• Sonuç bulunamadı

Kur'an'da toplumsal çatışma

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kur'an'da toplumsal çatışma"

Copied!
174
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI DİN SOSYOLOJİSİ BİLİM DALI

KUR’AN’DA TOPLUMSAL ÇATIŞMA

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

PROF. DR. MEHMET BAYYİĞİT

HAZIRLAYAN MUSTAFA SARMIŞ

(2)

İÇİNDEKİLER

Önsöz...i

Giriş...1

BİRİNCİ KISIM 1. TOPLUMSAL ÇATIŞMAYA KAVRAMSAL YAKLAŞIM BİRİNCİ BÖLÜM 1.1. SOSYOLOJİK AÇIDAN TOPLUMSAL ÇATIŞMA KAVRAMI VE ALANLARI 1.1.1. Çatışma Kavramı...5

1.1.2. Çatışma Kuramları...14

1.1.3. İdealler ile Gerçekler Arasındaki Çatışma...19

1.1.3.1. İnsan hayatını yönlendirmesi açısından düşünceler-ideolojiler...19

1.1.3.2. Maddi hayatın insanları yönlendirmesi...21

1.1.4. Bireysel İstek ve Çıkarlar...24

1.1.5. Değişim ve Diyalektik...26

1.1.6. Sınıf Çatışmaları...32

1.1.6.1. Marx’ın sınıf anlayışı...34

1.1.6.2. Marx’ın sınıf anlayışına karşı farklı yönelimler...36

1.1.7. Gelenek ile Yenilik Arasındaki Çatışma...41

İKİNCİ BÖLÜM 1.2. DİN SOSYOLOJİSİ AÇISINDAN TOPLUMSAL ÇATIŞMANIN OLUŞUM SÜRECİ 1.2.1. Dinin İnsan Hayatına Anlam Kazandırması...44

1.2.2. Bireysel Dini Düşüncenin Toplumsallaşması...46

1.2.3. Ortaya Çıkan Yeni Dini Hareketin Geleneksel Toplumdan Farklılaşması...49

1.2.4. Yeni Dini Hareketin Çatışma Sürecine Girmesi...51

1.2.5. Dini Bir Yapıya Bürünen Toplumun Öteki Toplumlarla Çatışması...54

(3)

İKİNCİ KISIM

2. KUR'AN'DA TOPLUMSAL ÇATIŞMA

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

2.3. KUR'AN'DA TOPLUMSAL ÇATIŞMANIN TEMEL DİNAMİKLERİ

2.3.1. Çatışmanın Düşünsel Temelleri...59

2.3.1.1. Allah’ın özellikleri ve insanlardan istekleri...59

2.3.1.2. Ahiret gününe iman etme...61

2.3.1.3. Hayatın her anında Allah'ın hatırlanması...64

2.3.1.4. Dünya hayatının geçici olması...65

2.3.1.5. Yalnızca Allah'tan Korkulması...67

2.3.1.6. İman etme...67

2.3.1.7. Allah'ın emirlerini yerine getirme zorunluluğu...70

2.3.1.8. İmtihan düşüncesi...71

2.3.1.9. Allah'ın mü’minlere yardımı...73

2.3.1.10. İnananların toplumda üstünlük sağlayacakları inancı... 75

2.3.1.11. Mü’minlerin davranışlarının değişmesi ve topluma yön vermesi...77

2.3.2. Çatışmanın Sürekliliği...79

2.3.3. Çatışmadan Vazgeçilememesi...82

2.3.5. Kâfirlerin Toplumu Olumsuz Etkileyecek Şekilde Yapılanmaları... 85

2.3.6. Allah'ın Kâfirlere Bakışının Mü’minler Üzerindeki Etkisi...90

2.3.7. Karşıtlık...93

2.3.8. Mü’minlerin Toplum İçinde Farklılaşmaları ve Toplumdan Ayrılmaları...99

2.3.9. Müminlerin Toplumsal Yapılanmalarını Güçlendirmeleri...107

2.3.9.1. İslam'ın mü’minleri birleştirmesi...107

2.3.9.2. Peygamberin/Liderin otoritesi ve özellikleri...109

2.3.9.3. Toplumun özeleştiri yapması...111

2.3.9.4. Toplumsal birliğin sağlanabilmesi için önlemler...112

(4)

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

2.4. KUR'AN'DA TOPLUMSAL ÇATIŞMA ALANLARI

2.4.1. Kur'an'da Toplumsal Çatışma İle Gerçekleştirilmek İstenen Değişim...119

2.4.2. Toplumsal Emirlerin Çatışmaya Neden Olması...123

2.4.3. Engellenme ve Çatışma ...128

2.4.4. Bireysel Özellikler ve Çatışma...130

2.4.5. Geleneklere Bağlılık ve Çatışma...133

2.4.6. Toplumsal Sınıflar ve Sınıf Çatışmaları...135

2.4.7. Bireysel İstek ve Çıkarlar...138

2.4.8. Ekonomik Çatışma...140

2.4.9. Çoğulculuk ve Çatışma...143

2.4.10. Yöneticilerin Rolü ve Gücün Önemi...147

2.4.10.1. Yöneticiler İçin Gücün Önemi...147

2.4.10.2. Yöneticilerin Güçlerinin Halkı Etkilemesi...151

2.4.10.3. Mü’minlerin Toplumsal Çatışmalarında Gücün Önemi...153

2.4.11. İslam'da Savaş ...156

SONUÇ...160

(5)

ÖNSÖZ

Sosyoloji alanında önemli konulardan biri olan toplumsal çatışma, bu alanın içerisinde derinliğine araştırılmış, sosyoloji bilimi tarihinde önemli bir yer tutmuş, bu konu hakkında büyük küçük kuramlar ortaya atılmıştır. Sosyologlar çatışma ile ilgili önemli eserler yazarak, toplumu derinden etkilemişlerdir. Dini çatışmalar bu açıdan değerlendirilmiş ve buna göre sonuçlar çıkartılmıştır.

Kur’an’ın toplumsal çatışmayı dini bir nitelikte işlemesi bizim bu konuyu araştırmamızın temelini oluşturmaktadır. Çalışmamızda toplumsal çatışma konusunu araştırırken sosyoloji alanının kendi kavramlarının Kur'an'a uygunluğunun tespit edilmesi konumuzu önemli kılmaktadır. Kur’an’daki toplumsal çatışmaların nedenleri, Kur’an’ın toplumsal çatışmalarla ulaşmak istediği hedefleri, diğer dinlere karşı toplumsal çatışma açısından bakışı önemli bir konudur. Biz bu çalışmamız ile çağımızda yaşanan toplumsal çatışmalarda dinin önemini ortaya koymak ve Kur’an’ın toplumsal çatışma konusuna yaklaşımını bulmaya çalışacağız.

Tarihten günümüze kadar toplumların birbirleriyle çatışma içerisinde olduklarını görmekteyiz. Kur’an-ı Kerim de kendi içerisinde toplumların çatışmalarını açıklamış ve nedenlerini ortaya koymuştur. Müslümanların zihinlerinde çatışma düşüncelerinin beslendikleri kaynakların, çatışma süreci ve alanlarının öğrenilmesiyle İslam toplumuna yansımalarının neler olduğu öğrenilebilecek, böylece toplumsal çatışmaların gerçek yönlerinin nasıl olduğunu daha iyi kavrayabileceğiz.

Çalışmamızın birinci kısmı, genel olarak toplumsal çatışma kavramları, süreçleriyle ilgili kavramsal bir araştırmadır. Birinci kısmın içinde iki bölüm yer almaktadır:

Birinci bölümde, sosyoloji alanının araştırdığı ve tartıştığı konuları dikkate alarak toplumsal çatışma kavramı, alanları ve süreçlerinin nelerden oluştuğunu genel hatlarıyla tespit ederek, toplumsal çatışmayı inceledik.

İkinci bölümde, din sosyolojisinin verileriyle dinin insanları ve toplumları etkilemelerini dikkate alarak, dinlerdeki toplumsal çatışmanın oluşum sürecinin nasıl gerçekleştiğini araştırdık. Böylece gerek sosyolojinin toplumsal çatışmayla ilgili konuların araştırılması, gerekse genel olarak dinlerin toplumsal çatışmanın oluşum sürecinin

(6)

araştırılması sayesinde, Kur'an'da toplumsal çatışma konusunun hangi temeller üzerine oturacağı da genel olarak belli olmuştur.

Çalışmamızın ikinci kısmında, Kur'an'da toplumsal çatışmanın temel dinamiklerini, çatışma alanlarını araştırdık. İkinci kısımda da iki bölüm yer almaktadır:

Üçüncü bölümde, çatışmanın temel dinamiklerinin neler olduğu ve çatışmaya doğru giden süreçlerin neler olduğu tespit edilerek mü’minlerin çatışmalarına neden olan başlıklar ayrıntılarıyla incelenmiştir. Böylece Kur'an'ın sunduğu çerçevede mü’minlerin toplumsal çatışmalarının hangi çerçevede ve yönlendirmelerle sürdüğü belirlenmiştir.

Dördüncü bölümde, Kur'an'da toplumsal çatışmanın hangi alanlardan gerçekleştiği belirlenerek, mü’minlerin çatışmalarında hangi noktaların önemli olduğu, hangi ölçütlerin değer kazandığı ve toplumsal çatışmaların toplumdaki değişime olan etkileri Kur'an'ın sunduğu çerçevede araştırılmıştır.

Sonuç’ta çalışmanın genel bir değerlendirilmesi yapılmıştır.

Çalışmam boyunca yardımlarını ve desteğini esirgemediği için öncelikle, Kur’an Sosyolojisi alanının gelişmesi için özel bir çaba sarf eden saygıdeğer danışman hocam Prof. Dr. Mehmet BAYYİĞİT’e teşekkür ediyorum. Ayrıca, Prof. Dr. M. Sait ŞİMŞEK, Doç. Dr. Mehmet AKGÜL ve Doç. Dr. Bünyamin SOLMAZ’a görüşleri ve eleştirileriyle çalışmamızın daha iyi olması için katkı sağladıkları için teşekkür ederim.

