• Sonuç bulunamadı

4. Kişilik

4.2. Kişilik Kuramları

Psikolojinin genç bir disiplin olması, insanın oldukça karmaşık bir varlık olması ve ayrıca nesnel olarak incelenmeye çok uygun olmaması nedeniyle kişilik olgusunu açıklamaya çalışan birbirinden farklı yaklaşımların olması kaçınılmazdır (İnanç ve Yerlikaya, 2012, 6).

Kişilik gelişimi çalışmaları bireysel farklılıkların gelişimine ek olarak çevre ile birlikte yaşam boyunca kendini gerçekleme hedefine odaklanan bireylerin farklılık ve gelişimlerini açıklamakla uğraşan çalışmalardır (Van Lieshout, Cornelis 2000, 276).

Kişilik gelişimini açıklayan yaklaşımlardan bazıları kişiliğin oluşumunu yaşamın belirgin fizyolojik ve psikolojik aşamalarıyla, bazıları ise çevredeki sosyal olaylarla izah etmektedir (Isır, 2006, 48).

Bazı teorisyenler kişiliğin en önemli özelliğinin ne olduğu sorusuna yönelirler, bazıları ise kişilikler arasındaki farklılıkları anlamaya çalışırlar. Dolayısıyla her bir kuramın kişilik gelişimine ilişkin öngörüleri farklıdır. Bu farklı yaklaşımlar altı kişilik kuramıyla ele alınmaktadır (Şenyuva, 2007, 14).

4.2.1. Yapısal Yaklaşım

Yapısal yaklaşım, Platon ile başlayıp Hippokrates ile devam eden, önceleri felsefe içerikli olan ve daha sonra tıp alanına yönelen çalışmaların bulunduğu yaklaşımdır. Ancak günümüzde bu yaklaşıma yönelik çalışmalar yapılmamaktadır.Bu yaklaşımın önerdiği psikopatoloji, beden yapısı ve birtakım sıvıların vücutta ne oranda bulunduğuyla bağlantılıdır. Bu tarz kişilik kategorileri, insanoğlunun birkaç gruba

sığdırılmaya çalışılması açısından eleştirilmiştir; beden yapısı ve kişilik yapısı arasında ilişki olduğu görüşü ise kanıtlanmamıştır (Şenyuva, 2007, 14-15).

Hippokrates (M.Ö. 460–357) Galenos (131–201) evrendeki dört temel elementin (su, hava, toprak ve ateş ) ve dört farklı vücut sıvısının (kan, balgam, sarı ve siyah safra) dört farklı kişilik tipiyle bağlantılı (iyimser, melankolik, soğukkanlı, hırçın) olduğunu düşünmekteydi. Bu görüşe göre dört elementin veya dört sıvıdan hangisinin vücutta bol olduğu, kişilik tipini de belirlemekteydi (van Lieshout, Cornelis 2000, 276).

4.2.2. Psikanaliltik - Psikodinamik Yaklaşım

Psikodinamik yaklaşım diğer yaklaşımlarla karşılaştırıldığında kişilik gelişimi üzerinde en çok duran yaklaşımlardan biridir (Şenyuva, 2007, 16). En önemli temsilcisi Freud olduğu için Freudçu yaklaşım olarak bilinmektedir. Kuramda öne çıkan iki önemli isim vardır. Bunlardan Freud, insan davranışını doğuştan gelen içgüdülerle (biyolojik dürtülerle) açıklamaya çalışırken ikinci önemli isim olan Adler davranışı sosyal nedenlerle açıklar (Yörükan, 2006, 18). Örneğin Adler’e göre insan davranışının altında yatan en önemli etken, başarı veya üstünlük çabasıdır. Bir başka deyişle Adler’e göre insanlar, hem kişisel başarıları için hem de tüm insanlık için başarı hedefine yönelik hareket ederler (Feist ve Feist, 2009, 70). Freud ilk kişilik teorisini (ve ilk psikoanalizi) tasarlayan bilim adamıdır. Freud’a göre kişiliğin çoğunluğu bilinçsiz olup bizler savunma mekanizmalarımızı kullanarak kendimizle ilgili bazı tatsız gerçekleri yine kendimizden gizleme eğiliminde olan canlılarızdır ve bizler varlığından habersiz olduğumuz istek, arzu, inanç, korku ve anılarla sürekli tahrik ediliriz (Ewen, 2003, 1). Freud’un kişilik gelişimindeki sebepleri açıklamakta çoğu zaman cinsel ve agresif dürtüleri kullanıyor olması sebebiyle Freud’a zaman içinde bazı eleştiriler yönelmiştir. Freud’a önemli bir eleştiri de kuramın bir diğer önemli isimden gelmiştir. Jung, psikanalitik yaklaşımda cinsel dürtülere gereğinden fazla değer verildiğini, bundan ziyade bireylerin çeşitli amaçlara ulaşmak için yaşamlarında bir çaba gösterdiğini, bu nedenle kişiliği ve davranışları açıklarken Freud gibi tek bir nedenden bahsedilemeyeceğini, çözümleyici bir yaklaşıma ihtiyaç duyulduğunu ifade eder (Cüceloğlu, 2007, 415).

