• Sonuç bulunamadı

Türk Kültüründe Benlik Kurgusu: Özerk-Ayrık, Bağımlı-İlişkisel ve Özerk-İlişkisel Benlik Kurgusu

KURAMSAL ÇERÇEVE VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

2.1. Benlik Kurgusu Gelişimi

2.1.4 Türk Kültüründe Benlik Kurgusu: Özerk-Ayrık, Bağımlı-İlişkisel ve Özerk-İlişkisel Benlik Kurgusu

Türkiye’de, geleneksel sosyo-kültürel ortam ilişkisel benliğin gelişimini destekleyen aile, akrabalar ve komşularla kişilerarası ilişkilerin ve yakın bağların önemli olduğu bir ortam olarak tanımlanmıştır (İmamoğlu ve İmamoğlu, 1992). Bu geleneksel toplumsallaşma süreci aile bütünlüğünü, ilişkilerde uyumu ve aileye yakınlığı vurgulamaktadır. Aile, grup üyeliği ve toplumsal roller kişinin benliğini ve kişiliğini tanımlaması üzerine en etkili olan değerlerdir. Ancak, son zamanlarda yaşanan toplumsal değişimlerin sonucu olarak, özellikle 1980 sonrası, Türkiye’de yaşayan insanlar arasında ilişkisellik düzeylerinde bir azalma olmadan bireyci değerlerin yaygınlaştığı belirtilmiştir (Karakitapoğlu-Aygün ve İmamoğlu, 2002; Kağıtçıbaşı, 1996).

Türkiye’de benlik üzerine gerçekleştirilen çalışmalar da geleneksel ilişkisellikle yeni bireyci değerlerin birlikteliğini göstermiştir. Kağıtçıbaşı (1996, 2000, 2005) bu

yeni benlik tipini tanımlamak için “özerk-ilişkisel benlik”; İmamoğlu (1998)

“dengelenmiş ayrışama-bütünleşme: ilişkisel bireyleşme; Karadayı (1998) “ilişkili özerklik” kavramlaştırmalarını kullanmışlardır. Bu kuramsal kavramlaştırmalara ve görgül çalışmalara göre özerk benlik bağımsızlık, bireyleşme ve kendine güven ile;

ilişkisellik ise bütünleşme, toplumsal birlik, toplumsal destek ve yakınlıkla ilişkilidir.

İnsan gelişimi belirli bir bağlamda gerçekleşmektedir ve bunun önemli bir bölümünü aile içindeki toplumsallaşma oluşturmaktadır. Bu toplumsallaşma bütün bir toplumun sosyal, kültürel, tarihsel ve ekonomik özelliklerini yansıtmaktadır. Kağıtçıbaşı (2000) üç farklı aile örüntüsü içinde ortaya çıkan üç farklı benlik kurgusu gelişiminin analiz edilebileceği bir aile değişim modeli önermiştir. Model özerk ve ilişkisel benliğin ortaya çıkmasını sağlayan toplumsal ve ailesel etmenleri ortaya çıkarmayı amaçlamıştır.

Modelde ayrıca, sosyo-ekonomik gelişmeler sonucu ortaya çıkan aile değişimlerinin özerklik ve ilişkiselliği bir araya getiren ve yeni bir sentez olarak ortaya atılan “özerk-ilişkisel benlik” (Kağıtçıbaşı, 1996, 2000) gelişimi için sonuçları incelenmektedir.

Modelde üç aile etkileşim örüntüsü ortaya konulmaktadır: (1) kuşaklar arasında karşılıklı maddi ve duygusal bağımlılığın olduğu geleneksel aile modeli, (2) bağımsızlığa dayanan bireyci model ve (3) her ikisinin diyalektik bir sentezi olan ve maddi bağımsızlığı ancak duygusal bağımlılığı içeren karşılıklı duygusal bağımlılık modeli.

