• Sonuç bulunamadı

YAKUP KADRĠ KARAOSMANOĞLU’NUN ROMANLARINDA ĠNSAN VE ĠDEOLOJĠ

3.1. TOPLUM KARġISINDA BĠREY

3.2.3. Devlet ve Köylü ĠliĢkisi

Serbest Fırka deneyimi, Kemalist devrimlerin halkın bilincinde ve gönlünde yeterince yerleĢemediği düĢüncesini destekler niteliktedir. Nüfusun neredeyse yüzde seksenini oluĢturan köylü kesimden rejime yeterli destek gelmediği için Kemalist ilkeleri yaymak amacıyla yola çıkan Halkevleri‟nde köycülüğe vurgu yapılmıĢtır (Karaömerlioğlu, 2006: 58).

Köycü söylemin somutlaĢtığı kurum ise Köy Enstitüleri olmuĢtur. Eğitimle hem köylü nüfusa Kemalizmin ilkelerinin öğretilmesi hem de köyün iktisadi ve

125 kültürel yönden canlandırılmasının mümkün olduğuna inanılmıĢtır. Aydınlar ve yönetici sınıf arasında 1930‟ların ortalarından itibaren gündemde olmasına rağmen ilk adım 1937‟de atılır ve Enstitüler üç yıllık deneme süresinin sonunda 1940‟ta resmen kurulur. Karaömerlioğlu, Enstitüler‟in en genel amacının köy çocuklarını tarımsal ve iktisadi geliĢme için teknik konularda eğitmek olduğunu ifade eder.

Enstitüler‟i bitiren öğrencilerin köylere öğretmen olarak atanması ve bu yolla köylülerin köyden yetiĢmiĢ öğretmenlerle eğitilmesi amaçlanmıĢtır (Karaömerlioğlu, 2006: 90).

Köy Enstitüleri taraftarlarına göre Enstitüler büyük toprak sahiplerinin toplumsal ve siyasi güçlerini tehdit etmiĢtir. Bu nedenle toprak ağaları tepki göstererek Köy Enstitüleri deneyimini baltalamıĢlardır (Karaömerlioğlu, 2006: 99).

Karaosmanoğlu‟nun resmettiği köy ve köylü imajının tartıĢmalara yol açtığı romanı Yaban‟da köydeki güç dengelerini örnekleyen ve diğer taraftan köylünün devlet mekanizmalarına güvensizliğini gösteren bir örnek dikkati çekmektedir. Bütün devlet mekanizmaları hakkında yorum yapmak yanlıĢ olabilir ancak Mehmet Ali‟nin annesi Zeynep Kadın‟ın yaĢadığı arazi meselesi köyde adalet mekanizmasının iĢlemediğini gösterir. Burada güçlü olanın istediğini elde edebildiği ilkel bir sistem söz konusudur. Salih Ağa‟nın köylüye karĢı güç gösterisinde bulunduğu görülür.

Salih Ağa, Mehmet Ali‟nin babası zamanında ekip biçtikleri bir tarlanın kendisine ait olduğunu iddia eder. Bu tarla kira ile Ahmet Celâl‟in hesabına ekilip biçilmektedir. Ahmet Celâl, Zeynep Kadın‟a korkmamasını, tarlayı Salih Ağa‟ya vermeyeceğini, gerekirse mahkemeye düĢeceğini söylediğinde tarlası elinden gidecek diye ağlayan Zeynep Kadın daha çok ağlamaya baĢlar ve “Mahkemeye mi?

Aman etme, aman etme…” der. Ahmet Celâl‟in “O neden?” diye sorması üzerine diyalog Ģöyle devam eder:

-Ağa para yedirir. Kadı ile bir olur, üstelik öbür topraklarımızı da elimizden almağa kalkarlar.

-Nasıl olur? Neyle ispat eder? Sizin elinizde kağıdınız koçanınız yok mu?

-Yok ya, ne bileyim ben? Yok ya!

-O halde şahit gösteririz.

-Hepsi ondan yana çıkar, hepsi… (Karaosmanoğlu, 2014f: 62)

Ahmet Celâl, bunun üzerine meseleyi Salih Ağa ile konuĢarak çözmek ister ama Salih Ağa‟ya derdini anlatamaz: “Gözümün önünde canlı yaratıklara mahsus bütün vasıfları gösteriyor, lâkin ne işitiyor, ne konuşuyor, ne de sözlerimden bir şey

126 anlamış görünüyor. Sanki benim ağzımla onun kulağı arasındaki mesafe beş-on kilometredir” (Karaosmanoğlu, 2014f: 62).

