• Sonuç bulunamadı

2. TARİHSEL ARKA PLAN

2.4. Endülüs’te Şehirleşme ve Kalkınma

Vizigotlar zamanında var olan İspanyol şehirleri 711 yılındaki fetih neticesinde Müslümanların hâkimiyetine girmiştir. İspanya’nın ele geçirilmesi ağırlıklı olarak barış yolu ile savaşmadan anlaşmalar ile gerçekleştiği için ele geçirilen şehirlerin fiziksel yapısında ciddi bir tahribat oluşmamıştır. Fetih esnasında kontrol altına alınıp daha sonrasında Müslüman kimliğine bürünerek yavaş yavaş büyüyen başlıca şehirler aşağıda o zamanki adları ile sıralanmıştır; İlbire (Ş.A. Elvira), Gırnata (Ş.A. Granada), Maleka (Ş.A. Málaga), Kartacenne (Ş.A. Cartagena), Belensiye (Ş.A. Valencia), Berşelune (Ş.A. Barcelona), Turtüşe (Ş.A. Tortosa), Tarraküne (Ş.A. Tarragona), Kurtuba (Ş.A. Córdoba), Tuleytula (Ş.A. Toledo), Salamanka (Ş.A. Salamanca), Semmüre (Ş.A. Zamora), Veşka (Ş.A. Huesca), Şizüne (Ş.A. Sidonia), İşbiliyye (Ş.A. Sevilla), Bace (Ş.A. Beja), Maride (Ş.A. Mérida), Uşbüne (Ş.A. Lizboa-Lizbon) ve Kulumriye (Ş.A. Coimbra). Bununla beraber, Müslüman egemenliği döneminde Endülüs’te kurulu şehirler ile sınırlı kalınmamış, yirmiden fazla yeni şehir kurulmuştur. Söz konusu şehirlerin başlıcaları şunlardır: Kal’atu Eyyüb (Ş.A. Calatayud), Kal’atu Rabah (Ş.A. Calatrava), Ukliş (Ş.A. Ukles), Tutile (Ş.A. Tudela), Mürsiye (Ş.A. Murcia), Ubede (Ş.A. Úbeda), Macrit (Ş.A. Madrid), Laride (Ş.A. Lérida), Batalyevs (Ş.A. Badajoz), Medinetü’l-Feth (Ş.A. Chalencas), Medinetüzzehra (Ş. A. Medina Al Zahra), Madinetüzzahire (Ş.A. Medinetü’z-Zahire), Medinetü Salim (Ş.A. Medinaceli), Meriyye (Ş.A. Almería), Cebel-i Tarık (Ş.A. Gibraltar), Hısnu’l-Ferec (Ş.A. Aznalfarache) ve El-Büniyye (Ş.A. Algecira la Nueva).54 Günümüz güney İspanya’sının sokaklarında dolaşıldığında İslami mimari ile kültürünün belirgin özelliklerini gözlemlemek mümkündür.

Şehirleşme açısından Roma döneminde kaydedilen kalkınma Endülüs’te çok daha üstün bir noktaya ulaşmıştır. Örneğin, Roma döneminin başlıca şehirlerinin hektar bazında yüzölçümleri değerlendirildiğinde, Maride’nin (Ş.A. Mérida) 28, Karmüne (Ş.A. Carmona) ve Sarakusta’nın (Ş.A. Zaragoza) 47, Tarraküne’nin (Ş.A. Tarragona) 35, Berşelune’nin (Ş.A. Barcelona) 12 ve Lugo’nun 34 hektarlık alanları kapladıkları bilinmektedir. Bununla beraber 10. ve 12. yüzyıllarda