Bu yaklaşımdaki araştırmacıların düşüncelerinin ortak özelliklerini iki grupta toplayabiliriz. İlk olarak kişiliğin şekillenmesindeki en önemli faktörün, bilinçaltının sağladığı motivasyon olduğunu savunmuşlardır. İkinci olarak ise kişiliği, karşıt motivasyonlar ile önleme arzusunu geliştiren savunma mekanizması arasındaki çatışmanın şekillendirdiğini ileri sürmüşlerdir (Isır, 2006, 49). Bu iki gruptaki ortak nokta ise kişiliğin birçok önemli yönünün bilinç dışılıkla açıklanmasıdır. Bir başka deyişle psikodinamik kuramlar kişilikte bilinç dışılığı vurgular (Ewen, 2003, 1).

4.2.3. Ayırıcı Özellikler Yaklaşımı (Treyt Yaklaşımı)

Ayırıcı özellikler yaklaşımı, insan davranışının bilinçsiz ve soyut kavramlarla açıklamak yerine bilinçli ve somut kavramlarla açıklamaya çalışır. Ayrıca yaklaşım klinik gözlemler yerine ampirik araştırmalara dayanır (Ewen, 2003, 257). Treyt yaklaşımı veya ayırıcı özellikler yaklaşımı temelde iki varsayım üzerine inşa edilmiştir. Birincisi, kişilik özellikleri zamanla değişmez. Yani kişilik ölçümlerinden elde edilen sonuçlar yetişkinlik döneminde elde edilecek sonuçlarla büyük oranda tutarlı olacaktır. İkincisi, kişilik özellikleri farklı durumlarda farklılık göstermez. Yani bireyin sahip olduğu tespit edilen bir kişilik özelliği, örneğin saldırganlık, hangi durum veya koşul altında olduğuna bakmaksızın tüm olası durumlarda kendini gösterecektir (Dal, 2009, 69).

Ayırıcı özellik (treyt) üzerine bilinen ilk çalışmayı 1921’de Allport yapmıştır. Kişiliği, bireyin karakteristik davranışlarını ve düşüncelerini belirleyen psikofizik sistemlerin dinamik bir şekilde örgütlenmesi olarak, ayırıcı özellikleri ise kişinin birçok durumda genellikle nasıl davrandığı ile ilgili olan belirli (spesifik) durumları içeren özellikler olarak tanımlamaktadır (Şenyuva, 2007, 30). Özellikler yaklaşımına göre, insanlar belirli bir tarzda davranma eğilimini yansıtan kişilik özelliklerine sahiptirler (Isır, 2006, 51).

Cattell, 1946 yılında yaptığı çalışmasında ayırıcı özelliklerin doğru şekilde analiz edilebilmesinde analizin yapısal ve çevresel kalıplar şeklinde ele alınması gerektiğini ifade eder. Böylelikle, fenotipik değişiklikleri açıklamada karşımıza çıkan paylaşılan ve paylaşılmayan çevre ile diğer genetik faktörlerin açıklanabilmesine,

dolayısıyla davranışsal genetik kavramının açıklanabilmesine imkân doğacaktır (Revelle, 2009, 254).

Ayırıcı özellikler (Treyt) yaklaşımının en güncel ismi olan Cloninger ise psikobiyolojik bir model oluşturmuş, kişiliği bu açıdan anlamaya çalışmıştır (Şenyuva, 2007, 30). Cloninger’ın Mizaç ve Karakter Envanteri olarak bilinen ve pek çok dile tercüme edilen çalışması ilerleyen bölümlerde detaylı olarak açıklanacaktır.

4.2.4. Davranışçı Yaklaşım

Davranışçı yaklaşım psikolojinin önemli isimlerinden Watson ve Skinner’ın subjektif ve gözlemlenemeyen özelliklerin tespitindeki ısrarlı çalışmaları sonucu başlamış bir yaklaşımdır. Davranışçı kişilik kuramında analistler sosyal öğrenme kavramını gündeme getirirler ve burada bireyin bir davranış hakkındaki inançlarının etkili olduğu konusu gündeme gelir (Funder, 2001, 201).

