• Sonuç bulunamadı

İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an’da, pek çok yerde adalet kavramı üzerinde durulduğu görülmektedir. Kuran’da adalet kavramı, hak, ölçü, “kıst”, “mizan”, Allah’ın hükümleri ve emirleri, insanlar arasındaki ilişkilerde şahitlik, insanların birbirleri hakkındaki hükümleri ve yetimlerin hakkı gibi konularda pek çok defa kullanılmıştır. İslamiyet'in özünü ve temel bilgi kaynağını oluşturan Kur’an-ı Kerim’de, “adalet” ve “adalet” ile ilgili bir çok olgu (mesela, ahlak, hak, denge, düzen v.b. gibi) “emirler” kapsamında fiiller olarak yer alır. Mesela, “Allah dengeyi koydu”, “sakın dengeyi bozmayın”, “ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayın” (Er-Rahman süresi, 7, 8, 9). Ayrıca, adaletle ilgili başka bir ayet şöyledir: “Allah size mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder…”(Nisa, 5, 8). “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana- babanız ve akrabanız aleyhinde olsa da Allah için şahitlik eden kimseler olun…”(Nisa, 135); “…bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin, adaletli olun, bu Allah’a saygılı olmaya daha çok yakışır…”(Maide, 42); “…ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hükmet, Allah adil olanları sever” (Maide, 42).

İslam düşünürlerine göre, adalet, erdemlerin en şereflisi ve güzel huyların en yücesidir. Çünkü, adalet, özü itibariyle eşitlikten ibarettir. Eşitlik ise bir varlığın diğer varlıkla nitelik ya da nicelik yahutta başka bir sıfatta “bir” olmasıdır. Bu bakımdan, eşitliğin dönüp geldiği yer “birlik” (vahdet) olur. Vahdet, aslında, sıfatların en üstünü ve hallerin en yetkinidir, zira onun aslı “bir” olana dönmek ve birleşmektir. Başka bir deyişle, “bir” olan “Vahid’e” erişmek ve yakın olmaktır. Çokluk alemindeki her bir varlık, “Vahid” olan Hakkın vahdetinden yani birliğinden bir yansımasıdır. Adaletin kavram olarak, “eşitliği” çağrıştırmasının yanında, en fazla bağıntılı olduğu diğer kavram “orta yol” ve “ölçülülük” sıfatıdır. Bu bağlamda, İslam düşünürlerinden Kınalızade Ali Çelebi’ye göre, adalet, orta yolu bulmaktır. Orta yoldan çıkan ve sapan, başka bir deyişle, orta yolun (yani ölçünün) altında kalan ya da üstüne yönelen her şey için adalet ismini kullanmak hatadır. Öyleyse, adalet erdeminde orta yol nedir bilinip,

bu yönde taraf olmalı ve adaletin dışında olanların ne olduğunu kavramalı ki, buların reddedilip zulüm kapısını kapamak mümkün olsun (Çelebi, 2008;120–123).

İslam filozofları felsefi düşüncelerinde mantık, fizik ve metafiziğe yer verdikleri kadar, siyaset, sosyoloji, hukuk ve ahlakla ilgili tartışmalara da yer vermişlerdir. Zira, ahlak ve siyaset onların felsefi düşüncelerinin bir parçasıydı. “Adalet” kavramı, İslam felsefecileri tarafından hem bireysel nefsin gelişimi noktasında, hem de toplumsal düzenin sağlanması noktasında, en çok kullanılan kavramlardan bir tanesi olmuştur. Bunu Farabi, İbn Miskaveyh’in düşüncelerinde görmekteyiz (Akyol, 2008; 102).