Endülüs’ün başlıca şehirlerinden olan İşbiliyye (Ş.A. Sevilla) 187, Kurtuba (Ş.A. Córdoba) (sadece sur içi) 182, Tuleytula (Ş.A. Toledo) 106, Mayürka (Ş.A. Mallorca) 90, Meriyye (Ş.A. Almería) 79 ve Gırnata (Ş.A. Granada) 75 hektarlık alanlar üzerine kurulmuştur. Örneğin, Endülüs’ün şehirleri Avrupa’daki zamanın başlıca diğer şehirler ile karşılaştırıldığında 11. yüzyılda Paris’in sadece 20 hektarlık bir alanı kapladığı görülmektedir. 10. yüzyılda orta ve batı Avrupa’da Kurtuba (Ş.A. Córdoba) büyüklüğünde bir şehir bulunmaz iken, söz konusu kentin nüfusunun bu dönemde 250 bin civarında olduğu bilinmektedir. Bununla beraber, 16. yüzyılda İspanya’nın en fazla nüfus yoğunluğuna sahip olan şehri İşbiliye’nin (Ş.A. Sevilla) nüfusunun 130 bin civarında olduğunu, Tuleytula’nın (Ş.A. Toledo) çok gerisinde kalan başkent Madrid’de sadece 50 bin kişinin yaşadığı göz önünde bulundurulduğunda, Endülüs’te kentleşmenin ulaştığı ileri boyut daha net anlaşılabilir. Avrupa’da ilk defa Londra, Kurtuba’nın (Ş.A. Córdoba) 10. yüzyıldaki nüfusuna ancak 17. yüzyılda ulaşabilmiştir.55 1000’li yıllarda Avrupa’nın önemli merkezinin Londra, Paris veya Berlin değil, Kurtuba (Ş.A. Córdoba) olduğu görülmüştür. Endülüs’te bu dönem şehircilik ve kalkınma alanında sağlanan bu derece önemli kalkınma ve ilerleme hamlelerinin ardında konunun uzmanları tarafından çok detaylı bir şehir planlamacılığı ve düzenli bir çalışma yapıldığı izlenimi edinilebilir.

Doğuda, Abbasilerin Emevi Devleti’ne son verip bu hanedana mensup hemen herkesi kılıçtan geçirdiği katliamdan sağ kurtulan Abdurrahman adlı bir genç, Endülüs’e gelip savaşarak burayı son Vali Yusuf el-Fihrî’nin elinden almış ve Emevilerden geriye kalanları toplayarak bu topraklarda bir devlet kurmuştur. Kurtuba’yı (Ş.A. Córdoba) başkent ilan eden ve bu kentte Ulu Cami’yi yaptıran da yine Abdurrahman’dır. Camii’nin inşası için 80.000 dinar harcanmıştır. Ancak Abdurrahman camiinin tamamlandığını göremeden vefat etmiştir.56 Günümüzde Córdoba’da bulunan Ulu Camii her ne kadar kiliseye çevrilmiş olsa dahi, yıkılmadan ayakta duran nadide İslam eserlerindendir. Ulu Camii günümüzde kilise olarak kullanılmasına rağmen İspanyollar tarafından hala camii anlamına gelen “La Mezquita” şeklinde telaffuz edilmeye devam edilmektedir. Günümüz yazarlarından Robin Yassin-Kassap, Córdoba Camii’ne (Ulu Camii) yaptığı bir

ziyaretindeki gözlemlerini kaleme almıştır. Yazar, kiliseye çevirilen camiinin içerisinde dönüştürülmesinden ziyade estetik ve kültürel açıdan yanlış bir durum olduğunu belirtmiş ve şöyle demiştir:

Puento Romano”ya giden yolun yarısına varıp geriye doğru bakıldığında bunun ne olduğununun kolayca fark edebilebilir. Binanın uzatılmış temel cami yapısı, katedral ile ihlal edilmiş ve sanki katedral bir bomba gibi gökten inmiştir. Katedral çok ağırdır. Camiyi ezerek tahrip etmiştir. Bu kaynaştırma değil barbarlıktır. Bu bir hakareti anımsanmaktadır.57

