• Sonuç bulunamadı

Devlet VatandaĢ ĠliĢkisi: Teori ve Pratik

YAKUP KADRĠ KARAOSMANOĞLU’NUN ROMANLARINDA ĠNSAN VE ĠDEOLOJĠ

3.1. TOPLUM KARġISINDA BĠREY

3.2.2. Devlet VatandaĢ ĠliĢkisi: Teori ve Pratik

Türkiye Cumhuriyeti‟nde devlet ile vatandaĢ arasındaki iliĢkiyi kuran dinamikleri belirlemeye “kamusal alan” ve özel alan” kavramlarının nasıl tanımlandığına bakarak baĢlamak yerinde olacaktır. Toplumumuzda söz konusu bu iki alanın sınırlarının belirlenmesinde devletin önemli bir rolü vardır. Nurdan Gürbilek, Cumhuriyet‟in ilk kurulduğu yıllarda resmî ideolojide “kamu” kavramının devletin dıĢında oluĢmuĢ bir sivil alandan çok, devlet himayesinde, devlet

121 kontrolünde var olmuĢ bir alanı tarif ettiğini ifade eder. Türkiye‟de “kamu”

diyebileceğimiz bir alan esas olarak devlet ya da politika dolayımıyla kurulageldiği için de 1980‟lere kadar özel hayat- kamu karĢıtlığından söz edildiğinde özel hayatın devletle ya da politikayla iliĢkisinden söz etmek durumunda olduğumuzu belirtir (Gürbilek, 2016: 63-64).

Gürbilek, özel hayat ile toplum hayatının nasıl ideal bir yapı içinde bir araya geleceğini anlatan bir ütopya örneği olarak da Ankara romanına iĢaret eder. Bu romanda bir Ģehrin hikâyesi, bir kadının özel hayatı ile paralel ilerler. BaĢta Anadolu‟nun ortasında çorak ve kurak bir Ģehir olan Ankara‟nın yükseliĢe geçerek ideal bir Ģehre ve Ġstanbul‟dan ilk geldiği günlerde Ankara‟yı yadırgayan Selma Hanım‟ın millî duygularla hareket eden ideal bir Cumhuriyet kadınına dönüĢmesinin hikâyesi iç içe anlatılır. Gürbilek‟in belirttiği gibi toplumun hayatına biçim veren Ģey Selma Hanım‟ın özel yaĢamında doğrudan karĢılığını bulur. Örneğin Ankara‟nın her dönemi yeni bir kocayı gerektirir. Ankara‟nın üç farklı dönemini anlatan romanın her bölümünde Selma Hanım‟ın farklı biriyle evli olduğu görülür. Selma Hanım, en baĢta evli olduğu banka Ģefi Ahmet Nazif Bey‟in Sakarya Muharebesi günlerinde korkak ve bencil bir tavır takınması üzerine ondan soğuyarak Millî Mücadele‟de yer almıĢ Miralay Hakkı Bey ile evlenir. Ancak Miralay Hakkı Bey sivil hayata geçince zevk ve sefa alemine dalar ve o da Selma Hanım üzerindeki etkisini kaybeder. Son bölümde Selma Hanım millî mücadele ruhuna sadık kalan yazar NeĢet Sabit ile evlidir. Bu bölüm aynı zamanda ideal Ankara‟nın nasıl olması gerektiğinin anlatıldığı kısımdır. Burada bütün bireyler Millî Mücadele‟de olduğu gibi Ģahsi çıkarlarını bir kenara bırakarak millî birlik ve beraberlik içerisinde tek bir vücut haline gelmiĢtir Yazarın hayalini kurduğu Ankara‟da kamu, özel hayatı tamamen içine almıĢtır.

Bu şehir ütopyasında kamunun dışı yoktur aslında. Kamu hem devlettir, hem iktisadi hayattır, hem de kişisel olandır. … Şahsi hayat ihtirastan, arzudan, iştahtan ve tensellikten arındığı, umumun içinde eridiği ölçüde sahicilik kazanır (Gürbilek, 2016: 62).

Romanın son bölümünde büyük bir kız okulunun müdiresi olan Selma Hanım öyle çok çalıĢmaktadır ki haftada ancak iki akĢam evine gelebilmekte ve bütün yemeklerini bulunduğu yerde yemektedir. NeĢet Sabit de Ġçtimai Mükellefiyet TeĢkilatı‟nın durup dinlenmek bilmeyen bir üyesidir. Cumhuriyet Türkiyesi‟nin bu ideal ailesinin bireyleri boĢ kaldıkları zamanlarda dahi halk içinde ve halk ile beraber

122 eğlenmeyi tercih etmektedirler. Ankara, Selma Hanım‟ın kendi evi, Ankara‟nın yapılması ve geliĢmesi onun kendi davası hâline gelmiĢtir (Karaosmanoğlu, 2012b:

175-177).

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 1923- 1952 yılları arasında Türk toplumunun görünümünü sunduğu Panorama‟da toplumu karamsar bir bakıĢ açısıyla ele alır.

