• Sonuç bulunamadı

Özerklik (bağımsızlık) ve İlişkisellik (karşılıklı bağımlılık) Gelişimi İle İlgili Kuramsal Açıklamalar

KURAMSAL ÇERÇEVE VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

2.1. Benlik Kurgusu Gelişimi

2.1.1. Özerklik (bağımsızlık) ve İlişkisellik (karşılıklı bağımlılık) Gelişimi İle İlgili Kuramsal Açıklamalar

Benlik kurgusu hem sosyal psikolojide hem de kültürlerarası psikolojide ilgilenilen temel konulardan biri olmuştur (Smith, Bond ve Kağıtçıbaşı, 2006). Bu alandaki kültürlerarası çalışmaların önemli bir bölümü, benliği başkalarından bağımsız (özerk) olarak kurgulama ve başkalarına bağımlı (ilişkisel) olarak kurgulama arasındaki farkın önemini vurgulamıştır (Markus ve Kitayama, 1991). Bu anlamda aşağıda benlik kurgusunun iki temel boyutu olan özerklik (autonomy) ve ilişkisellik (relatedness) ya da bağımlılık ve bağımsızlık gelişimi ile ilgili kuramsal bilgilere yer verilmiştir.

Benlik kurgusu gelişimi ile ilgili alandaki kuramsal yaklaşımlardan bazıları aileden kopma, ayrışma ve bireyleşmeyi vurgularken, bazıları bağlılık ve özerkliğin birlikte gittiğini vurgulamaktadır. İkinci yaklaşıma sahip kuramlara göre çocukla anababa arasındaki sıcaklığa, yakınlığa, desteğe dayalı nitelikli ilişki çocukta hem köklerin hem de kanatların gelişmesini sağlamakta ve bunlar birbirini desteklemektedir.

Burada gelişim ve toplumsallaşma ile ilgili beş büyük kuramdan kısaca söz edilmektedir: (1) Psikoanalitik kuram; (2) Erikson’un kuramı; (3) Bowlby ve Ainsworth’un bağlanma kuramı, (4) Ryan ve Deci’nin öz belirleme kuramı ve (5) sembolik etkileşimci yaklaşım. Bu kuramlar geçmiş 50 yılda insan gelişimini açıklamada etkili olmuş kuramlardır. Bu kuramlar psikoanalitik, etolojik, gelişimsel, sosyal psikolojik gibi farklı gelenekleri temsil etmektedir. Aşağıda bu kuramlarla ve bulgularıyla ilgili açıklamalar yapılmıştır.

2.1.1.1. Psikoanalitik Kuram

Psikoanalitik kuram, temel olarak insanın erken gelişim (çocukluk) dönemi ile ilgilenmiş ve Sigmund Freud’un çocukluk dönemine bakışı ergenlik dönemini anlamaya temel oluşturmaktadır. Kuramda ergenlikle ilgili çalışmalar daha çok Freud’un kızı Anna Freud tarafından yapılmıştır. Özerklik ve bağlılık gelişimi ile ilgili ilk etkili bakış açılarından biri Anna Freud’un (1958) psikoanalitik kuramıdır. A. Freud’a göre çocukluğun yansıması olan Oedipal duygularla başetmek için anababa’dan uzaklaşma yolunu seçerler. Bu kuramda özerklik, dürtüsel gelişimin de bir sonucu olarak ergenin aile bağlarından ve kontrolünden uzaklaşması olarak tanımlanmaktadır. Dürtülerin, özellikle cinsel dürtülerin, ergenlik dönemiyle birlikte artış gösterdiği ve bunun ergende davranışsal ya da bilişsel başkaldırılara neden olduğu, aileyle ergen arasındaki

çatışmaları artırdığı belirtilmektedir. Ergenler ailenin boşluğunu doldurmak için aile dışında özdeşim kurabileceği insanlar ararlar. Kuramda aileyle bağların zayıflaması kendi duygu, düşünce ve davranışlarının sorumluluğunu alabilen özerk bireyler olabilmek için gerekli görülmektedir.

