• Sonuç bulunamadı

Marx’ın Meta Fetişizmi Kavramı

1.2. ĠDEOLOJĠ KAVRAMININ TARĠHSEL GELĠġĠMĠ

1.2.6. Karl Marx (1818- 1883) ve İdeoloji Kavramı

1.2.6.3. Marx’ın Meta Fetişizmi Kavramı

Meta fetiĢizmi kavramı, Marx‟ın erken dönem yazılarının anahtar kavramı olan yabancılaĢmanın yerini alan bir kavramdır (Çelik, 2005: 180). Marx, Alman İdeolojisi‟nde ortaya koyduğu bilinç eleĢtirisini Kapital‟de yaptığı “meta fetiĢizmi”

tanımı ile daha sistemli bir hale getirir. Kapital‟de Ģeylerin özüyle insanların onları kavrayıĢları arasında bir kopmadan söz eder. Ġdeoloji çarpıtılmıĢ bir bilince iĢaret ediyorsa bunun nedeni algıda veya anlamada ortaya çıkan bir yanılgı veya sapma değildir. Toplumsal gerçeklik bu çarpık bilince, bu ters gerçeklik imgelerine kaynaklık etmektedir (Çelik, 2005: 178).

Varoluş bilinçten koparılmakta ve bilincin karşısında ayrıcalıklı bir konuma yerleştirilmektedir. İdeoloji, gerçekliğin temsili olarak ondan farklıdır, imgeseldir, idealdir. Temsilin kaynağı olan gerçeklik gibi, onun imgesi de baş aşağıdır.

Marx‟ın Kapital‟deki meta fetişizmi çözümlemesi, bu genel kuramın en iyi ifadelerinden biridir. Bu kuramın dayandığı temel sav, ideolojik yanılsamaların kaynağını gerçekliğin kendisinin görüngüsel biçimine yerleştirmektedir (Çelik, 2005: 178).

Çelik, Marx‟ın “meta fetiĢizmi” kavramını nasıl anlamlandırdığı sorusunun yanıtını ise Ģu cümlelerle verir:

Marx, ideolojinin nasıl üretildiği sorusunu kapitalist üretim ilişkilerinin çözümlenmesi bağlamında yanıtlamaktadır. Kapitalizmin bir fonksiyonu olan meta üretiminin koşulları, ideolojinin üretimi açısından da açıklayıcıdır. Marx, kapitalist ekonomik ilişkileri çözümlerken ideolojinin görünüş/gerçeklik ya da

34 görünüş/öz ikilikleri temelinde işleyen mekanizmasını açıklayan bir kavram olarak

„meta fetişizmi‟ kavramını kullanmaktadır (Çelik, 2005: 179).

Marx‟a göre metalar bünyelerinde gizemlilik unsurunu barındırır. Özbek, bunun nedeninin, metanın, içinde insan emeğinin toplumsal niteliğini barındırmasında ve bunun insana, bu emeğin ürününe nesnel bir nitelik olarak damgalanmıĢ görünmesinde temellendiğini dile getirir (Özbek, 2011: 72).

Meta fetiĢizmi, insan emeğinin ürünü olan metaların özerk bir nitelik kazanarak bir güç hâline gelmesi ve insanın tanrısal bir güç kazanan kendi ürününe itaat etmesi, eĢyaya köle olması biçiminde açıklanabilir.

1.2.7. Antonio Gramsci (1891-1937)–Hegemonya ve Organik Aydın Kavramı Yirminci yüzyılın ikinci yarısında, iki dünya savaĢından ve Avrupa‟daki bir dizi sosyalist devrim denemelerinden kapitalist sistemin güçlenerek çıkması ideoloji alanındaki tartıĢmalarının odağını değiĢtirir ve ideoloji kavramı hegemonya merkezli yeni bir bağlama oturur (Sancar, 2014: 27-29). Serpil Sancar‟ın da belirttiği gibi artık yanıtı aranan soru, “kapitalizmin üretim pratiklerinin yarattığı toplumsal çarpıklıklar değil, kapitalizmin parlamenter demokratik bir siyasal sistem içinde yönetilen sınıfların onayını nasıl kazandığı olur” (Sancar, 2014: 28).

Ġdeoloji kavramının maddi yapının insan zihnindeki etkisine indirgenmesinin yarattığı sorunlar daha sonraki ideoloji tartıĢmalarında merkezî bir hâl almaya baĢlar.

Kapitalist sistemin çatıĢmalı ve çeliĢik güçlerini bir arada tutan temel bir toplumsal mekanizmadan daha bahsetmenin ve bu mekanizmayı çözümlemenin gerekliliği kendisini gösterir (Sancar, 2014: 28-30).

Ġtalyan düĢünür, siyasetçi ve sosyalist kuramcı Gramsci, mimari, popüler Ģarkılar, dizi romanlar, polisiye romanlar, opera gazetecilik vb. farklı konulara uzanarak popüler kültür ve ideolojiye ilgi gösterir. Marksist düĢüncedeki ideoloji anlayıĢını eleĢtirerek bu anlayıĢın zayıflığını ideolojinin salt ekonomik temel tarafından belirlenmiĢ olarak anlamlandırılmasına bağlar (Barret, 1996: 62-64).

