• Sonuç bulunamadı

3.A.1.1.18 PÎRÎ REİS ENDÜLÜS MACERAS

Belgede Türk romanında Endülüs (sayfa 193-200)

Pîrî Reis Endülüs Macerası111 romanı, çizgi roman olarak kaleme alınmıştır. ABD’de Nasa binasında bir haritanın Prof. Hopgood tarafından incelenmesiyle

başlayan roman, Topkapı Sarayı’nın müzeye çevrildiği zamana dönülmesiyle devam eder. Atatürk, çalışmalar esnasında bulunan haritanın incelen-mesini isteyince, Alman tarihçi Prof. Kahlen’in de içinde bulunduğu bir ekip görevlendirilir.

Romanın devamına İspanya’nın Malaga kıyılarına çıkan Pîrî Reis, Kemal Reis ve arkadaşları halkı gemilere yükleyerek kurtarmak istemektedir. Bir kısım yerli İspanyol vatanlarını terketmek istemezler. İçlerinden bir kadının güzel bakışlı gözleri Pîrî Reis’in aklından hiç çıkmaz.

Topkapı Sarayı’nda Osmanlı Hükümdarı Bayezid ile Kristof Kolomb’un görüşme sahnesiye devam eden romanda, Kristof Kolomb Hindistan’a batıdan giderek ulaşma planlarını Sultan Bayezid’e sunar. Elinde çok değerli bir harita olduğunu söyler ve yolculuğu için gerekli yardımın sağlanmasını ister. Sultan II.Bayezid bu teklifi kabul etmez. Kristof Kolomb yardım aramak için İspanya’ya yola çıkar.

Kemal Reis’in gemisine ihtiyar bir adamın Pîrî Reis ile konuşmalarında Endülüs’ün fethi anlatılır. Emevi Devletinin kuruluşu, Tarık Bin Ziyad’ın İspanya’yı fethi ile başlar. Vizigot Kralı Rodrigo ile yapılan savaşta Vizigotlar ağır bir yenilgi alır. İber Yarımadası birkaç yıl içinde Müslümanların eline geçer. 750 yılında Kurtuba başkent olur. Endülüs Medeniyeti en parlak dönemlerini yaşar. III. Hişam’ın Endülüs Devleti’nin halifeliğini bırakmasıyla ülkede ayaklanmalar başlar ve çok sayıda bağımsız devlet kurulur. Hristiyan devletler, İber Yarımadası’nda hakimiyet kurmak için saldırılar düzenler. Kastilya Kraliçesi İzabel ve Aragon Kralı Ferdinan’ın evlilikleri ile, Endülüs’ün son kalan şehri Gırnata’yı ele geçirme planları ve Rahip Thomas’ın Hristiyanlığı yayma düşüncesi hayata geçirilir. Gırnata’nın ele geçirilmesiyle kurulan engizisyon mahkemelerinde Yahudi ve Müslüman halk Hristiyanlığı seçmek için işkencelere maruz kalır. Birçok bilim eserleri ve değerli tarihi kitap yakılır. Dinini değiştirmeyen halk meydanlarda yakılarak öldürülür. Osmanlı’dan gelen yardım ile işkence altındaki Endülüs halkı gemilerle Tunus Limanı’na çıkarılır.

Pîrî Reis’in hayatına genel bir bakışla devam eden roman, Pirî Reis’in denizciliği amcası Kemal Reis’ten öğrenmesi ve onunla beraber çıktığı yolculuklarda yaşadığı maceralardan örnekler verilerek devam eder. Pîrî Reis, çıktıkları bu seyahatlerde gördüğü yerlerin haritalarını yapmaya başlar. Kemal Reis ile Pîrî Reis’in Akdeniz’de korsanlarla yaptıkları savaşların anlatımıyla roman devam eder. Osmanlı Sultanı II.Bayezid’in kardeşi Cem Sultan’ın Avrupa’ya sığınması, Endülüs’e yardım gönderme isteğine engel olur. Gırnata emirinin şehrin anahtarını kendi elleriyle Kral Ferdinand’a teslim etmesi ve halka yapılan eziyetler anlatılır.

Pîrî Reis’in çocukluk hayatı ve denizciliğe olan tutkusu ile başlayan yeni bölümde amcası Kemal Reis ile maceraları anlatılır.Harita çizmek onun için bir tutku olmuştur. Pîrî Reis ve Kolomb’un karşılaşırlar. Haritalar hakkında konuşurken Kolomb’un elindeki haritanın aynısının onun çizimlerinde bulunması Pîrî Reis’in harita çizimi konusundaki üstünlüğünü gösterir.