Psikoanalitik kuramın temsilcilerinden Blos (1979) ikinci ayrışma (second individuation) süreci olarak tanımladığı normal ergen gelişimi için anababa bağımlılığından kopma, anababadan ayrışma deneyiminden söz etmiştir. Mahler (1963) tarafından kavramsallaştırılan ilk bireyselleşme (first individuation) dönemi üçüncü yaşın sonuna doğru tamamlanmaktadır (Akt., Muuss, 1988). Birinci bireyleşmenin sonunda çocukta “nesne sürekliliği” gelişmekte, çocuk dış dünya ve kendisi ya da kendisiyle annesi arasında ayrım yapabilmektedir. Birinci bireyleşme dönemi çocukla anababa arasındaki farklılaşma sürecine katkıda bulunmakta ve annenin somut fiziksel varlığından bireyselleşmeyi (bağımsızlaşmayı) sağlamaktadır. Bu sürecin sonunda anne figürü içselleştirilmektedir. Ancak ikinci bireyselleşme döneminde çocuk içselleştirilmiş olan anne objesinden kopmaktadır ya da bağımsızlığını kazanmaktadır (Blos, 1979). Anababa kontrolünden ve içselleştirilmiş anababa imgesinden bağımsızlaşmayı sağlayan bireyselleşme süreci anababanın ergen tarafından daha gerçekçi bir biçimde değerlendirilmesini sağlamaktadır. Bu sürecin temel sonucu ergenin benlik ve kimlik gelişimine yaptığı katkıdır. Ergenin bireyselleşme süreci de kişisel, sosyal ve cinsel kimliğinin oluşmasına katkıda bulunmaktadır.

Psikoanalitik kuramcılardan olan Jung (1968) doğuştan geldiğine ve bireyin kendisini gerçekleştirmeye ve mükemmelliğe ulaşma yönünde güdüleyici olan evrensel bir benlik tanımı ortaya koymuştur. Jung bilinç ve bilinçaltı öğelerini birleştiren orta noktayı “benlik” (self) olarak adlandırmış ve onu bireyleşmenin son noktası olarak nitelendirmiştir (Jung, 1968). Jung’a göre bireyleşme süreci, doğal bir süreçtir ve fiziksel gelişim ile birlikte ortaya çıkmaktadır. İnsan doğasındaki bu süreç, kendiliğinden doğal bir şekilde ortaya çıkabileceği gibi, kalıtım, aile, çevre gibi bazı etmenlere bağlı olarak engellenebilmektedir de.

2.1.1.2. Psiko Sosyal Gelişim Kuramı

Erik Erikson (1969) yaşam boyunca her biri bir gelişimsel görev içeren sekiz gelişim evresi önermiştir. Bebeklik döneminde kazanılması gereken temel görev güvendir. “Çocuğun kendine ve çevresine güvenmesi” olarak tanımlanan güven, annenin yokluğunda çocuğun kendini rahat hissetmesi ile kendini gösterir. Bu içsel

güven bağlanma kuramındaki güvenli bağlanmayla benzerlik göstermektedir ve çocuğun anneden uzaklaşma, ayrılma kaygısıyla baş etmesinde ve ikinci evrede kazanılması gereken görev olan özerklik (Özerkliğe karşı Kuşku) gelişimine yardımcı olmaktadır. İkinci evre yaşamın ikinci ve üçüncü yıllarını kapsar ki, bu dönem psikoanalitik kuramdaki anal evreye karşılık gelmektedir. Erikson burada özerkliğin ortaya çıkışını görür. Eğer bu dönemde anababa küçük çocuğun yapabildiklerini yapabildiği kadar, istediği zamanda ve hızda yapmaya olan gereksinimini bilir, ona göre davranırlarsa çocuk kaslarını, içtepilerini ve önemli bir ölçüde çevresini kontrol edebileceğine ilişkin bir duygu-bir özerklik duygusu geliştirir

Özerklik de daha olgun ilişkilerin oluşmasına yardımcı olmaktadır. Erikson’a göre, çocuk ve bakım veren arasındaki duyarlılık, tepkisellik ve orta düzeyde kontrole dayanan ilişki çocukta güven ve özerkliğin gelişimine katkıda bulunmaktadır. Bu yaklaşımdaki güven ve özerklik Bowlby, Ainsworth, Deci ve Ryan ve Baumrind’in özerklik ve bağlılığın gelişimine katkıda bulunduğunu belirttiği değişkenlere çok benzemektedir. Erikson’a göre annenin bebeğin gereksinimlerine tutarlı, uygun ve duyarlı bir şekilde tepki vermesinin çocukta anneye ve diğer insanlara karşı bir güven oluşturmakta, bu da özerkliğin önemli bir parçası olan kendi seçimlerini yapma konusunda kendine güvenin gelişimine katkı sağlamaktadır. Burada güvenle özerklik arasında olumlu bir ilişki olduğu görülmektedir.