Mustafa SARMIŞ

(7)

GİRİŞ

A- Konu Seçimi, Amacı ve Önemi

Tarih boyunca toplumların birbirleriyle çatışma içerisine girdiklerini görmekteyiz. Bu çatışmalar belli nedenler etrafında cereyan etmiş ve bu nedenler oldukça çeşitlilik göstermiştir. Toplumların birbirleriyle çatışmaları tarihte çok büyük etkiler oluşturmuş, çatışan tarafların toplumsal yaşamları bu çatışmalar ile şekillenmiş ve toplumların yapıları bu çatışmalarla büyük ölçüde değişmiştir. Çatışmaların nedenleri olarak ekonomi, din, keşifler, kargaşalar, güç, vb. önemli olmuş; fakat bu görünen nedenlerin arkasında oldukça farklı sebepler de olabilmiştir.

Kur'an, insanların toplumsal yaşamlarını büyük ölçüde etkileyen toplumsal çatışmaları kendi bakış açısına göre açıklamıştır. Bu bakımdan genel hatlarıyla ve bilinen özellikleriyle Kur'an'ın temel özelliklerini ve topluma bakışını ele aldığımızda, “Kur'an'ın insanlara sunduğu yaşam tarzının hayatı tümüyle kuşatan bir özellik taşıdığı” ön kabulünü kabul ettiğimiz zaman, Kur'an'ın toplumsal çatışma süreçlerine bakışı da ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle Kur'an'ın, insanları yaşamlarının her yönüyle değiştirmek istemesi, kendi isteği doğrultusunda bir yaşamı insanların önüne sererek onların düşünce ve davranış yönünden dönüştürmek istemesi çatışmalarla sonuçlanmaktadır. Bu bakımdan bu ön kabulün sonucunda Kur'an'ın en belirleyici özelliği, insanları değiştirmek istemesinde ortaya çıkmaktadır. Kur'an ayrıca bireylerin hayatlarını değiştirmelerini istediği gibi, bireylerin yaşadığı toplumu da kendi isteği doğrultusunda değiştirmek istemektedir.

Kur'an'ın hayatı tamamen kuşatmak istemesi nedeniyle, insanların toplumsal yaşamı tamamen değiştirecek böyle bir düşünceyi kabul etmemeleri toplumsal çatışmaların en önemli nedenini oluşturmaktadır. Kur'an'ın sunduğu yaşam tarzını benimsemeyen, Kur'an'ın hayatlarını tamamen değiştirerek kendi yaşamlarını hiçe saydığını fark eden grup ya da gruplar, böylece kendilerini Kur'an'ın karşısında konumlandırmaktadırlar. Dolayısıyla bu şekilde taraflar da ortaya çıkmış olmaktadır. Bir tarafta Allah'ın sunduğu yeni bir yaşamın karşısında; kendi kurdukları toplumsal yapının bozulmasını istemeyen, Kur'an'ın oluşturmak istediği yaşamı kabullenmeyen karşı taraf yer almaktadır. İnsanların hayatlarını devam ettirdikleri, her şeyiyle onları etkileyen toplumun önemi dikkate alındığında, tarafların topluma egemen olabilmek amacıyla mücadeleye başlayacakları çok açık bir şekilde görülmektedir. Bu mücadeleler ile çatışmalar da başlamış olmaktadır.

(8)

Kur’an, İslam’ın yayılış sürecinde Hak-batıl mücadelesi temel çerçevesinde toplumların çatışmalarını sunmuştur. Kur'an'ın bu çerçevede insanlara sunduğu toplumsal çatışmalar olaylar, metotlar, toplumsal yasalar ve yönlendirmelerle insanların önüne serilmektedir. Bu bakımdan Kur'an'ın toplumsal çatışmalara özel bir önem vermesi konumuzu önemli kılmaktadır. Kur'an bu amaçla kendi içerisinde toplumların çatışmalarını açıklamış ve nedenlerini ortaya koymuştur. Kur’an’ın toplumsal çatışmayı dini bir nitelikte işlemesi bizim bu konuyu araştırmamızın temelini oluşturmaktadır. Kur’an’daki toplumsal çatışmaların nedenleri, çatışma alanları, Kur’an’ın toplumsal çatışmalarla ulaşmak istediği hedefleri, taraflara ve diğer dinlere karşı toplumsal çatışma açısından bakışı araştırmamızın konuları arasında olmaktadır.

Çalışmamız, çağımızda yaşanan toplumsal çatışmalarda dinin önemini ortaya koyması ve Kur'an'ın toplumsal çatışma konusuna yaklaşımını yansıtması açısından konumuz önem arz etmektedir. Böylece çağımızın problemlerinin çözümünde yardımcı olması bakımından konumuzun araştırılması özel bir öneme sahiptir. Ayrıca günümüzde toplumsal çatışmaların önemli bir yer edinmesi ve çokça tartışılan bir konu olması dolayısıyla bu konuları aydınlığa kavuşturmak önem arz etmektedir.

B- Yöntem ve Problemler

Kur'an'da toplumsal çatışma konusu işlenilirken ortaya çıkarılan konular tamamen Kur'an'ın kendi içindeki bütünlüğü dikkate alınarak ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Bu bakımdan araştırmamız günümüz toplumların yapılarını dikkate almamış, sadece Kur'an'ın sunduğu çerçevede olaylar incelenmiştir. Bu nedenle Kur'an'ın mü’minlere sunduğu toplumsal çatışmalar günümüz toplumlarından uzak olması nedeniyle, günümüz toplumlarındaki mevcut durum ortaya koyulmamakta; bilakis toplumsal çatışmaların Kur'an'da nasıl ele alındığı ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Kur'an'ın toplumsal çatışmaları ele alış şekli ve çatışma sürecinin nasıl gerçekleşeceğinin ortaya çıkarılması ile Kur'an sosyolojisi çalışmalarının amacı da böylece ortaya çıkmaktadır. Kur'an sosyolojisi, Kur'an'ın toplum anlayışının çeşitli yönlerini sunmakta, Kur'an'ın topluma bakışını hangi kriterlerle ele aldığını araştırmaktadır.1

1 Kur'an Sosyolojisi alanı ile daha geniş bilgi için bkz: Mehmet Bayyiğit (Editör), Kur'an Sosyolojisi Üzerine

(9)

Kur'an sosyolojisi, Kur'an'da ortaya konulan bazı olay ve olguların günümüz toplumlarına yansımalarını ortaya çıkarmamaktadır. Bu bakımdan Kur'an sosyolojisinin verilerini anlamlı kılmak amacıyla, bu çalışmaların ikinci adımı olarak bu verilerin din sosyolojisi alanına taşınarak, günümüz toplumlarındaki yansımalarının ve etkilerinin nasıl gerçekleştiği öğrenebilecektir. Böylece Kur'an'ın toplumla ilgili sunduğu temel prensipler temel alınarak Kur'an sosyolojisi verilerinin günümüz toplumlarında uygulanabilirliği sağlanacaktır. Bu bakımdan günümüz toplumlarında Kur'an'ın etkilerini sağlıklı bir şekilde öğrenebilmemiz açısından Kur'an sosyolojisinin çok önemli bir görev üstlendiğini görmekteyiz.

Kur'an'ın araştırılması sırasında da bazı problemlerin ortaya çıktığını görmekteyiz. Örneğin, incelenecek ayetlerden bir sonuç çıkartılıyor ve daha sonra bunun üzerine yorumlar yapılıyorsa, bu yorumların insanlar tarafından aynı şekilde kabul edilmesinde oldukça farklı sorunların ortaya çıktığını görmekteyiz. Ayetlerden farklı şekillerde sonuçlar çıkartılması nedeniyle, sorunların çözümü de çok farklı olmaktadır. O halde herkesin kendisine göre yorum yaparak farklı sonuçlar ortaya koyması, Kur'an sosyolojisi çalışmalarının objektifliğini kısmen azalttığı söylenebilir. Bu nedenle böyle bir durumu engellemesi için, ilk olarak yorumların sağlam bir temele dayanması gerekli olmaktadır. Daha sonra, Kur'an sosyolojisinin elde ettiği sonuçların gerçek dünyayla ilişkisi kurularak doğrulanması gerekecektir. Bunun için tarihe ve sosyal hayata bakılarak yorumların objektifliği denetlenecektir. Ancak Kur'an sosyolojisi çalışmalarının sadece soyut bilgiler içerdiğini belirtmeliyiz. Bu bilgilerin objektifliğini denetlemek için bir aşama daha kaydedilerek, sonuçların hayata yansıması bulunması gerekecektir.

Kur'an sosyolojisi çalışmalarında objektifliğin denetlenememesi bu çalışmaların değerini azaltmamaktadır. Çünkü sosyal bilimlerdeki tüm çalışmalarda olduğu gibi, insan olmanın getirdiği bireysel düşünüşlerin etkisi ve toplumun değerlerinin insanları yönlendirmesi nedeniyle araştırmacıların tamamıyla objektif olamadıkları bilinen bir husustur. Değerlerinden arındırılmış bir insanın kişiliğinin ortadan kalkması, olaylara bakışının kaybolması nedeniyle insanın ancak geçmişten edindiği bilgiler ve deneyimlerle hayata ve olaylara bakacağı göz önüne alındığında, tamamen objektif bir bakış açısının yakalanmasının ‘insan olma’ anlamında oldukça zor olduğunu anlamaktayız. O halde çalışmalardaki objektifliği etkileyen noktaların kaynakların doğru kullanılması, güvenilirliği gibi araştırılacak unsurlarda aranan özellikleriyle ilgili olduğu görülecektir. Bu bakımdan Kur'an sosyolojisi çalışmalarının objektifliğinden şüphe etmemiz, sosyal bilimlerdeki diğer

(10)

çalışmalardan şüpheye düştüğümüz kadar olduğunu vurgulamalıyız. Bu bakımdan yorumların göreceliliğinden kaynaklanan problemin çözümünü, Kur'an incelenirken faydalanılan kaynakların güvenilirliği belirlemektedir. Ayrıca elde edilen verilerin tarihe ve topluma yansımalarının araştırılması, o çalışmanın objektifliğine artı olarak bir şeyler katması ve günümüz toplumların faydasına sunulması bakımından önem arz etmesine karşılık, böyle bir şeyin yapılmaması durumunda o çalışmanın değerini azaltmadığını; bilakis temel ilkeler sunması açısından bu çalışmaların önemli olduğunu belirtmeliyiz.

