• Sonuç bulunamadı

Afrika’nın Siyasi Geçmişi

Afrika sömürgecilik öncesi dönemde gelişmiş uygarlıklara (krallıklar gibi) ve köklü bir toplumsal yapıya sahiptir. Kuzey Afrika ülkeleri sömürgecilikle karşılaşmadan önce uzak mesafe ticaretine dayalı yüksek bir medeniyet kurmuştur. Nil nehri çevresinde Mısır, Afrika’nın en ileri uygarlığıdır. Kıtada kabile yaşamının hüküm sürmesine rağmen, çeşitli devletlerin kurulduğu ve içerisinde birer uygarlık geliştirdikleri bilinmektedir. Örneğin, 800 yılında, Gana İmparatorluğu kurulmuştur.

Diğer taraftan, İspanya’ya kadar uzanan Arap egemenliği sırasında, kuzey Afrika’da çeşitli devletler ortaya çıkmıştır. Örneğin, Abbasi Devleti’ne bağlı olarak kurulan

89 J. D. Tarver, (1996), s.5.

Tolunoğulları Devleti zamanla bağımsızlaşmıştır90. Mısır’ı Haçlı Seferleri sırasında kontrol altına alan Eyyubiler ve 1517 yılında Osmanlı Devleti tarafından işgal edilene kadar Mısır’da Memluk egemenliği mevcuttur. 11. yüzyılda ortaya çıkan, 15. yüzyılda sanat alanında doruk noktaya erişen ve Nijerya’nın Yoruba bölgesini içerisine alarak Gine Körfezi’ne kadar uzanan Benin Krallığı, 16.yüzyıla kadar varlığını sürdüren Sahra’daki Songhay İmparatorluğu, Nijer, Çad, kuzey Nijerya ve kuzey Kamerun’u kapsayan Kanem-Bornu Devleti’nin, Afrika’nın siyasi tarihinde önemli yeri bulunmaktadır91. Avrupa ülkeleri tarafından sömürge haline getirilmeden önce, Afrika’nın doğusunda batısında ve güneyinde farklı isimler altında yerel devletler kurulmuştur. Ayrıca, Afrika’nın doğusunda bugünkü Etiyopya (eski ismiyle Habeşistan), Avrupa sömürgeciliğine karşı direnen ve bağımsızlığını koruyan tek ülke olarak anılmaktadır. Etiyopyalılar 19.yüzyılda ülkeyi işgal etmek isteyen İtalyanlara karşı zafer kazanmıştır. Etiyopya, kendine özgü gelenekleri ve uygarlığıyla Afrika siyasi tarihinde önemli bir yere sahiptir92.

Orta çağda Avrupa, Çin ve Hindistan arasında önemli bir ticaret ağı mevcuttur.

Osmanlı Devleti’nin Avrupa ile Asya arasındaki ticaret yolu üzerinde yerleşmesi, Avrupalıları yeni ticaret yolu aramaya yöneltmiştir. Bu arayışlar sırasında Portekizli denizci Vasco da Gama (1469-1524) Afrika’nın en güney ucu olan Umit Burnu’ndan dolaşarak Hindistan yolunu keşfetmiştir. Portekizliler 16. yüzyılda Batı Afrika’nın birçok önemli limanlarını ele geçirerek, altın ve köle ticaretiyle uğraşmaya başlamıştır.

Afrika’yla ilişkili ticaret ağında Portekizli denizcileri, Hollandalı ve İspanyol denizciler izlemiştir. 1520’de Fransızlar, 1550’de ise İngilizler Afrika’dan geçen ticaret yollarında hâkimiyet kazanmaya başlanmıştır93.

90 BİLGESAM, (2015), Gelecek Vadeden Kıta Afrika, Rapor, S.70, s.8.

91 N. Hazar, (2011), s. 11-12.

92 ibid, s. 12.

93 ibid, s. 8-9.

Afrika’nın zengin doğal kaynaklara sahip bir kıta oluşu, onu sömürgecilik için bir hedef haline getirmiştir. 15. yüzyıldan itibaren coğrafi keşiflerin yolu üzerinde bulunan Afrika, endüstri devrimini gerçekleştiren Avrupa ve Amerika için insan gücü ve hammadde kaynağı özelliğini kazanmıştır. Avrupa tüm dünyaya yayılma ve çeşitli ülkeleri ele geçirme girişimlerine başlamıştır. Bu girişimler Avrupa’nın, bilimsel, teknolojik ve askeri üstünlüğü elinde tutmasıyla ilişkilidir. Bir taraftan da ırkçılığa dayanan bir üstünlük düşüncesine kapılmıştır. Dolaysıyla, sömürgeciliği sözde haklı kılan gerekçeyi İngilizler, “beyaz adamın yükümlülüğü” olarak tanımlarken, Fransızlar,

“uygarlaştırma misyonu” olarak açıklamışlardır94.