Diğer yandan, sabırsız ve çocuğun kendi yapabileceklerini onun yerine yapan anababa çocukta utanç ve kuşku duygusunu pekiştirecektir. Sürekli fazla koruyucu bakım sert, düşüncesiz eleştirisi, çocukta başka kişilere ilişkin aşırı bir utanç, kendini ve dünyasını denetim altında tutmaya ilişkin aşırı bir kuşku duygusunun gelişmesine neden olur. Eğer çocuk bu evreyi özerklik duygusundan daha ağır basan utanç ya da kuşku duygularıyla geçerse, bu onun daha sonraki ergenlik ve yetişkinlikte özerklik girişimlerini olumsuz yönde etkileyecektir. Tersine, bu evrede utanç ve kuşku duygularından çok özerklik duygusu kazanan çocuk yaşamın daha sonraki evreleri için özerklik yönünden iyi hazırlanmış olmaktadır.

Çocuk ergenliğe girdiği zaman psikoanalitik kurama göre, bir erken çocukluk problemi olan aile romantikliğinin yeniden uyanışı ile karşılaşır. Sorunu çözmede izlediği yol kendi kuşağından romantik ilişkilere yönelir. Erikson, bu dönemde ortaya çıkan kişiler arası ilişkiler boyutunun olumlu ucunda kimlik duygusunun, olumsuz ucunda ise rol karışıklığı duygusunun yer aldığı ileri sürmüştür. Buna göre, ergen bu dönemde kendiyle ilgili farklı rolleri (bir oğul, bir öğrenci, bir atlet, bir arkadaş, bir izci)

anlamlı bir bütün içinde örgütleme göreviyle karşı karşıyadır. Ergen bu çabasında başarılı olduğu ölçüde psiko-sosyal bir kimlik duygusu kazanacaktır. Bu evrede anababa çocuğun ergenliğe güven, özgürlük, girişkenlik ve beceriklilik duygusu ile geçmesini sağlarsa ergenin de anlamlı bir kimlik duygusu geliştirmesi olasılığı artmış olacaktır.

Sonuç olarak, ergenlik döneminde bütünlenmiş bir psiko-sosyal kimlik duygusunun kazanılmasında bebeklikten itibaren anababa çocuk arasındaki ilişkilerin önemli olduğu söylenebilir.

2.1.1.3. Bağlanma Kuramı

Bağlanma, çocuğun yakınlık ve ilgi arayışı ve anne babanın çocuğun gereksinimlerine duyarlılığını içeren çocuk ve anne baba davranışlarının biyolojik temellerini içermektedir (Bowlby, 1973). Bu davranışların temel işlevi bebeğin fiziksel güvenliğini sürdürmek ve bebeğin çevresini keşfetmesine fırsat sağlamaktır.

Bowlby ve Ainsworth’a göre 12-18. aylar arasında gelişen bağlanma ilişkisinin temel kazanımı çocuğun keşif davranışında temel bakım veren kişiyi güven temeli olarak kullanmasıdır. Bağlanma ve keşif sistemlerinin birbirini dengelediği söylenmektedir. Çocuk bağlanma gereksinimi karşılandığında ve bakım veren kişi gerektiğinde ulaşılabilir olduğunda çevreyi keşfetme arayışına girmektedir. Çocuk bir tehlikeyle karşılaştığında keşfetme sistemi durup bağlanma sistemi devreye girmekte ve yakınlık aramaktadır. Kısa dönemde bağlanma ve keşfetme birbirine karşıt gibi görünebilir ancak uzun dönemde birbirini tamamlayıcıdır, bağlanma çevreyi keşfetmek için gerekli olan güveni sağlamaktadır. Bağlanma kuramcıları keşfetme davranışını özerkliğin ilk göstergeleri olarak görmekte ve bağlanma ve özerklik arasındaki ilişkiye dikkat çekmektedirler (Bowlby, 1981). Allen ve arkadaşlarının (2002) çalışması bu ilişkiyi desteklemektedir. Ayrıca bağlanma kuramı ile ilgili kültürlerarası çalışmalar duyarlılık ve ilginin güven oluşturmadaki ve güvenli bağlanmanın özekliği de kapsayan sosyal yetkinlik üzerindeki olumlu etkisini göstermiştir (Posada ve ark., 2002).