İspanya’da Roma döneminde kurulmuş olan şehirlerin tümü, Müslüman-Arap döneminde de önemini ve değerini korumuş ve gelişmeye devam etmiştir. Bir başka deyişle, Müslümanların sonradan kurduğu şehirler, fazla büyük ve kalabalık olmayıp genellikle dış saldırılara karşı askeri amaçlarla kurulmuş garnizon şehirlerdir. Meselâ, eski bir şehir olan Ello’nun yerine kurulmuş olan Murcia (E.A. Mursiye); ayrıca Almería (E.A. el-Meriyye) şehirleri bunlara örnek olarak verilebilir. Latin(ce) kökenli yer adlarının çoğu değişmeden yaşayagelmiştir. Hispali (Ş.A. Sevilla, E.A. İşbiliyye), Córdoba (E.A. Kurtuba), Caesaraugusta (E.A. Sarakusta), Valentia (E.A. Balansiya) gibi telaffuz edilmektedir. Bazı şehir adları da küçültme eki almış; ya da bu ek atılmıştır. Toletum’un, yani Toledo’nun Toletula/Tuleytula (Ş.A.) oluşu bu duruma örnek teşkil etmektedir. Bunların yanı sıra bazı Arapça ya da Berberice kökenli yer adları da vardır. “Yeşilada” anlamına gelen el-Cezîretu’l-hadrâ (Ş.A. Algeciras); ayrıca Gâfik, Baliy (Ş.A. Poley), Miknasa (Ş.A. Mequinenza) gibi yerleşim birimleri bulunmaktadır.58

Tarihçi Viardot, Córdoba şehrinin, Emevi Halifesi Ömer bin Abdülaziz’in emriyle kurulduğunu yazmıştır. Granada şehrinin de bu dönemde iki yüz yetmiş köyü bulunmaktadır. Granada’da, sayılamayacak kadar ilim ve erdem sahibi insan yetişmiştir.59 Sevilla, Abbâdiler, Murabıtlar ve Muvahhidler dönemlerinde savaş ve afetler nedeniyle büyük hasarlar görmesine rağmen yine de Endülüs’ün en mamur

56el-Makkari, A. b. M. (1934-1942), age, 327-328.

57Yassin-Kassab, R. (2013), agm, 30.

58Latham, J. D. (1986). “Al-Andalus”, The Encyclopedia of Islam, (Vol. 1) Leiden: Brill, 489.

şehirlerinden biri olma özelliğini korumuştur. Öyle ki, İspanyollar arasında “Sevilla’yı görmeyen, dünyadan bir şey görmemiştir” darb-ı meseli yaygındır.60

Arapça’daki “vadi” kelimesi, İspanyolca’da “guad” ve “guada” şeklinde birçok yer adını ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu coğrafi ad Endülüs’te sadece yaz mevsimlerinde kuruyan vadilere/derelere verilmeyip, ırmak özelliği taşıyan önemli akarsuların aktığı yerleri tanımlamak için de kullanılmıştır. Bir başka deyişle, “nehir” Endülüs’te akarsuyu tanımlamak için kullanılırken; “vadi” yer adını göstermek için kullanılmıştır. Vâdî el-Hicâra (Ş.A. Guadalajara), Vâdî Âş (Ş.A. Guadix), Vâdi’r-Reml (Ş.A. Guadarrama) gibi örnekler verilebilir.61 Sekizinci yüzyıldan itibaren Müslüman İspanyası, “kûra” adı verilen bölgelere/eyaletlere/yönetim birimlerine ayrılmıştır. Bu bölgelerin merkezi olan bir şehri, valisi ve garnizonu var olmuştur. Bu bölgelerin sayısı, Makdisî, Yâkût ve Râzî gibi tarihçilerin eserlerinde 18-41 arasında değişmektedir. Daha sonra gelen el-İdrisî, “kûra” yerine “iklim” kelimesini kullanmıştır.62

Bu idari bölünmelerin ve dolayısıyla terimlerin, zaman içinde değiştiği görülmüştür. Meselâ İbn Saîd, Endülüs’ün önde gelen ediplerini bölgelerine göre ayırıp seçme şiirleri sunduğu eserinde, Endülüs’ü önce memleket (krallık, beylik vs.), sonra kûra (bölge, eyalet vs.), sonra da medîne (şehir, kent) şeklinde taksim etmiştir. Kûralardan birisi, genellikle krallığın/beyliğin merkezi olup ve aynı adla anılmıştır. Örnek olarak, Kurtuba Memleketi, sonra Kurtuba Kûrası gelmiştir. Daha sonra buraya bağlı diğer kûralar gelmiştir: Murâd Kûrası, Gâfik Kûrası, el-Kusayr

