulme uğramış olmalarından dolayıdır. Değilse insanlara sadece Allah'a inanmıyorlar diye savaş açmak İslam'a göre doğru değildir.804 İnsanların küfürlerinin savaş sebebi olamaz, Hz. Peygamber’in savaşları bu nedenle asla saldırı savaşları olmamıştır. Bu bakımdan İslam’daki savaşın, koruma-savunma/koruyucu savunma türü bir savaş olduğu vurgulanmaktadır. Kur'an, savaşın ancak savunma amacıyla yapılmasını kabul ettiğinden dolayı savaşa katılmayan kişileri şiddetle kınamıştır; çünkü onlar kendi toplumlarını korumayarak toplumu düşmana karşı savunmasız bırakmışlardır.805 Hz. Peygamber’in isteğini barışla gerçekleştirmek istediği, bu nedenle mutlak suretle savaşmak arzusunda olmamış; ancak sadece savaş kaçınılmaz olduğu zaman savaşmıştır.806 Bu bakımdan Kur'an, tevhid ve adalete düşman olmanın dışında Allah yolunda savaşmayı meşru kılmamakta ve İslam'ın tebliğ edilmesinin önüne çıkacak tüm engellerin ortadan kaldırılmasının zorunlu kılmaktadır.807

Zulme uğramalarının nedeni ise, sadece “Rabbimiz Allah'tır” demeleridir. Bunun üzerine kâfirler onları yurtlarından çıkarmışlardır.808 Mü’minlerin toplumsal yapı içerisinde sadece kendilerini ilgilendirmesi bakımından İslam'ı seçmeleri çatışmanın çıkması için yeterli değildir. Mü’minlere zulüm yapılmasının nedeni onların imanının toplumu

803 8/Enfal, 39; 9/Tevbe, 5, 12-13, 36, 73, 123; 66/Tahrim, 9. Kur'an'ın Müslümanlara emrettiği savaşı amacı

itibariyle incelendiğinde, bunun başlıca üç şekilde gerçekleştiği söylenilmektedir: 1. Meşru Müdafaa Savaşı, 2. Yardım Maksadıyla Yapılan Savaş, 3. Mevcut Bir Savaşın Devamı Olarak Yapılan Savaş. Ateş, a.g.e., s.290, 293.

804 İslam dünyasındaki geleneksel savaş anlayışının, yani insanlara küfürlerinden dolayı savaş açmanın zorunlu

olduğu anlayışın nasıl olduğu ve İslam'ın ilk dönemlerinde Ehli Kitaba yumuşak bir üslup kullandığı, ancak Medine döneminde Ehli Kitabın ve müşriklerin ters davranışları nedeniyle bu üslubun sertleştirilerek onlarla savaşılmasının emredildiği; bu nedenle bu savaş ayetlerinin o dönemin şartlarıyla ilgili olduğu için tüm dönemler için geçerli bir hüküm olmadığına dair bkz: Mustafa Öztürk, “Kur’an’a Göre ‘Öteki’nin Konumu”, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları, Ankara Okulu Yay., Ankara, 2004, ss.146-164.

805 Şimşek, a.g.e., ss.289-293; Ahmet Yaman, İslam Devletler Hukukunda Savaş, Beyan Yay., İstanbul, 1998,

ss.54-55, 90-92. Ateş, ss.242-266; 306-307.

806 Fazlurrahman, İslam, s.66. 807 Güler, a.g.m., ss.45-49. 808 22/Hac, 39-40.

değiştirme gibi bir amacının olmasıdır. Bu nedenle toplumdaki dengeleri bozan böyle bir iman, topluma hâkim olanlar tarafından kabul görmeyecektir. Üstelik bu imana sahip olanlara karşı çatışma içerisine girilmesine neden olacaktır. Mü’minler de kâfirlerin kendilerine karşı çatışmayı başlatmış olmalarından dolayı onlara karşılık vermektedirler. Kur'an'ın nüzulü sürecinde savaşın meşru kılınma seyrini incelendiğinde, ilk dönemlerde savaşa izin verilmediğini, ancak belli bir süre sonra bunun istenmeyen ama aynı zamanda kaçınılmaz bir olgu olduğundan hareketle gerekli düzenlemelerin yapılmış olduğu vurgulanmaktadır.809