C- Araştırmanın Kapsam ve Sınırları

Toplumların önemli bir problemi olarak karşımıza çıkan toplumsal çatışma, sosyoloji disiplininin önemli konuları arasındadır. Biz bu çalışmamızda sosyolojinin toplumsal çatışmayı nasıl değerlendiğini genel hatlarıyla sunmayı, din sosyolojisi açısından toplumsal çatışmanın oluşum sürecini ortaya koymayı ve Kur’an’a göre toplumsal çatışma olgusunu din sosyolojisi alanının sınırları çerçevesinde araştırmayı amaçlamaktayız.

Kur’an’da toplumsal çatışma nedenleri, süreçleri ve alanları ele alınarak, Kur’an’a göre toplumsal çatışma olgusunu din sosyolojisinin sınırları çerçevesinde araştıracağız. Bu nedenle, Kur'an'ın toplumsal çatışmalara bakışını genel olarak toplumsal nitelikteki konulara ağırlık vererek, aynı zamanda toplumsal durumlara etki eden diğer etkenleri de dikkate alarak sunmaya çalışacağız. Kur’an’ın toplumsal çatışma hakkındaki görüşlerini daha iyi aydınlatabilmek amacıyla, Kur’an’ın yaşanma sürecindeki Peygamber döneminden de faydalanılması konularımızın kapsamı içerisindedir. Ancak çalışmamız sadece Kur’an’ın bakış açısını yansıttığı için, bütün dinleri kapsayan bir çalışma olmayacaktır. Araştırma alanımız İslam dini ile sınırlı olup, İslam’ın geçmişten günümüze tüm tarihi süreci ele alınmayacak, sadece Kur’an’ın indiği dönem olan Peygamber döneminden tarihi olarak faydalanılacaktır.

(11)

BİRİNCİ KISIM

(12)

BİRİNCİ BÖLÜM

1.1. SOSYOLOJİK AÇIDAN TOPLUMSAL ÇATIŞMA KAVRAMI VE ALANLARI

1.1.1. Çatışma Kavramı

Çatışma kavramının anlamı üzerinde kapsayıcı, evrensel bir tanım yapmanın oldukça zor olduğu bilinmektedir.2 Bu anlamda çatışma kavramının tanımında birçok unsurun yer aldığını görmekteyiz. Bu nedenle çatışma kavramını anlayabilmemiz için içerisindeki bu unsurların neler olduğunu öğrenerek konuya başlamamız gerekecektir:

1- Çatışma sürecinde dikkat ve eylemin yöneldiği odak noktası her zaman karşı taraftır. Bir sosyal süreç olarak çatışma asla tek yanlı değildir; çatışma iki tarafın da katıldığı karşılıklı bir insani ilişkidir.3 Rekabetteki gibi, çatışmaya da birçok kişi katılabilir. Rekabette taraflar birden çok olabilir. Buna karşılık rekabetten farklı olarak çatışmada iki taraf vardır.4

Çatışmada iki tarafın olması birbirinden farklı insanın ya da grubun olmasını zorunlu kılmaktadır. Çünkü aynı düşüncelere ve davranışlara sahip olanlar hiçbir zaman birbirleriyle bir çatışma içerisine girmeyeceklerdir. Bu nedenle birbirinden “farklı” olmak çatışmanın en başta gelen özelliğidir. Fakat farklı olmak tek başına çatışmak için yeterli değildir; farklı olmak demek mutlaka çatışmak anlamına gelmemelidir. Çatışma olabilmesi için farklılığa artı olarak başka etkenlerin de olması gerekmektedir.

Çatışmada sadece iki tarafın olması bizler için önemli bir unsurdur. Fakat ilk bakışta bu doğru bir görüş değil gibi görünse de, içerik olarak anlatılmak istenen bize doğruyu göstermektedir. Çünkü çatışan taraf ne kadar çok grupla çatışırsa çatışsın, neticede onların hepsi kendisine karşıdır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta çatışmaya neden olan etkenin iyi belirlenmesinde ortaya çıkacaktır. Eğer aynı etken üzerinden birçok çatışan grup varsa bu durumda çatışan grupların hepsi çatışılan gruba karşıdır ve sonuçta iki tarafı gösterir. Ancak çatışan grupların amaçları birbirinden farklı ise, orada durum değişir ve ne kadar farklı etken varsa aynı sayıda çatışan grubun olduğunu anlarız.

2 Emin Karip, Çatışma Yönetimi, 3.Bas., PegemA Yay., Ankara, 2003, s.3; Orhan Gökçe, N. Ata Atabey,

Davranış Bilimleri Ders Notları, 2.Bas., Dizgi Ofset, Konya, 2003, s.256.

3 Joseph Fichter, Sosyoloji Nedir?, Çev. Nilgün Çelebi, Toplum Yay., Konya, trs, s.113.

4 Zeki Arslantürk, M. Tayfun Amman, Sosyoloji-Kavramlar-Kurumlar-Süreçler-Teoriler, Çamlıca Yay.,

(13)

2- Toplumsal grupların birçok farklılıkları (psikolojik ve kültürel)5 vardır ve bu farklılıklar istekler, değerler, inançlar ve çıkarlar olabilmektedir.6 Çatışma, iki ya da daha fazla sayıdaki kişi ya da gruplar arasındaki bu farklılıklar arasındaki uyuşmazlık7, uzlaşmazlık8, anlaşmazlık9, zıtlaşma ve ters düşmedir.10 Çatışma sürecinde, çatışan tarafların amaç farklılığı ve uzlaşmazlığı çok açıktır.11

Toplumsal grupların oluşumunda bireylerin psikolojik özellikleri çok büyük önem arz etmektedir. İnsanların hayata dair beklentilerini belirleyen temel etken, genel anlamda “insan” ele alındığında, her ne kadar kültürün etkisi varsa da ilk önce insanın karakteristik yapısı etkili olmaktadır. Bu anlamda toplumsal grupların oluşumunda, yapılanmasında ve hareketlerinde bireysel tercihlerin ve beklentilerin o grupların etkilenmesinde ve yönlendirilmesinde bizlere önemli derecede yardımda bulunmaktadır. O halde çatışmanın meydana gelmesinde incelenmesi gereken noktalardan en önemlilerinden birisi de, insanların psikolojik olarak gruba etkilerinin hangi unsurlardan kaynaklandığının araştırılmasıdır. Böylece “insan”ın tanınması ile o grubu oluşturan bireylerin hayata ve olaylara bakışlarının kendilerinden farklı olan grupları nasıl etkilediğini anlayabiliriz.

Belli istekler, değerler, inançlar ve amaçlar etrafında birleşen grupların kendileri gibi düşünmeyen gruplara karşı yaklaşımlarında en önemli unsur, kendilerinden “farklı” olmaları gelmektedir. Buradaki farklılık az önce söylediğimiz gibi çatışmanın temel nedeni değildir. Çatışmanın gerçekleşmesindeki temel etken, bu farklılıkların, grupların oluşumundaki temel unsurlara karşı yapılan saldırılar olmasıdır. Bir grup aynı unsurlar etrafında birleşmiştir; başka bir grup da bu gruptan farklı olarak, başka unsurlar etrafında birleşmiştir. Burada bir çatışma çıkmasının nedeni bu gruplar arasındaki uyuşmazlık, uzlaşmazlık, anlaşmazlıktır. Bu kavramlara baktığımız zaman, bu kavramlar çatışmada olduğu gibi en az iki grubu gerekli kılar; fakat çatışmadan farklı olarak kesinlikle birbirleriyle birlikte olmayı ifade eder. Bu kavramların bir konu, bir amaç ya da bir inanç noktasında aynı şekilde hareket etmeyi zorunlu kılması bu grupların birbirlerine düşman olmaları için yeterli bir sebeptir. Şayet diğer grupla aynı şekilde hareket edilirse kendilerinin ya da gruplarının bir anlamı olmayacaktır, çünkü kendilerinin asli unsurlarının ortadan kalkması ile grubun varoluş

5 Karip, a.g.e., s.26. 6 Karip, a.g.e., s.3.

7 Anthony Giddens, Sosyoloji, Ayraç Yay., Yayına Hazırlayanlar: Hüseyin Özel-Cemal Güzel, Ankara, 2000,

s.616; Karip, a.g.e., s.3; Salih Güney, Davranış Bilimleri, 2.Bas., Nobel Yay., Ankara, 2000, s.216.

8 Arslantürk, a.g.e., s.344.

9 Güney, a.g.e., s.216; Gökçe, a.g.e., s.256. 10 Gökçe, a.g.e., s.256.

(14)

amacı da kaybolacak ve böylece de bu grup ötekileşerek yok olacaktır. Bundan sonra iki farklı grup değil, tek bir grup olacaktır. Bu nedenle grubun oluşumundaki asli unsurlardan hiçbir şekilde vazgeçilememesi, karşılaşan bu grupları kesinlikle birbirlerine ters düşerek bir çatışmaya götürmektedir. Bu nedenle de gruplar birbirlerine ters düştükleri için zıtlaşmak zorunda kalacaklardır. Grupların asli unsurlarına karşı yapılan bir saldırıdan korunmak ve grubun devamını sağlamak amacıyla gruplar birbirlerini sürekli olarak iki farklı tarafa itecektir. Birbirlerini itmedikleri takdirde, az önce vurguladığımız gibi, iki farklı grup olmayacağı için iki grup birbirlerine karşı zıtlaşmak zorunda kalmaktadırlar.12

Buradan “grup bilinci”nin önemini daha iyi anlamaktayız. Eğer grup kendi içerisinde aynı bir bilince sahip değilse, bu grubun farklı gruplara yaklaşımı tam bir çatışmayı sağlamayacaktır. Grup kendi içerisinde bir kenetlenme sağlayamadığı için dışarıdan gelen saldırılar karşısında kısa zamanda bir çözülmeye uğrayacaktır. Bu nedenle bir çatışmanın gerçekleşebilmesi için grupların oluşumundaki asli unsurlara çok sağlam bir bağlılık gerekmektedir; bu bağlılık sağlam değilse grup “kendi içerisindeki farklılıklar” nedeniyle başka grupların saldırıları olmadan da dağılabileceklerdir. Burada grup, kendi içerisinde bir çatışmaya girmektedir.

