• Sonuç bulunamadı

ki filmlerinin temalan ile kendine has tarzına bakılacak olursa onun, Robert Bresson, Ingmar Bergman ve Carl Theodor Dreyer gibi yönetmelerin yapıtlanna

Belgede ANDREY TARKOVSKİ SİNEMASI (sayfa 83-86)

ne oranda ilgi duyduğu anlaşılabilir. Ancak onun bu etkilenişi ve ilgisi, adı

' Panteon: Bir mitoloji ya da dine özgün tüm tanrıların birliği. [çev. notu.]

92 Tarkovsy, Sculpting in Time, s. 173.

Ondan Yüce Ne Var?

!i3-geçen yönetmenlerin filmlerinden daha geniş ve derin boyutlara ulaşıyordu.

İlginç olan bir durum, kendisinin yazı ve röportajlarına bakıldığında klasik Amerikan sinemasına hiç ilgi duymadığı gözden kaçmayacaktır.

Öyl

e ki sadece teknik anlamda değil, estetik açıdan da sinemayı sanat haline getiren ve bu sa­

natın gelişmesini sağlayan Amerikan sinemasının başarısına karşı duyarsızdır.

Yazı ve röportajlarının hiçbirisinde asla David Wark Griffith, Howard Hawks, Vincente Minnelli, Alfred Hitchcock ve Douglas Sirk gibi yönetmenleri zikret­

mez; sadece

Mühürlenmiş Zaman

kitabında Charlie Chaplin ve Orson Welles'ten kısaca söz eder, o kadar. Sovyetler'de, sinema öğrencileri için bile, Amerikan filmlerini toplu izleme imkanı pek yoktu. Rusların Amerikan sineması hak­

kında bildikleri oldukça sınırlıydı. Oysaki Bolşevikler, diğer ülkelerin sine­

ması hakkında oldukça bilgi sahibiydi. Mesela Tarkovski, Japon sinemasını çok yakından tanıyanlardan biriydi. Kenji Mizoguchi ve Akira Kurosawa gibi yönetmenlerin çektiği filmlerin orijinal kopyalarını izleme imkanı bulmuştu, onlara aşırı ilgi duyuyordu. Fakat Yasujiro Ozu, Mikio Naruse ve Heinosuke Gosho'un yapıtlarından hiç söz etmemiştir.

Hatıralar

Defteri'nde (31 Mart 1982) Ozu'nun

Bir Sonbahar Öğleden Sonra

filminden küçümseyerek söz et­

miştir. 93 Michael Dempsey, Ayna'nın girişindeki sekansı yani annenin çitlerin üzerinde oturmuş köy panoramasına daldığı sahneyi John Ford filmlerindeki sahnelerle karşılaştırmıştır. Ancak şunu söylemeliyiz ki bu sahnedeki benzer­

likler bilerek yapılmamıştır.94 Dostlarının anlattığına göre Tarkovski, 195o'li yıllarda bir sinema öğrencisi iken Sovyet halkının izleme imkanına sahip ol­

madığı bazı yabancı filmleri izleyebilme imkanı bulmuştu. İlk eşi Irma Raush ve arkadaşı Alexander Gordon, Tarkovski'nin izlediği yabancı filmlerden bazı­

larını şu sözlerle özetlemişlerdir:

Amerika sessiz sinemasının komedi filmleri ve klasiklerdi. John Ford'un filmle­

ri, özellikle de

Gazap Üzümleri

o dönemde sinema öğrencileri üzerinde oldukça etki bırakmıştı. Orson Welles'in

Yurttaş Kane'i

ve William Wyler'ın

Küçük Tilkiler

93 Tarkovsy, Journals 1970-1986, s. 300.

94 Dempsey, "Lost Harmony", Film Quarterly (Sonbahar 1981), s. 15.

Dempsey'nin, Amerika sinemasının gelişimi hakkında konuşurken Tarkovski hakkında verdiği bilgiler yeterli değildir. Bu bilgilerin olumlu yönü, Tarkovski sinemasına başka bir açıdan bakmamıza yardımcı olmasıdır. Olumsuz yönü ise yaptığı çıkarımların Amerikan sinemasındaki ortak normlar ile klasik sine­

ma prototipleriyle uyuşmakta olmasıdır ki, "Ayna'nın yapısında iç düzen ve kaos oluşumunun olmayışından" söz etmektedir.

84 Kayıp Umudun İzinde: Andrey Tarkovski Sineması

filmi de vardı. 'Fransız Şiirsel Gerçeklik' sineması örneklerinden özellikle Jean Renoir'ın yapıtları ve Jean Vigo'nun tüm filmleri, İtalyan neo-realist filmlerin­

den bazılan, Polonya modem sinemasından Andrzej Wajda ile Andrzej Munk'un filmleri ve Japon sinemasının klasikleri öğrenciler üzerinde etkiliydi. Moskova film festivallerinde dünya sinemasının en yeni ve en ünlü filmleri gösterilirdi.