Önce İspanya ve Portekiz Afrika kıyılarındaki önemli stratejik yerlere konuşlanmıştır. İspanya, Fas topraklarının çoğunu ve Ekvator Ginesi’ni ele geçirirken, Portekiz, Sao Tome ve Principe Adaları, Gine Bisau, Angola ve Mozambik’e sahip olmuştur. Sadece İtalya’nın Habeşistan’ı sömürgeleştirme girişimleri başarısız sonuçlanmıştır. Almanya 1871’de Fransa’yı yenerek, sömürgeleri olan Togo, Kamerun ve güney-batı Afrika ile Tanganika’yı geri almıştır. Daha sonra Almanya Birinci Dünya Savaşı’nda yenilince, Togo ve Kamerun Fransa’ya, Tanganika İngiltere’ye geçmiştir.

1830’da Cezayir’i alan Fransa, bu ülkedeki Osmanlı egemenliğine son vermiştir.

Ardından Fransa, 1881’de Tunus’u işgal etmiştir. 1890’a gelindiğinde Fransa ve İngiltere Sahra’yı paylaşmak için bir anlaşma yapmıştır. Çok sayıda Hollandalıların yerleştiği Güney Afrika’ya sahip olan İngiltere, 1914’de Mısır’ı himayesi altına aldığını ilan etmiş ve sonrasında Sudanı sömürge haline getirmiştir95. Avrupa ülkeleri, Afrika’yı coğrafi ve etnik yapısına bakmaksızın kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda paylaşmıştır. Böylece Afrika’nın sömürgeleştirilmesi 19.yüzyılda tamamlanmıştır.

Afrika’nın Avrupalı sömürgeci devletler arasında paylaşılması sonucu ülkeler arasında

94 N. Hazar, (2011), s. 13.

95 F. Armaoğlu, (2010), 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi, İstanbul, Alkım Yayınevi, s.113-115.;

N. Hazar, (2011), s. 15-17.

tamamen yapay sınırlar oluşmuştur. Etnik gruplar, kabileler, hatta aileler sınırların değişik taraflarında bırakılmış ve haksızlıklara uğratılmıştır.

1941’e gelindiğinde Roosevelt ile Churchill, savaş sonrası dünyayı görüşmek üzere bir araya gelmiştir. Görüşme sonrası sekiz maddelik Atlantik Antlaşması yayımlanmıştır. Bu belgede Roosevelt tarafından tanıtılan, her ülkenin kendi kaderini tayin etme (self-determination) ve kendi kendini yönetme (self-government) ilkelerinin deklarasyonuyla Afrika’da Avrupa sömürgeciliğinin sona ereceği duyurulmuştur. Bu nedenle, 2. Dünya Savaşı sonrası ABD, İngiltere’ye Atlantik Antlaşması şartlarına uyması için baskı yapmıştır96. Afrika’nın Avrupa egemenliğinden kurtuluşu, Hindistan ve Asya’daki diğer kolonilerin kazanmış oldukları bağımsızlığın ardından gelmiştir97.

Siyasi olarak bağımsızlıklarına kavuşsa da, ekonomik açıdan eski sömürgeci ülkelere muhtaç durumda kalan Afrika devletleri, Soğuk Savaş döneminde ABD liderliğindeki Batı Bloğu ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Birliği (SSCB) liderliğinde Doğu Bloğu arasındaki siyasi çekişmelerin ve giderek artan askeri güç sınamalarının alanı olmuştur98. Afrika devletlerinin çoğu, ABD ve SSCB rekabetinden özellikle ekonomik ve siyasi destek alarak, dış politikalarında Bağlantısızlar Hareketi içinde yer almıştır. 1970’lerdeki küresel ekonomik kriz ve Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Afrika ekonomik krizlere ve iç çatışmalara sürüklenmiştir. SSCB’yi çevreleme politikası sona eren ABD, Afrika ile rutin diplomasi faaliyetlerini yürütmüş ve dış politikasında önemi azalmıştır. 1990’larda Afrika için “karanlık kıta” söz konusuyken, 21.yüzyılla birlikte Afrika Birliği Örgütü yeniden yapılanmış, Afrika kimliği ve Pan Afrikanizm kavramları

