• Sonuç bulunamadı

2 1 Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası

II. AB’de Bölgeler ve Bölgesel Politikanın Tarih

Geri kalmış bölgelerin desteklenmesi ihtiyacına, Avrupa bütünleşme- sinin başından beri dikkat çekilmiştir. Bununla birlikte günümüzdeki şek- liyle bir AB politikası olarak bölgesel politikanın ortaya çıkışı, politikanın, 1987 yılında yürürlüğe giren Tek Avrupa Senedi’nde bir hedef olarak göste- rilmesine dayanır. Elbette bu tarihe kadar ilgili alanda bir Birlik politikası- nın oluşturulması yolunda girişimler olmuştur. İlerleyen bölümde, bölgesel politikanın, tarihsel arka planı çerçevesinde gelişimi, öncelikleri, dayandığı temel ilkeler ile amaç ve hedefleri anlatılacaktır.

A. Bölgelerin Öneminden Bölgesel Politikaya: 1957-1988

Bölgesel politikanın uygulamadaki nüveleri, 1950’lerde Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu bünyesinde, ekonomik bunalım içindeki bölgelerde sınai dönüşüm ve mesleki eğitim için sağlanan kaynaklarda görülmektedir. Ben- zer şekilde Ortak Tarım Politikası çerçevesinde çiftliklerin, bu çiftliklerde kullanılan ekipmanların ve tarım metotlarının iyileştirilmesine yönelik fonlar oluşturulmuştur (McCormick, 2008: 175-6). Avrupa Sosyal Fonu (ASF, 1958) ile Avrupa Tarımsal Yönlendirme ve Garanti Fonu (EAGGF, 1962), bölgelere kaynak aktarımı yönünde kullanılmıştır. Ancak bu fonların kullanımında, Birlik, üye devletler ve bölge temsilcilerinin içinde yer aldığı bir karar süreci

bulunmamaktadır. Üye devletler bu fon- ları, kendilerinin be- lirledikleri bölgelere, uygun gördükleri he- defler çerçevesinde ve miktarda dağıtmak- taydı. Dolayısıyla bu dönemde görülen, yetkinin sadece üye devletlerde olduğu, bölgesel özelliklere sahip bir politikadır. Bölgelerin ve bu bölgelerin önceliklerinin tespitinin üye devletlerin tak- dirine bırakılması zaman içinde bir sorunu beraberinde getirmiştir. Üye dev- letler, bölgelerin ihtiyaçlarından ziyade ulusal olan siyasi ve ekonomik çı- karlarını korumaya yönelmişlerdir (McCormick, 2008). Bu durumu aşmak isteyen Komisyon’un 1969’da, bölgesel bir kalkınma fonunu da içerecek bir bölgesel politika oluşturulması yönündeki teklifi, üye devletlerce desteklen- memiştir. 1973 yılında Komisyon, bölgesel dengesizliklerin, sürekli ve den- geli bir ekonomik genişlemeyi, ekonomik ve parasal birliği, ve ortak pazarı tehdit eden bir engel olduğunu savunmuştur. Komisyonun önerilerinin kıs- men uygulanması 1975 yılında mümkün olacaktır (McCormick, 2008: 175-6). Tam bu noktada, bölgesel politikanın gelişiminde önemli rol oynayan iki dinamikten biri olan genişlemeden (diğeri derinleşme) bahsetmemiz yerinde olacaktır. Genişleme dinamiğine örneğimiz, 1973 yılında Topluluğa üye ola- cak İngiltere’nin durumu olacaktır. Bu tarihte İngiltere’nin bazı bölgelerinde sınai gerileme görülmektedir. Bu yüzden İngiltere, Ortak Tarım Politikası’na yönelik harcamaların ağırlıklı olduğu Topluluk bütçesinde yeni harcama ka- lemlerinin oluşturulmasını talep etmiştir. İngiltere’yi bir anlamda tatmin ede- cek “daha dengeli ve adil” bir bütçe için 1975 yılında Avrupa Bölgesel Kal-

kınma Fonu (ABKF) oluşturulmuştur.