Meseleyi Salih Ağa ile çözemeyen Ahmet Celâl, Muhtar ile görüĢmek ister ama Muhtar kendisine evde yok dedirtir. Muhtarın kapısından dönerken Ġmam Efendi ile karĢılaĢır, meseleyi ona anlatıp gerekirse Kaymakamlığa, Mutasarrıflığa ve gerekirse Valiliğe kadar gideceğini söyler ama Ġmam Efendi de Ahmet Celâl‟e kulak asmaz. Dolayısıyla Ahmet Celâl, meselenin çözümünde devlet mekanizmalarından bir destek göremez. Dinî otorite figürü olarak imam da ona bu konuda yardımcı olmaz (Karaosmanoğlu, 2014f: 63). Sonuç olarak Salih Ağa, Zeynep Kadın‟ın tarlasından iddia ettiği hakkı, kimsenin haberi olmaksızın, bir gece, kaldırıp götürür.

Bu olay karĢısında öfkelenen ve gidip köy ağasını pataklamak isteyen Ahmet Celâl‟i Zeynep Kadın baĢta olmak üzere ev halkı durdurur (Karaosmanoğlu, 2014f: 71).

Doğrusu, ben kendi hesabıma herhangi bir yürek acısı duymuyorum. Biraz darı, biraz buğday ektirmiştim. Bu da ancak Mehmet Ali‟ninkilere bir faydam olsun fikriyle idi. Bununla beraber, onlar da bundan çok üzgün görünüyorlar. Bilâkis beni yatıştırmaya çalışıyorlar… „Sen sağ ol, aman bir dırıltı çıkarmayalım,‟ diye yalvarıyorlar. Beni öfkelendiren de, işte, onların bu korkuları, bu miskinlikleridir.

Onlarda adalet duygusunu kurcalamaya çalışıyorum. Nafile; taş gibidirler (Karaosmanoğlu, 2014f: 72).

Adalet ve güç mekanizmaları ile ilgili olarak Panorama‟da Kozak ve Atikler köylüleri arasında geçen bir mera davasından söz edilebilir. Mübadillerden Yanyalı Fazlı Bey, Ankara‟da yüksek mevki sahibi olan akraba veya hemĢehrilerinin birinin nüfuzuna dayanarak haksız yere pek çok mal ve emlaka el koyar. Bunlardan biri de Atikler Köyü merasıdır. Halil Ramiz bu konunun teftiĢine atansa da kaymakam ve genç hakim de dâhil olmak üzere konuĢtuğu kimseden olan bitenle ilgili kesin bilgi edinemez. Yalnızca kendisini Atikler köyünün avukatı olarak tanıtan Avukat Kenan, Halil Ramiz‟in yanına yaklaĢarak konuyla ilgili gereken açıklamayı yapmak istediğini söyler. Köylüleri dava etmeye ikna ettiğinden ancak adının tarikatçılığa, devlet ve hükümet düĢmanlığına çıktığından söz eder (Karaosmaoğlu, 2013b: 62-73).

Köylüleri, dava açmaya da ben teşvik ettim. Zira, zavallıların öbür köylülerin başına gelenlerden o derece gözü yılmıştı ki, değil meralarını, hattâ ağızlarından lokmalarını alsalar ses çıkaracak halleri kalmamıştı. Adalete dair, Cumhuriyet‟e dair konferans konferans üstüne, ders ders üstüne, ana yahşi baban yahşi, nihayet ellerinden bir vekâletname aldım ve bütün kuvvetimle mücadeleye sarıldım. Çünkü efendim, bunu ben bir milli mesele telakki ediyorum ve bu yolda her türlü tehlikeyi göze almış bulunuyorum (Karaosmanoğlu, 2013b: 71-72).

127 Romanın ilerleyen bölümlerinde Atikler köylülerinin mahkeme sonucunda söz konusu merayı alamadıkları öğreniriz ve bu durum adalet mekanizmasının aksadığını gösteren bir örnektir. Atikler Köyünün Murahhas Heyeti, Fazlı Bey‟le görüĢmek amacıyla yola koyulsa da onunla görüĢemez (Karaosmanoğlu, 2013: 265-276).