Ankara‟da ortaya koyduğu ütopya gerçeğe dönüĢememiĢtir. Daha önce de belirtildiği gibi Panorama, Atatürk devrimlerinin uygulanıĢı konusunda hayal kırıklığına uğramıĢ, umduğunu bulamamıĢ bir Kadrocu‟nun eseri olarak okunmalıdır.

Karaosmanoğlu, Panorama‟da devrimlerin halk tarafından anlaĢılıp benimsenmediğini ifade etmek ister. Güya devrimler olmuĢ bitmiĢtir ve devrimlerin prensipleri kanunlaĢmıĢtır. Devlet kademelerindeki kiĢiler sağlam temeller üzerine yeni bir toplum inĢa edildiğinden son derece emindirler ancak görünen odur ki Karaosmanoğlu‟na göre devrimlerin uygulanıĢında Millî Mücadele‟de gösterilen birlik ve beraberlik ruhu sürdürülememiĢtir. Romanın hemen giriĢinde Ankara‟nın en zengin ailelerinden birine mensup Mansurzâde Hüseyin Efendi ile milletvekili NeĢet Sabit‟in karĢı karĢıya geldiği sahne devlet ile vatandaĢ arasındaki uçurumu örnekleyen sahnelerden biridir. Hüseyin Su‟nun sözünü ettiği gibi Panorama‟da oldukça varlıklı ama kültür seviyesi düĢük bir figür olan Mansurzâde Hüseyin Efendi‟nin bağ evi komĢusu milletvekili NeĢet Sabit‟i teklifsiz ziyaretinde onun Ankara‟nın ĢehirleĢmesine ve modern yapılaĢmaya bakıĢı, para ve yeni kurulan hayat karĢısında tutumunu görürüz. Mansurzâde için bunlar parayı kirece, kuma vermek bir de durduk yere baĢına emlak vergisi belası almaktan ibarettir (Su, 2002: 617). NeĢet Sabit‟in ilgisini çeken ise onun söylediklerinden çok hali, tavrı ve Ģiveli konuĢması olur:

Ona bir acayip bir nesneyi seyreder gibi, hayretle bakıyordu. (…) Ecnebilerin folklor adını verdikleri şeylerin hepsi Mansurzâde‟de toplanmış gibiydi ve elleriyle yüzünün derisi Ankara taşının rengindeydi (Karaosmanoğlu, 2013b: 15).

Mansurzâde Hüseyin Efendi‟nin medeniyet tarifi ise dikkat çekicidir:

“Medeniyet…” Avrupa medeniyeti!‟ dedi, “Bilir misin, ben bunu neye benzetirim:

Otomobile. Otomobil, caddenin ortasından son sürat gidiyor. Sen bunu, önüne geçip, durduramazsın. Ya bir kenara çekilirsin; ya altında ezilirsin… Haa, bir de bunun içine binmek var.” (Sesini acıklı bir sır tevdi ediyormuş gibi yumuşatıp yavaşlattı.) “Evet, bir de bunun içine binmek var. Emme, ben sana bir şey diyeyim mi? Otomobilin dümeni elinden olmadıktan kelli, içine binmek marifet değil!

Makineyi bileceksin, o nasıl kullanılır öğreneceksin. Yani ona sahip olacaksın.

Yoksa, makine sana sahip olur. Onun ilminden anlayan şoför, seni istediği yere götürür, o senin emrine tabi olacağı yerde bakarsın, sen onun emri altına

123 girmişsin. Her insan, körü körüne buna razı olmak istemez” (Karaosmanoğlu,

2013b: 16).

Karaosmanoğlu‟na göre devrimler baĢarılı olamamıĢ, istenildiği gibi hayata geçirilememiĢtir. Yazar bunun en önemli nedeni olarak ise hemen hemen bütün politikacıların “çıkarcı, Çankaya‟ya yaranmaya çalıĢan, bütün hesaplarını da ona göre yapan, kiĢiliklerini yitirmiĢ, kaypak, demagog, inandıkları doğruları dillendiremeyen, ilkesiz insanlar” olmalarını gösterir. Yazara göre taĢradaki parti ve belediye baĢkanları ve bunları çıkarları doğrultusunda kullanan eĢraf da aynen politikacılar gibidir. Çoğu Babıâli kadrolarının devamı olan Cumhuriyet kurumlarındaki büyük memurlar da vurguncudur (Su, 2002: 614).

Panorama‟da geleneğin tutucu denilecek kadar koyu bir taraftarı olan Tahıncızâde Hacı Emin Efendi, Cumhuriyet Türkiyesi‟nin düzenlemelerinin dıĢında kalmayı tercih eder. Onun için ġapka Kanunu‟nun manası “altmış yaşına basmadan, bütün gücü kuvveti yerindeyken dünyadan elini eteğini çekip kendi evinin çatısı altında diri diri gömülmek”tir. Çünkü ġapka Kanunu kabul edildiği günden beri evinden çıkmamaktadır (Karaosmanoğlu, 2013b: 43). Tahıncızâde, ġapka Kanunu gibi Soyadı Kanunu‟nu da kabul etmemiĢtir (Karaosmanoğlu, 2013b: 445).