Ancak fon, bölgeler seviyesinde değil, her ülke için belirlenen kotalar dâhilinde tahsis edilecektir (Allen, 2010: 231). Dolayısıyla fon, bölgelerin

ihtiyaçlarını karşılamaktan ziyade üye devletlerin genişlemeyi sindirmesini kolaylaştıracak bir telafi mekanizması olacaktır. Bu uygulamanın temelden değişmesi, 1988 yılında bölgesel politikada yapılacak bir dizi reform ile müm- kün olacaktır. Yine de Komisyon’un bölgesel politikayı bir AB politikası ha- line getirme çabaları ilk meyvesini 1979’da vermiş, ABKF’nun %5’lik dili- minin, ulusal kotalar dışında tutularak bölgelere aktarılması Komisyon’un tasarrufuna geçmiştir.

Genişleme dinamiğinin bölgesel politika üzerindeki etkisini, Yunanis- tan, Portekiz ve İspanya’nın Topluluk üyeleri olması sürecinde de görürüz. Fon miktarlarının artırılması yönündeki mevcut taleplere yeni üyelerinki- ler de eklenmiştir. Buna mukabil, fonlara daha çok katkıda bulunan ülkeler, fonların daha verimli kullanımı için Topluluğun kontrolünün artırılması yö- nünde talepte bulunmuşlardır. Bu doğrultuda, ABKF, iki tip program ile ye- niden yapılandırılmıştır. Bunlardan birincisi, maliyeti yalnızca Topluluk ta- rafından karşılanacak olan ortak programlar, diğeri de maliyetini Topluluk ve ilgili üye devletlerin beraber üstlenecekleri Topluluk çıkarına olan ulusal programlar’dır. Topluluk çıkarına olan ulusal programlar, alacakları ödeneği garantilemek isteyen üye devletleri, Komisyonun tercihlerini benimseme ko- nusunda teşvik etmiştir. Dolayısıyla bölgesel politika, bir Topluluk politikası olarak güçlenmiştir. (Neal, 2007: 174-5).

B. Reformlar ve bir Topluluk Politikası olarak Bölgesel Politika: 1989-1993 Tek Avrupa Senedi’nin Ekonomik ve Sosyal Uyum Başlığı, yapısal fon- ların “netleştirilmesi ve ras-

yonelleştirilmesi” ihtiyacına işaret etmiştir. Bu durum, bölgesel politikayı etkile- mekte olan diğer dinamik olan derinleşme dinamiğine örnek teşkil eder. Bazı üye devletler 1988 reformları ile tek pazar’ın yol açacağı ma- liyetten şikâyet etmişlerdir.

tazmin için bölgesel politikaya ayrılan fonların miktarı, hâlihazırdakinin iki katına çıkarılacaktır. Bu dönemde genişleme dinamiği de işleyecek, 1990’da iki Almanya’nın birleşmesini kolaylaştırmak için bölgesel fonlarda 1991- 1993 yıllarını kapsayan ilave bir kaynak oluşturulacaktır. (Allen, 2009: 19).

Bu dönem iç pazarın işleyişini geliştirme ve üye devletlerin bölgesel po- litikalarının koordinasyonunu sağlamada uyum kavramı öne çıkmıştır. Böl- gesel eşitsizliklerin giderilmesinde, yapısal fonlara ilaveten Avrupa Yatırım Bankası’nca verilecek krediler kullanılmıştır (Allen, 2009: 18). Koordinasyo- nun güçlenmesi amacı ile var olan fonlar tek çatı altında toplanmıştır.

Bölgesel fonları kendi ulusal “kayıplarının” tazmini yolunda bir meka- nizma olarak algılayan ve dolayısıyla bunları gerçekten ihtiyaç içindeki böl- gelere aktarmayan üye devletler, 1988 reformları sonucunda bu alışkanlıkla- rını değiştirmeye başlayacaklardır. (Neal, 2007: 173; ve Keating, 2006: 146). Günümüzdeki bölgesel politikanın temellerini atan bu reformlar, Komisyon, üye devletler ve bölgelerin daha yakın çalışmalarını da teşvik edecektir.