Ailenin devamı için kuşaklar arası karşılıklı bağımlılığın gereklilik olduğu karşılıklı bağımlılık aile modeli tarımla uğraşan geleneksel kırsal kesimlerde (onunla sınırlı olmamakla birlikte) daha çok görülmektedir. Bu ailelerde çocuk yaşlılık güvencesi olarak görülmektedir. Bu ortamlarda aileler için çocuğun ekonomik değeri ön plandadır ve bunun yüksek doğurganlık oranı ile ilişkisi bulunmaktadır (Kağıtçıbaşı 1982, 1990). Karşılıklı bağımlılık aile modelinde çocuğun bağımsızlığı işlevsel değildir ve aile için bir tehdit olarak algılanabilir, çünkü çocuğun kendi istek ve ilgilerinin ailesinin isteklerinin önüne geçmesi arzu edilmemektedir. Bu nedenle çocuk yetiştirmede itaat özerklikten daha önemlidir. Bağımlılık aile modeli içindeki toplumsallaşma uyma ve itaate yapılan vurgu açısından Arrnet’in (1992) önerdiği

“yakın” (narrow) toplumsallaşma kavramıyla benzerlik göstermektedir.

Batılı orta sınıf çekirdek ailesinin özelliği olan bağımsızlık aile modelinde nesiller arası bağımsızlığa daha çok önem verilmekte ve çocuk yetiştirmede özerklik önemli bir değer olarak görülmektedir. Burada bazı sosyal kurumlar ve zenginlik kuşaklar arası karşılıklı bağımlılığı gereksiz kılmaktadır. Bireyleşme ve ayrışma sağlıklı

insan gelişimi için gereklilik olarak görülmektedir. Bağımsızlık aile modeli içinde gerçekleşen toplumsallaşma özerkliğe ve bağımsızlığa yaptığı vurgu açısından Arrnet’in (1992) “geniş” (broad) toplumsallaşma kavramına benzetilmektedir.

Klasik modernleşme görüşünde sosyo-ekonomik gelişmenin karşılıklı bağımlılık aile modelinden bağımsızlık aile modeline doğru bir değişime neden olduğuna inanılmaktadır. Ancak son zamanlarda bu görüşün sorgulanmasına neden olan, yakın aile bağlarının önemli olduğu kültürlerde kentleşme ve sanayileşmeye karşın yakın bağların sürdüğü tartışılmaktadır (Kağıtçıbaşı, 2000). Artan varsıllıkla birlikte maddi bağımlılıklar azaldığı halde, duygusal bağımlılıklar devam etmektedir. Bu değişimler ailelerin çocuk yetiştirme biçimlerini etkilemektedir. Maddi bağımlılıklar azaldıkça, çocukların özerklikleri daha fazla desteklenmektedir. Ailenin refahı için çocuğun maddi katkısının öneminin azalması nedeniyle artık çocuğun özerkliği bir tehdit olarak algılanmamaktadır. Ancak, duygusal bağımlılığa hala önem verilmesi nedeni ile çocuğun ailesine yakın ve bağlı olması istenmektedir. Böylece özerkliğin önemli olmasına ve çocuktan mutlak bir itaat beklenmemesine karşın anababa tutumlarında kontrol önemlidir, çünkü burada çocuğun ayrışması (kopması) amaçlanmamaktadır.

Karşılıklı duygusal bağımlılık aile modelinde ailelerin çocuk yetiştirme yaklaşımlarına özerkliğin desteklenmesinin girmesinin nedeni maddi bağımlılıkların azalmasıdır. Ayrıca özerkliğin kent yaşamı koşulları içinde işlevsel bir önemi de bulunmaktadır. Değişen yaşam biçimleri ile birlikte bireyin özerkliği bireysel sorumluluk gerektiren özel işlerle baş etmede daha işlevsel hale gelmektedir. İtaat okulda ya da kas gücü gerektirmeyen işlerde başarıyı garanti etmemektedir (Okagaki ve Sternberg, 1993). Bağımlılık aile modelinde çocuk yetiştirme itaate yöneliktir çünkü ailesine itaat eden bir çocuğun sadık bir aile üyesi olma olasılığı yüksektir. Bağımsızlık aile modelinde çocuğun özerkliği ve ayrılığı desteklenir, çünkü bunlar çocuğun kendi kendini idare etmesini ve kendine yetmesini sağlar. Karşılıklı duygusal bağımlılık aile modelinde özerklik ve ilişkiselliğin diyalektik bir sentezle birleştirildiği çocuk yetiştirme egemendir. Bağımlılık aile modelinde gelişen benlik ilişkisel bir benliktir ve ilişkisellik ve dışa bağımlılık bu benliğin temel özellikleridir. Bağımsızlık aile modelinde ortaya çıkan benlik ayrışmış benliktir ve özerkliği ve ayrışmayı içermektedir.