Roman bu bölümden sonra fantastik hikayelerin eklenmesiyle farklı bir boyuta geçer. Kemal Reis’in Akdeniz sularında korsanlarla giriştiği savaş sahneleri, Endülüs’e geri dönmesi ve yakalanması olayları ile roman devam eder. Pîrî Reis’in rüyalarına giren güzel gözlü kız, ondan kendisini kurtarması için yardım ister. Engizasyon mahkemelerince tutuklanmış olan ve yakılmak istenen kızın Pîrî Reis tarafından kurtarılma çabaları sırasında gerçekleşen çatışmalar anlatılır. Bu güzel gözlü kızın adı Adriana’dır ve bir cadı olduğu için yakılmak istenmektedir. Adrianna’yı kurtaran Pîrî Reis, amcasını kurtarmak için bir tünele giriş yapar. Girdiği kütüphanenin altına indikçe kendini başka bir bulur. Bu alemde karanlık güçler ile ışık savaçşılarının arasındaki savaş, Piri Reis’in geldiği gerçek alemi de etkilemektedir. Karanlık güçler, kraliçeyi, kralı ve papayı etkisi altına almıştır. Osmanlı sarayında Pîrî Reis’e yardım etmek için bir kabala rahibi semboller yardımı ile Hz. Süleyman’dan yardım ister. Hz.Süleyman kuşları ve cin askerleri yardıma gönderir. Işık savaşçıları gelen yardım ile karanlık güçleri yener. Pîrî Reis’e üstün güçler tarafından haritalar çizdirilir. Paralel alemdeki görevi bitmiştir. Pîrî Reis Adriana’nın kayıplara karışması ile tekrar kendini Endülüs’te bulur. Amcasını engizisyon mahkemesinden kurtarır ve İstanbul’a doğru yola çıkarlar. Osmanlı sarayına varmaları ve Adrianna’yı kurtarmak için söz vermesiyle roman sonlanır.

3.A.1.1.19. ENDÜLÜS’TE AŞK

Mehtap Abdi’nin Ocak 2017’de yayınlanan Endülüs’te Aşk112 romanı, ateist bir bilim adamı olan Mark Davis’in ölümün kıyısından dönmesiyle başlayan aşk yolculuğunu anlatır. Davis, geçirdiği trafik kazasından sonra yaşadığı ölüm ötesi deneyimle yüzyıllar önce yaşamış olan İbn’ül Arabi’nin kılavuzluğunda gerçek aşkı bulur ve hak yolunda ilerlemeye başlar.

2008 yılı sonbaharında, Profesör Mark Davis, dünyaca ünlü bir tıp kongresinin onur konuğu olarak İstanbul’a gelir. Kongre’ye geç kalmak üzeredir. Eski asistanı Jane’in yerine gelen yeni asistanı, profesörün programını düzenlemekte yetersiz kalmıştır. Bir an önce salona ulaşabilmek için taksiciye, daha hızlı olmasını söyler. Hız limitini aşan taksi kaza yapar.

Bir ay öncesinde ise Prof. Dr. Mark Davis bilgisayarının başında oturmuş, heyecanla kitabının son cümlelerini tamamlamaktadır. Profesör; titiz, düzenli, çok çalışkan ve mükemmeliyetçi bir adamdır. Bunun yanında mesafeli, memnuniyetsiz, kimseyi önemsemeyen, despot ve kırıcıdır. Nörobilim dalında, ülkeler arası araştırma ve geliştirme merkezinin tepesindeki isim olan Davis, mesleğinde ne kadar başarılıysa insanî değerler konusunda o kadar zayıftır. Hata kabul etmeyen doktorun birlikte çalıştığı herkes ondan çekinmektedir. Bir tek asistanı Jane ona tahammül edebilmekte ve işleri neredeyse sorunsuz yürütebilmektedir.

Davis’in, Amerika’dan gelen on beş kişilik bir ekiple görüşmesi vardır. Toplantıya gittiğinde kendisiyle fikir alışverişi için gelen ekipte bir tek profesör bile olmadığını görür. Öfkesine yenik düşen profesör, bağırıp çağırarak salonu terk eder. Başına gelen bu aşağılanmanın sorumlusunun asistanı Jane olduğunu düşünür ve asistanını işten kovar.