Tabi şunu unutmamak gerekir ki, kâfirlerin yerleşik yapılarını göz önüne aldığımızda, toplumun dengelerini bozmaya çalışan taraf mü’minler olduğu için, çatışmayı başlatan asıl tarafın mü’minler olduğunu söylemeliyiz. Fakat mü’minler kendi istekleri doğrultusunda bir çatışma çıkarmamaktadırlar; bilakis doğrunun, iyinin ve ilahi olanın hâkim olması, zulmün, haksızlığın ve şirkin ortadan kalkması için çatışmayı başlatmışlardır. İslam'ın şiddet dini değildir; çünkü İslam'ın hedefinin yeryüzünde adil ve barışçı bir düzen kurmak istemesinden dolayı ahlak düzenini kurmak için şiddet yolunu takip etmeyecektir; ancak böyle bir düzen şiddet kullanılmadan kurulamayacaksa, çatışmadan kaçınmayacaktır.810 Bu nedenle müminlerin çatışmayı başlatmış olmalarının haklı bir sebebi var iken, kâfirlerin çatışmayı başlatmaları tamamen kendi çıkarlarını devam ettirmek içindir ve onların çatışmaları bu yüzden haklı bir temele dayanmamaktadır.

Allah, Bedir Savaşı’nda düşmanı öldürenin mü’minler değil kendisinin olduğunu belirtmektedir.811 Bu durumda mü’minlerin savaşının Allah tarafından haklılaştırıldığı görülmektedir. Aynı zamanda bu savaşlarında Allah'ın bizzat savaştığı söylenilerek, aslında savaşan mü’minlerin savaşmadığı; yani savaşan mü’minleri temsil olarak bu eylemi Allah üstlenmektedir. Bunun sonucunda da mü’minler, kendilerinin yaptıkları her hareketin bizzat Allah tarafından yönlendirildiğinin bilincinde olarak yaşamlarının her alanında bu durumu hissetmeleriyle güçleri artmaktadır.

İbn-i Haldun bir topluluğun içinde bir topluluğun (asabiyet) üstünlük sağlamasıyla, tabiatı gereği başka topluluklara (asabiyetlere) üstünlük sağlamak için çatışmaya gireceğini, bu durumun devlet olma gücünü sağlanıncaya kadar devam edeceğini söylemektedir.812 Yani İbn-i Haldun’a göre çatışmanın nedeni savunma ya da haksızlığa uğrama amaçlı değil;

809 Ateş, a.g.e.,ss.235-241.

810 Fazlurrahman, İslam ve Siyasi Aksiyon, s.22. 811 8/Enfal, 17.

tamamıyla güç sahibi olmak, devlet kurmak amaçlıdır. Ancak İbn-i Haldun çatışmaların ve savaşların asıl sebebinin insanlardan intikam almak için olduğunu söyleyerek bunun sebeplerini şu şekilde sıralamaktadır: 1. Kıskançlık, çekişme ve rekabet; 2. Düşmanlık; 3. Allah ve din için kızmak; 4. Hükümdarlık için kızmak ve onu kurmaya çalışmak. İbn-i Haldun ilk iki savaşın zulüm ve fitne için olduğunu, son ikisinin ise cihad ve adalet için olduğunu söylemektedir.813 Bu nedenle savaşların sadece devlet kurma amaçlı olmadığı, bu amaçla bile olsa devletin İslami bir nitelik taşıması nedeniyle dünyevi amaçlı olmadığı sonucu çıkmaktadır. Ayrıca Allah ve din için kızılmasıyla yapılan savaşların olduğunu söylemesiyle de savaşların ilahi bir boyutunun olduğunu vurgulamaktadır.

