• Sonuç bulunamadı

2. Kuramsal Tartışmalar ve Temel Kavramlar

2.3. Göstergebilim ve Popüler Kültür

2.3.2. Göstergebilim ve Göstergebilim Kuramcıları

Göstergebilimin, bir bilim olarak, temelleri 20. yüzyılda atılmaya başlanmıştır.

Ancak, daha önce de bahsedildiği gibi, Yunancada işaret anlamına gelen ‘semeio’

sözcüğü, günümüzdeki semiyotik anlamına yakın bir şekilde tarihte farklı alanlarda da

85 kullanılmıştır. Fakat göstergebilim neden özellikle 20. yüzyılda özerk bir bilim olmaya başlamıştır? Bu soruya Fatma Erkman şöyle cevap verir: 20. yüzyılın ikinci yarısında, dünya artık iki büyük savaştan çıkmış, ABD ve Avrupa bir bolluk dönemine girmiştir.

Artık öyle bir noktaya gelinmiştir ki insanlar üretimdeki başarılarından çok, tüketimdeki başarılarıyla değerlendirilir olmuşlardır. Buna ek olarak medya teknolojisi, sinema ve televizyon yaygınlaşmış, okuryazar olmayan neredeyse kimse kalmamış, medya önem kazanmış ve medya teknolojisi gelişmiştir. Teknolojinin de ilerlemesiyle birlikte daha önce olmayan pek çok yeni ürün piyasadaki yerini almış, bu ürünlerin tanıtılması ve pazarlanması gerekliliği sonucu da reklamcılık iyice gelişmiştir. Yabancı bir dil öğrenmek, kültürel ve ticari iletişimi sağlamak için gerekli olmuş ve İngilizce dünyanın ortak dili haline gelmeye başlamıştır. Medyanın kitlelere dayattığı tek tip yaşam tarzını destekleyen yayınlar da hızla çoğalmaktadır. Yani insanlara görsel hayali dünyalar sunmak ve onları bu hayallere inandırmak hiç de zor değildir. Öte yandan geleneksel değerlere olan inanç yitirilmiş, geleneklerin kutsallığı kalmamıştır. Bu dönemin düşünürleri – her ne kadar bilimsel ve teknolojik gelişmeler de bu dönemde ivme kazanmaya başlamış olsa da – bu çağı kitle iletişim araçlarının şekillendirdiği bir çağ olarak görmüşlerdir. Kısaca, farklı kültürler arasındaki ilişkiler yoğunlaşmış, iletişim hızla gelişmiş, yüzeysel içerikli metinler yaygınlaşmış, her yeri reklamlar kaplamış, geleneksel değerler sorgulanmış ve bunların sonucunda da kitlelere belli bir yaşam tarzı dayatılmıştır. Dil öğrenmenin önemli hale gelmesi dilbilimi önemli kılmış, edebiyat metinleri, eski klasik metinler, reklamlar incelenmeye başlanmış ve her ne kadar göstergebilimciler uyarı mahiyetinde incelemeler yapmış olsalar da bu daha çok reklamcıların ve televizyoncuların lehine sonuçlanmıştır. Sonrasında da edebiyat ve dilbilimin tekelinden çıkan göstergebilim, yavaş yavaş tüm yaşam alanlarına girmeye başlamıştır (Akerson Erkman, 2016, ss. 73–75).

86 Göstergebilime adını ilk veren kişi İngiliz Filozof John Locke’tur. Locke “An Essay Concerning Human Understanding” (1690) (İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Makale) başlıklı eserinde ilk kez “semeoitike” terimini kullanmış, “göstergeler doktrini”

(doctrine of signs) olarak adlandırdığı semiyotiğin, bilimin üç temel alanından biri olması gerektiğini savunmuştur. Hatta “göstergeler doktrini” terimini daha sonra Pierce de kullanacaktır (Deely, 1990, ss. 4–5 & 112–113).“John Locke’un bu önemli yapıtındaki görüşlerinden etkilenen Fransız matematikçisi Jean Henri Lambert (1728-1777) ise göstergeler öğretisinin en önemli temsilcilerinden biri sayılır” (Rifat 28-9). Lambert iki ciltten oluşan Neues Organon (Yeni Organon) isimli eserinde toplamda dört ayrı bilimden söz eder ve “Semiyotik” bölümünde düşüncelerin adlandırılmasıyla ilgili bir bölüm geliştirir ve daha çok dilsel göstergeler üzerinde çalışmasına rağmen diğer gösterge türlerine de değinir. Bunlar arasında müzik, amblem ve törenler gibi görsel ve duysal öğeler de yer alır (Rifat, 2009, s. 29). Locke ile başlayan bu dönem, Pierce ve Saussure göstergebilime farklı açılardan yaklaşana dek, daha çok dil felsefesi kapsamında ele alınan “semiyotik” olarak düşünülmüş ve tasarlanmış, sonrasında ise günümüz göstergebiliminin temelleri atılmıştır.

Göstergebilimin asıl temellerini neredeyse eşzamanlı atmaya başlayan Amerikalı filozof Charles Sanders Pierce (1839-1914) ve kendisiyle aynı dönemde yaşamış olan İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure (1857-1913), göstergeler ve göstergebilimden bahsederken sırasıyla “semeiotic” ve “semeologie” terimlerini kullanmışlardır. “İkisi de benzer konularla ilgilenmişlerdir ama birbirlerinden haberdar olmadıkları sanılır. Pierce felsefecidir, yapıtları kendisi hayattayken yayımlanmış, ancak pek önemsenmemiştir;

oysa bugün ABD’de yetişen en büyük felsefecilerden biri sayılmaktadır” (Akerson Erkman, 2016, s. 61).