İstanbul’daki kongre salonunda büyük bir kalabalık, sabırsızlıkla ünlü tıp otoritesi Prof. Dr. Mark Davis’i beklemektedir. Gelen kaza haberiyle birlikte herkes

hastaneye koşar. Profesör beynine aldığı hasarla komaya girmiştir ve ülkesine nakli, hayatî risk dolayısıyla mümkün değildir.

Kaza anında Profesör’ün ruhu bedeninden ayrılır, yukarıdan bedenini izleyen doktor, gördüklerine inanamaz. Büyük bir kalabalık kanlı vücudunun etrafında toplanmış, panik halindedir. Bu sırada, parlak bir ışığa doğru ruhu çekilmeye başlar. Gittiği yerde ölen tüm yakınlarını görür, fakat onlara sesini duyuramaz. Yaşamla ölüm arasında bir yerdedir. Bir yandan ambulansta yatan bedenini görür. Nerede olduğunu ve neden burada bulunduğunu bir türlü anlamlandıramaz. Birden karşısına baştan ayağa beyazlar içinde olan bir adam çıkar. Adam, Davis’e kim olduğunu bulması gerektiğini söyler, özüne dönmesini ister. Davis, adamın ne demek istediğini bir türlü anlayamaz. Görüntü bir anda küçülmüş ve birden gözünün önünden kaybolmuştur. Mark Davis, bir çıkış yolu bulabilmek umuduyla yürümeye başlar ve soluğu kesilene kadar yürümeye devam eder. Artık, etrafındaki yemyeşil doğa yerini karanlığa bırakmıştır. Doktor, sesini duyurabilmek için var gücüyle bağırmaktadır. Çıldırmış gibidir. Bu sırada “Aynaya bak evlat. Çıkış yolunu orada bulacaksın.” diyen bir ses duyar. Sesi duyduktan sonra cerrahın geçmişi, bir film şeridi gibi gözünün önünden geçmeye başlar.

Çocukluk arkadaşı Brain’i geçmişteki haliyle görür. Mark, kalbini ne kadar kırsa da Brain, onun her zaman yanında olan gerçek bir dostudur. Bir gün bisiklet yarışı yapacaklardır. Yarış sırasında Brain öndeyken Mark arkadaşını düşürür. Kazadan sonra Brain’in bir bacağı aksak kalmıştır. Mark yine aynı sesi duyar: “Kibrini öldür ve sana verilen ikinci şansı yakala evlat.” Ses, Mark Davis’e defalarca seslenir. Bir süre sonra Mark, hastanede yatan bedenini yukarıdan izlemeye başlar.

Mark Davis iki yıldır bitkisel hayattadır. İki yıldır hiçbir hayat belirtisi yoktur. İki yıldan beri profesörle, asistan doktor Ceyda ilgilenmektedir. Doktor Ceyda, Davis’e ilgi ve sevgiyle yaklaşır. Özellikle bitkisel hayattaki hastaların onlara söylenen her sözü duyabildiklerine inanmaktadır. Bu yüzden onlarla konuşmayı, onlara ilgi göstermeyi işinin bir parçası olarak görür. Ceyda, mesleğini tutkuyla yapan bir doktordur.

O gün Ceyda, rutin kontrol için doktorun odasına girdiğinde farklı bir görüntüyle karşılaşır. Davis’in yatağı ışık saçmaktadır. Ceyda önce hayal gördüğünü sanır. Yeniden gözlerini açtığında yine aynı ışıklı yatak ve doktorun başucunda beyazlar giymiş adamı görür. Çok şaşıran Ceyda, toparlanmaya çalışıp adama doğru yaklaşır. Bu sırada Davis’in başındaki adam aniden gözden kaybolur. Ceyda, doktora bakınca mucizevi bir şekilde vücudundaki yanık izlerinin kaybolduğunu görür. Doktor iyileşmiş, bitkisel hayattan çıkmıştır.

İlk zamanlar Davis’in ziyaretçileri bitmek tükenmek bilmemiştir. Karısı Carla haftalarca hastanede bekler. Fakat iki yılın sonunda Carla da dâhil olmak üzere kimse doktorun yanına uğramaz olur. Doktor Davis, hayalinde sürekli aynı ihtiyarı görmektedir. İhtiyar, her seferinde ilimin Davis’de mi yoksa kendisinde mi olduğunu sorar. Davis bu soruyu her zaman “ilim bendedir” diyerek cevaplar. İhtiyara iyice alışan Davis, onun bir tür koruyucu olduğunu düşünmektedir. Onunla konuşurken içine bir huzur yayıldığını hisseder. Geride bıraktığı hayatını artık özlememektedir.

