• Sonuç bulunamadı

1.3. GELENEKSEL YÖNETİM ANLAYIŞININ NİTELİĞİ

1.3.2. Geleneksel Yönetim Anlayışının Yapısal ve İşlevsel Unsurları

1.3.2.4. Devletin Rolü

Geleneksel yönetim anlayışının çıkış noktasını oluşturan hukuki-rasyonel bürokrasi modeli, endüstri toplumuna geçiş süreci içinde ortaya çıkan idari yapıların belli özellikleri göz önünde tutularak kavramlaştırılmıştır. Bu kavramlaştırmanın arkasında, hukuk devleti, idarenin tarafsızlığı, idarenin bir araç alarak görülmesi ve sosyal devlet gibi düşünceler bulunmaktadır (Heper, 1977: 41). Böylece, kamu sektörünün faaliyet alanı, hizmet devleti düşüncesine göre şekillenmekte ve devlet, yoğun bir biçimde kamusal mal ve hizmet üreticisi niteliğini kazanmaktadır.

Günümüzde devletin faaliyet alanı oldukça geniş olup, yerine getirdiği görevler büyük bir çeşitlilik göstermektedir. Devletin yerine getirdiği faaliyetlerin niteliği, siyasi, sosyal, ekonomik ve hatta kültürel olabilmektedir. Siyaset teorisi açısından bakıldığında, modern devletin, düzenin korunması ve güvenliğin sağlanması olmak üzere iki tür işlevi yerine getirdiği gözlemlenmektedir. Bu işlevler negatif nitelikte olup devletin asli görevleridir. Devlet faaliyetlerine hukuk açısından bakıldığında ise, yasama, yürütme ve yargı işlevlerinden söz edilmektedir (Erdoğan, 1996: 95).

Bilindiği üzere Adam Shmit devletin, iç ve dış güçlere karşı toplumun korunması; toplumun diğer üyelerinden gelebilecek baskılara ve haksızlıklara karşı bireyin korunması; nihayet kamusal çıkarın söz konusu olduğu fakat özel sektörce gerçekleştirilemeyen işlerin üstlenilmesi şeklinde üç temel görevinin olduğunu belirtmiştir. Eski liberal anlayış, devletin dış güvenlik, iç güvenlik ve standart altyapı hizmetlerinin sunulması görevlerinin bulunduğunu kabul etmektedir. Neo-liberal anlayışa göre ise, bu üç temel göreve ek olarak, devlet eliyle hukuki düzenin sağlanması; işlevsel bir para sisteminin korunması ve rekabetin temin edilmesi olmak üzere devletin üç temel görevi daha bulunmaktadır. Diğer taraftan sosyal piyasa

ekonomisinde ise devlete, eski liberal ve neo-liberal anlayışların devlete yükledikleri görevlere ek olarak, yoksullar için sosyal yardımın garanti edilmesi ve piyasa ekonomisinin geçerliliğinin standart yeniden paylaştırma yoluyla sağlanması gibi iki görev daha verilmektedir (Schwarz, 2000: 2-8.). Ancak bu listenin uzatılması ve kapsamının sınırsızca genişletilmesi mümkündür. Zaten kamusal görevlerin kapsamı sürekli genişlemekte ve devlet faaliyetleri gün geçtikçe artmaktadır.

Sosyal, siyasal, ekonomik ve hatta yerine göre kültürel nitelikteki görevleri üstlenmiş olan devlet, ekonomik ve toplumsal süreçte aktif bir şekilde rol almaktadır. Bu aktif rol, geleneksel yönetim anlayışında devletin belirleyici işlevidir. Toplumsal gelişme ve toplumun modernizasyonu, ekonomik büyüme ve istikrar devlet eliyle sağlanmaktadır. Bunun sonucu olarak sosyal devlet, refah devleti, devlet yardımları gibi tabirler ortaya çıkmıştır. Bu durum, devlete, bir yandan sosyal ve ekonomik problemlere geniş ölçüde müdahale olanağı için hareket alanı tanınmakta ve diğer yandan da müdahaleler için ek

bir sorumluluk boyutu oluşturmaktadır (Böhret, 1997: 125-130). Devlet geleneksel düzenleme, vergilendirme ve biçimlendirme işlevlerinin yanı sıra,