Duygusal bağımlılık aile modelinde gelişen benlik özerk ilişkisel benliktir ve hem özerkliği hem de ilişkiselliği içermektedir.

Bağımlılık aile modelinde yetke ve itaat yönelimli anababa tutumları ilişkisel benliğin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bağımsızlık aile modelinde göreli olarak

izin verici anababa tutumları ayrışmış benliğin ortaya çıkmasını sağlamaktadır.

Duygusal bağımlılık aile modelinde anababalar hem çocuklarının özerkliklerini desteklemekte hem de onları kontrol etmektedirler, bu Baumrind’in (1980) “demokratik anababalık” kavramına benzetilebilir. Bu anababa tutumları da özerk-ilişkisel benliğin ortaya çıkmasını sağlamaktadır (Şekil 2).

ETKİNLİK

Özerklik

Ayrışmış Benlik Özerk-İlişkisel Benlik

Bağımsızlık Psikolojik Karşılıklı

Aile Modeli Bağımlılık

Aile Modeli

Kendine güven yönelimi Kontrol ve özerklik yönelimi

KİŞİLERARASI

İlişkisellik Ayrışma MESAFE

Bağımlı-Ayrık Benlik İlişkisel benlik

Hiyerarşik Karşılıklı Bağımlılık

İhmalkar aile Aile modeli İhmalkar, ilgisiz yönelim Uyma yönelimi

Bağımlılık Şekil 2. Etkinlik, Kişilerarası Mesafe ve Benlik Türleri (Kağıtçıbaşı, 2005, s.412).

İmamoğlu (1998) da bireyleşme ve ilişkisellik yönelimlerini bir araya getiren ve

“Dengelenmiş Bireyselleşme Ayrışma Modeli” olarak adlandırdığı bir model önermiştir. Ona göre insanlar doğuştan ayrışma ve bütünleşme eğilimine sahiptir. Bir başka deyişle, insanlar kendi potansiyellerini keşfetme ile ilgili temel bir gereksinime sahiptir ve bu süreç kişilerin bireyselliğini kazanmasını sağlayarak onları başkalarından farklılaştırmaktadır. İmamoğlu (1998) bu gelişimsel eğilimi “bireysel farklılaşma yönelimi” olarak adlandırmıştır. Bu yönelimin bir ucunda bireyselleşme (kişinin kendi potansiyeline dayanarak içsel güdülenmeyle hareket etmesi), diğer ucunda da toplumsal beklentilere göre hareket etme ya da güdülenme kaynağı olarak dışsal kaynakları kullanma bulunmaktadır. İmamoğlu (1998) ayrıca insanların başkalarına bağlı olmaya yönelik bir eğilime sahip olduklarının belirtmiş ve bu yönelimi de “kişilerarası

bütünleşme yönelimi” olarak adlandırmıştır. Bu yönelimin de bir ucunda ilişkisellik, diğer ucunda ayrışma yer almaktadır.

Hem kişilerarası bütünleşme gereksiniminin hem de bireysel farklılaşma (intrapersonal differentiation) gereksiniminin doyurulmasının ilişkisel bireyleşmeye yol açtığı ve bunun dengelenmiş bir benlik oluşumunu temsil ettiği, psikolojik işleyiş açısından hiçbir gereksinimin karşılanmadığı ayrışmış benlikten daha iyi olduğu belirtilmektedir (İmamoğlu, 2003).