Ceyda, Davis’in odasında gördüklerini, ona anlatır. Doktor, konuşmalarının şimdilik aralarında kalmasını ister. Ceyda, gördüğü olağanüstü ışığı kimseye açıklayamaz. Ertesi gün Davis, Ceyda’dan bir bilgisayar ister. Ölüm ötesi deneyimle ilgili araştırma yapmak niyetindedir. Birçok bilim adamının ölüm ötesi deneyimle ilgili çalışmalar yaptığını görür. Eskiden materyalist bir düşünceye sahip olan Mark’ın, okudukları karşısında soluğu kesilir. Rüyalarındaki ihtiyardan duyduğu, “Hakiki hukema, ulema-i billahtır.” sözünü, internette arattığında karşısına çıkan isim Endülüslü İslâm bilgini, Muhyiddin İbn’ül Arabi’den başkası değildir.

Davis’e yapılan konsültasyon sonucu durumunun iyi olduğuna karar verilir. Hastane düzenlenlenen basın toplantısıyla, profesörün hayata dönüşü dünyaya duyurulur. Toplantıdan sonra aylardır arayıp sormayan karısı Carla, Mark’la görüşmek için beklemektedir. Carla, Mark’a anne babasının öldüğü haberini verir ve hayatında başka biri olduğunu söyler. Anne ve babasının cenazesi için Carla’yla birlikte Londra’ya doğru yola çıkarlar. Mark Londra’dayken hayalinde İbn’ül Arabi’yi tekrar görür. Hakk dostu, ona Yusuf diye seslenir. Artık adı Yusuf olmuştur. Londra’dayken Carla’yla boşanırlar. Yusuf içindeki ışık hangi yolu gösterirse oraya doğru gidecektir.

Ceyda bir gece nöbeti sırasında İbn’ül Arabi’yi yeniden görür. Gülümseyerek ona bakan nuranî ihtiyar ona “Gerçek, hayal sandığın şeylerde saklıdır evladım.”der. Ceyda, şokun etkisini atlatamadan Arabi, gözden kaybolur. Ceyda, bu olayı kafasından çıkaramayacaktır.

Yusuf, hava alanına geldiğinde nereye gieceğini bilemez. Yol gösterecek bir işaret beklemektedir. Oturmuş bunları düşünürken, yanında oturan adamı fark eder. Adam, Yusuf’a içten bir şekilde gülümsemektedir. Böylece Yusuf, Seyit’le tanışır. Konuşmaları ilerledikçe Yusuf, aradığı işaretin Seyit olduğuna karar verir. Seyit’in kendisine bir yol göstereceğine inanır. Seyit’le birlikte İstanbul’a gitmeye karar verir. Seyit’in İstanbul’daki evine geldiklerinde Yusuf hiç yabancılık çekmez. Seyit, Yusuf’u, can dostu fırıncı Ahmet’le tanıştırır. Üçü oturup uzun uzun konuşurlar. Ahmet ve Seyit, Yusuf’un aslında kim olduğunu öğrenirler. Yusuf, tüm hayatını anlatır. Üçü de yollarının niye kesiştiğini anlamıştır.

Ceyda, gördüğü hayalleri yorgunluğuna verir. Biraz dinlenmenin iyi olacağını düşünerek hocası Prof. Atagün’den üç günlük izin alır. Aydın’a, annesi Leyla Hanım’ın evine gider. Leyla Hanım, kocasının ölümünden sonra köşesine çekilmiş emekli bir öğretmendir. Ceyda’nın bütün ısrarlarına rağmen kızının yanına taşınmak istemez. Geldiği günden beri kızında bir tuhaflık ve durgunluk sezmektedir. Ceyda, annesine halüsinasyonlar görmeye başladığını, sinirlerinin bozuk olduğunu söyler. Annesine ihtiyacı vardır. Ceyda’nın durumuna üzülen Leyla Hanım, taşınma işini düşüneceğini söyler. Ceyda bu habere çok sevinir.