İslam filozofları arasında adalet problemini sistematik bir düşünce biçiminde ele alan ve İbn Sina ve Biruni’nin çağdaşı olan İbn Miskeveyh, eserlerinde metot olarak Farabiyi izlerken Eflatun ve Aristo’nun düşünceleri ile İslam düşüncesini uzlaştırma gayreti içerisinde olmuştur. Felsefe dünyasında, Farabi ve Aristo’dan sonra üçüncü muallim olarak anılan İbn Miskeveyh, ahlakçı bir filozoftur. İbn Miskeveyh’e göre, insan nefsinin bilgi, öfke ve şehvet gibi biyolojik süreçlerinden kaynaklanan beşeri özelliklerinden ve bedeni gücünden; hikmet, şecaat ve iffet gibi insanların zihinsel ve psiko-sosyal çabalarıyla bizzat kendilerinin kazandığı nitelikler şeklinde üç erdem doğar. Adalet ise bu üç erdemin, insanın ahlaki yapısında gerçekleşmesiyle kazanılan ve hepsini kuşatan dördüncü temel erdemdir. İşte bu erdemlere sahip olan kimselerden adalet gibi bir meziyet ve marifet doğar; oysa, cehalet, korkaklık ve iffetsizlik gibi aşağılık özelliklere sahip olan kimselerden de zulüm doğar ki böyle bir kişi de zalim diye adlandırılır. Yine, İbn Miskeveyh, bir başka açıdan adaleti, aşırı nefsani arzuların ortasında bir yer alıp eksik ve fazlasıyla orta yola getirmeyi sağlayan bir denge ve yatkınlık olarak görür. Bu ise, şey’lere yani insan nefsindeki birbirine zıt olan duygu ve özelliklere birlik manası kazandıran dengedir. Görüldüğü gibi, İbn Miskeveyh’in ve dolayısıyla da İslam düşüncesinin adalet anlayışının özünü, “denge” düşüncesi oluşturur ( Altıntaş, www.cumhuriyet.edu.tr/edergi/ makale/227.pdf 17/12/2008)

Adalet kavramıyla ilgili olarak ifade edeceğimiz, Kur’an’da zikredilen “orta bir ümmet” kavramı da İslam felsefecileri tarafından çok önemsenmiştir (Akyol, 2008; 98). İbn Miskeveyh biraz da adalet felsefesini, “adalet” sözcüğünün semantik boyutunu çözümleyerek kurar. O, adalet kavramının lügat açısından tahlilini şöyle yapar. “Yüklerde denklik (ıdl), ağırlıklarda ölçülülük (itidal) ve fiillerde “adalet” düşüncesi, hep eşitlik anlamında türetilmiştir. Aritmetik ilimde kullanılan oranların en üstünü,

eşitliktir. Bu nedenle bu düşünce sisteminde eşitlik, bölünmez ve türleri de yoktur. İbn Miskeveyh, varlıkta her türlü oluşumun sebebi olan sevgi duygusu ile adalet erdemi arasında çok yakın bir ilişki kurar. Yine, O’na göre, varlıktaki her türlü bozulmanın da sebebi, sevgisizlik ve adaletsizliktir. Zira, sevgi motivasyonu, toplumsal uzlaşmayı sağlamada birlikteliğin ve sosyal dayanışmanın doğal kaynağıdır. Dikkat edilirse, İbn Miskeveyh’in adalet anlayışının özünü sevgi felsefesi oluşturur. Böylece, birbirlerini karşılıklı bir güçten kaynaklanan sevgi ile seven fertlerin oluşturduğu bir toplumda fertler, kendisi için istediği bir şeyi toplumun diğer fertleri içinde isteyecek, kendisi için istemediği bir şeyi toplumun diğer fertleri için de istemeyecektir (Altıntaş, www.cumhuriyet.edu.tr 17/12/2008 ). Bu çerçevede, İbn Miskaveyh’in İslami düşünce oluşumunda, sevgi ve adalet olgusu birbiriyle özdeşleşmiş iki kavramdır: adalet sevgiyi; sevgi adaleti besler ve destekler. Bunun tersi de doğrudur: sevgi yoksa adalet yoktur; adalet yoksa sevgi de yoktur.

1.2. Adalet Kavramının Benzer ve İlgili Kavramlarla İlişkisi