87 Göstergebilimin bağımsız bir bilim dalına dönüşmesini sağlayan ABD’li felsefeci, mantıkçı ve matematikçi Ch. S. Pierce (1839-1914) hem dilsel hem de dildışı göstergelerle ilgili bir kuram tasarlamış ve buna ‘semiotic’ adını vermiştir.

[. . .] her çeşit olguyu inceleyecek ve sınıflandıracak bir dal olarak gördüğü göstergebilimi üç bölüme ayırır: 1. Salt (katışıksız) dilbilgisi; 2. Gerçek anlamıyla mantık; 3. Salt (katışıksız) sözbilim (retorik). (Rifat, 1998, s. 30)

Pierce her alanda göstergelerin eksiksiz bir sınıflandırmasını yapmıştır. Göstergeleri üçlüklere göre ele almış ve toplamda 10 üçlük ve 66 sınıf içeren bir göstergeler dizisi tasarlamıştır. Pierce’a göre bir gösterge (sign) ya da representamen bir kişi için, herhangi bir şeyin yerini, herhangi bir bakımdan ya da herhangi bir sınıfta tutan bir şeydir. Yani zihinde eşdeğerli bir gösterge ya da daha gelişmiş bir gösterge yaratır. Bunu, birinci göstergenin yorumlayanı (interpretant) olarak tanımlar. Yani bir gösterge bir şeyin yerini tutar. Yani “Nesne”sinin yerini. Burada görülen gösterge, yorumlayan ve nesne kavramları Pierce’ın en önemli üçlü ayrımlarından biridir (Rifat, 1998, ss. 30–31).

İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure ise dil dışındaki göstergelerin işleyişini araştıracak bir bilim dalı kurulmasını öngörür ve bunu sémiology olarak adlandırır (Rifat, 32). “Semiyolojiyi (göstergebilim) de dilbilimin bir alt dalı olarak görür. Semiyolojinin, toplumdaki göstergelerin yaşamını inceleyen, nelerden oluştuğunu gösteren ve onlara hükmeden kanunları keşfeden bir bilim olarak düşünür” (Strinati 85). Göstergebilimin gelişmesine en önemli katkılarından biri gösteren ve gösterilen sözcüklerini bulmasıdır:

“Saussure’ün gösteren ve gösterilen sözcüklerini bulmasına değin, gösterge yine de bulanık bir terimdi, çünkü, gösterenle karışma eğilimindeydi. [. . .] Bu çok önemli ve hiç unutulmaması gereken bir öneridir, çünkü göstergeyi gösteren olarak yorumlama eğilimi yaygın” (Barthes, 1979: 30). Saussure için dil, kavramlar belirten göstergelerin/dizgelerin

88 en önemlisidir. Bu yüzden de toplumların iletişimi dil ile kurulup sağlandığı için, toplumsal bazlı bir göstergebilimden söz eder.

Demek ki göstergelerin toplum yaşamı içindeki yaşamını inceleyecek bir bilim tasarlanabilir: Toplumsal ruhbilime, bunun sonucu olarak da genel ruhbilime bağlanacak bir bilim. Göstergebilim (Fr. sémiologie < Yun. sêmeîon

‘gösterge’den) diye adlandıracağız biz bu bilimi. Göstergebilim, göstergelerin ne olduğunu, hangi yasalara bağlandığını öğretecek bize. Henüz yok böyle bir bilim;

onun için, göstergebilimin nasıl bir şey olacağım söyleyemeyiz. Ama kurulması gerekli; yeri önceden belli. Dilbilim, bu genel nitelikli bilimin bir bölümünden başka bir şey değil. Onun için, göstergebilimin bulacağı yasalar dilbilime de uygulanabilecek. Böylece, insana ilişkin olgular bütünü içinde dilbilim iyice belirlenmiş bir alana bağlanabilecek. Göstergebilimin yerini kesinlikle belirlemek ruhbilimciye düşer. Dilbilimcinin görevi, göstergesel olgular bütünü içinde dilin özel bir dizge olmasını neyin sağladığını ortaya koymaktır. (de Saussure, 1998, ss. 46–47)

Saussure’ün oluşturduğu bu sistem daha sonra ortaya çıkacak olan yapısalcılığın da temellerini atmış ve popüler kültür gibi sistemlerin incelenmesinin de yolunu açmıştır.

Kısaca, Pierce göstergelerin mantıksal işlevini vurgularken; Saussure toplumsal işlevine vurgu yapar. Yani bireysel değil, toplumsal bir çıkarım/gösterge söz konusudur.

“ABD’de Pierce göstergelerin mantıksal kökenli bir göstergebilimin temelini attığına inanırken, Avrupa’da toplumsal olan ile ruhsal olanı aynı kuram içinde birleştirmeye çalışan Saussure göstergebilimden ileride kurulması gereken bir bilim dalı olarak söz eder” (Rifat, 33).

Göstergebilimin gelişimi elbette ki yalnızca bu isimlerle sınırlı kalmamış, zaman içinde daha da genişleyerek, tanım değiştirerek ve farklı alanlara da uygulanarak

89 farklılaşmaya devam etmiştir. Özellikle 1960lardan sonra bağımsız bir bilim haline gelen göstergebilim, Louis Hjelmesilev, Roland Barthes, Julia Kristeva, Umberto Eco gibi araştırmacılar tarafından farklı şekillerde yorumlanmış ve günümüzdeki halini almıştır.

Tezin araştırma kapsamı daha çok görsel ileti, şarkılar ve popüler kültür öğeleri üzerine olduğu için, Saussure geleneğini devam ettiren fakat göstergebilime Saussure’den farklı açılardan da yaklaşan Roland Barthes’a biraz daha detaylı değinilecektir.