Kûrası gibi örnekler verilebilir. Ardından da Şukunda, Kabra gibi şehirler/kasabalar,

yani medîne; en son olarak da köyler (karye) sıralanmıştır.63

Nüfusu kesin olarak tahmin edilemeyen Endülüs’te seksen yerleşim yeri ile bunlara bağlı üç yüz kaza olduğu belirlenmiştir. Bazı Arap coğrafyacılar, hane sayısı ve bina ve kurumlarından yola çıkarak Endülüs’ün biçimini çıkarmaya çalışmışlardır. Córdoba’da 200.000 hane, 600 cami, 500 hastane, 800 medrese ve

60Ziya Paşa (2012), age, 248.

61Pinilla-Melguizo, R. (2002). “WÂDΔ, The Encyclopedia of Islam, (Vol. XI), Leiden: Brill, 14.

62Latham, J. D. (1986), age, 489.

63İbn Saîd el-Mağribî (1980-1993). el-Muğrib fî hula’l-mağrib, Kahire: Yayınevi Şevkî Dayf, I-II, Dâru’l-Meârif, (I), 35, 218, 234.

9 hamam olduğu göz önünde bulundurularak nüfusun büyüklüğü hakkında tahmin yürütülebilir.64

Tarihçi el-Mes’ûdî, Endülüs’ün yüzölçümünün, iki ay yürüyecek kadar bir alan olduğunu; bilinen belli başlı şehirlerinin de 40 tane olduğunu söylemiştir. Aynı tarihçi, Emeviler’e bu topraklarda “halife” değil de “Emiru’l-Mu’minin” olarak hitap edildiğini vurgulamıştır. Çünkü halife olmak için Harameyn’i (Mekke ve Medine) hâkimiyeti altında bulundurmak gerekmektedir.65

Endülüs tarihine dair kaynaklar, mekândan çok olaylar üzerinde durduğu için, Granada, Sevilla, Toledo, Córdoba gibi büyük şehirler dışında, “etrâf” denilen ve taşrayı oluşturan şehirler ve diğer yerleşim yerleri hakkında daha az bilgi bulunmaktadır.66 Córdoba’da III. Abdurrahman (en-Nâsır) tarafından yaptırılan ez-Zehrâ Sarayı, (İspanyolca: Medina Azahara – Arapça: Madinat al-Zahra) o dönemlerde tüm Avrupa’nın en gözde saraylarındandır. Değişik ülkelerden buraya gönderilen elçilik heyetleri, kaydettikleri notlarında, sarayın özellikleri hakkında bilgiler vermişlerdir.67 En-Nâsır’dan sonra gelen iki halife tarafından genişletilen ve tezyinatı sürdürülen bu sarayın harabeleri, 1910 yılında yapılan kazılar sonucunda kısmen toprak altından çıkarılmıştır.68 Söz konusu saray bugün Córdoba’nın en çok ziyaret edilen turistik bölgelerinden bir tanesi olup, harabe halinde de olsa, dönemin ruhunu bir nebze de olsa hissetirmektedir.

Endülüs’te şekillenen İslâm sanatının kendine özgü bir yol tutabilmesinde birkaç unsur etkili olmuştur. Yarımadaya çıkan Müslümanlar, karşılarında etkileyici bir kültür bulamamışlardır. Mevcut Vizigot ve Hristiyan kiliselerinin, Filistin’deki kiliseler kadar etkileyici olmadıkları görülmüştür. İspanya kültürel bir yoksunluk içinde bulunmuştur. Bu durumda, doğu etkilerinden uzak, bol ışıklı bir Akdeniz ülkesinde, lüks, ince zevk ve refahı simgeleyen eserler, İspanya’ya özgü renk ve tatlar kazandırılmıştır. Sivil mimaride, topografik (yüzey biçimsel) duruma uygun,

64Ziya Paşa (2012), age, s. 498.

65El-Mes’ûdî, A. b. H. (1988). Murûcu’z-zeheb. Beyrut: Yayınevi: El-Mektebetu’l-asriyye, thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, (I), 162.