3- Çatışma, toplumdaki kişi ya da gruplar arasındaki karşıtlıktır.13

Karşıt olmak, çatışmada olduğu gibi karşıdaki grup ile bir mücadeleye girmek değildir. Karşıtlık karşıdakini kabul etmemek, onu benimsememek, onunla ilgili olan her şeyi kendi varlığına karşı bir tehdit olarak kabul etmek demektir.14 Tabi burada dikkat etmemiz gereken bir nokta vardır ki, ortada kendisinin asli unsurlarına karşı her hangi bir saldırı yok iken, kendisinden farklı olana karşıt olmanın anlamının nasıl anlaşılması gerektiğidir. Karşıt olma, kendisi gibi bir düşünceye sahip olmayan her şeyin yok olmasını amaçlamaktadır. Doğru bir şey varsa o da kendisidir ve kendisi dışındaki hiçbir şeyin doğru olması mümkün değildir. Bu anlamda karşıt olmak, eylem olarak bir çatışma değildir; fakat düşünce anlamında, çatışmadan çok daha önemli bir kavramdır. Bu kavramı, çatışmanın önemli bir unsuru olan farklılığın, çatışmaya neden olacak şekilde değişmesi olarak tanımlayabiliriz. Farklılık kendi başına bir çatışmaya neden olmazken; karşıt olma, kesinlikle bir çatışmaya neden olacaktır.

12 “Horton’a göre, insanlığın entelektüel tarihi, bir düşünce biçiminin karşıtına yol verdiği bir yer

değiştirmeden çok, bir evrim ve artan bir farklılaşma tarihidir.” Brian Morris, Din Üzerine Antropolojik İncelemeler, Çev. Tayfun Atay, İmge Yay., Ankara, 2004, s.487.

13 Giddens, a.g.e., s.616; Güney, a.g.e., s.216; Fichter, a.g.e., s.113. 14 Fichter, a.g.e., ss.113-114.

(15)

4- Çatışma, karşı grupların aynı şeyi elde etmek ve kendi amaçlarını15 gerçekleştirmek için birbirlerini devre dışı bırakmak amacıyla yapılan bilinçli bir mücadele şeklidir.16

Bir grubun oluşabilmesi için belli amaçlar etrafında birleşmesi ve o amaçların gerçekleşmesi için mücadele etmesi gerekmektedir. Çünkü böyle bir durum söz konusu değilse grubu birbirine bağlayacak bağlar eksik kalacaktır. Amaç dediğimiz şey, bir şeyin elde edilmesinin gerçekleşmesi olduğu gibi, grubun kendi içerisindeki bütünlüğünün sağlanması da bir amaçtır. Yani amaç denildiği zaman mutlaka mevcut olmayan şeylerin elde edilmesi anlaşılmamalıdır; mevcut olanların korunması da amacı gerçekleştirecektir. Bir grubun devamını sağlamak, grubun amaçlarının gerçekleşebilmesi için temel bir şarttır.

Farklı grupların aynı şeyi elde etmek amacıyla mücadele içerisine girmeleri çatışmanın nedenlerinin tespit edilmesinde önemli bir faktördür. Mücadele edilen amacın ne olduğunun bilinmesi ile çatışmaya neden olan unsurlar da bulunmuş olur. Tabi burada bir grubun sadece kendi amaçlarının bulunması yeterli değildir; aynı zamanda mücadele içerisine girilen grubun da amaçlarının tespit edilmesi gerekecektir. Böylece farklı grupların ortak olan amaçları öğrenildiği zaman ikisi arasındaki ilişki de çözümlenmiş olacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta vardır ki, o da çatışmanın gerçekleşmesindeki önemli olan unsurun farklı olan grupların aynı amaçları taşımaları değildir. Farklı grupların aynı amaçları taşımaları birbirleriyle çatışmalarına neden olmaz, aynı amaçlar taşınıyorsa olsa olsa bir birliktelik gerçekleşebilir. O halde aynı amaçların çatışmaya neden olması daha farklı bir etkenden kaynaklanmaktadır. Buradaki sorunun çözülebilmesi için grupların var olma nedenlerinin tüm yönleriyle incelenmesi gerekmektedir. Bunun yapılmasıyla grubun birçok yönden farklı unsurlar etrafında birleştiği görülecek ve yapılanmasında tek bir amaç olsa bile, bu amacın gerçekleşmesinin sağlanmasında grubun kendisi bu amaç etrafında bambaşka bir oluşum içine girmiş olması bizlerin çatışmanın nedenini bulmamızda yardımcı olacaktır. Yani tek bir amaç için birleşmiş olan grup artık yeni bir oluşum içine girdiğini ve diğer gruplardan ayrıldığını kabul etmiştir. Kendilerinin varlığının nedeni bu amaç olmuş; fakat bu amaç her yönden onları değiştirerek farklılaştırmıştır.

Aynı şeyi elde etme amacı da çatışmanın bir nedenidir; fakat tek başına yeterli değildir; çünkü bu amaç, çatışmadan daha çok bir rekabeti hatırlatmaktadır. Bu nedenle aynı şeyi

15 Gökçe, a.g.e., ss.257-259; Fichter, a.g.e., s.113.

16 Mahmut Tezcan, Sosyolojiye Giriş “Temel Kavramlar”, Ankara Üniv. Eğitim Bilimleri Fakültesi Yay.,

Ankara, 1995, s.107; Sezgin Kızılçelik, Sosyoloji Teorileri, Yunus Emre Yay., c.2, 2.Bas., Konya, 1994, s.340; Sulhi Dönmezer, Sosyoloji, 7.Bas., İ.İ.T.İ.A. Nihad Sayar-Yayın ve Yardım Vakfı Yay., İstanbul, 1978, s.196; Gökçe, a.g.e, s.256.

(16)

elde amacını daha farklı değerlendirmemiz gerekecektir. Farklı grupların birbirlerini devre dışı bırakmak istemelerinin en önemli nedeninin karşıtlık olduğunu belirtmiştik. İşte buradaki sorunu çözmemiz için, bir grubun kendi varlığını diğer grupların varlığından ayırarak, kendisi dışındaki grupların ortadan kaldırılması bilincini hatırlamamız gerekecektir. Yani aynı şeyi elde etmek çatışmanın önemli bir nedeni olduğu gibi, bunun ötesinde kendi varlığını hissettirme ve karşıt olma bilincinin getirmiş olduğu başka bir gruba yenilgiyi kabullenmeme düşüncesi bir grubu harekete geçirecek en önemli etken olacaktır. Çünkü yenilgi kabul edilirse grubun varlığı tehlike altına girecek ve karşıt olunan grup kendisine üstün gelecektir. Bu da grup olma bilincine sahip bir grup için tahammül edilemez bir durumdur ve bu nedenle de istediği şeyi elde ederek hem kendi amacını gerçekleştirecek, hem de karşı olduğu grubu mağlup etme zaferini kazanarak varlığının amacını gerçekleştirecektir.

Çatışmanın en önemli özelliklerinden birisi de bilinçli bir şekilde yapılmasından kaynaklanmaktadır. Çatışmalar bilinçsiz bir şekilde de yapılması mümkündür; yani bir grup amaçlarını tespit etmeden, sonuçlarını düşünmeden, karşı olduğu gruba neden karşı olduğunu araştırmadan da bir mücadeleye girişebilir. Fakat yapılan bu çatışmanın, bilinçli bir şekilde yapılan çatışmadan kesinlikle ayrılması gerekmektedir. Çünkü bilinçli bir şekilde yapılan bir çatışmada bir grup kendisine karşı olan gruba karşı tam anlamıyla karşıttır ve çatışma içerisine girdiği zaman bütün varlığıyla onu mağlup etmek ister. Böylece sahip olduğu bilinç ile kendisine karşı olan gruba neden karşı olduğunu bilen, grubu mağlup ettiği zaman ne kadar çok şey kazanacağını bilen bir grubun çatışmaya yaklaşımı, bilinçsiz bir şekilde yapılan çatışmadan çok daha güçlü olacağı kesin bir durumdur. Bu bakımdan gerçekleşen çatışmalar araştırılacağı zaman grupların birbirlerine olan bakışlarının, yani bilinçlilik düzeyinin özellikle incelenmesi gerekecektir.

5- Çatışma, iki veya daha çok kişi veya grubun bir diğerini ortadan kaldırmaya veya etkisizleştirmeye çabaladığı bir etkileşim formudur.17 Çatışma, kişisel, doğrudan ve yıkıcıdır.18 Çatışmada mücadele etmenin dışında, karşı tarafı yenerek19 onu zarara uğratmak ve ortadan kaldırmak vardır.20

17 Fichter, a.g.e, s.113.

18 Tezcan, a.g.e., s.107. 19 Gökçe, a.g.e., s.257.

(17)

6- Çelişki, baskı, güç, otorite ve çıkar gibi kavramlar çatışmanın anlaşılmasında temel kavramlardır.21

7- Rekabet eden iki grup öncelikle elde etmeyi istedikleri hedef veya nesne üzerinde yoğunlaşırlar, birbirleri üzerinde değil.22 Fakat buna rağmen toplumsal grupların birbirleri ile rekabetleri çatışmalara neden olur.23

8- Çatışma, karşıtlık ve rekabet süreçleri hiçbir zaman “saf” formda bulunmazlar; birbirleri ile ilişkileri bir şekilde vardır.24

Çatışma sürecinin araştırılmasında bazı kavramların birbirleriyle çok yakın ilişkileri olduğu görülecektir. Bir kavramın, diğer kavramların oluşumunda tetikleyici bir etken olarak baskı yaptığı da olacaktır. Hatta bu kavramların bir çatışma süreci içerisinde hepsinin bir arada olduğu da görülebilecektir. Örneğin rekabet eden gruplar, rekabet sürecinin başlamasıyla birlikte farklı bir oluşum içerisine girerek, rekabet ettiği gruba karşı bir çatışmaya girebilecektir. Bundan sonra da kendisini karşı gruba karşı kesin hatlar çizerek, tüm varlığıyla ona karşıt olabilecektir. Böylece rekabet çatışmaya neden olmuş, oradan da karşıtlık bilinci gelişmiştir.