C. Bölgesel Politikanın Yerleşikleşmesi: 1994-1999

Maastricht Antlaşması, üye devletlerin bütçe açıklarını dizginlemek için uyum fonu adında yeni bir mali araç oluşturmuştur. Yeni fon, Birlik GSYİH ortalamasının %90’ının altında kalan üye devletlerdeki ulaşım ve çevre altyapısına dair yatırımlarda kullanılacaktır. Bu durum bize bir sefer daha derinleşme dinamiğinin bölgesel politika üzerindeki etkisini göster- mekte olup İspanya, Portekiz, Yunanistan ve İrlanda’nın Parasal Birliği ka- bulünü kolaylaştırmak için yapılan bir değişikliği gösterir. Genişleme dina- miği de kendini göstermiş, Birliğe yeni üye olacak İsveç ile Finlandiya’nın nüfus yoğunluğu düşük olan kuzey bölgelerinin istifadesi için yeni bir he- def oluşturulmuştur.

Maastricht’in bölgesel politikaya bir diğer katkısı, yerindenlik ilkesi çer- çevesinde, bölgesel yetkililere daha fazla söz hakkı vermek amacıyla Bölgeler

Komitesi (CoR, Committee of Regions) adlı kurumu oluşturmasıdır (McCor- mick, 2008: 176). 1994-1999 yılları için planlanan mali destek, 1993’deki se- viyesinin iki katına çıkarılmıştır.

Bu dönemde genişleme dinamiği bir sefer daha bölgesel politika üzerin- deki etkisini göstermiş, yeni üyelerin hemen tüm bölgeleri, yapısal fonların Hedef 1 statüsünden faydalandırılmıştır. Birliğe katılmaya hazırlanan ül- keler için de, katılımları öncesinde bir takım bölgesel politika araçları oluşturulmuştur. Polonya ve Macaristan için 1989 yılında oluşturulan PHARE programı 1990’larda diğer aday ülkeleri de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Birliğe katılan yeni üyelerin, eski üyelere nispetle yoksul olmaları, bölgesel harcamaların yeniden düzenlenmesini ve yapılandırmasını gerektirmiştir. Son genişlemelerle Birliğe üye olan ve nüfusları toplam Birlik nüfusunun çeyreğini bile oluşturmayan 12 devlete 2007-2013 yılları arasında, bölgesel politikaya ayrılan toplam fonun %51’i aktarılmış olacaktır. Dolayısıyla bölge- sel politikanın başarılı olması yolunda bir takım kavramların vurgulanması gerekmiştir. Bunlar, yakınsama, rekabet edebilirlik ve işbirliği kavramları olup topluca, uyum kavramına vurgu yapmaktadır.

2006 reformları hükümetlerin, 7 yıllık plan dönemlerinde kullanılacak AB desteğini yönlendirecek Topluluk Stratejik Kılavuz İlkeleri ile uyumlu Ulusal Stratejik Referans Çerçeveleri hazırlamalarını mecbur tutmaktadır. Hükümetlerin bir diğer mecburiyeti, AB tarafından desteklenen programla- rın bölgesel politika ve Lizbon Hedefleri’ne katkısını yıllık ve üçer yıllık ra- porlarla değerlendirmektir. Yeni üyeler hukuki olarak Lizbon Hedefleri’nden muaf tutulmuş olsalar da hedeflere uyum yönünde çaba sarf etmeleri bek- lenmektedir (Baun ve Marek, 2008: 7-9).

Birliğin güncel uyum politikasının hedefinde Orta ve Doğu Avrupalı üyeler ile diğer AB üyelerinin “özel ihtiyaç” sahibi bölgeleri bulunmaktadır. Para, dört farklı kaynakta toplanmaktadır. Bu kaynaklardan birincisi, Av- rupa Bölgesel Kalkınma Fonu’dur. Genel olarak altyapı, inovasyon ve yatırım amaçlı programları kapsayan bu fon, AB’nin en yoksul bölgeleri için kulla- nılmaktadır. Bir diğer fon olan Avrupa Sosyal Fonu, mesleki eğitim proje- leri ile istihdam destekleyici programlar için oluşturulmuştur. Tüm üye dev- letler ABKF ve ASF’den yararlanabilirler. Uyum Fonu olarak adlandırılan üçüncü fon, çevre ve ulaşım altyapılarına ilaveten yenilenebilir enerjinin ge- liştirilmesi için kullanılmak üzere yeniden tanımlanmıştır. Halen GSYİH’sı AB ortalamasının %90’ının altında kalan ülkelerin yararlanabildiği bu fondan