66Şâşiyye, H. B. S. (2014). Garbu’l-Endelus evi’l-Burtuğâl el-İslâmiyye ve Medînet Mertîle

fi’l-mesâdiri’l-arabiyye, Mecellet Câmi’ati’ş-Şârika, C. 11, Sayı: 2, s. 108.

asimetrik fakat işlevsel mekân düzenlemesine gidilmiştir. Kubbe henüz ciddi ve önemli bir sorun olarak gözükmediğinden, yapıların kütle yapısında yükseklik duygusu taşıyıcı unsurlara odaklaştırılmıştır. Duvarlar, sütunlar ve kemerler, çift katlı ve dilimli çalışılmış, mukarnas’ın etkileyici gücünden yararlanılmıştır.69

Endülüs mimarisi kadar bütün İslâm sanatı için de büyük bir gurur kaynağı olan Elhamra Sarayı (Kasru’l-hamrâ), Nasrîler (Benî Ahmer) Devleti’nin başşehri olan Granada’da bulunmaktadır. “Kızıl” anlamına gelen Elhamra sıfatıyla tanımlanması, inşaatta kullanılan kil harcın kızıla çalan renginden dolayıdır. Tarih boyunca çeşitli tahribata maruz kalmasına ve bazı bölümlerinin yok olmasına rağmen dünya çapında bir şöhrete ve bütün İslâm eserleri arasında son derece imtiyazlı bir yere sahiptir. Bugün de ihtişamından hiçbir şey kaybetmeksizin geçmişe ışık tutan bu bina, ayakta kalabilen eski İslâm saraylarının en iyi durumda olanıdır. Yapı bu haliyle bir taraftan küçük bir devletin gücünü sembolize ederken, diğer taraftan da daha güçlü İslâm devletlerinin yok olup gitmiş sarayları hakkında fikir vermektedir. Elhamra’nın tarihi IX. yüzyılın son çeyreğine kadar gitmektedir. Kaynaklarda, Kurtuba Emîri Abdullah’ın (888-912) tahta çıkışının hemen sonrasında, bugünkü Granada’yı da içine alan Elvira (İlbîre) bölgesinde (kûra) Araplarla Hristiyanlığa geri dönmeye çalışan İspanyol asıllı yerli Müslümanlar (müvelledün) arasında yaşanan çatışmalardan bahsedilirken bölgedeki Arapların lideri Sevvâr b. Hamdûn el-Kaysî’nin savunma maksadıyla Medînetülhamrâ adını taşıyan ve kaynaklarda “Ma‘kılü’l-hamrâ, el-Kal‘atü’l-hamrâ, Hısnü’l-hamrâ” isimleriyle de geçen bir kale inşa ettirdiği belirtilmektedir. Darro nehrinin (Granada’da bulunan) sol yakasında, Müslümanların Sebîke dedikleri yayvan tepenin batı ucunda inşa edilen söz konusu kalenin, Sevvâr b. Hamdûn’un etrafında toplanan askerlerin sayısı dikkate alındığında nispeten mütevazı ölçülerde bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Arapların bu kaleyi kullanmaları pek uzun sürmemiştir. Çünkü müvelledûn ile olan savaşların 890 yılı başlarında sona ermesi ve Bulây (Polei) Savaşı ile (891) Elvira’nın (İlbîre) yeniden merkezî idarenin

68Hittî, K. P. (1980), age, s. 828, 829.

69Özdemir, M. (1996). “Endülüs’ün Yıkılış Süreci Üzerine Mülahazalar”. Endülüs’ten İspanya’ya. Birinci Baskı. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 102.