2.1.1.4. Öz Belirleme Kuramı (Self Determination Theory)

Bu kuram benlik ve güdülenmeyi vurgulayan bir yaklaşıma sahiptir ve özerklik gelişimini içsel süreçlerle ilişkili görmektedir. Kurama göre özerk olmak bireyin kendi eylemlerini kendisinin başlatması ve düzenlenmesi anlamına gelmektedir.

Öz belirleme kuramında (Deci ve Ryan, 2000) özerklik ve bağlılık temel gereksinimlerdir ve kişi kendi eylemlerinin kaynağı olarak kendini gördüğünde bu

gereksinim karşılanmaktadır. Kuramda, bireyleri kendi eylemlerinin başlatıcısı olma yönünde güdüleyen içsel bir gereksinimden söz edilse de başkaları ile olan ilişki biçimlerinin özerkliğin ve bağlılığın gelişimini desteklediği vurgulanmaktadır. Ayrıca, kuramda aileden ayrılma, bağımsızlaşma, aileyle çatışma özerklik gelişimi için gerekli görülmezken; tersine sosyal ilişkilerin özerklik gelişimindeki rolü üzerine vurgu yapılmaktadır. Ayrıca belirli eylemler için kontrol edilmenin, ve yönlendirilmenin özerkliği sınırlandırdığı ileri sürülmektedir (Deci ve Ryan, 2000).

Yukarıdaki açıklamalara göre özerklik toplumsal bağlamdan koparak gelişemez, tam tersine aile ile olan yakın, destekleyici sosyal ilişkiler sonucu gelişmektedir.

Aileden uzaklaşmak yerine aile arasındaki güçlü duygusal bağların, yönlendirme ve kontrol içermeyen etkileşimlerin özerkliği desteklediği görülmektedir (Ryan ve Lynch, 1989). Öz belirleme kuramında özerk davranış için bireyin kendinin farkında olması ve içsel güdülenmesi önemlidir. Zimmer-Gembeck ve Collins (2003) kişinin kendini (kendi eylemlerini) yönetmesi için kendinin farkında olması gerektiğini belirtmektedirler. Kendilik farkındalığının diğerleri ile olan etkileşimlere bağlı olduğu ve diğerlerinin bakış açısını anlamanın sonucu geliştiği de vurgulanmaktadır. Kişiler arası ilişkiler öz düzenleme ile ilgili eylemlerin başlatılmasında ve yönetilmesinde etkili olmaktadır. Böylece başkaları ile olan ilişkiler ve özerklik birbiri ile ilişkilidir ve birbirini etkilemektedir.

Ryan ve Deci (2000) bağlılık ve özerkliğin bütün kültürlerdeki insanların temel gereksinimi olduğunu ileri sürmüştür. Toplumsallaşma mekanizmaları bu gereksinimleri ne kadar çok desteklerse çocukların iyilik durumları o kadar artacaktır (Chirkov ve Ryan, 2001; Chirkov, Ryan, Kim ve Kaplan, 2003). Bu çalışmalar bağlılık ve özerklik ihtiyacının birbirini tamamlayıcı olduğunu ve sıklıkla aynı zamanda karşılandığını göstermiştir. Öz-belirleme kuramcıları anababanın duyarlılığı ve tepkiselliğinin çocukta bu temel gereksinimlerin doyurulmasını sağlayacağını belirtmişlerdir (LaGuardia, Ryan, Couchman ve Deci, 2000). Öz belirleme ile ilgili neredeyse bütün araştırmalar batı örneklemleri üzerinde yapılmıştır. Çok az çalışmada da özerklik ve bağlılığın evrenselliği gösterilmiştir (ör., Sheldon, Elliott, Kim ve Kasser, 2001).