96 W. Woodruff, (2002), A Concise History of the Modern World, London, Palgrave Macmillan, s.228.;

O. Sander, (2016), Siyasi Tarih, Ankara, İmge Kitapevi Yayınları, s.162-163.;

R. B. Mpeho, (2015), From Political Monolithism To Multiparty Autocrasy, United Kingdom, Lulu Publishing, s.120.

97 Bknz. D. Birmingham, (2009), The Decolonization Of Africa, London, UCL Press.

98 M. Fırat, (2012), Hindistan’ın Afrika Politikası, Ankara Üniversitesi Afrika Çalışmaları Dergisi, C.2, S.1, s.41.

öne sürülmüş, Afrika’nın Kalkınması İçin Yeni Ortaklık (NEPAD) kabul edilmiştir.

2000 sonrası BM başta olmak üzere, uluslararası örgütlerde Afrika’nın önem kazanmaya başlaması, aslında kıtanın kaynaklarına olan gereksinimin artmasından doğmuştur. Ekonomide dışa açılım politikası izleyen Çin, SSCB’den bağımsızlığını kazanan ülkelere ilişkilerini güçlendiren ABD ve Avrupa, insan hakları, demokratikleşme ve ekonomik liberalizasyon gibi önkoşullarla gözlerini Afrika’ya çevirmiştir. Bir taraftan bölgesel güç olmak isteyen Türkiye, Brezilya ve Hindistan gibi ülkeler, uluslararası politikadaki etkinliklerini sergilemek için Afrika’ya yönelmiştir. Bu bağlamda Afrika, Soğuk Savaş sonrası dönemde de devletlerarası güç mücadelelerine maruz kalmaktadır99.

Afrika ülkelerinin 1960’lı yıllarda kazandıkları bağımsızlık, ne siyasi istikrarın, ne hızlı ekonomik gelişmenin, ne de gerçek demokrasinin yeşermesini sağlayabilmiştir.

Aksine, özellikle SSA’da iç savaşlar, etnik çatışmalar, dinsel sorunlar, askeri darbeler birbirini izlemiştir. Bu olaylar, Afrika ülkelerinde yüz binlerce insanın ölümü, göç ettirilmesi veya insanların psikolojik açıdan yıpranmaları ile sonuçlanmıştır. Bu ülkeler ağır dış borçlar, yoksulluk ve salgın hastalıklar gibi çok dramatik sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Öte yandan pek çok SAA ülkesinde etnik gruplar arası bölünmelere ilaveten gelir eşitsizliğinin artarak sürmesi, aşırı zengin ve yoksul nüfus kutuplaşmalarına da yol açmıştır100.

Avrupa’nın demokratikleşme sürecinin uzun bir geçmişe sahipken ve bu sürecin siyasal, ekonomik ve toplumsal istikrarı deneyimlemekle ilgili olduğu göz önüne alınırsa, köleleştirme ve sömürgeciliğe maruz bırakılan Afrika ülkelerinin ve toplumlarının istikrar bakımdan uzun bir zamana ihtiyacı olduğu açıktır. Ayrıca, Avrupa’dan farklı olarak, Afrika ülkeleri ulus devlet olma sürecini tamamlayamamıştır.

99 M. Fırat, (2012), s.41-43.

100 R. Özey, (2016), s. 5.

Sınırlar yapay olduğu gibi oluşturulan devletler de çeşitli etnik, din ve dil gruplarından oluşan kozmopolit bir toplumsal dokuya sahiptir. Din, dil ve etnik yapılar ile sınıfsal farklılaşma önemli sosyal belirleyicilerken Afrika ülkeleri milli devlet olma yolunda çaba harcamaktadır101.

101 N. Hazar, (2011), s. 19.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

AFRİKA’NIN DEMOGRAFİK YAPISININ DÖNÜŞÜMÜ

Dünyanın en eski uygarlıklarına ev sahipliği yapmış olan Afrika kıtasının dünya nüfusu içindeki payı 20. Yüzyıl öncesinde kıtanın sömürgeciliğe maruz kalması; 20.

Yüzyılla birlikte demografik dönüşüm sürecinde meydana gelen değişimlerle farklılıklar göstermiştir. Kıta, 1750 yılında, dünya nüfusunun %13’ünü barındırırken, 1800’de

%10, 1850-1900 yıllar arasında %8’ine ev sahipliği yapmıştır. Afrika nüfusunun burada işaret edilen yıllarda zamanla azalma göstermesi birkaç nedene bağlıdır. Kölelik döneminde Afrika kıtasından Amerika kıtasına 40 milyondan fazla insan götürülmüştür.