kontrolü altına alınması üzerine kaleye olan ihtiyaç kendiliğinden azalmıştır. XI. yüzyılın ortalarına kadar terkedilmiş bir vaziyette bulunan Elhamra Kalesi 1052-1056 yılları arasında, Zîrî Emîri Bâdîs b. Habbûs’un Yahudi veziri Samuel b. Nağrîle (Nagrello) tarafından tepenin eteğindeki Yahudi mahallesini de içine alacak şekilde genişletmiş ve yıkık yerleri tamir ettirilmiştir. Onarımlar daha sonra Emîr Seyfüddevle Abdullah döneminde de (1073-1090) sürdürülmüştür. XII. yüzyıl İslâm ve Hristiyan kaynaklarında Endülüslü liderlerin Murâbıtlar ve Muvahhidler’e karşı yürüttükleri mücadelelerden bahsedilirken bu ilk Elhamra Kalesi’nin el-Kasabatü’l-hamrâ adıyla anıldığı görülmüştür. Bu kaynaklardan öğrenildiğine göre söz konusu dönemde Elhamra Kalesi’ni kuşatan kuvvetlerin hemen hepsi sonunda içeri girmeye muvaffak olmuşlardır ki bu durum kalenin tahkimatının mükemmel olmadığını göstermiştir. Buna karşılık Zîrîler tarafından Darro nehrinin karşı yakasında kurulan el-Kasabatü’l-kadîme’nin (İspanyolca: Alcazaba) daha sağlam olduğu anlaşılmaktadır. Elhamra adı, Granada ve civarında Nasrîler Devleti’nin kurulmasıyla (1232) öne çıkmıştır. Bu devletin temelini atan Gālib-Billâh Muhammed bin Yûsuf, 1238 yılında idare merkezi olarak seçtiği Granada’ya girdiğinde geçici olarak el-Kasabatu’l-kadîme’ye yerleşmiş ve Elhamra Kalesi’nin bulunduğu yerde, ölçüleri eskisine göre daha büyük ve istihkâm şekli bakımından daha farklı yeni bir kasabanın yani bugünkü Elhamra’nın kurulması talimatını vermiştir. Kaynaklardan, aynı yıl sona ermeden surların inşasının tamamlandığı, su ihtiyacını karşılamak amacıyla da Darro Nehri’nden kaleye kadar uzanan ve bir bölümü kemerli olan su kanallarının yapıldığı öğrenilmektedir. Anlaşıldığına göre Gālib-Billâh I. Muhammed’in başlattığı bu proje, eski Elhamra Kalesi’ne göre ölçüleri büyütülmüş sade bir kale olmaktan çok, Emevî Halifeliği döneminde III. Abdurrahman’ın (912-961) inşa ettirdiği Medînetüzzehrâ gibi, başta emîr ve haremi olmak üzere vezirlerin ve diğer bazı devlet ricâlinin ikamet edeceği bir saltanat şehri kurulmasını hedeflemiştir. Ancak bu kapsamlı tasarım, ilerleyen zaman içerisinde birtakım köklü değişikliklere de uğrayarak çeşitli kısımları farklı Emîrler tarafından yaptırılmak suretiyle 150 yılı aşkın bir müddet zarfında tamamlanmış ve son şeklini XV. yüzyılın ilk yıllarında almıştır.70 Günümüzde Elhamra Sarayı insanlığa İslam medeniyetinin mimari ve sanatta ulaştığı zirveyi yansıtma açısından çok muhim bir örnek eserdir.

Endülüs Müslümanlarının en eski ve abidevî yapıları arasında yer alan Kurtuba Ulu Camii’nin yapımına, I. Abdurrahman (Abdurrahman ed-Dâhil) zamanında; vaktiyle bir Roma putperest mabedi olan ve o sıralarda bir Hristiyan kilisesinin kurulu olduğu yer üzerine 786 yılında başlanmıştır. Caminin yapımı, 793 yılında tamamlanmıştır. İspanya’da görülen minarelerin mimari üslubu, Suriye kökenli olup, Kuzey Afrika’da gelişmiş olan tarzın bir devamı mahiyetindedir. Suriye’deki Emevi Camii’nin inşasında olduğu gibi, bu caminin süsleme ve bezeme işlerinde Bizanslı sanatkârlar istihdam edilmiştir.71 Zaragoza (E.A. Sarakusta) şehrinde de, ülkenin ilk fethi sırasında buraya gelen sahabe tarafından yapıldığı söylenen bir Ulu Câmii vardır. İmparator Tiberius zamanında yaptırılan bir Roma tapınağı üzerine inşa edilen bu câmi, Hristiyanların şehri ele geçirmesinden sonra kiliseye dönüştürülmüştür. Bazı Endülüs kaynaklarına göre bu câmi, 856-7 ve yaklaşık 1018-21 yıllarında olmak üzere iki kez genişletilmiştir.72

2.5. Endülüs’te Dil ve Edebiyat