• Sonuç bulunamadı

COĞRAFYA VATAN KILINIRKEN: TOPLUMSAL BĠLĠNCĠN ĠNġASI

YAKUP KADRĠ KARAOSMANOĞLU’NUN ROMANLARINDA ĠNSAN VE ĠDEOLOJĠ

3.3. COĞRAFYA VATAN KILINIRKEN: TOPLUMSAL BĠLĠNCĠN ĠNġASI

3.3. COĞRAFYA VATAN KILINIRKEN: TOPLUMSAL BĠLĠNCĠN ĠNġASI

Birlik ve beraberlik içinde verilen Millî Mücadele‟nin kazanılması bağımsız ve millî bir Türk ulusu inĢa edebilmek için öncelikli koĢuldur ancak tek baĢına yeterli olmayacaktır. Bunun bilincinde olan Mustafa Kemal Atatürk‟ün, askerî alanda kazanılan baĢarının ardından gündeme gelen nasıl bir ulus inĢa edileceği sorusuna yanıt olarak ortaya koyduğu devrimler aracılığı ile sosyal ve kültürel alanda yeni bir mücadele baĢlatılır. Atatürk; siyaset, hukuk, kılık- kıyafet, ekonomi, eğitim ve kültür alanında getirdiği yeniliklerle bağımsız, millî ve çağdaĢ bir Türk ulusu oluĢturma amacı güder. Devrimlerin halka anlatılması ve millî bilincin oluĢturulması yolunda en önemli görev ise aydınlara düĢmektedir. Karaosmanoğlu, bu hususta öne çıkan isimlerden biridir.

E. Fuat Keyman, Türk modernleĢme süreciyle ilgili çok değerli ve özgün çalıĢmaları olan ġerif Mardin‟in bu süreci tanımlayan bir unsur olarak öne sürdüğü

“ulus-devlet kurmak” ifadesine dikkat çeker. Cumhuriyet Türkiyesi‟nde toplumsal bilincin inĢa ediliĢ sürecini açıklayabilmek için “ulus-devlet” kavramının altını çizmek ve ulus-devlet kurmak amacının Türk modernleĢme sürecinde yarattığı gerilimleri ve karmaĢayı göz önünde bulundurmak gerekir. Cumhuriyet Türkiyesi‟nin tam bir ulus-devlet olarak kavramsallaĢtırılması “Türk modernleşme sürecinin sadece kırılma/kopuş noktasını nitelemekle kalmaz, aynı zamanda bu sürecin epistemik ve normatif sınırlarını da çizer” (Keyman, 2015: 49).

129 Yönetim ile halk arasındaki gerilimi merkez-çevre teorisiyle açıklayan ġerif Mardin, bu teori çerçevesinde yasalar koyarak tepeden inme toplumsal bütünleĢmenin sağlanmasının Osmanlı yönetiminin temelinde bulunan unsurlardan biri olduğunu dile getirir. Ona göre bu yaklaĢım Kemalizmin toplum konusundaki görüĢünde de ağır basmaktadır (Mardin, 1973: 183-184). Keyman da ulus-devlet anlayıĢını merkez-çevre teorisinden yola çıkarak yorumlar:

Ulus-devlet eksenli merkez anlayışı, modernitenin çevreyi modern benliğe dönüştürmekle olasılık kazanacağını varsayar ve bunu yaparken de çevreyi oluşturan kültürel biçimleri ve sembolik kimlik kurgularını tanımak yerine, onların varlığını reddeder. (…) Mardin‟e göre bu anlayış, farklılıkların ontolojik varlığını yadsıdığı sürece, merkez-çevre uyumu ancak ideoloji yoluyla gerçekleştirilebilir.

Fakat bu ideolojiye aktarılan ağır bir yüktür ve başarıya ulaşması çok zordur (Keyman, 2015: 51-52).