günümüzde 12 yeni üyeye ilaveten eski üyelerden sadece Portekiz, Yunanis- tan ve İspanya yararlanabilmektedir.

2006 yılında yürürlüğe giren ve 2013’e kadar bölgesel politika harcama ve uygulamalarını içeren reformlar uyarınca yapısal fonların hangi hedefler doğrultusunda kullanılacakları yeniden düzenlenmiştir. Yeni Hedefler, “Yakınsama,” “Bölgesel Rekabet ve İstihdam” ve “Avrupa Teritoryal İşbirliği” başlıkları altında oluşturulmuştur. Günümüzde, yaklaşık 350 milyar € ile 2007-2013 AB bütçesinin yaklaşık %36’sını oluşturup en büyük ikinci har- cama kalemi haline gelmiş olan bölgesel politika harcamalarının çoğunluğu, Yakınsama hedefi çerçevesinde, GSYİH’sı Birliğin ortalamasının %75’inin altında kalan bölgelere gitmektedir. Bu hedef için ayrılan miktar, tüm fon- lardaki toplam mali kaynağın %81,5’ini oluşturup hemen hemen her üç AB vatandaşından birinin hayatını direkt olarak etkilemektedir.

Tablo 2

Harcamalar, bu bölgelerdeki altyapının geliştirilmesine, ekonomik ve insani potansiyelin artırılmasına yöneliktir. Günümüzde bu bölgeler 27 AB ülkesinin 18’inde yer almakta olup, yeni üyelerin hemen tüm bölgeleri ile İtalya’nın güneyi, Almanya’nın doğusu, Yunanistan, Portekiz ve İspanya’nın büyük bir kısmı ile İngiltere’nin bazı bölgelerini kapsamaktadır. Yakınsama

hedefi için ayrılan fon miktarının %25’ine yakın bir bölümü de uyum fonu’na ayrılmıştır. Öte yandan, inovasyon ve araştırma, sürdürülebilir kalkınma ve az gelişmiş bölgelerindeki iş eğitimleri için bölgesel fonlardan tüm AB ül- keleri istifade edebilmektedir. Harcamaların küçük bir bölümü de sınır-aşırı ve bölgeler arası işbirliği projelerine ayrılmaktadır.

Tablo 3 24% 22% 22% 19% 13%

AB Fonlarının Dağılımı

Inovasyon Ulaşım İnsan Kaynakları Çevre Diğer

Yakınsama hedefinde yer almayan diğer bölgeler, tüm fonlardaki mali kaynağın %16’sına yakın miktarının tahsis edildiği bölgesel rekabet ve isti- hdam hedefinde yer almaktadırlar. Bu hedefin iki yolla güdülmesi söz ko- nusudur. Birincisi, inovasyon ile bilgi toplumunun teşviki, girişimcilik ve çevrenin korunması aracılığıyla ekonomik değişim için kalkınma planlarının hazırlanması. İkincisi de işgücünün şartlara uyum sağlaması yönünde desteklenip insan kaynaklarına yatırım yapılarak daha fazla sayıda ve daha iyi iş imkânlarının sağlanmasıdır. Bu hedeften, 27 AB ülkesinde 314 milyon kişinin yaşadığı 168 bölge etkilenmektedir.