Mü’minlerin, Allah'ın izniyle düşmanlarını öldürdükleri,814 savaşmalarının da Allah'ın mü’minler vasıtasıyla onları cezalandırmasının göstergesi olduğu belirtilmektedir.815 Değilse mü’minlerin tüm savaşlarında kâfirlerle çatışmalarında, kâfirleri öldürmelerinin kendi istekleri ve çıkarları doğrultusunda gerçekleştiğini söylemek mümkün değildir. Bu bakımdan mü’minlerin kâfirleri öldürmelerinin Allah'ın izniyle gerçekleşmiş olmasıyla, mü’minlere Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla insan öldürebilme izni verildiğini görmekteyiz. Aynı zamanda mü’minlerin savaşlarının haklılaştırılması boyutu da gerçekleşmiş olmaktadır; çünkü mü’minlerin savaşları Allah'ın izniyle gerçekleşmektedir. Böylece mü’minlerin kâfirlerle olan çatışmaları meşru bir sebebe dayanmış olmaktadır. Üstelik savaş yapma ve kâfirleri öldürme Allah'ın yeryüzündeki temsilcileri olan mü’minler tarafından yapılması çatışmalarda mü’minlerin önemli bir fonksiyon üstlendiklerini göstermektedir.

Allah dilemeseydi, kendilerine açık deliller geldikten sonra bazı toplumların birbirleriyle savaşmayacakları belirtilmektedir.816 Fakat Allah onların savaşmalarını dilemiştir. Demek ki, Allah'ın insanlar için kötülük istemeyeceğini göz önünde bulundurursak, savaşmak o insanlar için en geçerli yoldu. Savaşmak bu anlamda bazı toplumlar için zorunlu olmaktadır. Bu bakımdan insanların şartlar gerektirdiği zaman savaştan kaçmalarına gerek yoktur.

Mü’minlerin tedbirlerini alarak bölük bölük veya topyekûn savaşmaları istenmektedir.817 Yani savaş yapmak kaçınılmaz ise, duruma göre toplumun bir bölümü

813 İbn-i Haldun, a.g.e., c.1, s.360. 814 3/Âl-i İmran, 152.

815 9/Tevbe, 14, 52. 816 2/Bakara, 253. 817 4/Nisa, 71.

savaşması gerektiği gibi, gerektiğinde de toplumun tümünün tüm olanaklarıyla savaşmaları gerekmektedir. Bu nedenle düşmanın yapacaklarına karşı önceden tedbirli olmak da önemli bir husus olduğu açıktır. Çünkü tedbirli olunmazsa İslam toplumunun yenilgisi de kaçınılmaz olacaktır. Bu bakımdan mü’minlerin her zaman ya da ortamın bozuk olduğu durumlarda (ne zaman mü’minler büyük bir güç elde ederek İslam toplumunu çok büyük bir noktaya getirdikleri vakit, o zaman kâfirlerin elleri kolları bağlı kalacak, toplumun düzenini bozamayacaklardır.) kâfirlere karşı önlemlerini almaları gerekecektir ki, bu durum da çatışmanın her zaman olabileceği ihtimalinin kabul edilmesi anlamına gelmektedir.

Mü’minlerin düşman karşısında başarılı olabilmeleri için sabredilmesi, sebat gösterilmesi, düşmana karşı hazırlıklı ve uyanık olmaları ve Allah'tan korkmaları gerektiği bildirilmektedir.818 Düşmana karşı hazırlıklı ve uyanık olunması emri verilmesi mü’minlerin eli kolu bağlı bir şekilde hiçbir zaman kalmamalarını gerektirdiği için, sürekli olarak bir çatışma potansiyelinin mevcut olduğu izlenimini vermektedir. Çünkü düşmanların mü’minlere kaşı her an bir şey yapabilme ihtimalinin bulunması, mü’minlerin de bu duruma karşı önlem almalarını gerektirmekte, böylece de sürekli olarak bir çatışma atmosferinin oluşması gerçekleşmektedir.

818 3/Âl-i İmran, 200; 8/Enfal, 45.

SONUÇ

Toplumun insanlar için ne kadar önemli olduğunu göz önüne aldığımızda, toplumların insan hayatındaki yerinin değeri de ortaya çıkmaktadır. Bu bakımdan toplumlarda ortaya çıkan çatışmalar, toplumun düzenini ve yapısını değiştirmesi açısından değerlendirildiğinde toplumsal değişme açısından çok önemli bir konumda olduğunu görmekteyiz. Çatışmalar toplum içerisinde yaşamadan kaynaklandığı için çatışmaların en önemli yönünü insanlar arası ilişkiler belirlemektedir.