AyĢe Saktenber, Türkiye Cumhuriyeti‟nin kuruluĢ anlatılarından Ģimdiki zamanın inĢasına gelinceye değin geçmiĢ-gelecek/ eski-yeni karĢıtlıklarının ortaya çıkardığı açmazların Türk toplumunun muhayyilesinde halen aĢılamamıĢ olduğunu söyler. Bu eski ile yeni arasındaki gerilimin mekânsal simgeleri ise Ġstanbul ve Ankara olmuĢtur. Cumhuriyet döneminin baĢlangıcında Ankara yeniyi, yani geleceği; Ġstanbul ise eskiyi, yani geçmiĢi ve geçmiĢte bırakılması gerekeni simgelemektedir. Ġstanbul, kendisinden bağımsızlaĢılmak istenen çökmüĢ bir geçmiĢin, yani Müslüman Osmanlı‟nın simgesi haline gelirken Ankara yoktan var edilmiĢ bir simge kent olarak Ġstanbul‟un tam karĢısında konumlanır (Saktanber, 2009: 202-203).

Cumhuriyet Türkiye‟sinin gerçekleştirebildiği ve gerçekleştiremediği, olduğu veya olmak isteyip de olamadığı hemen her şeyin, kısacası toplumun içinde barındırdığı

pek çok temel siyasi ve kültürel çelişkinin simgesi olmuştur Ankara

(Saktanber, 2009: 204).

Ankara, Millî Mücadele ruhunun harcının karıldığı mekândır, Cumhuriyet Türkiyesi bu temel üzerine inĢa edilmiĢtir. ġevket Süreyya Aydemir, Mustafa Kemal Atatürk‟ün 27 Aralık 1919‟da Ankara‟ya varıĢıyla birlikte bu Ģehrin Millî Mücadele‟nin merkezi haline geliĢinden söz eder. Kadrocu olarak Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile benzer ideolojik görüĢleri paylaĢan Aydemir‟in gözünde de bu dönemde Anadolu harap bir haldedir ve Mustafa Kemal Atatürk‟ün Ankara‟ya geliĢi, arka plana itilmiĢ periĢan bir Anadolu kasabası olan Ankara‟yı tarih sahnesine çıkarır.

130 Mustafa Kemal 22 Aralık 1919‟da Sıvas‟tan hareket etmişti. 27 Aralık 1919‟da

Ankara‟ya vardı. Bu olay tarihin arka plana itilmiş eski bir şehri olan Ankara‟yı yeniden tarih sahnesine çıkardı. (…) Eski Ankara, harap bir kaleyle, hastalık saçan bir bataklık arasında, bu kalenin eteklerine serilen perişan bir Orta Anadolu kasabasıydı. Ama 27 Aralık‟tan sonra harap Osmanlı kasabası, Mustafa Kemal hareketinin hem yurt ölçüsünde, hem dünyaya karşı mihveri ve merkezi oldu. Mustafa Kemal‟in yolculuğunda ve onun hayatında Ankara hem bir varış hem de bir hareket noktası olarak üzerinde durulması gereken bir platformdur (Aydemir, 2017: 181).

Jale Parla, Alegoriden Mesel‟e: Türk Romanında Anadolu Kayıtları baĢlıklı makalesinde Franco Moretti‟nin ülke, yurt, ana vatan ya da memleket olarak “ulusal topos” kavramından yola çıkarak erken Cumhuriyet romanlarından günümüze Anadolu temasından faydalanan romanları ele alır. Ona göre bu romanlarda Anadolu‟yu “çekici bir yuva”ya dönüĢtürme yolculuğu ve görevi, yolculuk ve imtihan motiflerini içeren ortak bir yapıyı paylaĢmaktadır. Vatansever bireyler savaĢa katılmak ya da ihmal edilmiĢ bir bölgenin geliĢimine hizmet etmek için Anadolu‟ya doğru bir yolculuğa çıkmakta ve gittiği yerde karĢılaĢtığı zorlukları alt etmesi yani imtihanı baĢarıyla geçmesi gerekmektedir. Bu imtihan yalnızca ulusa değil, “ulusun kurucu babası” Atatürk‟e karĢı olan sadakatin de kanıtlanmasının gerektiği bir sınanma olarak değerlendirilir (Parla, 2017: 318).

Millî ülkülerle Anadolu‟ya gelen oğul ve kızlar Anadolu‟nun kurtarıcısını kabul etmeye hazır olmayan, sert yüzüyle karĢılaĢırlar, kendilerini bu topraklar üzerinde yaĢayan insanlardan ayıran uçurumun ve bu uçurumu kapatmanın imkânsızlığının ayırdına varırlar. Bu durumun suçunu halkın inatçılığına, milliyetçi bilinçten yoksunluğuna ve bu yüzden iĢ birliğine yanaĢmamalarına bağlarlar.