ġerif Mardin‟in ifade ettiği gibi bir yapı değiĢikliği sırasında, eski kültürün üzerinde etkili olduğu aileler, çocuklarına verecekleri değerleri değiĢtirene kadar, eski kültürel kalıp Ģeklini muhafaza edecektir. Kültür, yapıdan özerk olarak kendi benliğini devam ettirecektir (Mardin, 2015: 62). Tahıncızâde Hacı Emin Efendi, Cumhuriyet‟in ilanının üzerinden yıllar geçmesine rağmen evinden hâlen çıkmamakta kararlıdır ve Cumhuriyet‟e karĢı tutucu tavrını sürdürmektedir:

Bir yıl değil, iki yıl değil; on iki yıl oldu, tam on iki yıl; ben bu eve mahpus gibi kapanalı. (…) Suçum neydi? Bir cinayet mi işlemiştim? Bir hırsızlık mı etmiştim?

Yoo; bir devletlinin keyfî istemiş, ehl-i İslâmı karnavala çevirmeye kalkışmış. Biz de buna olmaz demişiz. İşte günahımız bu. Yahu, buraya gelen elin gâvuru bile bize böyle bir hakareti reva görmediydi!.. (Karaosmanoğlu, 2013b: 359)

Diyarbakır Lisesi‟nde edebiyat ve felsefe hocası Ahmet Nazmi, Ġzmir‟de DıĢ Ticaret Ofisi Müdürü Cahit Halid‟e yazdığı mektupta inkılabın i‟sinin Diyarbakır‟a uğramadığından söz eder. Bunun nedeni olarak da inkılabın plansız, teĢkilatsız ve tekniksiz yapılabileceği hayaline kapılanları gösterir:

İki üç maddelik bir kanun, valiye, polise, jandarmaya birer emir… Her şeyi olmuş bitmiş farz ediyoruz; bu kanunların, bu emirlerin -kafaların içi şöyle dursun- hattâ dışını bile değiştiremediğini görmek istemiyoruz. Umumi müfettiş bey, -halkı

124 Avrupai yaşayışa alıştırmak için -misafirlerini akşam yemeğine smokinle kabul

ediyor; bizim, lisenin müdürü ise, bütün gün mektebin içinde ökçesiz terliklerle dolaşıyor; biri, yeni sosyal nizamı kurmak, öbürü kafaları işlemek gibi iki çetin vazifeyi üzerlerine almış bulunan bu adamların ikisi de bence, başka başka bakımlardan inkılâp metodumuzdaki aynı axiome [aksiyon, önerme] hatasının kurbanıdırlar. Ne o, ne de bu bir şey yapmaya muvaffak olamayacak; her ikisi de, ağır bir çarkı, boşlukta döndürüp duracak (Karaosmanoğlu, 2013b: 109-110).

Romanda çizilen karamsar tabloda Millî Mücadele dönemindeki birlik, beraberlik ve fedakârlık duyguları sarsıntıya uğramıĢ, Millî Mücadele ateĢi sönmüĢtür. Bunun nedenini Ahmet Nazmi mektubunda Ģöyle anlatır:

Bu ateş, Kemalist Türkiye‟nin anahtarlarını Bâbıâli tembelhanesinin bekçileri eline teslim ettiğimiz gün sönmüştür. O uğursuz ve fosil müessesenin dalkavuk izzetlileri, idarei maslahatı saadetlileri, mankafa devletlileri aramıza katıldıkları -yalnız aramıza katılmış olsalar neyse- devlet, hükümet makamlarının hattâ meclis ve parti teşkilatının başına geçtikleri andan itibaren bence artık bir inkilâp rejiminden bahsetmemize imkân kalmamıştır. Çünkü, hareket düşmanı, bunak bir bürokrasinin kanunları, nizamları, idare usulleri, bunlar vasıtasıyla bütün o dinamik inkılâp prensiplerinin elini ayağını kıskıvrak bağlamıştır

(Karaosmanoğlu, 2013a: 122).

Kısaca, Karaosmanoğlu‟na göre Mustafa Kemal Atatürk‟ün erken ölümünden sonra vatanın durumu kötüye girmektedir. Bir Kadrocu olarak yazarın en büyük hayal kırıklığı Millî Mücadele‟nin zaferle sonuçlanmasını sağlayan birlik ve beraberlik ruhunun Millî Mücadele‟nin ikinci safhasını oluĢturan ekonomi, kültür, medeniyet vb. alanlarda verilen mücadelede yakalanamamasıdır. Genç Cumhuriyet Türkiyesi‟nin Osmanlı Ġmparatorluğundan devraldığı geleneksel unsurların, yapısal unsurlar üzerine yapılan düzenlemeler ile kolayca ve toplumun tamamını kapsayacak Ģekilde dönüĢtürülmesi kolayca ve birdenbire olabilecek bir Ģey değildir. Cumhuriyet Türkiyesi‟nin yönetimine dâhil olan Babıâli kadrolarının hantallığı ise Karaosmanoğlu‟nun eleĢtirilerin yöneldiği temel noktalardan biridir.