Lizbon Antlaşması’nın kabulü ile birlikte bölgesel politikanın iktisadi ve sosyal uyum amaçlarına Teritoryal uyum da eklenmiştir. Bu alandaki çaba

özellikle kentsel, ardından da kırsal alan için önem arz etmektedir. Komis- yon bu alandaki uyumun bölgesel politikanın Avrupa vatandaşlarına daha yakın hale getirilmesi amacını taşıdığını vurgulamaktadır. (European Com- mission Directorate-General for Regional Policy, 2010). Teritoryal uyumun gerçekleşmesi yönünde belirlenen Avrupa Teritoryal İşbirliği hedefi, or- tak yerel ve bölgesel girişimler, entegre bir teritoryal kalkınmayı amaçlayan ulus-aşırı işbirliği vasıtalarıyla sınır ötesi işbirliğine ve bölgelerarası işbir- liği ile tecrübe alışverişine vurgu yapmaktadır. Tüm fonlardaki toplam kay- nağın % 2,5’inin ayrıldığı bu hedeften etkilenecek AB nüfusu, toplam nü- fusun yaklaşık % 38’ine denk gelmektedir (European Commission, 2010).

Sonuç olarak, bölgesel politika AB’nin vazgeçilmez bir politikası haline gelmiştir. Yine de Birliği ulaşmak istediği hedeflere ne derece yakınlaştır- dığı tartışma konusu edilmektedir. Bu politikanın ne kadar gerekli ya da ne derece başarılı olduğunu konu edinen çalışmalar olmakla birlikte bu çalış- maların incelediği faktörlere (ekonomi, istihdam, sosyal devlet, vb.) göre ce- vaplar da değişmektedir. Bölgesel ya da devletlerarası farklılıkların, serbest pazarın doğal bir sonucu olduğu ve az gelişmiş bölgelerin, iş göçü, sermaye ve ticaretin çeşitlenmesi benzeri etmenlerle kendiliklerinden toparlanacağını iddia edenler olduğu gibi bu farklılıkların, tam da belirtilen etmenlerle or- taya çıktığını, müdahale edilmemesi durumunda daha da artacağını ve en nihayetinde bütünleşmenin önünde engel olacağını iddia edenler de vardır. Politikanın başarısı konusunda da kolay bir cevap vermek mümkün görün- memektedir; zira bu politikanın diğer etmenlerden (küreselleşme, iç siyasi dengeler, vs.) soyutlanarak incelenmesi çok zordur.

III. Bölgesel Politika ve Türkiye

Bu bölümde AB bölgesel politikasının, AB ile üyelik müzakereleri yürüt- mekte olan Türkiye ile ilişkisi anlatılacaktır. 2007 yılında AB, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu dört aday ülke ile beş potansiyel aday ülke için ka- tılım öncesi destek programını devreye sokmuştur (Bache, 2010: 6). Prog- ram çerçevesinde bu ülkelere geçiş desteği, kurum inşası, sınır ötesi işbir- liği, bölgesel kalkınma, insan kaynaklarının geliştirilmesi ve kırsal kalkınma başlıklarında mali ve teknik yardımda bulunulacaktır.

Buraya kadar olan bölümden anlaşılacağı üzere AB süreci yerelleş- meyi teşvik etmektedir. Dolayısıyla AB üyeliği için müzakere etmekte olan Türkiye’nin bu politikanın parçası olma yönünde bir takım hazırlıklar yap- ması gerekmiştir. Bu bağlamda, Bakanlar Kurulunun 2002/4720 sayılı ka- rarı ile, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı’nın koordinasyonunda Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı’nın yardımıyla oluşturulan İstatistiki Bölge

Birimleri Sınıflandırması’na (İBBS/NUTS20) göre üçlü bir sınıflandırma oluşturulmuştur. Düzey 3 olarak tanımlanan iller (81 adet), ekonomik, sos- yal ve coğrafi parametrelerindeki benzerlikler ile komşu olma durumları ve nüfus büyüklükleri de dikkate alınarak Düzey 2 (26 adet) ve Düzey 1 (12 adet) olarak sınıflandırılmıştır. Bu sınıflandırmanın amacı, aynı kararın 1. maddesinde: “Bölgesel istatistiklerin toplanması, geliştirilmesi, bölgelerin sosyo-ekonomik analizlerinin yapılması, bölgesel politikaların çerçevesinin belirlenmesi ve Avrupa Birliği Bölgesel İstatistik Sistemi’ne uygun karşılaş- tırılabilir istatistiki veri tabanı oluşturulması” olarak belirtilmiştir. AB fon- larından yararlanmak için kurumsal düzenlemelere de gidilmiştir. 2006’da yürürlüğe giren kanun gereğince Düzey 2 bölgelerinde “bölgesel gelişmeyi hızlandırmak, yereldeki işbirliğini artırmak ve kaynakların etkin kullanımı için” kalkınma ajanslarının kurulmalarının önü açılmıştır.