2.1.1.5. Sembolik Etkileşimci Yaklaşım

Benlik kavramı konusunda katkıda bulunan diğer bir yaklaşım ise, sembolik etkileşimci yaklaşımdır. Bu kuramın öncüleri arasında bulunan Mead’a göre

benlik-kavramı, kişinin başkalarının kendisine nasıl tepkide bulunduğuyla ilgilenmesinin bir sonucu olarak sosyal etkileşim içinde ortaya çıkar. Yani, sosyal-benlik yoluyla, birey ile başkaları, karşılıklı etkileşim sonucu, birbirlerinin tepkilerini şekillendirirler. Sosyal-benlik (social-self), Mead’ın etkileşimci kuramına göre, Sosyal-benlik kavramının da temeli olarak kabul edilmektedir (Epstein, 1973; akt.: Bacanlı, 2004, s.14; Budak, 2000, s.687). Bu bağlamda, benlik-kavramının, sosyal etkileşimin bir sonucu olarak ortaya çıktığı ve kişinin benlik gelişiminde sosyo-kültürel çevrenin belirleyici bir rolünün olduğu söylenebilir (Sullivan, 1953; akt. Muuss, 1988; Hortaçsu, 1989). İnsan ilişkilerinin kişilerarası gereksinimlerin doyurulmasının daha önemli olduğunu, insanların herşeyden çok aradıkları şeyin güven olduğunu belirtmiş ve güven istemini

“kaygıdan kurtulma gereksinimi” olarak tanımlamıştır.

Kültür ve benlik arasındaki ilişkiye vurgu yapan görüşlerin sonucu olarak, son zamanlarda, sosyal benlik kavramının daha net ortaya koyabilmek amacıyla, benliğin kültürlerarası bakış açısıyla incelenmesine yönelik yürütülen araştırmalarda bir artış gözlenmektedir (Karakitapoğlu-Aygün, 2004). Bu artışın altında yatan ana fikir, Kotre’nin (1985), “bir kimsenin sosyal konumu ne olursa olsun, kültürden bağımsız benlik diye bir şey yoktur” sözünde ortaya çıkmaktadır (akt., Bock, 2001, s.371).

Kağıtçıbaşı (2000), benliği inceleyen bazı yeni psikolojik ve antropolojik yaklaşımların ve özellikle de Amerikan sosyal psikolojisinde benliği ön plana çıkaran yeni eleştirel yaklaşımların olduğunu belirtmektedir. Bu yaklaşımlar, ona göre, bireycilik/toplulukçuluk ikilemine yönelik kültürel ve kültürlerarası yeni araştırmalarla birleştiğinde, benlik kurgusunun kültürel farklılıklar gösterdiğine yönelik temel bir boyutun varlığına işaret etmektedir.

Araştırmalar batılı olmayan kişilerin ilişkisel, toplulukçu ya da karşılıklı bağımlı, batılı bireylerin de bağımsız ve bireyci benlik kurgusuna sahip olduklarını göstermektedir (Markus ve Kitiyama, 1991; Triandis, 1995). Bu sonuçlara dayanarak bireyci ya da toplulukçu eğilimin yüksek olduğu toplumlarda benlik yönelimleri çalışmaları artmış ve sonuçlar bireycilik toplulukçuluk yöneliminin desteklendiğini göstermiştir (Dhawan, Roseman, Naidu ve Rettek, 1995; Triandis, 1995). Kısaca özetlenecek olursa, bireycilik-toplulukçuluk kültürel boyutları, benlik-kavramlarındaki kültürlerarası farklılıklar bakımından açıklayıcı bir değişken olarak gözükmektedir (Watkins ve ark., 1998). Bu anlamda aşağıda kısaca kültür, kültürel değer yönelimleri

(bireycilik-toplulukçuluk) ve benlik kurgusu ile ilişkili olan bireycilik toplulukçuluk boyutlarına değinilecektir.