Kıtada nüfusun azalmasında İngiltere’nin Doğu Afrika’da, Almanya’nın Batı Afrika’da, Belçika’nın Kongo’da, Fransa’nın Cezayir’de gerçekleştirdikleri soykırımlar da etkili olmuştur. 1970’li yıllara kadar sürdürmüştür. Ancak 20. Yüzyılın ilk yarısında kıtada nispeten hızlı nüfus artış oranlarına rağmen bu payın hemen hemen aynı düzeylerde kalması bir ölçüde kıtadan Avrupa’ya yönelen göçlerle açıklanmaktadır102. Günümüzde Afrika hızlı doğal nüfus artışına sahip bir kıtadır.

Afrika kıtasında 1950’de yaklaşık 229 milyon ve 1970’lerin ortalarında yaklaşık 450 milyon kişi yaşıyordu ve kıta bu yıllarda dünya nüfusunun onda biri kadar paya sahipti. Aradan geçen otuz beş yılda (2005 yılı itibariyle) Afrika, nüfusunu ikiye katladı.

2005’te 911 milyon kişi ile kıta, dünya nüfusunun %13,9’unu barındırmaktaydı ve Afrika’nın nüfusu artmaya devam ettiğinden 2010’da 1.031.084 kişiyle; dünya nüfusundaki (6.915.183) payı %14,9’a yükselmiş ve 2015’te 1.186.178 kişiyle (dünya nüfusu: 7.349.472) %16,1’e ulaşmıştır103.

102 R. Özey, (2016), s. 35.

103 UN, (2016), World Population Prospects, Erişim: https://esa.un.org/unpd/wpp/DataQuery/

10.11.2016.

BM Nüfus Fonu’nun 2030, 2050 ve 2100 tahminlerine göre Afrika’nın nüfusu Asya nüfusuna yaklaşacaktır. 21. yüzyılının sonunda Afrika ve Asya toplam dünya nüfusunun %80’ine ev sahipliği yapacağı öngörülmektedir. Bu bağlamda 2050 yılına gelindiğinde her dört insandan biri, 2100 yılında ise her beş insandan ikisi Afrika kökenli olacaktır104.

Tablo 1. Afrika Kıtası ve Bölgelerinin Bazı Nüfus Göstergeleri (2010-2015) Bölge

Veri Kaynağı:UN (2017) verilerinden yazar tarafından hazırlanmıştır.

Tablo 1. incelendiğinde, Afrika’nın nüfus özellikleri arasında en dikkat çekici yönlerinden biri insanların yaş ortalamasının dünya nüfusu yaş ortalamasından oldukça düşük olmasıdır. Bir diğeri ise kıtanın önemli düzeyde genç nüfusa sahip olmasıdır. Bu durum yüksek düzeylerde seyreden nüfus artış hızından kaynaklanmaktadır. Kadın başına 7,48 çocuğun düştüğü Nijer, dünyada doğurganlığın en yüksek olduğu ülkedir.

Nijerya, Mali, Somali, Çad, Angola, Burundi, Uganda, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Gambiya, Tanzanya, Burkino Faso, Mozambik ve Tanzanya kıtada doğurganlığın yüksek olduğu diğer ülkelerdir. Günümüzde TDH’ye ilişkin dünya ortalaması (kadın başına ortalama çocuk sayısı) 2,4 iken, Afrika’da 4,7 çocuk seviyesindedir. Bu iki bilgi karşılaştırıldığında Afrika nüfusunun dünya ortalamasına

104 S. Orakçı, (2017), s. 4.

göre iki katı hızlı arttığı söylenebilir. Afrika’nın doğurganlık hızı 1990’lardan itibaren belirgin bir azalma eğilimine girmiş olmasına rağmen, 2100 yılına gelindiğinde kıtanın TDH’si ancak 2,1’e gerileyecektir. Diğer bir ifadeyle 2100 döneminde bile Afrika’nın nüfus artışı yavaşlayarak devam etme eğilimi içerisinde olacaktır.