Toplumsal çatışmalarda insanların birey olarak kendi çıkarlarını düşünmesi çatışmaların ortaya çıkmasına neden olmakta; fakat bu çatışmalar toplumdaki düzeni çıkar sağlamak için bozması nedeniyle toplumsal yapı tarafından haksız bir oluşum olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle bireysel isteklerin toplumsal yapıyı bozmasına engel olmak ve toplumsal düzeni sağlamak için bu kişilerin topluma uymaları için zorlanmaları gerekmesinden dolayı çatışmalar gerçekleşmektedir.

Toplum hayatında insanların farklı düşüncelere sahip olmaları çatışmalara neden olmaz iken, bu farklılıkların farklı bir şekilde dönüşüme uğrayarak çatışmalara neden olduğunu görmekteyiz. Farklılıkların çatışmaya dönüşmesinde en önemli etkenler toplumun yapısını değiştirmek için çıkmaktadır. Bu bakımdan insanların kurguladıkları yeni toplum yapısı ile mevcut toplum yapısı arasındaki uyumsuzluk nedeniyle, yeni düşüncelerin mevcut toplumsal yapı tarafından kabul görmemesi çatışmaların ilk aşamasını oluşturmaktadır.

Toplumsal anlamda çatışmaların ortaya çıkması bu anlamda mevcut toplumsal yapıdaki tüm değerlerin, geleneklerin, statülerin, haksızlıkların değişmesi anlamına geldiği için, çatışmayı başlatan tarafın kendisine karşı konumlandırdığı karşı bir taraf oluşmakta ve böylece çatışmanın geçekleşebilmesi için tüm şartlar olgunlaşmaktadır. Toplumdaki değişimin sağlanabilmesi için toplumda çatışmalar ortaya çıkarak, mevcut toplum istenilen şekilde değiştirilme girişimleri başlamış olmaktadır. Toplumdaki çatışmaların toplumları geliştirerek, sürekli ileri götürmesi düşüncesinin olması da, toplum içerisinde çatışmaların hiçbir zaman bitmemesine neden olmaktadır.

Dinler, insanların düşüncelerini değiştirmekte ve bu düşüncelerin insanların hayatlarını kuşatması için onları etkilemektedir. İnsanlar bu dini değerleri kabul etmeleriyle birlikte, bu değerler davranışlara yansımakta, daha sonra toplumsal anlamda bu davranışlar toplumda yerini almaktadır. Böylece dinlerin toplumda belirli bir konum elde etme isteği, toplumdaki

yerleşik yapıyla uzlaşamamasına neden olmakta ve sonuçta çatışmalar gerçekleşmektedir. Aynı şekilde inananların mevcut yapıda dinlerinin emirlerini gerçekleştirememeleri ve mevcut toplumun sahipleri tarafından engellenmeleri de çatışmaların çıkmasına neden olmaktadır. İnananların yaşantılarının engellenmesinin nedeni, onların inançlarının toplumdaki yapıyı değiştirme düşüncesinde aranması gereklidir. Aksini düşünecek olursak toplumun mevcut toplum yapısıyla bir ilgisi olmayan ve onu değiştirmeyi amaçlamayan dini düşüncelerin, çatışmaları ortaya çıkarmasının mümkün olmadığını görmekteyiz. Bu nedenle bireysel anlamda yaşanılmaya çalışılan dinlerin hiçbir zaman tehdit olarak görülmemesi nedeniyle toplumsal çatışmalar ortaya çıkmayacaktır.