Genç Tarkovski 1960'lı yıllann başında Paul Scofield'in ünlü

Hamlet

oyununu Moskova tiyatro salonlannda izleme fırsatı bulmuştu. Yine aynı yıllarda bilhas­

sa Rusya dışına yaptığı yolculuklar sayesinde, "Fransız Yeni Dalga Sineması", Bergman'ın yapıtları ve bir müddet sonra da John Cassavetes'in sineması ile tanışmıştı. 95

Tarkovski

g

Eylül 1982 tarihinde, Palentino Kültür Merkezince Roma'ya da­

vet edildi. Bu davetin bir bölümü de Tarkovski'nin seçtiği filmlerden sahne­

ler gösterilmesi ve ilgi duyduğu sinemacılar hakkında bir de seminer vermesi üzerineydi. Seminerde Robert Bresson'un

Mouchette,

Luis Buı'ıuel'in

Nazarin,

Michelangelo Antonioni'nin

Gece

ve Akira Kurosawa'nın

Yedi Samuray

filmle­

rinden sahneler gösterildi. Tarkovski bu seminerde yaptığı konuşmasında şu görüşleri dile getirmişti:

Bunlar elbette büyük yönetmenlerdir ve gördüğümüz sahneler elbette eşsizdir.

Zira bu sahnelerin hiçbiri günlük hayatın suadan oluşumlanna benzemez. Bü­

yük sanatçılar, kullandıklan yöntem ve oluşturdukları tarzla bize iç dünyaları­

nı gösterirler. Görmüş olduğumuz bu sahneler, izleyiciyi zevk anlamında değil, estetik anlamda doyuma kavuşturur. Hem zaten günümüzün en zorlu işlerin­

den biri de böylesi estetik değerleri anlamak değil midir? Oysa öyle bir zamanda yaşıyoruz ki maalesef estetiğin adını anmak bile boş ve anlamsız gösteriliyor.

Fakat unutulmamalıdu ki sinema bu şairlerin yapıtlan sayesinde devam ede­

gelmiştir ... Kurosawa, Mizoguchi, Bresson, Buı'ıuel, Bergman ve Antonioni'nin filmlerime etkisi derken onlan taklit ettiğim sanılmasın sakın. Zira bana göre taklit boş ve gereksiz bir girişimdir ve bir sinemacının hedefine ulaşması için en küçük ve en basit bir araç haline dahi getirilemez.

Çoğu zaman filmlerimde ne anlatmak istediğimi şahsen beyan etmek zorunda kalıyorum. Burada da biraz öyle olacak ama şunu söyleyebilirim: Başkalannın filmlerime olan etkisi, övdüğüm ve saygı duyduğum kişilerle yoldaş olduğum kadanyla anlatılabilir ancak. Evet, burada filmlerinden sahneler gördüğümüz yönetmenler (Bunlara Dovzhenko'yu da eklemek zorundayım.) olmasaydı

si-95 Johnson ve Petrie, The Films of Andrey Tarkovslcy, s. 27.

Ondan Yüce Ne Var?

85-nema denen bir şey olmayacaktı, diye düşünüyorum. Her birinin kendine has özel anlatım tekniği oldugu doğrudur ve olması gereken de budur. Lakin si­

nemanın ana platosunu oluştunnuş bu yönebnenler olmasaydı, sinema bugün ne olduğu, ne de durdugu yerde olacaktı ... Temel anlamda yönebnenleri iki gruba ayınnak mümkündür. Birinci grup, içinde yaşadığı dünyayı taklit ederek onu yeniden yaratma yolunu tercih eder. İkinci grup ise kendi özel dünyasını yaratma yolunda gayret gösterir. İşte bu gruba ben,

sinemanın şairleri

diyorum.

Bresson, Dovzhenko, Mizoguchi, Bergman, Buı'ıuel, Kurosawa ve Antonioni bu grupta yer alan yönebnenlerdir. Bunlar sinema tarihinin en parlak simalandu.

Yapıtlan, içsel bir yaratıcılık yeteneklerinin olduğunu gösterdiği için çoğu zaman halkın zevk anlayışıyla uyuşmayabilir. Ben bir filmin çekimlerine baş­

lamadan önce sevdiğim filmleri; 'kendi yoldaşlanm' olarak gördüğüm yönet­

menlerin filmlerini defalarca izlerim mesela. Yanlış anlaşılmasın, onlan taklit ettiğim filan yok, sadece onlann yarattığı abnosferde nefes almak istiyorum o kadar . . .

96

Önceki bölümde 1920 Sovyet sinemasına ait önemli yönetmenlerden ve on­

lann Tarkovski'yi ne oranda etkilediklerinden söz ettik, aynca Tarkovski'nin Dovzhenko'ya duyduğu özel ilgiye değindik. Bu bölümde ise yine kendi özel mabedine aldığı sinemanın diğer şairlerinden söz edeceğiz.

Belgede ANDREY TARKOVSKİ SİNEMASI (sayfa 83-86)