İmamoğlu (1998) modelinde kişisel farklılaşma ve kişilerarası bütünleşmenin farklı boyutlar olarak ele alındığında onların birleşiminden dört farklı benlik kurgusu ortaya koymuştur: bireyleşmiş/kendileşmiş, ilişkisel, ayrık ve ilişkisel bireyselleşme benlik kurgusu. İmamoğlu (1998) bu dört benlik kurgusunun ortaya çıkmasını sağlayan aşağıda açıklanan dört aile bağlamı önermiştir.

Bunlardan ilki hem sınırlandırıcı kontrolün hem de aile içindeki ilişkilerin düşük oluğu farklılaştırıcı aile bağlamlarıdır. Bu tür aile ortamlarının ayrışmış-bireyselleşmiş benlik tipinin oluşumunu doğurduğu belirtilmiştir (İmamoğlu, 2003). Bu aile ortamlarında kişilerin özerkliklerinin desteklendiği, ancak kişinin bütünleşme (ilişkisellik) ihtiyacının ihmal edildiği ya da üzerinde durulmadığı ileri sürülmüştür.

Diğer bir aile bağlamı aile bütünlüğü için tehdit olarak algılanan ayrışma (farklılaşma) yerine bütünleşmenin vurgulandığı bütünleştirici aile bağlamlarıdır. Bu aile ortamları ilişkisel benliğin oluşumu için uygundur. Bu ailelerde bakım verme ve fedakarlık ile katı, yönlendirici ve koruyucu kontrol bir arada bulunmaktadır. Bu ailelerde büyüyen çocuklar diğerlerine göre hareket etmeyi öğrenmekte ve destekleyici ailelerine karşı yükümlülüklerini yerine getirmeye hazırdırlar. Bu kişiler ailelerine karşı olumlu duygular taşıyabilir ancak ailelerinin kendilerine karşı olan sevgi ve ilgisinin onların beklentilerini karşılamaya dayandığını düşünürler. Bu bağlamlar ilişkisellik gereksiniminin karşılanması için olumlu ortamlar olsa da, özerklik ve bireysellik gereksiniminin karşılanması için uygun değildir.

Ne bütünleşme ne de ayrışma gereksiniminin giderildiği diğer bir aile bağlamı dengelenmemiş aile bağlamlarıdır ve bu aile ortamları ayrışmış benliğin oluşumu için uygundur. Sınırlandırıcı kontrolün yüksek, ilgi ve kabulün düşük olduğu bu ortamlarda yetişen kişiler duygusal olarak kendilerini ayrık, ancak bilişsel olarak bağlı hissederler.

İmamoğlu (2003) bu aile tipini Baumrind’in (1991) yetkeci anababalık stiline benzetmektedir.

İmamoğlu (1998) tarafından önerilen hem kişilerarası bütünleşme hem de bireysel ayrışma gereksiniminin doyurulmasına olanak tanıyan diğer aile bağlamı dengelenmiş aile bağlamlarıdır. Bu aile ortamlarında ilişkisel-bireyselleşmiş (özerk) benlik oluşmaktadır. Bu ailelerde çocukların hem aileye yakın kalmaları hem de bireysellikleri desteklenmektedir. Bu ailelerde düşük düzeyde sınırlandırıcı kontrol, yüksek düzeyde karşılıklı sevgi, kabul ve ilgi bulunmaktadır.

İmamoğlu (2003) modelinde önerilen dört benlik tipine karşılık gelen bu dört bağlamsal örüntünün anababalık stillerinin temel boyutları olan sevgi-kabul ve sınırlandırıcı kontrol açısından farklılaştığını belirtmiştir. Ayrıca ilgi ve kontrol boyutları ile ilgili kavramsallaştırma farklılıkları nedeni ile tam bir paralellik olmasa da bu dört bağlamın anababa tutumları ile ilgilenen diğer araştırmacıların önerdikleri dörtlü kategoriler (örn., Baumrind, 1991; Lamborn, Mounts, Steinberg, ve Dornbusch, 1991;

Maccoby ve Martin, 1983) ile benzeştiğini de ifade etmiştir.