Günümüze kadar gelen yazılarının çoğunu faĢist Ġtalyan hapishanesinin zor koĢullarında kaleme alan ve bu yazılarını değerlendirirken bu yazıları yazdığı süreçte sürekli kötüleĢen sağlığını da göz önünde bulundurmamız gereken Gramsci (Barret,

35 1996: 62), kapitalist toplumsal sistemde doğrudan açık zora dayanmayan iktidar biçimlerinin anlaĢılabilmesini olanaklı kılan düĢünürlerin ilklerindendir. Bu tür bir iktidar, ideolojinin dolayımıyla olanaklıdır ve hegemonya kavramında somutlaĢır.

Gramsci‟nin kuramsal modelinin temeli, sivil toplum ve devlet arasında kurduğu iliĢkiyi tarihsel blok kavramı aracılığıyla hegemonya kavramına bağlamasına dayanır (Sancar, 2014: 31).

Michèle Barret‟e göre hegemonya kavramı, Gramsci‟nin siyaset ve ideolojiyle ilgili düĢüncelerinin örgütleyici odağıdır ve kavramı farklı kullanması, genel olarak Gramscici yaklaĢımın alameti farikasıdır. Hegemonya, en iyi, rızanın örgütlenmesi olarak anlaĢılır. BaĢka bir deyiĢle, bağımlı bilinç biçimlerinin Ģiddet ya da zora baĢvurmadığı süreçler. Gramsci‟ye göre egemen blok, sadece siyasal alanda değil toplumun bütününde etkili olur (Barret, 1996: 64-65). Eagleton, hegemonyayı, kabaca, bir egemen iktidarın kendi yönetimi için, hâkimiyeti altındaki insanların rızalarını kazanmada baĢvurduğu bütün pratik stratejiler alanı olarak tanımlayabileceğimizi söyler (Eagleton, 2011a: 158).

Barrett, Gramsci‟nin siyasal ve kültürel sosyalizm stratejisiyle iliĢki içinde hegemonyaya vurgu yaptığını ve en büyük ilgiyi de bu noktaya gösterdiğini ifade eder.

Gramsci, „konum savaşı‟ ve „manevra savaşı‟ kavramları, siper savaşı benzeştirmesiyle, sınıfların daha iyi stratejik noktalara ve „konum‟lara hareketini gerektiren bir strateji kavramlaştırmasının kalbini oluşturur: Dolayısıyla „konum savaşı‟, siyasal hegemonya kazanma, rıza alma muharebesidir, insanların sadece geçici itaatlerini ya da oy desteklerini değil, „kalplerini ve zihinlerini‟ kazanma mücadelesidir. „Manevra savaşı ise sonraki evredir: Devlet iktidarını ele geçirmedir; fakat bu, (Leninist siyasal düşünce geleneğine tam karşıt olarak) hegemonyanın zaten sağlanmış olduğu bir ortam olmazsa gerçekleşmez (Barret, 1996: 65-66).

Sancar‟a göre Gramsci‟nin modelinin indirgemecilikten kurtulabilme Ģansı ise tarihsel blok kavramının devreye girmesiyle mümkün olabilmektedir:

Tarihsel blok, belli bir toplumsal momente, maddi toplumsal pratikler (altyapı) ile çok sayıda olası ideolojik formlar arasından siyasal/ ideolojik mücadelenin (sınıf mücadelesi) belirlediği bilinçliliğin oluşturduğu somut ve sadece bu belli tarihsel momente özgü bütünlüktür. Yani belli bir maddi toplumsal pratik düzeyine tekabül edebilecek sonsuz sayıda ideolojik form mevcuttur. Bu ideolojik formun nasıl biçimleneceği ise siyasal mücadele içinde, toplumsal sınıflar arası ilişkilerin oluşturduğu somut bilinçlenme biçimlerine bağlıdır (Sancar, 2014: 37).

Gramsci‟nin bu modelinin indirgemecilik problemini aĢıp aĢmadığı üzerine farklı yorumlar mevcuttur. Ancak Sancar‟ın da belirttiği üzere, Gramsci‟nin

36 ideolojiyi maddi toplumsal pratik içindeki kolektif öznelerin tarihsel bloku kurmak ya da değiĢtirmek için verdikleri mücadele olarak tanımlaması ve bu mücadelenin tamamen öznelerin mücadele içindeki konumlarını tanımlama bilinçlerine bağlı olarak Ģekillendiğini söylemesi indirgemecilik sorununu aĢmak için önemli bir kuramsal açılım sağlamıĢtır (Sancar, 2014: 38).

Gramsci‟nin aydın kavramı üzerine düĢünceleri çalıĢmamız bağlamında önem taĢımaktadır. Gramsci‟ye göre her sosyal grup, ekonomik üretim dünyası içinde temel bir iĢlev üstlenmek üzere varlığa kavuĢurken, kendisiyle birlikte, organik bir biçimde, bu gruba kendi iĢlevine ait yalnızca ekonomik alanda değil, aynı zamanda, sosyal ve politik alanlarda da homojenik ve farkındalık veren bir ya da birden çok aydınlar tabakası yaratır. Aydınlar, egemen grubun sosyal hegemonya ve politik yönetim ast iĢlevlerini yerine getiren görevlileridir (Yıldırım, 2018: 110-112). Bu bağlamda Karaosmanoğlu‟nun da içerisinde bulunduğu Cumhuriyet dönemi aydın kadrosunun Cumhuriyet devrimlerini halka anlatmak ve halkın bu devrimleri benimsemeleri sağlamak düĢüncesiyle hareket ettiği hatırlanmalıdır.