9- Çatışma, büyük ölçüde engellenmedir.25

Bir grubun kendi amaçlarını geçekleştirmek isterken karşılaştığı engeller, grubun ilk başta çatışma amacı yok iken bu engellenme nedeniyle zorunlu bir çatışma içerisine girmesine neden olacaktır. Tabi burada bir zorunluluk olması çatışmanın niteliğini de etkilemektedir. Bu çatışma şekli saldırı amaçlı karşı tarafı ortadan kaldırmayı amaçlayan bir çatışma şekli olmayıp, sadece karşı tarafın engellemelerini savmak amaçlı yapılan bir çatışmadır. Bu şekilde bir çatışmanın sonuçta değişik görüntüler alması da mümkündür. İlk başta sadece savunma amacını güden bu çatışma daha sonraları karşı tarafın ısrarlı mücadelesi nedeniyle, grubun gerçekleştirmek istediği amaç, şekil değiştirerek bu sefer amaç, karşı grubu ortadan kaldırmak isteği haline gelerek bir amaç sapmasının meydana gelmesine de neden olabilir. Böylece engellemeyi gerçekleştiren grubun kesinlikle ortadan kaldırılması gereken bir düşman haline gelmesi de mümkündür.

21 Mehmet Ali Kirman, Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü, Rağbet Yay., İstanbul, 2004, s.50. 22 Fichter, a.g.e., s.114.

23 Karip, a.g.e., s.26. 24 Fichter, a.g.e., s.115. 25 Gökçe, a.g.e., ss.257-259.

(18)

Tabi burada söz etmemiz gereken önemli bir nokta daha vardır: Bir grubun gerçekleştirmek istediği amaçların başka grupları tahrik ederek onları kışkırtması varsa, yani amaçlar başka grupların çıkarlarını etkiliyorsa burada grubun bir engellemeyle karşılaşması normal bir görüntü olarak görülebilir. Çünkü burada bilerek yapılan bir “saldırı”dan bahsedebiliriz. Buradaki engellenmeyi, çatışma sürecindeki tarafların birbirlerini etkisiz kılmak için mücadeleye girişmeleri olarak, yani çatışma sürecinin bir unsuru olarak değerlendirmeliyiz. Fakat gerçek bir engellenme, bir çatışma süreci olmayıp, sadece çatışmaya neden olan bir nedendir. Burada şu soru da sorulabilir: Bir grubun amaçlarına saldırmayan bir grup neden bir engellenmeyle karşılaşsın, yani demek ki bir şekilde bir saldırı var ki bir engellenmeyle karşılaşıyor, denilebilir. Burada söylememiz gereken kavram bir çekememezlik ya da kıskançlıktır. Daha da önemlisi bir grubun varlığının, başka grupların varlığından rahatsız olarak kendisi dışındaki grupların kazanımlarını kendisine tehdit olarak görmesidir. Bu durum bir çıkar çatışmasından daha çok varlıksal (ontolojik) açıdan bir çatışmaya neden olmaktadır.

10- Çatışma, muhalefettir.26

Bir grubun yapmış olduğu hareketlerin başka bir grup tarafından muhalefet edilerek etkisiz kılınmaya çalışılması açık bir çatışma olarak görünmemektedir. Burada muhalefet kavramının genel anlamları olan karşılık verme, müzakere, tenkit, karşı görüş belirtme ve reddetme27 anlamlarına baktığımız zaman, muhalefet kavramının karşı gruba yapılan gerçek bir saldırı olmadığını gösterir. Burada yapılanın eylemsel değil de, daha çok düşünce planında ortaya çıkan, karşı grubun temel referanslarını eleştirerek, grubun varlığını ve amaçlarını kabul etmeme anlamında bir reddediş olduğunu anlayabiliriz. Tabi, yapılan bu muhalefet ilk başta bir çatışma gerçekleştirmezken, her an çatışmaya neden olabilecek bir kuvvet olarak kendisini ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle muhalefet sürecinin gelişiminde masum bir noktadan yapılan bir muhalefetle, karşı tarafı tahrik ederek kışkırtan, grubun temel değerleri ve amaçlarını alaya alan muhalefet süreçlerini birbirinden ayırmalıyız. Birincisini olumlu ya da olumsuz bir eleştiri anlamında muhalefet olarak, ikincisini ise karşı grubun varlığından rahatsız olan grubun saldırı amaçlı yaptığı muhalefet olarak değerlendirmeliyiz.

26 Arslantürk, a.g.e., ss.342-343.

27 Nevin Abdulhalık Mustafa, İslam Düşüncesinde Muhalefet, Çev. Vecdi Akyüz, Ayışığı Kitapları, İstanbul,

(19)

11- Çatışma, sosyal ilişki içinde bir yarışmadır.28

12- Çatışma, bir sosyalizasyon biçimidir.29 Çatışmanın yıkıcı olduğu kadar toplumsal grupların kendi içlerinde bütünleşmelerinde ve dayanışmalarında büyük katkısı vardır.30 Çatışma, karşıtlar arasındaki gerginliği çözerek toplumlaşmaya katkı sağlamaktadır.31

13- Çatışmaların görünen tarafı olduğu gibi, zihniyet anlamında düşünce çatışmaları, ruhi çatışmalar da vardır.

İdeolojik çatışmalar, grupların çıkar amaçlı çatışmalarından farklıdır. Çıkar amaçlı çatışmalarda elde edilmek istenen şey kazanıldığı zaman, çatışma da ortadan kalkacaktır. Bu şekildeki çatışmalarda özellikle karşı gruba duyulan özel bir düşmanlık olmayıp, neden sadece çıkarın elde edilme isteğidir. İdeolojik çatışmalarda ise durum bundan oldukça farklıdır. İdeolojik çatışmalarda gruplar, hayatı ve olayları belli bir bakış açısıyla değerlendirdikleri için, kendileri dışında hayata farklı bir pencereden bakan başka gruplara karşı bakışları birbirlerinin varlıklarından rahatsız olma anlamında iyi olmayacaktır. Bu durumdaki çatışmalar çok daha güçlü bir çatışma şeklidir; çünkü grubun zihniyet anlamında birbirine bağlanmaları, kendi içerisindeki bağların sağlam bir yapıda olması sayesinde grubu güçlü kılmaktadır. Karşıt olma bilinci ile grubun ideolojisinin başka bir ideolojik baskıyı kabullenmemesi, grubun çatışmadaki kuvvetini artırarak çatışmanın da çok daha şiddetli geçmesini sağlamaktadır. Bu bakımdan grupların ideoloji anlamında güçlü bir yapıya sahip olmaları çatışmanın şeklini her yönden etkilediğini bilmemiz, çatışmanın araştırılmasında ideolojik unsurların çok iyi araştırılmasını zorunlu kılmaktadır.

28 Kızılçelik, a.g.e., c.2, s.340.

29 Emre Kongar, Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981, s.175. 30 Dönmezer, a.g.e., s.196.

31 Georg Simmel, Çatışma Fikri ve Modern Kültürde Çatışma, Çev.Ahmet Aydoğan, İz Yay., İstanbul, 1999,

(20)

1.1.2. Çatışma Kuramları

Genel olarak çatışma kuramlarına baktığımız zaman, çatışma kuramlarının toplumların birbiriyle uyum içerisinde olmasından daha çok, toplumdaki birimlerin ve öğelerin birbirleriyle çatışmalarının itici gücüyle toplumun değişebilmesinin mümkün olabileceğini vurguladıklarını görmekteyiz. Bu anlamda çatışma kuramcılarının genel bir toplum kuramı ortaya atmadıkları söylenilmektedir.32

Çağdaş sosyolojide başlıca teorik mücadelenin özellikle fonksiyonalizm ile “diğerleri” arasında olduğunu görmekteyiz.33 Toplumların incelenmesinde temel faktörlerden biri olan fonksiyonalizme göre, bir sistem olarak düşünülen toplumun en önemli fonksiyonu bütünleşmedir ve bu nedenle de her toplumsal yapı ve birim toplumsal sistem içinde fonksiyonel olduğu için vazgeçilmez niteliktedir. Bu bakımdan toplumda uyum, denge, ahenk, bütünlük gibi kavramlar toplumu bir arada tutmanın en önemli unsurlarıdır. Fonksiyonalizme göre toplumdaki gerginlikler, sapmalar, uyumsuzluklar toplum için zararlıdır ve toplumdaki birliğin ve işleyişin düzgün bir şekilde olabilmesi için bu unsurların ortadan kaldırılarak işleyişin düzeltilmesi gerekmektedir.34 Fonksiyonalist teori temelde, toplumu yaşayan bir organizma olarak gören ve bu organizmayı oluşturan tüm parçaların onun hayatiyetine katkıda bulunan bir işlev üstlendiğini ileri süren bir yaklaşımdır.35 Toplumların devamının sağlanabilmesi için toplum içerisinde bir uyum ve ahenk olmalıdır. Durkheim toplumu, birbirine bağlı parçalar kümesi olarak görür, bu nedenle bir toplumun devam etmesi için işbirliğine dayanması, bunun da üyeler arasında temel değerler açısından genel bir fikir birliği ya da anlaşmayı içermek zorunda olduğunu belirterek, toplumsal organizmanın ancak bu şekilde yaşamını sürdürebileceğini vurgulamaktadır.36 Talcott Parsons’a göre, bu şekilde toplumun içerisinde uyumu bozan unsurların bulunmaması, toplumun düzenli bir şekilde ilerleyerek gelişmesini sağlayacak ve böylece o toplum ne kadar çok uyum sağlarsa, o derece ileri bir toplum olacaktır.37 “En uygun olanın hayatta kalması” ifadesini ortaya çıkaran Spencer için en uygunlar, karşılıklı işbirliğine dayalı toplumsal yaşama uyarlanmış olanlardır.38 Comte’a göre, düzen ve ilerleme toplumun statik

32 Kongar, a.g.e., s.175. 33 Arslantürk, a.g.e., s.420.

34 Marshall, a.g.e., ss.363-365; Kirman, a.g.e., ss.82-83; Kongar, a.g.e., ss.145-148; Poloma, Çağdaş

Sosyoloji Kuramları, Çev., Hayriye Erbaş, Gündoğan Yay., Ankara, 1993, ss.31-35; Dönmezer, a.g.e., ss.167-174. Kızılçelik, a.g.e., c.2, s.104.

35 Arslantürk, a.g.e., s.431. 36 Giddens, a.g.e., s.602. 37 Kızılçelik, a.g.e., c.2, s.114. 38 Morris, a.g.e., ss.156-157.