Topophilia, yani bir kişinin ülkesine duyduğu aşk, ülkenin gerçekleri keşfedildikçe topophobia‟ya dönüşür. Bütün fobiler gibi, topophobia da bu genç vatanseverlerde dönüştürmekte başarısız oldukları şeyi kontrol altına alma saplantısı doğurur.

Toplumun kültürel dirilişini gerçekleştirme amacı, kültürün sosyal kontrolü programına doğru evrilir. Anadolu temasının tasvirlerinin altında bir topomania, yani anavatana yönelik, onu babaya layık kılacak bir dahili sömürgeci tutum yatar (Parla, 2017: 319).

Karaosmanoğlu‟nun özellikle Yaban romanında görüldüğü gibi erken Cumhuriyet Dönemi yazarlarının gözünde Anadolu, kurtarılmayı bekleyen bir mekân olarak tasvir edilir. Köylünün Batılı güçlerden, Osmanlı geleneğinin temsicisi olan padiĢahın etkisinden, cehalet ve geri kalmıĢlıktan, sosyal ve ekonomik adaletsizliklerden kurarılması gerekmektedir. Bu görevi üstlenenler ise “ulusun babası Atatürk” tarafından kendilerine verilen bu kutsal görevin üstesinden gelecek

131 genç cumhuriyet aydınlarıdır. Parla, Halide Edip Adıvar‟ın Ateşten Gömlek ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu‟nun Yaban romanını bu ülkünün “misyon-kanonik”

örnekleri olarak değerlendirir. Ona göre bu ülkünün en iyi örneklerinden biri olan Yaban, Ahmet Celâl‟in tutkularının alegorik bir anlatısı olarak okunabilir (Parla, 2017: 319-320).

Karaosmanoğlu‟nun Yaban romanı bağımsız, çağdaĢ ve millî bir Türk ulusu inĢa etme sürecinde Cumhuriyet aydınının yüklendiği Atatürk devrimlerini halka anlatma ve benimsetme misyonunu ve Anadolu‟ya gittiğinde yüzleĢtiği gerçekleri roman formatı içerisinde veren çarpıcı bir eser olarak literatürde yerini alır. Jale Parla da Atatürk‟ün Nutuk‟ta kendisini ulusun tarihinin doğmasına ebelik edecek bir özne olarak kurguladığını ve Yaban‟ın bu retoriğin roman formuna dönüĢmüĢ hali olduğunu ifade eder (Parla, 2017: 324).

Zafer kazanılsa bile, kazanç, milletsiz çorak topraklar olacaktır. Bu yüzden her şey, simgesel baba rolünü kendine seçtiği soyadıyla da kayıt altına alan Türklerin atasından, ulu önderden, Atatürk‟ten sirayet edecek şekilde yeniden yaratılmalıdır (Parla, 2017: 324).

Genç Cumhuriyet Türkiyesi‟nde yeni bir hayat kurulmasında bizzat yer almıĢ bir aydın olarak Karaosmanoğlu‟nun Anadolu ve Anadolu köylüsü hakkındaki tespitleri dönemin yönetim kadrosunun hâkim bakıĢ açısını görmek bağlamında büyük değer taĢımaktadır. Hakan Sazyek‟in ifadesiyle Karaosmanoğlu, romanlarında Türkiye‟nin 19. yüzyılın ortalarından baĢlayan yaklaĢık yüz yıllık modernleĢme sürecinin sancılarını iĢler ve içerik bağlamında ülkenin değiĢik kesimleriyle toplumsal düzlemdeki modernleĢme ve uluslaĢma süreci onun romanlarının baĢat öğesini oluĢturur (Sazyek, 2015: 52). Dolayısıyla, modernleĢme ve uluslaĢma sürecinde toplumsal yapıların düzenlenmesi, toplumsal bilincin oluĢturulmasında bürokrasinin ve aydınların görevleri gibi meseleler yazarın romanlarında geniĢ yer tutmaktadır.

132 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

YAKUP KADRĠ KARAOSMANOĞLU’NUN ROMANLARINDA