Dini düşüncelerin insanları yönlendirmesiyle ortaya çıkan çatışmaların inananlar tarafından dini bir şekilde değerlendirilmesi ile çatışmaların niteliği de değişerek, dünyevi bir amaç olmaktan çıkarak kutsallık kazanmaktadır. Böylece toplumsal çatışmalar dini bir niteliğe sahip olmasıyla çatışmaların haklılaştırılması da böylece sağlanmış olmaktadır. Ancak dinlerin çatışmaları haklılaştırması ya da meşrulaştırması nedeniyle bazı çıkar sahipleri tarafından bu durumun kullanılarak, çatışmalar dini bir özellik arz etmemesine rağmen, çıkar amaçlı çatışmalar dini bir renge bürünerek dini çatışmaların istenilmeyen bir şekilde dönüştürüldüğünü görmekteyiz. Bu nedenle dini çatışma olarak ortaya çıkan çatışmaların arkasında çok farklı nedenlerin olması, bu çatışmaların haklılığını tespit etmek için çok kapsamlı bir şekilde değerlendirilmelerini zorunlu kılmaktadır.

Dinlerin istediği gibi bir topluma kavuşmalarıyla birlikte, toplumsal yapının dini bir nitelik taşıması sonucunda, bu toplumda ortaya çıkan değişiklik oluşturma düşünceleri toplumsal yapı tarafından kabul edilmemektedir. Dinler isteği doğrultusunda bir yapıyı elde ettikten sonra, bu yapının bozulmaması için elinden gelen her şeyi yapmakta ve yapısını korumaya çalışmaktadır. Bu nedenle dinlerdeki farklı düşünce ve yapılanma şeklinde ortaya çıkan gruplaşmalar ve mezheplerin toplumsal çatışmalara neden olması açısından önemli bir konumda olduklarını görmekteyiz.

Kur'an, insanların düşüncelerini kendi isteği doğrultusunda şekillendirmekte, bu düşüncelerin hayatlarına yansımasını isteyerek toplumsal anlamda kendi emirlerini uygulatmaya çalışmaktadır. Bu bakımdan Kur'an'ın temel amacı insanı ve toplumu Allah merkezli bir yaşamla tanıştırarak onların değişmelerini sağlamaktır. Kur'an bu amaçla ilk olarak insanların düşüncelerini etkileyerek değiştirmekte ve daha sonra inananlar bu düşünceler ile hayata bakarak toplumun yapısını ilahi yönde dönüştürmek için mücadeleye girmektedirler. Kur'an bu mücadelede inananları birçok yönden teşvik etmekte, onların

mücadelelerinde zayıflık göstermemeleri için onları desteklemekte, onları cesaretlendirmektedir. Böylece inananlar bu bilinçle yola koyularak önlerinde hiçbir engel tanımamaktadırlar.

Kur'an toplumda inanmayanları yani kâfirleri göz önünde bulundurarak, kâfirlerin yapılanmalarını mü’minlere göstermekte ve kâfirlerin bu yapılanmalarının mü’minler tarafından kabul edilmemesini bildirerek, kâfirlerden farklı olduklarını göstermekte ve bu nedenle kâfirlerden uzaklaşmalarını sağlamaktadır. Bunun sonucunda inananlar ile kâfirler arasında karşıtlık düşüncesinin oluşmasıyla çatışmanın temelleri oluşmaktadır. Bu sırada Kur'an, mü’minlerin kendi içlerinde sağlam bir yapı oluşturmalarını sağlayarak, mücadelelerinin en iyi bir şekilde geçmesi için onlara yol göstermekte ve sistemli bir şekilde çatışma stratejisi belirleyerek çatışmanın hangi temeller üzerine oturacağını belirlemektedir. Böylece inananların toplumdaki değişikliği gerçekleştirmeleri için tüm bilgiler, işaretler gösterilerek toplumun ilahi yöne doğru dönüştürülme mücadelesi de başlamış olmaktadır.

Kur'an'ın toplumda mü’minler aracılığıyla başlattığı değişim birçok sorunlarla karşılaşmaktadır. Toplumdaki mevcut yapı Kur'an'ın istediği şekilde bir dönüşümü kendi açılarından tehlikeli görmeleriyle taraflar birbirleriyle çatışmaya girmektedirler. Toplumun Kur'an'ın getirdiklerini kabul etmemesinde bireysel anlamda olumsuz özellikler onları etkilediği gibi, mevcut geleneklerin insanları etkili bir şekilde yönlendirmesi, onların kişiliklerini etkilemekte ve doğruyu kabul etmelerinde zorluk çıkartmaktadır. Bu bakımdan insanların doğru olarak sadece kendilerini ya da geleneklerini kabul etmeleri toplumsal çatışmaların devam etmesine ve de şiddetlenmesine neden olmaktadır.