(21)

ve dinamik yönleridir. Düzen daha çok uyumu ve dayanışmayı belirtirken, ilerleme ise doğal yasalara göre toplumun düzenli bir şekilde gelişimini anlatır. Bu nedenle ilerleme önceki düzenle çatışma halinde değildir; bilakis onun bir uzantısıdır, böylece her ilerleme bir düzenin gelişmesini gösterir.39 Bu bakımdan fonksiyonalist bakış açısına göre, toplumda çatışma ve gerginlikler genellikle negatif ve yıkıcı olarak ele alınır, çatışmanın sosyal sistem açısından pozitif fonksiyonu yoktur.40 Bu nedenle fonksiyonalizme göre, mevcut değer yargısı ve norm sistemine ters düşen düşünce ve davranışlar sosyal kontrol süreci içinde ya izole edilir, ya baskı altına alınır, ya da mevcut sosyal düzene uyumu sağlanarak zararsız hale getirilir veya toplumu oluşturan unsurların fonksiyonlarında uygun ayarlama ve düzenlemelere gidilerek, sosyal kurumlar arasında, yeni bir denge sağlanmaya çalışılır.41

Fonksiyonalizme bağlı bu bakış açıları insan toplumlarının içinde varolan düzen ve uyumu vurgular. Bu görüşte olanlar, süreklilik ve fikir birliğini toplumların en belirgin özellikleri olarak nitelendirirler. Öte yandan, diğer sosyologlar özellikle Marx’tan çok fazla etkilenmiş olanlar toplumsal çatışmanın yaygınlığını vurgularlar. Toplumları bölünmeler, gerginlikler ve mücadeleler ile uğraşıyor olarak görürler. Onlara göre, insanların çoğu zaman birbiriyle dostça yaşama eğiliminde olduğunu iddia etmek bir yanılgıdır; açık yüzleşmeler olmadığında bile çıkarlarda derin bölünmelerin olduğunu ve bunların bir noktada aktif çatışmalara dönüşme olasılığının olduğunu söylerler.42 Bu anlamda fonksiyonalizm ve çatışmacı yaklaşımların birbirleriyle aynı görüşleri taşımadıklarını, topluma bakışlarında çok temel bir farklılığın olduğunu anlamaktayız.

Çatışma teorisini savunan düşünürlerin kullandıkları temel kavramlar çatışma, çelişki, değişme, baskı, güç, otorite ve çıkardır. Karl Marx, L. Gumplowice, V. Pareto, Ralf Dahrendorf, Lewis A. Coser, Robert Ezra Park, John Rex, George Simmel, C.Wright Mills’e göre, çatışma ve çelişki toplumsal birim ve öğeler arasında sürekli vardır. Çatışma toplumun amaçlarını yerine getirmesine, ilerlemesine katkıda bulunan bir olgudur ve rekabetçi grupların bir sistemidir.43 Genel olarak fonksiyonalizme yöneltilen eleştiriler çerçevesinde çatışma kuramının temel özellikleri şöyle özetlenebilir:

1. Toplum organik bir bütün değil fakat bir süreçtir. Onu sadece organik bir bütün olarak görmek, toplumsal yaşamın o akıcı dinamizmini değerlendirme olanağını kısıtlar ya 39 Kızılçelik, a.g.e., c.1, s.128; c.2, s.48. 40 Kızılçelik, a.g..e., c.2, s.11. 41 Kızılçelik, a.g..e., c.2, s.105. 42 Giddens, a.g.e., s.600. 43 Kirman, a.g.e., s.50.

(22)

da kaldırır. Bu dinamizmin kaynağı, toplumsal yapının kendi içinden doğal olarak yarattığı "çatışma"dır. Çatışma ve çelişki toplumsal birim ve öğeler arasında sürekli olarak vardır.

2. Çatışma kaçınılmaz bir olgudur.

3. Çatışma değişmenin itici olduğu kadar, toplumun bütünlüğü için fonksiyoneldir. 4. Çatışma, fonksiyonalistlerin ortaya koyduğu şekliyle bir hastalık değil, aksine toplumun amaçlarını yerine getirmesine, ilerlemesine katkısı yadsınamaz bir gerçekliktir. Bu nedenle çatışma toplumun doğal niteliğidir.

5. Çatışma, değişmenin itici gücü olarak çeşitli toplumsal sorunların varlığında yansımasını bulur. Bir yönüyle çatışma, toplumsal sorunların baskısı altında yoğunlaşır ve somutlaşır. Yine çatışma sorunların çözümünü kamçılar. Sorunların çözümü ise değişmeyi zorlar ve hatta değişmenin kendisidir.44

Max Weber’e göre, insanların birbirleriyle kurdukları ilişkiler hiçbir zaman aynı düşünen kişiler arasında olmamakta ve bu ilişki bir zıtlığı, bir şekilde barındırmaktadır. Fakat ilişkilerin niteliği bir uzlaşım, uyumlu olma ile devam ettiği sürece bir sorun çıkmamaktadır.45 Ancak uyuşmanın tanımına baktığımız zaman, belli bir sosyal durum içinde, amaçlar ve davranışlar arasındaki denge durumu olması, uyuşma sürecinde işbirliği ve çatışma süreçlerinin bir arada ve dengeli bir şekilde olmalarını zorunlu kıldığı görülmektedir.46 Bu nedenle bir sosyal ilişki içerisinde tam olarak bir uyumun gerçekleşmesinin zor olduğunu, uyumdan çatışmaya geçişin her zaman olanaklı olduğu belirtilmektedir.47 Bu bakımdan Dahrendorf, birbirleri için ön-zorunluluk olan çatışma ve consensus olmaksızın toplumun var olamayacağını kabul etmektedir.48

Bu bakımdan fonksiyonalizm ve çatışma kuramları arasındaki bu temel karşıtlığın arasını bulmaya çalışan görüşler de bulunmaktadır. Bu bakımdan, kesinlikle çatışmanın zararlı olduğunu kabul eden “geleneksel görüş” ile çatışmanın kaçınılmaz olduğunu, çatışmamanın sakıncalı olduğunu benimseyen “etkileşimci görüş” arasında, bunlardan farklı olarak bunların her ikisinin de birbiriyle ilişkileri olduğunu söyleyerek çatışmanın olumlu yönden dönüştürülmesiyle gruplara katkı sağlayacağını belirten “davranışçı görüş”

44 Kızılçelik, a.g.e., c.1, s.82; c.2, ss.17-18; 340; 395-397; 409-410; 414; Simmel, a.g.e., s.29,30; 34; 47-48;

Kongar, a.g.e., ss.175-189.

45 Kızılçelik, a.g.e., c.1, s.290. 46 Arslantürk, a.g.e., s.346. 47 Kızılçelik, a.g.e., c.1, s.290. 48 Kızılçelik, a.g.e., c.2, s.412.

(23)

bulunduğunu görmekteyiz.49

Çatışmanın farklı açılardan değerlendirilmesi, yani çatışmanın grup uzlaşımının mı yoksa grup çözülmesinin mi kaynağı olduğu sorusuna verilebilecek cevap çatışmanın kökenine, konusuna, denetim altında tutuluş biçimine ve en önemlisi, hangi toplumsal yapıda geliştiğine bağlı olduğuyla değişebilmektedir. Bu bakımdan Lewis A. Coser, grup içi çatışmayla grup dışı çatışmayı, merkezi değerler üzerine olan çatışmayla çevresel konular üzerine olan çatışmayı, yapısal değişmeye yol açan çatışmayla emniyet supabı kurumlarına kanalize edilen çatışmayı ve gevşekçe kaynaşmış gruplardaki çatışmayla sıkıca kaynaşmış gruplardaki çatışmayı birbirinden ayırmaktadır. Ayrıca, gerçekçi olan çatışmayla gerçekçi olmayan çatışmayı da ayırır. Tüm bu noktalar, bir toplumsal süreç olan çatışmanın işlevini belirleyen faktörler olarak, çatışmanın araştırılmasında önemli göstergeler sunmaktadır.50 Çatışmanın hangi şartlar altında, sosyal düzenin devam etmesine olumlu katkılar sağlayacağına inceleyen Coser; sosyal grupların oluşması ve sınırlarının belirlenmesinin, grup kimliğinin yeniden benimsenmesi yoluyla üyelerin birbirlerine daha iyi bağlanmasının çatışma olgusu ile mümkün olacağına yönelik görüşler geliştirmiştir. Fonksiyonalist teorinin birçok kavramını terk etmeden, çatışma sürecini incelemiş olması, uzlaşmacı -bütünleşmeci- ve çatışmacı yaklaşımları birbirine rakip şemalar olarak algılamaması, Coser’ın “çatışmacı fonksiyonalist” olarak nitelendirilmesine neden olmuş; birçok fonksiyonalistin, çatışma olgusunun olumlu işlevlerinin farkına varmasını sağlamıştır.51

Fonksiyonel olmayan çatışma, kurum ve kuruluşları amaçlarına ulaşmaktan engelleyen, amaçları gerçekleştirmeye katkıda bulunmayan çatışmalardır. Fonksiyonel olan çatışmalar ise, organizasyonun amaçlarını gerçekleştirmesine katkıda bulunan çatışmalardır.52 Örneğin çatışma, toplumsal yapının oluşumu, birleşimi ve korunması açısından araçsal olabilecek bir süreçtir. Grup içi ve gruplar arası sınırların belirlenmesi ve korunmasını olanaklı kılar. Diğer gruplarla çatışma, grubu çevreleyen toplumsal dünya ile bütünleşmesini önleyerek, grubun kimliğini yeniden benimsenmesine katkıda bulunabilir.53

Çatışmanın fonksiyonel olup olmamasıyla ilgili bu kuramsal tartışmanın tamamen ortadan kalkması oldukça zor görünmektedir. Fonksiyonalizm ile çatışma bakış açıları arasındaki bu farkın tam olarak birbiriyle uyuşmaz olduğunu söylemek yanlış olacaktır.

49 Gökçe, a.g.e., s.280.

50 Poloma, a.g.e., s.113. Gerçekçi-Gerçekçi olmayan çatışmalar hakkında bkz: Poloma, a.g.e., s.101. 51 Arslantürk, a.g.e., s.373.