Birliğin bölgesel politikasının ve Türkiye’nin AB’ye uyumunun dolaylı bir etkisi de yerel yönetimlerde görülmektedir. Yerel yönetim alanında ger- çekleştirilen reformlar sonucu, seçimle işbaşına gelen kurumlar olarak be- lediyeler güçlenirken vatandaşların katılımını öngören düzenlemeler getiril- miştir. 2005 yılında 5393 sayılı belediye kanunu’nda yapılan değişiklik ile özellikle, vatandaşların istişari katılımı yolunda düzenlemelerin yolu açıl- mıştır. Örneğin kanunun 13. maddesine göre, “Hemşehrilerin, belediye ka- rar ve hizmetlerine katılma, belediye faaliyetleri hakkında bilgilenme ve be- lediye idaresinin yardımlarından yararlanma hakları vardır.” Aynı kanunun 41. maddesi, belediye başkanının belediye meclisine sunacağı, nüfusu 50 bini aşan belediyelerde zorunlu, diğerlerinde ise ilgili belediyenin tasarru- funda bulunan stratejik planın hazırlanmasında “…üniversiteler ve meslek odaları konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinin görüşleri”nin alınmasını zo- runlu hale getirmiştir.

En önemli düzenleme, Kent Konseyi’nin katılımcı bir kurum olarak kurulmasıdır (Madde 76). Bu kurum, “Kamu kurumu niteliğindeki mes- lek kuruluşlarının, sendikaların, noterlerin, varsa üniversitelerin, ilgili sivil toplum örgütlerinin, siyasi partilerin, kamu kurum ve kuruluşlarının ve ma- halle muhtarlarının temsilcileri ile diğer ilgililerin katılımıyla” oluşmaktadır. Kent Konseyi’nin kararları, belediye meclisinin gündemine getirilmektedir.

Ancak, farklı şehirlerdeki uygulamalara kısa bir bakış, aynı reformla- rın belediye başkanlarının gücünü de artırması sebebiyle hemşehrilerin ve oluşturdukları grupların katılımları üzerinde fazla bir etki olmadığını gös- termektedir. İçişleri Bakanlığı’nın 2006 yılında yayımladığı “Kent Konseyi Yönetmeliği” uyarınca belediye başkanı aynı zamanda Kent Konseyi’nin baş- kanıdır ve Konsey yılda sadece bir defa toplanmaktadır. Dolayısıyla uygu- lamada, bu kurumların karar alma süreçlerinde oynayacakları rolün tespiti de belediye başkanlarının elindedir.

Yine de özellikle 2004’ten itibaren projelere verilen fonlar ve hibeler ye- rel yönetimlerin mali açıdan ulusal hükümetlere bağımlılığını azaltmakta ve yerelleşmenin derinleşmesine katkıda bulunmaktadır. Bu gelişmeler hemşeh- rilerde, yerel idarelerin aktiviteleri konusunda artan bir farkındalığın oluş- masına etki etmiş gözükmektedir. Bunun en güzel örneklerini kentsel dö- nüşüm projelerinde, Galataport, Dubai Kuleleri, ya da İstanbul’a üçüncü bir köprünün inşa süreçlerinde hemşehrilerin saydamlık ve katılım konularında artan taleplerinde görmek mümkündür.

AB bölgesel politikası ile ilgili projelerin bir gereği olan ortaklık ilkesi, daha önce böyle bir tecrübe yaşamamış olan kamu, özel kesim ve sivil top- lumu birlikte çalışmaya teşvik etmektedir.