Kur'an toplumda eşitlik prensibini getirerek toplumdaki tüm haksızlıkların önüne geçmek istemektedir. Bu anlamda toplumdaki konumlarını eşitsizlik ve haksızlık üzerine oturtmuş bulunan çıkar sahipleri, çıkarlarının kaybolmaması için çatışmaya girmektedirler. Bu nedenle onlar güçlerini kullanarak İslam'ın topluma hâkim olmasının önünde durmakta ve mü’minlere birçok yaptırım uygulamaktadırlar. Bu bakımdan çatışmalar değişik görüntüler altında sunularak inananların toplumda kargaşa çıkarttıkları izlenimi verilmekte, bu nedenle mü’minlere karşı olan yöneticiler, güçlerinin sayesinde halkı tüm yönlerden etkileyerek mü’minleri zorlamaktadırlar. Bunun sonucunda Allah'ın dininin tüm insanlara ulaştırılması, haksızlıkların ve eşitsizliklerin toplumlardan uzaklaştırılması için mücadele eden mü’minler, Kur'an'ın istediği şekilde bir toplum oluşturuncaya kadar toplumsal çatışmalardan hiçbir şekilde vazgeçmemektedirler.

Toplumlarda farklı inançlara sahip insanların bir arada yaşamasından kaynaklanan çatışmaların da olduğunu görmekteyiz. Müminlerin toplumlarında Allah'ın istediği şekilde bir yaşam sürdürebilmeleri için toplumda üstünlüğün kendilerine ait olması zorunlu olmaktadır. Bunun sonucunda toplumda mü’minlerin istediği şekilde yaşamayı kabul etmeyen farklı inanç sahiplerinin çatışmaya neden olduklarını görmekteyiz. Bu bakımdan Kur'an, mü’minlerin sadece inanmadıklarından dolayı kâfirlerle çatışmaya girmelerinin doğru olmadığını göstermektedir. Kur'an bu anlamda tüm çatışmaların ancak mü’minlerin engellenmesi nedeniyle ortaya çıktığını göstermektedir.

Mü’minlerin, toplumu Kur'an’a göre düzenlemeye çalışmaları, ayrıca adalet temeli üzerine toplumu değiştirmek istemeleri, ilk başta mü’minlerin çatışmaları başlattıklarını gösterse bile, Kur'an'a göre mü’minlerin başlattıkları bu çatışmalar, aslında toplumda inançsız bir şekilde sürdürülen yaşamın ortaya çıkardığı haksızlıkların haklı bir temel üzerine oturması için gerçekleştirilen çatışmalardır ve bu nedenle de çatışmayı ilk başlatan taraf kesinlikle mü’minler değildir. Kur'an, müminlerin doğrunun ve güçsüzün yanında olarak toplumda haklı bir çatışma başlattıklarını savunmaktadır.

KAYNAKÇA

-KUR’AN-I KERİM

-AHMED, Manzuriddin, Kur'an'da Siyasi Kavramlar, Çev. Kazım Güleçyüz, İslam'da Siyaset Düşüncesi kitabının içinde, İnsan Yay., İstanbul, 1995.

-AKTAŞ, Faruk, Kur'an'da Cehalet Kavramı, Ekin Yay., İstanbul, 2001.

-AKTAY, Yasin, “Giriş: Sosyolojinin Nesnesi Olarak Din”, Der: Yasin Aktay-M. Emin Köktaş, Din Sosyolojisi kitabının içinde, Vadi Yay., 2.Bas., Konya, 1998.

-ALTIKARDEŞ, İsmet, Din ve Sosyal Bütünleşme, Rağbet Yay., İstanbul, 2004. -ALTINTAŞ, Ramazan, Bütün Yönleriyle Cahiliyye, Ribat Yay., Konya, tarihsiz.

-ARON, Raymond, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, Çev. Korkmaz Alemdar, Bilgi Yay., 4.Bas., Ankara, 2000.