52 Gökçe, a.g.e., s.270. 53 Poloma, a.g.e., s.99.

(24)

Tüm toplumlar olasılıkla değerler konusunda bir çeşit genel anlaşma içerirler ve hepsi tabii ki çatışma da içerir. Farklı grupların sahip olduğu değerler ve üyelerinin hedefleri çoğu zaman ortak ve zıt ilgilerin bir karışımını yansıtmaktadır. Örneğin, Marx’ın sınıf çatışması tanımlamasında bile, farklı sınıflar birbirleriyle mücadele etseler de bazı ortak ilgileri paylaşırlar. Bu nedenle işçiler ücretlerinin sağlanması için nasıl kapitalistlere bağlı iseler, kapitalistler de girişimlerinde çalışmak için iş gücüne dayanırlar. Bu tür durumlarda açık çatışma sürekli değildir; aksine bazen her iki tarafın ortak olarak sahip olduğu şeyler bunların farklılıklarını gizleme eğilimindedir, diğer durumlarda ise tersi söz konusudur.54

Çatışma teorilerinde çatışma nedenleri olarak iki temel özelliğin olduğunu görmekteyiz. Birincisi, grupların farklı amaç ve çıkarlara sahip olmaları, onların kendilerine karşı bir rekabet ve mücadeleye girmelerine neden olmakta, böylece de çatışma meydana gelmektedir. İkincisi, bireylerin içsel-psikolojik olarak duygusal durumları, istekleri insanlar arasında farklılığa neden olmakta ve bu yüzden evrensel olarak bir çatışmanın meydana gelmesi kaçınılmaz olmaktadır.55

54 Giddens, a.g.e., s.603.

(25)

1.1.3. İdealler ile Gerçekler Arasındaki Çatışma

Hayatın gerçekleriyle yüz yüze gelmeden önce kafamızda tasarladığımız yaşam ile yaşanan dünya arasındaki uyuşmazlık, insanın yaşanan çatışmalardan çok daha önemli ve sıkıntılı durumlarla baş başa kalmasına neden olmaktadır. Bu bakımdan insanın yaşamış olduğu bu zihinsel çatışmaların nedenlerinin tespit edilmesi, gerçek yaşamda yaşanan gerçek çatışmalarda nasıl bir etkisinin olduğunu görülmesinde çok büyük katkıları olacaktır.

1.1.3.1. İnsan hayatını yönlendirmesi açısından düşünceler-ideolojiler

Marx, Hegel’in sadece düşünce ile belirlenmiş olan, yani içinde düşünceden başka bir şey taşımayan soyut insanını, belirli bir ortamda yaşamayan, gövdesi ve yüzü-gözü olmayan bir yaratık olarak görüyordu.56 Bu nedenle Marx’ın haklı olarak Hegel’e karşı çıkması, bize de gerçekliğin sadece düşüncelerde oluşmaması gerektiği düşüncesini vermektedir. Ancak, insanı sadece düşüncelerden bağımsız bir şekilde düşünmek de mümkün değildir; fakat bunun bir derecesi olması gerekmektedir. İnsan hayatını devam ettirirken, hayatını şekillendiren unsurların en başta geleni hiç şüphesiz insanın kendi düşünceleridir. İlk önce insanların kendi davranışlarında benimsedikleri kavramları anlamadan, toplumsal dünyayı doğru bir şekilde anlayabilmemiz de gerçekleşmeyecektir.57 Çünkü ideoloji, ancak belli bir toplumsal oluşum içinde anlamlıdır ve ideolojiyi açıklamak aslında bu toplumsal oluşumu açıklamak demektir.58 Bu nedenle ilk önce insanın düşünceleri bilinmeli ki, toplum anlaşılabilsin diyebiliriz.

İşte burada insanın yaşamış olduğu idealler ve gerçekler arasındaki çatışmanın da neden bu kadar önemli olduğunu anlayabiliriz. İnsan eğer düşünceleri ve hayat arasında bir bağlantı oluşturamazsa, anlamlı bir uyum gerçekleştiremezse; yani gerçekleşemeyecek bir dünyanın tasarımını zihninde gerçekleştirmişse, bu, onun hayata bakışını farklı bir yönde etkileyecek ve dönüştürecektir. Artık insan, dünyayı kendi düşüncelerine göre şekillendirmek için mücadele içerisine girecek ve hayat bir savaş arenası olarak görülmeye başlanacaktır. Tabi burada Marx’ın, düşüncenin pratiği ancak pratik içinde gösterilebileceği

56 Karl Marx, 1844 İktisadi ve Felsefi El Yazmaları, Çev. Ahmet Fethi, Felsefe Yazıları Karl Marx kitabının

içinde, Hil Yay., İstanbul, 2004, s.85, 88, 95, 98-99; Selahattin Hilav, Diyalektik Düşüncenin Tarihi, 3.Bas., Sosyal Yay., İstanbul, 1997, s.176.

57 Giddens, a.g.e., s.12.

(26)

düşüncesinin59 söylediğimiz insan tipiyle uyuşmadığını belirtmeliyiz. Çünkü Marx’a göre, hayattan kopuk bir şekilde oluşmuş bir zihin, ayakları yere basmayan bir zihindir ve bu nedenle de bilincin hayatı belirleyemeyeceği düşüncesi, hayatı belirleyenin yalnızca gerçek dünyanın gerçek görünümleri olmasını zorunlu kılmaktadır.60 Toplumu oluşturan bireylerin hayattan kopuk bir şekilde düşünceler oluşturmaları insanın kendine yabancılaşmasından başka bir şey değildir61 ve bu da hayattan kopuşu göstermektedir. O halde, insanın toplumdan bağımsız olamaması, yani düşüncelerini oluştururken toplumun onu şekillendirmesi, insanın, toplumun genel düşünceleriyle uyum içerisinde olmasını gerektirmekte; fakat insanın bu şeklin dışına çıkarak kendisine yabancılaşmasıyla hayata ve topluma bakışı değişmekte, böylece de hayat bambaşka bir görünüme bürünerek çatışmanın temelleri atılmış olmaktadır.

Pareto’ya göre kalıntılar, insanın hayatını yönlendiren zihnin temel değişmez özelliğidir. İnsan bu şekilde zihinde yer alan bu kalıntılar aracılığıyla hayatını devam ettirirken bazı düşünceler, ideolojiler onun yaşamını etkilemektedir. Örneğin, “öldürme, çünkü bu, Tanrı tarafından yasak edilmiştir.” düşüncesi, insanın zihninde yer aldığı zaman, insan artık öldürme eylemini bu şekilde düşünecek ve öldürme eylemini gerçekleştirmekten uzak durmaya çalışacaktır.62 Hegel’in, İde’nin doğayı yöneten bir kuvvet olması ve doğayı bu yönde etkilemesi görüşünü63 de ele aldığımız zaman, insanın hayatını şekillendiren en temel noktalardan birinin zihin olduğunu anlamamız, hayata bakış açısını bütün yönleriyle değiştiren bir durumla karşı karşıya kaldığımızı göstermektedir.

Toplumun ve kültürün insanın düşüncelerinden bağımsız olamaması, maddi ve maddi olmayan her unsurun arkasında onu oluşturan inanç ve değerlerin varlığını göstermektedir.64 Bu da bizim toplumu anlamamızda sadece yerleşik yapının araştırılmasının yeterli olmadığını, bu nedenle de toplumu anlamak için ilk olarak insanın düşüncelerini oluşturan temel etkenlerin tespit edilmesini zorunlu kılmaktadır. Böylece bu yapılan araştırma, çatışma kavramının anlaşılmasında bizlere önemli derecede yol gösterecektir. Örneğin, çatışmanın işleyişinde grupların birbirlerini değiştirmek için mücadeleye giriştiklerinde

59 Karl Marx, Feurbach Üzerine Tezler, Çev. Ahmet Fethi, Felsefe Yazıları Karl Marx kitabının içinde, Hil

Yay., İstanbul, 2004, ss.104-106; Marx-Engels, Alman İdeolojisi Bölüm I, Çev. Ahmet Fethi, Felsefe Yazıları Karl Marx kitabının içinde, Hil Yay., İstanbul, 2004, s.119.

60 Karl Marx ve Friedrich Engels, Din ve İdeoloji, Çev. Mevlüde Ayyıldızoğlu, Der: Yasin Aktay- M. Emin

Köktaş, Din Sosyolojisi kitabının içinde,Vadi Yay., 2.Bas., Konya, 1998, s.122.

61 Marx, 1844 İktisadi ve Felsefi El Yazmaları, ss.79-80. 62 Kızılçelik, a.g.e., c.1, s.314.

63 Hilav, a.g.e., s.105.

(27)

yapmaları gereken en önemli işin ilk olarak birbirlerinin düşünceleriyle çatışarak, onları değiştirmelerini gerekli kılması;65 yine aynı şekilde, çatışan grup üyelerinin kendileri için değil de, temsil ettikleri grubun idealleri için yaptıkları bir çatışmanın, kişisel nedenlerden çıkan çatışmalara kıyasla çok daha şiddetli ve keskinleştirici olması,66 bizlere düşüncenin ya da ideolojinin ne kadar çok önemli olduğunu sergilemektedir.

İdeolojilerin topluma egemen olan güçlerin kendilerini haklı göstermek için oluşturdukları düşünce ve inançlardan meydana gelmesi ve bu şekilde de güçlü olanı haklı kılma aracı olarak görme düşüncesi67 de bizim söylemek istediğimiz şeye vurgu yapmaktadır. Tabi burada hatırlanması gereken nokta, ideolojilerin belirlenmesinde ve uygulanmasında güçlü ve egemen olanın sözünün geçmesi, insanların bir aldanma içerisine girerek haksız farklılıkların bu ideolojiler ile meşrulaştırıldığını göremeyecek kadar büyülenmelerine neden olmaktadır. İşte bu nokta, insanların hayata bakışlarında, düşüncelerin onları etkilemesini sergilemesi bakımından hayatı yönlendiren idelerin insan yaşamındaki önemini çok anlamlı bir şekilde göstermektedir.