Afrika nüfusunun yaş yapısına bakıldığında nüfusun dinamik bir niteliğe sahip olduğu kolayca anlaşılabilir. Kıta nüfusu içerisinde en çok yüzdeye 0-14 (çocuk çağı nüfusu) yaş grubu sahiptir. Diğer bir ifadeyle nüfusun %41’i 0-14 yaş grubundan oluşmaktadır. 15-24 yaş grubu nüfusun %19’unu oluştururken, 25-59 yaş grubunun nüfus içindeki yüzdesi %35’tir. 60 ve üzeri yaş grubuna dahil olanlar ise nüfusun %5’ini oluşturmaktadır. 0-14 ve 15-24 yaş grubu birlikte ele alındığında Afrika nüfusunun

%60’ını gençler oluşturmaktadır. Kıtada bu yüzdelerin hayli üstünde orana sahip ülkelerde mevcuttur. Örneğin, kadın başına 7,48 çocuk düşen Nijer nüfusunun %50’si 0-14 yaş grubundan oluşmaktadır. Buna 15-24 yaş grubunun yüzdesi eklendiğinde, Nijer nüfusunun %70’i 0-24 yaş grubundadır. Nijerya, Angola, Somali, Mali, Çad, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Tanzanya, Uganda, Mozambik, Benin, Kamerun, Burundi, Gambiya, Senegal, Malavi ve Zambiya Afrika ortalamasının üzerinde genç nüfus barındırmaktadır105. Bu yaş grubuna dahil olanların toplam nüfus içindeki yüzdesi Avrupa’da %27,Asya’da %40 iken Afrika’da %60’tır. Bu genç kitle bir yandan Afrika için avantaj iken, bir yandan dezavantaj da olabilmektedir. Genç nüfus üretkenlik açısından bir fırsattır ancak eğitim ve iş olanakları ile desteklenmelidir. Eğitim ve iş ihtiyaçları karşılanmadığı takdirde büyük göç dalgaları meydana gelecek ve Afrika ülkelerinde politik istikrarsızlığa yol açabilecektir106.

105 S. Orakçı, (2017), s. 5.

106 ibid, s.6.

4. Afrika’daki Demografik Dönüşüm Süreci (1950-2015)

19. yüzyılda şu andaki ekonomik açıdan gelişmiş bölgelerde başlayan demografik dönüşüm özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünyanın geri kalanında etkili olmaya başlamıştır.107 Ancak, Afrika’da demografik dönüşüm süreci daha geç başlamış olup, hala devam etmektedir. Birçok Afrika ülkesinde özellikle kentlerde yaşayan eğitimli kadınlar arasında düşük doğum hızı gözlenebilmektedir.

Ancak, SAA demografik dönüşüm sürecinin erken aşamalarında olan dünyadaki tek bölgedir. SAA’nın doğum hızında son derece yavaş bir düşüş yaşanmaktadır. Çocuk ölüm hızı yavaşlarken, doğum hızının yüksek kalması bağımlı genç nüfusun artmasına neden olmuştur. Yüksek bağımlı genç oranı, özellikle Doğu ve Güney Afrika’da, yetişkinler arasındaki ölüm hızını arttıran HIV/AIDS sorunuyla bir araya gelince genç nüfusa özgü dramatik sorunları daha da artırmaktadır108.

1950-2015 yıllar aralığında yaşanan demografik dönüşüm süreci ile ilgili çeşitli Afrika ülke deneyimleri seçilmiştir. Buna göre, araştırma için seçilen Nijerya demografik dönüşümün ikinci aşamasında, Madagaskar ve Mısır üçüncü aşamasında olan ülkelerdir. Diğer taraftan Moritus, Tunus ve Botsvana başarılı bir demografik dönüşüm gerçekleştirdikleri ve sürdürülebilir doğurganlık azalması aşamasına geldiği görülmektedir. Diğer bir ifadeyle Tunus ve Botsvana dördüncü aşamadadır, Moritus nüfus kendini yenileme seviyesinin altında olan tek Afrika ülkesidir.

Afrika’daki bölgeler ve ülkeler arasındaki farklılıklar, kıtanın doğurganlık hızını azaltmak için genel önerileri ve stratejileri uygulamada zorluk oluşturmaktadır. Yine de, Afrika’daki demografik dönüşüm ile ilgili son tecrübeler, kolaylaştırıcı ve engelleyici unsurları anlamak için iyi bir fırsat sunmaktadır. Ölümlülük ve doğurganlık hızının

107 M.M. Yüceşahin, (2011), s. 12.

108 D. Canning, S. Raja ve A. S. Yazbeck, (2015), s. 6.

devamlı azaldığı ülkeler ile gecikmeli demografik dönüşüm yaşayan ülkelerin deneyimlerinin gözden geçirilmesi, en iyi uygulamaların ve edinilen tecrübelerin belirlenmesini kolaylaştırmaktadır. Bu tecrübelerin nüfusun niteliğini ilerleten nüfus politikalarıyla belli ülkelere uygulamaları halinde demografik dönüşümün ileri safhalarına ve kıtanın daha yavaş nüfus artış hızına ulaşılmasını sağlayacaktır109.