hatta daha fazla olarak yönlendirme, örgütleme, aracılık etme, açıklama ve yol gösterme işlevlerini de üzerine almaktadır. İşleyen devlet, işbirliğine yatkın ve diyalog kurabilen devlettir. Ekonomik inisiyatifler açısından gelişmelere açıktır. Yalnızca faaliyette bulunmakla yetinen devletten sorumlu devlete, bir başka deyişle gelişmelerin sorumluluğunu üstlenen, gelişmeleri harekete geçiren ve örgütleyen devlete geçiş gerekli görülmektedir (Hill, 1997: 493). Özel ve toplumsal çıkarların paylaşımı savaşımında, devletin görevi, bireylerin çıkarlarını optimal hale getirme çabasını toplum yararına yönlendirmek ve çıkarları denkleştirmek olmalıdır. Bu görev gittikçe daha büyük bir anlam kazanmaktadır. Hangi hizmetleri devletin kendisinin yapacağı ve hangi koşullarda varlığı için gerekli en az ihtiyaçları sağlayacağı ve yaşam koşullarını sunacağı; sınırları içerisinde yaşayan insanları hangi yöntemlerle ve nasıl bütünleştireceği gibi sorunlar özellikle önem kazanmaya başlamıştır.

Devlet artık eskiden olduğu gibi değildir. Günümüzde devlet, ne kendine özgü gücüyle istisnai bir otorite, ne de merkezi hiyerarşik yönetim ve eşgüdüm merciidir (Böhret, 1993: 5). Uluslararası rekabet, artan iletişim teknolojisi ve küreselleşme, devletin otoritesini, merkezi hiyerarşik yönetim ya da eşgüdüm mercii gibi niteliğini büyük

ölçüde değiştirmiştir. Devlet hizmet sunmayı sürdürdüğü sürece, yalnızca hangi hizmetleri sunduğu değil, bunun yanı sıra sunduğu hizmetlerin verimliliği ve özel sektörün sunduğu hizmetler ile karşılaştırıldığında bu hizmetlerin kalitesi de önem kazanmaktadır. Çünkü günümüzde bir çok vatandaş devleti, rasyonel, etkin, gelir dağılımını adaletli bir biçimde gerçekleştiren ve geleceğe ışık tutan bir aygıt olarak değil; aksine daha çok, hantal, şekilci, bürokratik savurgan, karışık ve aşırı düzenlemeler yapan, vatandaşa yabancı ve kaynak savurganlığının temel öznesi olarak görmektedir (Jann, 1998a: 2).

Mevcut sosyalist ülkeler bile, devletin, ekonominin ve toplumun partiye bağlı birimlerce yönetilmesinden vazgeçmektedirler. Bizzat Çin ve Vietnam gibi sosyalist ideolojiye sıkı sıkıya bağlı kalmak isteyen ülkeler dahi, mal ve hizmet üretimi, dağıtımı ve tüketimine ilişkin kararları bireysel önceliklere göre alarak, özgürlükleri ve piyasa mekanizmalarını işletmektedirler. En azından ekonomi ile birlikte ülkelerin değişiminden söz edilmektedir. Genel olarak, devlet, ekonomi ve toplum arasında yeni bir görev bölüşümü tartışılmaktadır. Böylece devlet, toplum ve ekonomik düzenin toplu değişimi söz konusu olmakta ve özellikle devlet görevlerinin yeniden şekillenmesi gündeme gelmektedir (König, 1998: 177). Bu noktada, açıkça devlete ait olan, devletten başka hiç kimsenin yapmasına izin verilemeyen görevler (savunma, silahlar üzerindeki tekel, iç güvenlik, yasa koyma, düzeni sağlama ve adaleti tesis etme); “düzgün bir oyun alanı” sağlama ve bu alan içerisinde herkes için bağlayıcı kuralları belirleme gibi işlevler devlete ait kalmalıdır. Ancak, devlet işlerini, amacı gerçekleşmiş olsa bile, sonsuza dek sürüp gitme niteliğinden kurtararak sınırlı süreli ve belli bir amaç için yürürlükte kalacak şekilde düzenlemek ve son olarak devlete ait olmayan kuruluşların devletten daha iyi ya da onun kadar iyi yapabilecekleri ne varsa, bunların hiçbir zaman devlet tarafından yapılmamasını sağlamak gerekmektedir (Drucker, 1994: 69-70). Özellikle ekonominin uluslararasılaşması ve finans piyasasının globalleşmesi (Blanke, 2000: 5) devletin geleneksel yönetim anlayışı çerçevesinde yüklendiği görevlerin tartışmalı hale gelmesinde önemli etkenler olmuşlardır. Özellikle gelişmiş endüstri ülkelerinde sosyal devlet oldukça karmaşık bir atmosferde bulunmaktadır. Geçmişteki başarılı faaliyet modelleri, günümüzde ortaya çıkan ve gelecekte söz konusu olabilecek problemleri çözebilmek için sadece sınırlı ölçüde güvenilir görünmektedir. Kitlesel

işsizlikler ve kamu finansman açıklarının giderilmesi, ancak ekonomik rekabet yeteneği ve sosyal adalet ilkesinin kazanılması ile mümkündür.