-ARSLANTÜRK, Zeki-Amman, M. Tayfun, Sosyoloji-Kavramlar-Kurumlar-Süreçler- Teoriler, Çamlıca Yay., 4.Bas., İstanbul, 2001.

-ATEŞ, Abdurrahman, Kur’an’a göre Dinde Zorlama ve Şiddet Sorunu, Beyan Yay., İstanbul, 2002.

-AYDIN, Mehmet, Din Felsefesi, İzmir İlahiyat Fakültesi Yay., 8.Bas., İzmir, 1999.

-AYDIN, Mustafa, İslam'ın Tarih Sosyolojisi -İlk Dönem İslam Toplumunun Şekillenişi, Pınar Yay., 2.Bas., İstanbul, 2001.

-BAHADIR, Abdülkerim, İnsanın Anlam Arayışı ve Din-Logoterapik Bir Araştırma, İnsan Yay., İstanbul, 2002.

-BA-YUNUS, İlyas-Ahmed, Ferid, İslam Sosyolojisi: Bir Giriş Denemesi, Çev. Rıdvan Kaya, Bir Yay., İstanbul, 1986.

-BAYYİĞİT, Mehmet, (Editör), Kur'an Sosyolojisi Üzerine Denemeler, Yediveren Yay.,

Konya, 2003.

-BENETON, Philippe, Toplumsal Sınıflar, Çev. Hüsnü Dilli, İletişim Yay., İstanbul, 1991. -BERGER, Peter L., Kutsal Şemsiye-Dinin Sosyolojik Teorisinin Ana Unsurları, Çev. Ali

Coşkun, Rağbet Yay., 2.Bas., İstanbul, 2000.

-BİLGİN, Vejdi, Sosyal Çözülme ve Din, Etüt Yay., Samsun, 1997.

-BULAÇ, Ali, Modern Dünya İle Çatışma ve Uyumdan Modernite’yi Aşmaya, Bilgi ve

Hikmet Dergisi, Modern Dünyaya Karşı Üç Tutum: Çatışma, Uyum ve Aşma konulu sayı, Güz-1994, sayı, 8.

-EL-CABİRİ, Muhammed Abid, Arap-İslam Siyasal Akıl, Çev. Vecdi Akyüz, Kitabevi Yay., 2.Bas., İstanbul, 2001.

-CANATAN, Kadir, İslam Sosyolojisi -Tarihsel ve Çağdaş Birikimin Değerlendirilmesi, Beyan Yay., İstanbul, 2005.

-CANDAN, Abdulcelil, Kur’an’da Hak-Batıl Mücadelesi, 2 Kaynak Yay., Ankara, 2000. -CAPPS, Walter H., “Toplum ve Din”, Din, Toplum ve Kültür”, Din Sosyolojisi ve

Antropolojisine Giriş kitabının içinde, Çev. Ali Coşkun, İz Yay., İstanbul, 2005. -COX, James L., Kutsalı İfade Etmek- Din Fenomenolojisine Giriş, Çev. Fuat Aydın, İz

Yay., İstanbul, 2004.

-ÇELİK, Nur Betül, İdeolojinin Soykütüğü Marx ve İdeoloji, Bilim ve Sanat Yay., Ankara, 2005.

-ÇELİK, Celaleddin, Kur’an’da Toplumsal Değişim, İnsan Yay., İstanbul, 1996.

-DÖNMEZER, Sulhi, Sosyoloji, İ.İ.T.İ.A. Nihad Sayar-Yayın ve Yardım Vakfı Yay., 7.Bas., İstanbul, 1978.

-DÜZGÜN, Şaban Ali, Sosyal Teoloji -İnsanın Yeryüzü Serüveni, Akçağ Yay, Ankara, 1999.

---, Din, Birey ve Toplum, Akçağ Yay., Ankara, 1997.

-FAZLURRAHMAN, “Allah'ın Elçisi ve Mesajı”, Çev., Adil Çiftçi, Allah'ın Elçisi ve Mesajı Makaleler I kitabının içinde, Ankara Okulu Yay., Ankara, 1997.

Belgede Kur'an'da toplumsal çatışma (sayfa 162-174)