Yakup Kadri Karaosmanoğlu yeni kurulan Cumhuriyet Türkiyesi‟nde köy ve köylünün nasıl olması gerektiğini Ankara romanında resmeder. Burada Anadolu Ģen, bayındır ve yolları güzel bir mekân; köylüler ise köye bir yolcu yaklaĢtığında bir kovuğa sinip saklanan değil, civarlarından geçenleri yolun yarısından güler yüzle karĢılayan insanlardır. Devlet eli Anadolu‟nun ve köylünün çehresini tamamen değiĢtirmiĢtir. Orta Anadolu‟nun tarıma elveriĢli olmayan kısımlarında kurulan büyük devlet çiftliklerinde hayvancılık yapılmaktadır, burada yetiĢtirilen sürülerden Ģayak ve kumaĢ fabrikalarına yün sağlanmaktadır. Yine Orta Anadolu‟da devletin fennî çiftliklerinde yetiĢtirilen inek ve sığırlardan ise yağ, peynir ve et üretilmektedir.

Anadolu‟da insan eli değmemiĢ yer kalmamıĢtır. Karaosmanoğlu‟nun ifadesiyle uzaklar yakınlaĢmıĢ, çoraklar yeĢillenmiĢ, ocaklar tütmeye baĢlamıĢtır. Her tatil dönemi Selma Hanım ve NeĢet Sabit, cazibe merkezi haline gelen Anadolu‟nun bir bölgesini seçer ve orayı karıĢ karıĢ tetkike koyulurlar (Karaosmanoğlu, 2012b: 223-225). Romanda anlatılan Avrupa köylerinin bir Avrupa Ģehrinden farkı kalmamıĢtır:

Hele, Garbî Anadolu‟nun köyleri, ovaları, bağları, bahçeleriyle herhangi bir ileri Avrupa ülkesinden hiç farkı kalmamıştı. Çeşitli, seçme ve yüksek bir ziraat burayı beş on yıl içinde Fransa‟nın Provansa‟sına çevirmişti ve buranın mahsulleri artık eskisi gibi yalnız dışarıdan gelecek muktedir, serseri tüccarın yolunu gözlemiyordu. Türkiye‟nin iç pazarları düzene gireli ve hassaten Orta Anadolu, bu mahsullere, geniş bir ölçüde müşteri olalı, Manisa‟nın üzümü, Aydın‟ın inciri,

artık, iki de bir çuvallarda kurtlanmak tehlikesinden kurtulmuştu

(Karaosmanoğlu, 2012b: 225).

Romanda köylerdeki dönüĢüm ile ilgili dikkate değer nokta köylülerin artık tezek yakmamasıdır. Karaosmanoğlu, bunun kömür ve odun iĢini en modern tekniğe göre eline almıĢ olan “devlet” tarafından köylünün baĢından aĢarın, fesin ve sarığın kaldırılması gibi kaldırıldığını yazar (Karaosmanoğlu, 2012b: 225).

Karaosmanoğlu, Yaban‟da kurak, çorak ve verimsiz topraklardan oluĢan bir Anadolu tablosu çizip bu tablonun içerisine memleketin durumuna duyarsız, hiçbir Ģey üretmeyen, hakkını arayamayan, ürkek köylü figürünü yerleĢtirmiĢtir. Ankara‟da ise Anadolu nasıl bayındır hâle gelir ve Anadolu köylüsü nasıl Ģen, üretken bir

128 köylüye dönüĢür sorularının yanıtını vermektedir: “İradeli bir fen eli, önce yurdun iktisadi haritasını çizmişti. Bu haritaya göre, Anadolu muhtelif istihsal mıntıkalarına ayrılmış ve her mıntıka ahalisinin fonksiyonları muayyen planlara göre tespit edilmişti” (Karaosmanoğlu, 2012b: 223). Dolayısıyla Yaban romanında aydın ile köylü arasında oluĢan uçuruma vurgu yapan, köylünün içinde bulunduğu durumdan aydınları sorumlu tutan Karaosmanoğlu, Ankara romanında Anadolu‟nun yükseliĢinin devlet eliyle yapılan planlı düzenlemelerle gerçekleĢtirilebileceği mesajını verir.