Yusuf, Seyit’le tanışalı bir hafta olmuştur. Seyit, Yusuf’u sık sık dergâhlarına götürerek dostlarıyla tanıştırır. Buradaki sohbetlerde Yusuf, uzun uzun İbn’ül Arabi’yi ve Allah aşkını dinler. Yusuf, boşa geçirdiği zamanlara üzülür. Geçmişte kalan Mark, Yusuf’a, içi boş, kibirli bir et ve kemik yığını gibi görünmektedir.

Ceyda, İstanbul’a gelir gelmez işinin başına dönüp hocası Profesör Atagün’ün yanına uğrar. Hocası, onu iyi gördüğüne sevinir. Ceyda, Aydın’dayken ölüm ötesini deneyimleyen hastalar hakkında araştırma yapmış ve buldukları onu, gördüğü şeylerin gerçek olabileceği konusunda şüpheye düşürmüştür. Bir alışveriş merkezin-de çok eski arkadaşı Selin’le karşılaşır. Selin, Ceyda’nın aksine inançlı biridir. Son

zamanlarda yaşadıklarından sonra Ceyda, Selin’le karşılaşmasının basit bir tesadüf olduğunu düşünmez. Bu karşılaşmalarından sonra Selin’le her anı birlikte geçirmeye başlarlar. Arkadaşının söyledikleri Ceyda’nın aklını meşgul etmektedir. Selin, Ceyda’nın kafasını karıştıran bütün soru işaretlerini büyük bir inandırıcılıkla açıklamakta, bilimin inançla çatışmadığını anlatmaktadır. Ceyda artık bütünüyle reddedici tavırlarını bir kenara bırakır. Selin’le karşılaştığından beri Mark Davis’i düşünmediği tek bir an bile olmaz. Ceyda’ya annesinden telefon gelir. Yurt dışında okuyan kardeşi Ece hastaneye kaldırılmıştır. Ceyda haberin şokuyla kardeşinin Alman arkadaşı Rachel’e ulaşır. Rachel, Ece’nin aniden düşüp bayıldığını söyler.

Seyit, bir süredir İstanbul dışındadır. Yusuf’u, Ahmet’e emanet etmiştir. Yusuf, Seyit’in evinde kaldığı sürece İbn’ül Arabi’nin şehri Endülüs’le ilgili araştırmalar yapar ve Endülüs’e gitmeye karar verir.

Ceyda ve annesi hemen Ece’nin yanına, İspanya’ya doğru yola çıkarlar. Ceyda, Ece’nin doktoru Ramiro Lopez’i bulur. Doktorun yüzündeki ifade Ceyda’yı tedirgin etmiştir. Ece’nin tomogrofisini gördüğündeyse yıkılır. Ece’nin beyninde çok tehlikeli bir anevrizma tespit edilmiştir. Prof. Dr. Atagün, durumun vahametini telefonda Ceyda’dan öğrenir ve İspanya’ya doğru yola çıkar. Ece, beyninde her an patlamaya hazır bir bomba taşımaktadır. Bu yüzden her geçen an tehlikelidir. Olası bir ameliyat da aynı oranda risklidir. Bu yüzden ameliyat hastanın izni alınarak yapılmalıdır fakat Ece’nin, hastalığından haberi yoktur. Lopez ve Atagün Ceyda’nın kararını beklerken Ceyda’nın aklına Mark Davis gelir. Ona ulaşmalıdır. Bulabildiği telefon numarasıyla Davis’in eski eşi Carla’ya ulaşır. Fakat Carla’nın Mark Davis’in nerede olabileceğine dair hiçbir fikri yoktur. Bu sırada Ceyda, boşandıklarını da öğrenmiş olur.

Yusuf’un Endülüs’teki ilk durağı, görkemli El-Hamra Sarayı olur. Büyük bir aşk ve hayranlıkla sarayı uzun uzun inceler. El-Hamra’dan sonra Mursiye, Sevilla ve son olarak Kurtuba şehrine gelir. Sabırsızlıkla Büyük Kurtuba Camii’ne koşar. Müslüman medeniyetinin en güzel ve en zarif örneklerinden olan bu camiyi incelemeye başlar.

Ece, ayılıp gözlerini açar. Doktor Atagün’ü karşısında görünce bir şeyler döndüğünü anlar. Ceyda, gerçekleri kardeşine anlatır. Durumdan haberdar olmayan

Belgede Türk romanında Endülüs (sayfa 193-200)