Modelin kuramsal bakışı ilişkiselliği engel olarak değil de yaşam boyunca kişi için güç kaynağı olarak gören bağlanma kuramıyla benzerlik göstermektedir (Ainsworth, 1972; Bowlby, 1988). Bağlanma kuramcıları aile çocuk arasında ilk zamanlarda yaşanan güven ilişkisinin sonraki kişilerarası ilişkiler için önemine vurgu yapmışlardır. Çocuğa olumlu tepkilerde bulunulan ortamlar güvenli bağlanmanın gelişimini sağlamakta, bu da çocuğun keşif davranışları için güven temelini oluşturmaktadır. Bağlanma kuramına göre, bağlanma (ilişkisellik) keşif davranışı ile (bireyselleşme) birbirine karşıt olmayıp, onu desteklemektedir.

Karadayı (1998) da Kağıtçıbaşı’na benzer olarak özerklik ve ilişkisellik yönelimlerini bir araya getiren “ilişkili özerklik” kavramını kullanmıştır. İlişkili özerklik kavramı ile, bir uçta özerkliğin, diğer uçta ise ilişkililiğin olduğu, bireysel özerkliğin engellenmeden, duygusal ilişkilerin sürdürüldüğü bir benlik tipi tanımlanmaktadır. Bir başka ifadeyle, modelde özerklik ve ilişkiselliğin bir sentezi oluşturulmuştur. Karadayı’nın çalışmasında ilişkili özerklik kavramı, benlik sınırlarının belirginliği, kendine güven, duygu, değer, tutum ve davranışlarda bağımsız olma ve kendi kendini yönetme, aile ve diğer kişilerle olumlu ve yakın ilişkiler kurmayı ifade etmektedir. Karadayı önerdiği ilişkili özerklik kavramının ne batı kültürlerindeki gibi aile ve diğerlerinden kopuk bir özerkliği, ne de kültürümüzde de görüldüğü gibi aile ve çevredekilerle sınırlı bir bağımlılık durumu olduğunu belirtmektedir. Bu kavram Kağıtçıbaşı’nın (1996, 2000, 2005) önerdiği karşılıklı duygusal bağımlılık ve onun sonucu ortaya çıkan “özerk-ilişkisel benlik” kavramıyla benzerlik göstermektedir.

Karadayı (1998) bu modelin, Türkiye’de, batılılaşma ile, kültüre özgü değerlerin korunması arasındaki çelişkiye çözüm olabileceğini ve değişen aile yapısının açıklanabileceğini belirtmiştir.

Bireysellik ve ilişkiselliğin zıt yönelimler olmadığını gösteren bazı görgül bulgular da bulunmaktadır (İmamoğlu, 1998; Li, 2002; Oyserman, Coon ve Kemmelmeier, 2002); örneğin, İmamoğlu (1998) bireyselleşme ve ilişkiselliğin farklı yönelimler olduğunu göstermiştir. Toplumun eğitim düzeyi yüksek kesimleri arasında yaşanan bireysellik eğiliminin aileden kopmayla birlikte yaşanmadığı, ilişkiselliğin devam ettiği görülmektedir (Karadayı, 1998). Özellikle eğitim düzeyi yüksek kadınların eğitim düzeyi yüksek erkeklere göre hem ilişkisellik hem de bireysellik puanları daha yüksek bulunmuştur (İmamoğlu ve Karakitapoğlu-Aygün, 2004). Bu sonuç kadınların, geleneksel olarak kadının toplumsal cinsiyet rolü ve toplulukçu Türk kültürü açısından önemli bir değer olan ilişkisel yönelim ve sosyo-kültürel değişimle birlikte gelen yeni cinsiyet rolüne uygun bireyciliği dengeleyebildiklerini göstermektedir.