Davranışçı yaklaşım davranışın içsel nedenleri, dilekler, ihtiyaçlar, düşünceler, duygular, hatıralar, iç ruhsal çatışmalar, inançlar, beklentiler, tercihler öz algılar, bilinçsiz süreçler ve hayaller gibi neredeyse tüm teorisyenlerin önemli olduğunu düşündüğü bütün kavramları bertaraf eder. Bu nedenle davranışsalcılık kişilik teorilerinde bir başka yaklaşım değil alternatiftir (Ewen, 2003, 309).

4.2.5. Bilişsel Yaklaşım

Kişilik teorilerinden biri olan bilişsel yaklaşım, düşünmenin önemini vurgulamaktadır. Teoriye göre davranış, doğuştan içgüdüler tarafından değil, olayları yorumlamak, çözümlemek, ihtimaller üzerinde tahminlerde bulunmak ve bunları değerlendirmek şeklinde tanımlanır. Teorinin önemli isimleri arasında George Kelly, Albert Bandura gibi araştırmacılar yer almaktadır (Ewen, 2003, 342).

Bilişsel teoriye göre bireyin yaşantılarını yapılandırma ve anlamlandırma şekli, nasıl hissettiğini ve davrandığını etkiler. Teorinin kişilik kavramına bakışı bilgi işleme ve davranış oluşturmada bazı şemalar ve temel inançlar ile ilgilidir (Taymur ve Türkçapar, 2012, 161). Kelly’nin davranışı açıklama yöntemi de bu şemalar ve temel

inançlarla ilgilidir. Kelly’e göre sıradan insanlar da tıpkı bilim insanları gibi bir davranışı sergilerken bazı hipotezler oluşturur ve bazı deneysel testlerle bu hipotezlerimizi sınarız (Ewen, 2003, 343). Bir başka ifadeyle şemalar, etkileyen ve etkilenen değişkenlerden oluşan hipotezlerimizi, inançlarımız varsayımlarımızı ve deneysel testlerde karar vermede yol gösteren tecrübelerimizi temsil etmektedir diyebiliriz.

4.2.6. İnsancıl Yaklaşım

İnsancıl yaklaşım, Avrupa’da varoluşçuluk ve Asya’da Zen Budizmi gibi akımlardan etkilenerek Abraham Maslow, George Kelly, Carl Rogers gibi yazarlar tarafından ortaya atılan bir yaklaşımdır (Funder, 2001, 202). İnsancıl yaklaşımda psikologlar her insanın dünyayı algılama ve anlama biçiminin eşsiz olduğu varsayımından hareket ederler ve tüm davranışlarını bu şekilde gerçekleştiğini savunurlar. İnsancıl yaklaşım savunucuları diğer yaklaşımlardan farklı sorular sorarlar. Örneğin, diğer yaklaşımların savunucuları “Bu kişi nasıl biri?” sorusunu sorarken, insancıl yaklaşım savunucuları temelde insanların öznelliklerini anlamaya

çalışarak “Böyle olan biri nasıldır?” sorusunu sorarlar (Sammons,

http://www.psychlotron.org.uk).

İnsancıl kuram, bizim sağlıklı büyüme ve gelişmemiz için doğuştan bir potansiyelimiz olduğu görüşünü savunur. Rogers gibi önemli savunucuları, Freud’un insan doğasına yüklediği karamsarlığı tamamen reddeder ve iç potansiyelimizin olumlu olduğunu savunur. Bu pozitif içselliğimizi geliştirmek için de doğuştan gelen bir eğilimimiz olduğunu söyler. Kuramın diğer önemli savunucularından birisi de Maslow’dur. Literatüre Maslow’un Temel İhtiyaçlar Hiyerarşisi olarak geçen çalışmasında da savunduğu gibi, birey bir seviyedeki ihtiyacını gidermeden bir üst seviyedeki ihtiyacının farkında bile değildir. İhtiyaçlar hiyerarşik olarak doğar ve biri tatmin edildiğinde bir üst seviyedeki ihtiyacın yoksunluğu ortaya çıkar. Maslow’un Freudyan düşünceden farklılaştığı nokta, belirli yapısal oluşumları reddetmesidir. Ancak baskılama, projekte etme, reaksiyon oluşumu ve rasyonalizasyon gibi konuları kabul etmesi Freudyan düşünce ile benzerlik olarak sayılmaktadır (Ewen, 2003, 193- 224).