Bu sayede, AB bölgesel politikasının Birlik içindeki halkların arasında oluşmasına önem verdiği mütekabiliyet ve sivil dayanışma normlarına ve dü- şük düzeyde olan sosyal sermayenin artmasına katkıda bulunmaktadır. Pro- jelerde yer alan ortakların farklı nitelikleri demokratik siyasi kültürün geliş- mesini de getirmektedir.

Sonuç

Refahın ölçümünde standart olan, kişi başına düşen GSYİH temelinde, hem Birlik’i oluşturan devletler hem de bu devletlerin içindeki bölgeler

arasında büyük gelir farkları ve fırsat eşitsizlikleri mevcuttur. Örneğin, en varlıklı Lüksemburg’da kişi başına düşen gelir, Birlik’e en son üye olmuş ül- kelerden Romanya’dakinin yedi katından fazladır. Ekonomik faaliyetin, araş- tırma ve inovasyona yapılan yatırımın çoğunluğu, Londra, Hamburg, Mü- nih, Milan ve Paris şehirlerinde yoğunlaşmıştır.

Birliğe yakın zaman önce katılan oniki devletin ekonomik durumları Birlik içindeki ekonomik ve sosyal dengesizlikleri artırmıştır. Dolayısıyla AB’nin, Birlik içinde istediği istihdam düzeyi ve Birlik’in, dünyanın en rekabetçi eko- nomisi haline gelmesi amacını güçleştirmiştir. AB’nin Avrupa 2020 Gündemi başlığında hedeflediği “akıllı, sürdürülebilir, kapsayıcı büyüme”ye bölgesel politikanın ne derece uyum sağlayacağı önümüzdeki yıllarda görülecektir.

Türkiye bağlamında ise AB sürecinin ve bölgesel politikanın, temsil, ka- tılım, saydamlık ve hesap verebilirlik konularında halktan gelen talebin ar- tışında etkisinin olduğu görülmektedir. 2005 yılındaki yasal düzenlemeler seçimle işbaşına gelen belediyelerin güçlenmesini sağlarken hemşehrilerin katılımını sağlayacak kurum ve mekanizmaları da beraberinde getirmiştir. Belediye başkanlarının baskın gelmesi sonucu uygulama ile hukuki çerçeve arasında oluşan uyumsuzluğa rağmen hem alt sınıflarda hem de eğitimli orta sınıflarda daha çok grubun, aslında belediyelerin tasarrufunda bulunan konularda, yerel demokrasinin gelişmesine yönelik artan taleplerle harekete geçtiği gözlemlenmektedir.

Kaynakça

Allen, D. (2009) ‘Cohesion Policy Pre- and Post-Enlargement’, D. B. Ma- rek (der.), EU cohesion policy after enlargement içinde, New York: Palgrave Macmillan.

Allen, D. (2010) ‘The Structural Funds and Cohesion Policy’, M. A. He- len Wallace, (der.), Policy-making in the European Union içinde, New York: Oxford University Press.

Baun, M. ve Marek, D. (der.) (2008) EU Cohesion Policy after Enlarge-

ment, New York: Palgrave Macmillan.

Bache, I. (2010) ‘Europeanization and multi-level governance: EU cohe- sion policy and pre- accession aid in Southeast Europe’, Southeast European

Europa (2010) ‘Activities of the European Union - Regional Policy’, Gate-

way to the European Union, http://europa.eu/pol/reg/index_en.htm [10.01.2010].

European Commission (2010) ‘Key Objectives’, Regional Policy Inforegio, http://ec.europa.eu/regional_policy/policy/object/index_en.htm [10.01.2010].

European Commission Directorate-General for Regional Policy (2010) ‘Overview: Cohesion Policy bolsters Europe 2020 Strategy’, Panorama, 36 (Kış), s. 4-13.

Keating, M. (2006) ‘Territorial Politics in Europe’, P. M. Heywood, E. Jones, M. Rhodes ve U. Sedelmeier (der.), Developments in European poli-

tics içinde, New York: Palgrave Macmillan.

Laissy, A.-P (2008) Working for the Regions: EU Regional Policy 2007-