Bir nesneyi kötü olarak gören bir toplumda yetişen bir insan ile bundan farklı düşünen bir toplumda yetişen bir insanın o nesneye bakışları kesinlikle birbirinden farklı olduğu görülecektir.68 İşte böylece bu insanların, yaşadıkları toplumun değerlerini benimsemeleri, onların hayata bakışlarında doğrudan bir etki oluşturmakta ve daha sonra da edinilmiş olan bu değerler ile kendisinden farklı olan tanımlanmaya ve değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Yani, o insanın turnusol kâğıdı kendi toplumundan öğrenmiş olduğu düşünceleri olmaktadır. Burada insanın zihnini şekillendiren unsurun toplum olduğunu görmekteyiz; fakat insanın düşüncesini şekillendiren unsur her ne olursa olsun, insan çeşitli şekillerle zihnini oluşturmakta ve hayata da çizmiş olduğu bu şekillerle bakmaktadır.

1.1.3.2. Maddi hayatın insanları yönlendirmesi

İnsanın düşüncelerini şekillendiren şeyin içinde yaşadığımız hayatın bizzat kendisinin mi, yoksa insanın hayattan bağımsız bir şekilde oluşturduğu düşüncelerinin mi olduğu karmaşası, aslında temel olarak insanın hayata bakış açısıyla ilgili olan bir sorun olduğunu göstermektedir. Karl Marx’a göre, maddi yaşamdaki üretim biçimi yaşamın toplumsal,

65 Çelik, a.g.e., s.119. 66 Poloma, a.g.e., ss.107-108. 67 Giddens, a.g.e., s.618. 68 Arslantürk, a.g.e., s.442.

(28)

siyasal ve manevi süreçlerini belirler.69 İnsanların varlıklarını belirleyen şey bilinçleri değildir; tersine bilinçleri belirleyen şey onların toplumsal varlığıdır, yani bilinç toplumun bir ürünüdür.70 Buna göre, maddi koşullar değişikliğe uğradığı ya da ortadan kalktığı zaman, onlara karşılık gelen ideolojik etken de değişir ya da ortadan kalkar.71

Bu bakımdan Marx, Hegel’in özne haline getirdiği İdea’sını ve gerçek dünyanın ‘İdea’nın sadece dışsal, görüngüsel biçimi olduğunu kesinlikle kabul etmeyerek, maddi dünyanın temel olduğunu söylemektedir.72 Marx’ın bu şekilde idea’yı özellikle dışlamasının nedeninin en önemli noktası, insanların hayatlarında idea tarafından kandırıldıklarının bir göstergesini sunmasından başka bir şey değildir. Bu bakımdan Marx’a göre, her devrin hâkim düşünceleri o devrin hâkim sınıflarının düşünceleridir.73 İnsanlar, kendi çıkarlarını sağlamak isteyen kişi ya da gruplar aracılığıyla kendilerine dayattırılan düşünceleri kabul etmekte ve sonuçta da bu düşüncelerin insanlar tarafından kabul edilmesiyle birlikte, güçlü olanlar, idea’nın yardımıyla istediklerini bu insanlara yaptırarak çıkarlarını elde etmektedirler.74 Bu nedenle bireyler bu idea’nın dayatmasından kurtulup, düşüncelerin temel kaynağı olan gerçek yaşama dönmeli75 ve böylece de düşüncelerini kendileri oluşturarak, egemen gücün kendileri olması için değişim gerçekleştirmeleri gerekmektedir.76

Hegel düşünceler arasındaki çatışmayı incelemiştir. Marx ise çatışmayı, uyuşmazlığı bizzat yaşanan dünya içinde bulmuş ve düşüncelerin aslında çatışma ve uyuşmazlıklardan kaynaklandığını, doğduğunu ileri sürmüştür.77 Onun maddi dünyayı alt-yapı olarak görmesi, yani hayattaki maddi olmayan unsurların temel referans olarak görülmesini reddetmesi, en başta etkilerini din üzerinde göstermiştir; çünkü dinin temel dayanağı madde olmadığına göre78 bu durumun değiştirilmesi gerekmekteydi. Bunun için yapılması gereken iş, dine hayat veren koşulların dönüştürülerek, hayata maddenin egemen olması sağlanmalıydı.79 Bu

69 Marx-Engels, Alman İdeolojisi Bölüm I, ss.112-113, 120-122, 131.

70 Marx-Engels, Din ve İdeoloji, s.122; Alman İdeolojisi Bölüm I, ss.117-119, 123; Komünist Partisi

Manifestosu, Çev. Cenap Karakaya, Sosyal Yay., 2.Bas, İstanbul, 2003, s.94; 1844 İktisadi ve Felsefi El Yazmaları, s.43. Marx, Hegel’in, zihnin insan için hakiki özü olduğunu kabul ettiğini, bu nedenle duyu, din, devlet vb.yi ‘tinsel kendilikler’ olarak algıladığını söyleyerek eleştirir. Marx, 1844 İktisadi ve Felsefi El Yazmaları, ss.80-81.

71 Marx-Engels, Komünist Partisi Manifestosu, s.94. 72 Çelik, a.g.e., s.69; Arslantürk, a.g.e., s.371.

73 Marx-Engels, Din ve İdeoloji, s.123; Komünist Partisi Manifestosu, s.94. 74 Marx-Engels, Alman İdeolojisi Bölüm I, ss.141-142.

75 Marx-Engels, Alman İdeolojisi Bölüm I, ss.112. 76 Çelik, a.g.e., s.102.

77 Kızılçelik, a.g.e., c.2, s.287.

78 Marx-Engels, Din ve İdeoloji, s.125. 79 Morris, a.g.e., s.59.

(29)

bakımdan Marx’ın çatışmaya bakışı temel olarak madde üzerinden başlamaktaydı. Yine aynı şekilde, Gumplowicz’e göre, çatışmanın temeli maddi gereksinimler ve çıkarlardır. Bu nedenle maddi olanaklara sahip olan güçlü grup, güçsüz olanı egemenliği altına alarak onu istediği gibi yönetebilmektedir.80 R. Collins, bu nedenlerden dolayı çatışma teorilerinin soyut olarak oluşturulmasını doğru bulmayarak, çatışmanın gerçek yaşam üzerinde odaklaşması gerektiğini vurgulamaktadır. Böylece çatışma teorisyenlerinin idealler, inançlar gibi kültürel unsurlara bakışları güç, kaynaklar ve çıkarlar üzerinden gerçekleşeceğini söylemektedir.81 İslamiyetin doğuşundan sonra gelişen gaza anlayışının önemli bir yönünün daha çok iktisadi kaynakların kıt olmasından kaynaklandığı görüşünün82 Collins’in düşüncelerini destekler mahiyette olduğunu görmekteyiz.

Sonuç olarak insanların hayata bakışlarının ve hayatlarını devam ettirmelerinin temel belirleyicisinin ne olması gerektiği hakkında düşünürler tarafından kesin bir sonuca varıldığını görememekteyiz. Bu farklılık uzun dönemler boyunca tartışılmış ve hâlâ da bu tartışmalar devam etmektedir. Tabi bu tartışmayı kimin kazandığı ya da kimlerin kazanacağı bizim konumuzu ilgilendirmemekte; çatışma kavramı çerçevesinde bizi ilgilendiren boyut, iki farklı hayat algılayışının olmasının yansımalarını incelememiz olacaktır.

Bir taraftan, insanın hayatını devam ettirmesinde onu etkileyen temel etkenin düşünce olması; bizim bu düşüncelerin içeriğini tespit etmemizi zorunlu kılmaktadır, bunu yaptığımız zaman çatışmanın zihinlerde nasıl yer aldığı, hangi düşüncelerin çatışmayı tetiklediği gibi önemli konuları öğrenebileceğizdir. Böyle bir araştırma yapmaz isek, sadece görünen nedenlerle uğraşmış oluruz ki bu da bizim yanlış sonuçlar elde etmemize neden olacaktır. Diğer taraftan da, maddi unsurların hayatın devamında temel etken olması; bizim çatışmanın nedenleri olan gerçek dünyanın kaynaklarının insanları nasıl etkilediği, insanların çıkarlarının onları nasıl yönlendirdiği gibi maddi temeldeki sorunları bulmamızda bize yardımcı olacaktır. Sadece düşüncenin çatışmaya olan etkilerinin tespit edilerek konunun sonuçlandırılması hayattan kopuk bir anlayışı sergileyeceği için, çatışmanın hayattaki yansımalarının nasıl gerçekleştiği de aynı derece de önemli bir konudur. Bu nedenle araştırmamızdaki bu konuları incelerken birbirinden bağımsız olarak değil, çift yönlü ve birbiriyle etkileşimli bir şekilde gerçekleştirmek için çalışacağızdır.

80 Kızılçelik, a.g.e., c.2, ss.383-384. 81 Kızılçelik, a.g.e., c.2, ss.490-491.

Referanslar

Benzer Belgeler

Dünyanın iklim pazarı haline gelmesi karşısında dipten gelenlerin sesini birikten festival “Su ve Yaşam Hakkı” konulu film yarışması sonucunda üretilen 24 ve toplamda

Çevre ve Orman Bakanl ığı’nın “Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) gerekli değildir” kararını iptal eden mahkemenin, 13 sayfal ık gerekçeli kararında ‘aynı

Karap ınar halkı için ekmek teknesi olan, büyük sürüleri besleyip, verimli tarım alanlarını barındıran topraklar nas ıl oldu da böylesine büyük bir çölleşme tehdidi

doğrultusunda yaşayan ve aynı zamanda mezhebi temsil eden bir topluluktur. Özellikle temsil boyutu mezhebin varlığı ve sürekliği için hayati önemi haizdir. Nitekim

ABD’nin Fırat’ın doğusunda sözde devlet kurmak istediğini ve bunun için halihazırda aktif olarak kaynak aktarıldığını söyleyen Lavrov, “Giderek daha aşikar olduğu

RESUL KUR’AN’NIN KUR’AN TEFSİRİ OLAN DİP NOTLARIN ALTINDAKİ İLAVE DİP NOTLAR, KUR’AN’DAKİ DİN İLE UYDURULAN DİN ARASINDAKİ O KONUDAKİ FARKIN SERGİLENMESİ

Ata arasında Büyük Günalı ve İman konuları çerçevesinde ortaya çıkan bir fikri ayrılığın ilk ayrışma ve kırılmaya dönüştüğünü ifade etmektedir.s

Samiri soylu belamlar, tağuti sisteme kul olup onun izni ile küfür ve şirk yuvası olan vakıflarda, zillet ve meskenet içerisinde Allah yolun- dan insanları alıkoymak için, şey-